MEKKE ŞEHİR DEVLETİ
Hayır! Eğer o bu yaptığı işten vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız. O yalancı, günahkar perçeminden. O zaman o gitsin de nâdiyesini çağırsın. [233]
Resulüllah’ın Safa tepesinde kendilerine doğrudan ve açıktan hitap etmesi ve İslâm davetini kabul etmelerini istemesi üzerine Mekke eşrafının ilk düşündüğü şey, Resulüllah’ın bu yaptığının kişisel egemenlik çabasının bir gereği olduğuydu. Mekke’deki soylar arası geleneksel rekabetin Resulüllah’ın şahsmda farklı ve yeni bir görünümde açığa çıktığını, Haşim oğullarının da, Ebû Leheb hariç, bu duruma destek vererek Mekke’nin egemeni olmayı arzuladıklarını zannetmişlerdi. Aralarında, ellerinde bulundurdukları yetkileri terk etmenin ve geleneksel ideallerinden vazgeçmelerinin mümkün olmadığını konuştular. Birbirlerine, Abdülmuttalib’in torununun oyununu bozmaları ve oyununa gelmemeleri gerektiğini tembihlediler. Yoksa her şey değişir ve seçkinliklerim, itibarlarını, imtiyazlarını kaybederlerdi.
Mekke’de bir kişinin veya ailenin otoritesine dayanan bir yönetim tarzı yoktu. Tarihinde de bir kişinin veya bir ailenin otoritesinin geçerli olduğu bir yönetim tarzı tesis olmamıştı. Gerçi bir ara krallığa yakın bir ortam oluşmuştu. Resulüllah’ın dedelerinden Kusayy, özellikle Kureyş kabilesi üzerinde mutlak otoriteye sahip duruma gelmişti. Herkes ona itaat etmişti. Fakat Kusayy’m kral olmak gibi bir düşünceye sahip olmaması nedeniyle, onun zamanında da krallık türü bir yönetim oluşmamıştı. Kusayy, krallığın değil; bir tür aristokratik yönetimin başlatıcısı olarak tarihe geçmişti. Bu nedenle diğer toplumlarda yönetim piramidinin en üstünde genellikle bir kişi veya bir aile bulunmasına ve altta bulunanlar üsttekinin otoritesine boyun eğmesine karşılık, Mekkeliler İçin durum oldukça farklıydı. Mekke yönetiminde, yönetim piramidinin en üstünde bir kişi yoktu. Yönetimde, Mekke nüfusunu teşkil eden soylar adına, o soyun en yaşlı üyeleri bulunuyordu. Bu nedenle hiç kimse bütün toplumu kuşatacak bir otoriteye sahip değildi. Kararlar aile temsilcileri arasında almıyor ve uygulaması da birlikte gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla yönetim kadrolarını işgal edenler açısından bir başkasının otoritesine boyun eğmek gibi bir durum söz konusu değildi. Ancak bu anlayışın hürlerin teşkil ettiği kesim için geçerli olduğu, hür olmakla birlikte mensubu az, güçsüz aileye dahil olanlarla, mevali, köle kesimi açısından durumun daha farklı olduğu açıktı.
Mekke, islâm davetinin başladığı yıllarda, yaklaşık on bin civarındaki nüfusunun büyük çoğunluğunu Kureyş kabilesine mensup Arapların teşkil ettiği bir şehir devleti konumundaydı. Bir ticaret ve din merkeziydi. Bu iki farklı özelliği nedeniyle oldukça değişken bir nüfusa sahipti. Mekke’de farklı ırklara ve dinlere mensup kişilere sıklıkla rastlanırdı. Ayrıca Rum ve Fars kökenli bazı tüccar ve sanatkârlar Mekke’de ikamet ediyorlardı. Mekke’deki yabancılar arasında Irak, Mısır, Habeş ve Süryani kökenli kimseler de vardı. Bir Kıptî olan ve Kabe’nin tavanını ağaçla örten marangoz Begüm Naccâr; Rum kökenli demirci Erzak, tüccar Kımta, Cüveyriye bint-i Vebre ismindeki kadın, Abdullah b. Cüd’ân’nm azatlısı olan Süheyb, Yemenli Yasir, Rum veya Türk kökenli Sümeyye, Kabe’nin tamiri sırasında çıkan Süryanice bir kitabeyi okuyan ve ismini bilmediğimiz Yahudi şahıs Mekke’de ikamet eden yabancılardan bazılarıydı.
Ayrıca bir kısmının ismi bize kadar ulaşmış olan çok sayıda Rum, Fars, Habeş, Yemen kökenli köle de vardı.
Mekke, bölgenin kalabalık ve hareketli bir şehir devleti olduğu için, sistemli ve işlevsel idarî, malî, askerî ve dinî kurumlara sahipti. Bunların hicâbe, sikâye, rifâ-de nedve, liva ve riyaset isimlerini taşıyan altı tanesi Resulüllah’ın büyük dedesi Kusayy tarafından tesis edilmişti. Hayatta olduğu dönemde Kusayy tarafından yürütülen bu görevler, Kusayy’ın ölümünden sonra bir süre oğlu Abdüddâr tarafından yürütülmüş, fakat daha sonra rifâde, sikâye ve riyaset Abdumenafın çocuklarına geçmişti. Takip eden yularda yeni görevlerin eklenmesiyle siyasî, malî, adlî, askerî, dinî görev birimlerinin sayısı birkaç kat artmıştı. Resulüllah İslâm davetine başladığı zaman, bir tür bakanlık sayılabilecek her bir görev alanı faal durumdaydı. Siyasî, malî, adlî, askerî ve dinî kurumlar başlıkları altında toplanabilecek olan söz konusu görev alanları şunlardı:
Siyasî Görevler
Riyaset (Liderlik): Kusayy, Mekke’de ve dışarıda yaşayan Kureyş kabilesinin gençlerinden bir askerî birlik oluşturup Huzâaları Mekke’den kovduktan sonra Mekke’nin lideri olmuştu. Hiç kimse onun liderliğine itiraz etmemişti. Ancak Kusayy, soyuyla devam eden bir krallık tahsis etmedi. Ölümünden sonra Mekke yönetimini büyük ailelerin temsilcileri üstlendiler. Gerçi bunların içerisinde özellikle Kusayy’ın soyunun ayrıcalıklı bir yeri olmuş ve özellikle de soyundan Abdumenaf, Haşim, Abdülmuttalib gibileri doğal liderler olmuşlarsa da, yönetim tarzı aristokratik bir nitelikte devam etmişti. Soyların temsilcileri olan kimseler Mekke yönetiminden sorumluydular. Soyların temsilcilerinin nasıl seçildiklerini bilmiyoruz, ama muhtemelen hayatı boyunca akıllılığını, kahramanlığını ve takdir edilen özel yeteneklerini ispatlamış yaşlı bir kimse soyunun doğal temsilcisi oluyor ve soyunun tüm üyeleri ona itaat ediyorlardı. Fakat bu itaat, hiçbir zaman bir kölenin efendisine veya tebanın kralına itaati biçiminde değildi. Daha çok ve hatta tamamıyla saygı, sevgi temelinde şekillenen bir itaatti.
Soy temsilcileri Mekke’nin yönetim işini aralarında paylaşmışlardı. Herkes öncelikle kendi sorumluluk alanında olan görevini yapar, bu görevlerin dışında Mekke’yi ilgilendiren herhangi bir problemde durumu birlikte görüşüp, birlikte karar alırlardı. Her soy temsilcisi, Mekke’yi ilgilendiren bir konuyu öncelikle kendi soyuna ait meclisde görüşüp konuşur, sonra da Mekke şehir devletinin en üst meclisi olan Dâru’n Nedve’de karara bağlarlardı.
Meclisler ve Dâru’n Nedve: insanların bir yerde toplanmasını veya toplantı ye-nni ifade eden ‘ned/ Mekkelilerin meclislerim ifade eden bir isimdi. Her soyun bir meclisi vardı. Her soyun yaşlıları, saygın şahsiyetleri, Kabe civarında inşa ettikleri bir binada veya gölgelikte toplanırlardı. Bu meclisler birer istişare merkezleriydi. Soy mensuplarının bir konuya ait genel kararı burada oluşurdu. Meclisler, özellikle akşamlan çok hareketli yerlerdi. İnsanlar gruplar halinde toplanırlar, aralarında sohbet ederler, eğlenirlerdi. Bolca içki içilirdi. Şairliği olan veya güzel şiir okuyanlar, okudukları şiirlerle, hikaye bilen ve güzel anlatanlar anlattıklarıyla kalabalığı eğlendirirlerdi.
Mekke’nin asıl meclisi Dâru’n Nedve idi. Dâru’n Nedve bir asiller meclisiydi. Dâru’n Nedve’yi ilk kez tesis eden kişi Kusayy’dı. İlk zamanlar Kusayy’ın evi Mekke’nin idarî binası olarak kullanılmış, ancak daha sonra, yaklaşık 440 yılında, Kabe’nin kuzeyine, tavafa başlanan yerin arka tarafına bir bina inşa edilerek burası Mekke şehir devletinin meclis binası olarak kullanılmaya başlanmıştı. Kureyş’e mensup olan ve yaşı 40’ı geçmiş olan her erkek meclisin doğal üyesiydi. Ancak yaşı küçük olmasına rağmen, Meclis toplantılarına katılan, kararlarda etkili olan kişiler de vardı. Ebû Cehil 28, Haşim b. Haşim 20 yaş civarında Meclis’in üyesi olmuştu. Çünkü bunlar zekalarıyla, yaptıkları işlerle, beceri ve yetenekleriyle ‘olgunluklarını’ ispatlamış kimselerdi.
Bütün idarî işlerin yanı sıra, Mekke kızları için çocukluktan evlenilebilecek çağa geçtiğinin ilanı olan tören, evlilik merasimleri, elçilerin kabulü, büyük ticaret kervanlarına ait kararlar, ticarî faaliyetlerle ilgili konular Dâru’n Nedve’de yürütülen mutad işlerdendi. Dâru’n Nedve İslâm davetinin başlamasıyla bir şehir devletinin gerçek meclisi olma özelliğini kazandı. Daveti durdurma kararları orada alındı, konuya ilişkin planlar hep orada yapıldı.
Risâlet döneminin ilk ayetlerinden birisi Dâru’n Nedve’nin işlevini tespit etmek açısından oldukça önemlidir. Ayette, Resulüllah’ın İslâm davetine engel olmak isteyen ve bunu da zorbaca yapan Mekke eşrafından birisinin durumundan bahsedilip, yaptığı zorbalığa karşılık azapla uyarılırken önemli bir terim ifade edilmiştir. Ayet şöyledir: ‘Hayır! Eğer o bu yaptığı işten vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız. O yalana, günahkar perçeminden. O zaman o gitsin de nâdiyesini çağırsın.[234] Ayette geçen (nâdiye\ toplantıların yapıldığı meclis, toplumun şura merkezi, önemli anlarda toplum adına önemli kararların alındığı ‘temsilciler meclisi’ anlamlarına gelmektedir, işte bu terim, Mekke’deki idarî yapı konusunda ipuçları verdiği gibi, aynı zamanda daha risâletin ilk günlerinden itibaren Resulüllah’ın Mekke şehir devletinin en üst kurumu olan Meclis ile karşı karşıya kaldığını da ifade etmektedir. Resulüllah tarafından İslâm davetinin başladığı yıllarda Dâru’n Nedve’nin sorumlusu Abdüddâr soyunu temsilen Esed b. Abdu-luzza idi. Esed b. Abduluzza’nın üstlendiği sorumluluk, herhalde bir tür Meclis başkanlığı idi.
Meşvere (Masura): Meşvere, kaynaklarda hakkında ayrıntılı bilgi bulunmayan bir idarî birimdi. Bu konuda en ayrıntılı bilgiyi İbn’ul Kalbî’nin kitabında buluyoruz. Onun verdiği bilgiye göre, Meşvere (Masura), Dâru’n Nedve’de alman kararları onaylayan bir üst meclisti. Bu durumda Meşvere’nin yetki itibarıyla, Dâru’n Nedve’nin de üstünde bir idarî birim olduğu anlaşılmaktadır. Bu idarî birim adına Esed oğullarından Zem’at b. el-Esved, Dâru’n Nedve toplantılarına katılırdı. Her ne kadar bu idarî birim hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değilsek de, Dâru’n Nedve’nin üyeleri dikkate alındığı zaman, İslâm davetini durdurmak veya yok etmek için Kabe’de yahut Dâru’n Nedve’de yapılan bütün toplantılara Dâru’n Nedve’nin üyelerinden ziyade Velid b. Muğire, Utbe b. Rabia, Ebû Cehil b. Hişam, el-As b. Esved, Vâil b. el-Esved, Ebû Leheb gibi şahısların katıldığı tespit edilmektedir. Bu durumda Meşvere’nin üyelerinin Mekke’nin en yaşlı ve sözü geçen bu şahsiyetlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Meşvere’yi Mekke şehir devletinin senatosu olarak isimlendirmek mümkündür.
Sifare: Tam yetkili siyasî temsilcilik veya elçilik olarak tanımlanabilecek olan sifâre görevi, Adiyy oğullarının sorumluluğunda olup, İslâm’ın ilk yıllarında Adiyy soyu adına bu görevi Ömer b. Hattab yürütüyordu. Mekkeliler ile yabancılar arasında açığa çıkan problemlerin çözümü için Mekke şehir devleti adına, karşı tarafla görüşmeleri yürütme işi sifârenin sorumluluk alanında yer alıyordu. Ömer b. Hattab’ın islâm’a girmesiyle Sifâre’nin Sehm soyuna geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zira müminlerin Habeşistan’a hicreti üzerine onları Habeş kralından Mekke’ye iade etmesini istemek için giden heyetin başına Sehm soyuna mensup Amr b. Âs getirilmişti.
Malî Görevler
Rifâda: Tamamen Mekke’ye özgü bir kurumdu. Hacca gelenlerin yiyecek başta olmak üzere maddî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla gerekleri yerine getirilen bir görev alanıydı. Kusayy, Mekke’yi bir cazibe merkezi haline getirebilmek için, önemli masraflar yaparak, Mekke’ye gelen hacıların yiyeceklerini karşılama sorumluluğunu üstlenmişti. Buna, sonradan, Mekke’nin yoksullarının yiyecek ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu da eklenmişti. Ancak bu tamamen kişisel bir tasarruftu. Rifâde görevini üstlenmiş soyun lideri hac döneminde çok sayıda deve ve koyun keser, bunlardan genellikle tirit ismi verilen ve içine ekmek doğranarak yapılan bir et yemeği pişirtir ve hacılara dağıtırdı. Rifâde görevi her zaman Kusayy’m çocuklarında kaldı. Resulüllah’ın islâm’ı tebliğe başladığı yıllarda bu görevi Haşim’ın soyundan Ebû Talib yürütüyordu. Daha sonra, kardeşi Abbas bu görevi yürütmüştür.
Sîkâye: Sikâye, hac sırasında hacıların ihtiyacı olan suyu tedarik etme ve dağıtma görevlerinin yanı sıra, Beytü’l Haram’m idaresi ve bakımı işlerinin yürütüldüğü bir görev alanıydı. Mekke, suyu az bir bölge olduğu için, Kusayy hacıların su ihtiyacını karşılamak amacıyla Kabe’nin yakınma deriden havuzlar yaptırmış ve bu havuzlan çevredeki kuyulardan taşman sularla doldurmuştu. Abdülmuttalib’in Zemzem’in yerini bulması ise, Mekke’deki su sıkıntısını sona erdirmesi açısından çok önemli bir gelişme olmuştu. Haşim’in soyundan gelenlerin sorumluluğunda bulunan sikâye görevi, islâm’ın ilk yıllarında Abbas b. Abdülmuttaüb tarafından yürütülüyordu.
Em’vâlu’l Muhacere: Kabe’nin içinde, Kabe’ye ve putlara bağışlanan değerli eşyaların saklandığı bir kuyu vardı. Buranın birkaç kez hırsızların yağmasına uğraması nedeniyle, değerli eşyaların korunması problemi açığa çıkmıştı. Söz konusu değerli eşyaların korunması sorumluluğunu Sehm soyundan gelen kimseler üstlendiler. Eşyalar, Dâru’n Nedve’nin hemen yanına inşa edilmiş bir depoda saklanırdı. Risâlet çağında bu görevi Haris b. Kays yürütüyordu.
Adlî Görevler
Aşnâk: Adlî işlerin yerine getirildiği bir sorumluluk alanıydı. Kan davalarının çözümlenmesi, kan diyeti başta olmak üzere zarar/ziyanın tespiti ve gereğinin yapılmasının sağlanması Aşnak dahilinde yürütülen en önemli görevlerdi. İslâm’ın ilk yıllarında Teym soyuna mensup Ebû Bekir (veya asıl ismiyle Abdullah b. Osman) bu görevi yürütüyordu.
Hühûma: Meclisin kararlarının uygulanmasını kontrol eden bir görev alanıydı. İslâm’ın ilk yıllarında Sehm oğulları adına Haris b. Kays bu görevi yürütüyordu.
Askerî Görevler
Kıyâde: Bir anlamda başkomutanlık göreviydi. Meclis muhafızlığı, savaşa katılacakların teçhizat durumları ve ordu komutanlığı Kıyâde dahilinde yer alan görevlerdi. Bu görev Umeyye oğullarının sorumluluğundaydı. Ebû Süfyan son Kıyâde sorumlusu veya bir diğer isimlendirmeyle son başkomutan olmuştur.
Liva: Savaşa karar verildiği zaman bir görevli savaş için toplanılacak yeri belirler ve oraya bir sancak dikerdi. Liva görevi bunu ifade ediyordu. Bu görev Abdüddâr’ın soyundan gelenlerin sorumluluğundaydı. Uhud’da tüm Liva görevlileri ölünce, çoktandır bir görev alanını daha uhdesinde toplamanın çabasını yürüten Ebû Süfyan bu sorumluluğu da üstlendi.
Ukab: Ukab, Kureyş’in sancağının ismiydi. Muhtemelen üzerinde kartal resmi vardı. Ukab görevi ise, Mekke şehir devletini temsil eden ukab (kartal) isimli sancağı muhafaza altında bulundurmak ve savaş sırasında çıkarıp, taşımakla ilgiliydi. Bu görev başkomutanlık (Kıyâde) görevini de üstlenmiş olan Umeyye oğullarına aitti. Ebû Süfyan veya onun görevlendirdiği birisi bu işi üstlenirdi.
Kubba ve Einnâ: Araplar savaşa çıktıkları zaman en büyük putlarını da yanlarına alırlardı. Böylelikle onun yardımına mazhar olacaklarına inanırlardı. Savaşçılar putun görüş alanında savaşırken, düşmandan korkup geri çekilmekten veya savaş alanından kaçmaktan çekinirlerdi. Kubba savaş karargahının ismiydi. Einna ise süvari birliğinin ismiydi. Putu taşıma işi bu süvari birliğinin sorumluluğundaydı. Put savaş sırasında karargahta bulunurdu. Süvari birliğinin komutanlığı ve putun taşınması sorumluluğu, risâlet yıllarında Manzum soyundan Halid b. Velid tarafından yürütülüyordu.
Dinî Görevler
Îsâr-Ezlâm; Fal okları ile yürütülen bir görev idi. Mekkeîiler günlük hayatlarındaki birçok işi Kabe’nin içinde bulunan Hübel putunun önündeki fal oklarını çekerek, çekilen okun ifade ettiği şeye göre yürütürlerdi. Îsâr-Ezlâm daha çok inançla ilgili bir görev alanı gibi görünüyorsa da esasında idarî bir niteliğe de sahipti. İslâm davetini durdurabilmek için yapılacak işlerin fala bırakılmayıp, Dâru’n Nedve’deki yoğun geçen görüşmelerle kararlaştırılması ise İslam’ın Mekke siyasî, hukukî ve ekonomik yapısı için ifade ettiği tehlikeyi göstermesi açısından önemlidir.
Sidâne: Kabe’nin korunması göreviydi. Sidâne çok şerefli bir işti. Bu görev, sahibine büyük itibar sağlardı. Risâlet yıllarında bu göre Abdüddâr soyu adına Osman b. Talha üstlenmişti.
Hicâbe; Hicâbe, Kabe’nin kapıcılığı göreviydi. Belirli zamanlarda Kabe’nin kapısını açmak ve ziyaretçilerin içeri girip-çıkmasını düzenlemek, bu işin karşılığında ücret almak hicâbe görevi dahilindeydi. Hiç kimse bu görevi üstlenmiş kişinin izni olmadan Kabe’ye giremezdi. Risâlet yıllarında bu görevi Abdüddâr soyu adına Osman b. Talha yürütüyordu. Osman b. Talha, sidâne görevini de üstlendiği için, birçok araştırmacı sidâne ve hicâbe görevinin aynı olduğunu zannetmiştir, ancak esasen bunlar ayrı görevlerdi.
Nesî: Takvimi düzenleme göreviydi. Bir diğer ifadeyle, ay takvimi nedeniyle gerçekleşen on günlük kaymaları düzenleyerek, hac zamanını istenen zamana getirme görevini ifade ediyordu. Nesî görevini yapana nasî denirdi. Nasî, takvimde bir düzenlemeye gittiği zaman Kabe’nin kapısı önünde durur ve kararını ilan ederdi. Bu görevi, risâlet yıllarının ilk zamanlarında, Kinâne kabilesinden Huzâfe b. Fukaym yürütüyordu. Daha sonra Ebû Sümame ismiyle bilinen Cünâbe b. Avf üstlenmişti. İslâm, diğer birçok görevi olduğu gibi bu görevi de kaldırdı.
İfâze: Hac ibadetinin yürütülmesini ifade eden ifâze görevi, risâlet yıllarında Temim soyundan birisi tarafından yürütülüyordu. Bu görevi yapana sûfe denirdi. Sûfe, haccın başladığını ilan eder, o Mina’dan inmeden kimse Mina’dan inmez, ondan önce kimse cemreleri taşlayamazdı.
İcâze: Hacla ilgili bir görevdi. Hac ibadetinin Müzdelife’deki kısmının yürütülmesi icâzenin sorumluluk alam dahilindeydi. Bu görev, risâlet yıllarında, Advan b. Amir boyu adına Ebû Seyyare lakaplı Urrteyle b. El-Azel tarafından yürütülüyordu. Esasen nesî, ifâze ve icâze görevleri, ilk zamanlar Kusayy tarafından yürütülmüştü. Ancak, Kusayy, başka kabilelerin desteğini alarak Kureyş’in gücünü artırmak için bu görevleri Mekke dışında yaşayan diğer bazı kabilelere vermişti, icâze, sembolik değere sahip bir görev alanıydı.
[233] Alâk sûresi, 96:15-17
[234] Alak, 96:15-17
Hayır! Eğer o bu yaptığı işten vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız. O yalancı, günahkar perçeminden. O zaman o gitsin de nâdiyesini çağırsın. [233]
Resulüllah’ın Safa tepesinde kendilerine doğrudan ve açıktan hitap etmesi ve İslâm davetini kabul etmelerini istemesi üzerine Mekke eşrafının ilk düşündüğü şey, Resulüllah’ın bu yaptığının kişisel egemenlik çabasının bir gereği olduğuydu. Mekke’deki soylar arası geleneksel rekabetin Resulüllah’ın şahsmda farklı ve yeni bir görünümde açığa çıktığını, Haşim oğullarının da, Ebû Leheb hariç, bu duruma destek vererek Mekke’nin egemeni olmayı arzuladıklarını zannetmişlerdi. Aralarında, ellerinde bulundurdukları yetkileri terk etmenin ve geleneksel ideallerinden vazgeçmelerinin mümkün olmadığını konuştular. Birbirlerine, Abdülmuttalib’in torununun oyununu bozmaları ve oyununa gelmemeleri gerektiğini tembihlediler. Yoksa her şey değişir ve seçkinliklerim, itibarlarını, imtiyazlarını kaybederlerdi.
Mekke’de bir kişinin veya ailenin otoritesine dayanan bir yönetim tarzı yoktu. Tarihinde de bir kişinin veya bir ailenin otoritesinin geçerli olduğu bir yönetim tarzı tesis olmamıştı. Gerçi bir ara krallığa yakın bir ortam oluşmuştu. Resulüllah’ın dedelerinden Kusayy, özellikle Kureyş kabilesi üzerinde mutlak otoriteye sahip duruma gelmişti. Herkes ona itaat etmişti. Fakat Kusayy’m kral olmak gibi bir düşünceye sahip olmaması nedeniyle, onun zamanında da krallık türü bir yönetim oluşmamıştı. Kusayy, krallığın değil; bir tür aristokratik yönetimin başlatıcısı olarak tarihe geçmişti. Bu nedenle diğer toplumlarda yönetim piramidinin en üstünde genellikle bir kişi veya bir aile bulunmasına ve altta bulunanlar üsttekinin otoritesine boyun eğmesine karşılık, Mekkeliler İçin durum oldukça farklıydı. Mekke yönetiminde, yönetim piramidinin en üstünde bir kişi yoktu. Yönetimde, Mekke nüfusunu teşkil eden soylar adına, o soyun en yaşlı üyeleri bulunuyordu. Bu nedenle hiç kimse bütün toplumu kuşatacak bir otoriteye sahip değildi. Kararlar aile temsilcileri arasında almıyor ve uygulaması da birlikte gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla yönetim kadrolarını işgal edenler açısından bir başkasının otoritesine boyun eğmek gibi bir durum söz konusu değildi. Ancak bu anlayışın hürlerin teşkil ettiği kesim için geçerli olduğu, hür olmakla birlikte mensubu az, güçsüz aileye dahil olanlarla, mevali, köle kesimi açısından durumun daha farklı olduğu açıktı.
Mekke, islâm davetinin başladığı yıllarda, yaklaşık on bin civarındaki nüfusunun büyük çoğunluğunu Kureyş kabilesine mensup Arapların teşkil ettiği bir şehir devleti konumundaydı. Bir ticaret ve din merkeziydi. Bu iki farklı özelliği nedeniyle oldukça değişken bir nüfusa sahipti. Mekke’de farklı ırklara ve dinlere mensup kişilere sıklıkla rastlanırdı. Ayrıca Rum ve Fars kökenli bazı tüccar ve sanatkârlar Mekke’de ikamet ediyorlardı. Mekke’deki yabancılar arasında Irak, Mısır, Habeş ve Süryani kökenli kimseler de vardı. Bir Kıptî olan ve Kabe’nin tavanını ağaçla örten marangoz Begüm Naccâr; Rum kökenli demirci Erzak, tüccar Kımta, Cüveyriye bint-i Vebre ismindeki kadın, Abdullah b. Cüd’ân’nm azatlısı olan Süheyb, Yemenli Yasir, Rum veya Türk kökenli Sümeyye, Kabe’nin tamiri sırasında çıkan Süryanice bir kitabeyi okuyan ve ismini bilmediğimiz Yahudi şahıs Mekke’de ikamet eden yabancılardan bazılarıydı.
Ayrıca bir kısmının ismi bize kadar ulaşmış olan çok sayıda Rum, Fars, Habeş, Yemen kökenli köle de vardı.
Mekke, bölgenin kalabalık ve hareketli bir şehir devleti olduğu için, sistemli ve işlevsel idarî, malî, askerî ve dinî kurumlara sahipti. Bunların hicâbe, sikâye, rifâ-de nedve, liva ve riyaset isimlerini taşıyan altı tanesi Resulüllah’ın büyük dedesi Kusayy tarafından tesis edilmişti. Hayatta olduğu dönemde Kusayy tarafından yürütülen bu görevler, Kusayy’ın ölümünden sonra bir süre oğlu Abdüddâr tarafından yürütülmüş, fakat daha sonra rifâde, sikâye ve riyaset Abdumenafın çocuklarına geçmişti. Takip eden yularda yeni görevlerin eklenmesiyle siyasî, malî, adlî, askerî, dinî görev birimlerinin sayısı birkaç kat artmıştı. Resulüllah İslâm davetine başladığı zaman, bir tür bakanlık sayılabilecek her bir görev alanı faal durumdaydı. Siyasî, malî, adlî, askerî ve dinî kurumlar başlıkları altında toplanabilecek olan söz konusu görev alanları şunlardı:
Siyasî Görevler
Riyaset (Liderlik): Kusayy, Mekke’de ve dışarıda yaşayan Kureyş kabilesinin gençlerinden bir askerî birlik oluşturup Huzâaları Mekke’den kovduktan sonra Mekke’nin lideri olmuştu. Hiç kimse onun liderliğine itiraz etmemişti. Ancak Kusayy, soyuyla devam eden bir krallık tahsis etmedi. Ölümünden sonra Mekke yönetimini büyük ailelerin temsilcileri üstlendiler. Gerçi bunların içerisinde özellikle Kusayy’ın soyunun ayrıcalıklı bir yeri olmuş ve özellikle de soyundan Abdumenaf, Haşim, Abdülmuttalib gibileri doğal liderler olmuşlarsa da, yönetim tarzı aristokratik bir nitelikte devam etmişti. Soyların temsilcileri olan kimseler Mekke yönetiminden sorumluydular. Soyların temsilcilerinin nasıl seçildiklerini bilmiyoruz, ama muhtemelen hayatı boyunca akıllılığını, kahramanlığını ve takdir edilen özel yeteneklerini ispatlamış yaşlı bir kimse soyunun doğal temsilcisi oluyor ve soyunun tüm üyeleri ona itaat ediyorlardı. Fakat bu itaat, hiçbir zaman bir kölenin efendisine veya tebanın kralına itaati biçiminde değildi. Daha çok ve hatta tamamıyla saygı, sevgi temelinde şekillenen bir itaatti.
Soy temsilcileri Mekke’nin yönetim işini aralarında paylaşmışlardı. Herkes öncelikle kendi sorumluluk alanında olan görevini yapar, bu görevlerin dışında Mekke’yi ilgilendiren herhangi bir problemde durumu birlikte görüşüp, birlikte karar alırlardı. Her soy temsilcisi, Mekke’yi ilgilendiren bir konuyu öncelikle kendi soyuna ait meclisde görüşüp konuşur, sonra da Mekke şehir devletinin en üst meclisi olan Dâru’n Nedve’de karara bağlarlardı.
Meclisler ve Dâru’n Nedve: insanların bir yerde toplanmasını veya toplantı ye-nni ifade eden ‘ned/ Mekkelilerin meclislerim ifade eden bir isimdi. Her soyun bir meclisi vardı. Her soyun yaşlıları, saygın şahsiyetleri, Kabe civarında inşa ettikleri bir binada veya gölgelikte toplanırlardı. Bu meclisler birer istişare merkezleriydi. Soy mensuplarının bir konuya ait genel kararı burada oluşurdu. Meclisler, özellikle akşamlan çok hareketli yerlerdi. İnsanlar gruplar halinde toplanırlar, aralarında sohbet ederler, eğlenirlerdi. Bolca içki içilirdi. Şairliği olan veya güzel şiir okuyanlar, okudukları şiirlerle, hikaye bilen ve güzel anlatanlar anlattıklarıyla kalabalığı eğlendirirlerdi.
Mekke’nin asıl meclisi Dâru’n Nedve idi. Dâru’n Nedve bir asiller meclisiydi. Dâru’n Nedve’yi ilk kez tesis eden kişi Kusayy’dı. İlk zamanlar Kusayy’ın evi Mekke’nin idarî binası olarak kullanılmış, ancak daha sonra, yaklaşık 440 yılında, Kabe’nin kuzeyine, tavafa başlanan yerin arka tarafına bir bina inşa edilerek burası Mekke şehir devletinin meclis binası olarak kullanılmaya başlanmıştı. Kureyş’e mensup olan ve yaşı 40’ı geçmiş olan her erkek meclisin doğal üyesiydi. Ancak yaşı küçük olmasına rağmen, Meclis toplantılarına katılan, kararlarda etkili olan kişiler de vardı. Ebû Cehil 28, Haşim b. Haşim 20 yaş civarında Meclis’in üyesi olmuştu. Çünkü bunlar zekalarıyla, yaptıkları işlerle, beceri ve yetenekleriyle ‘olgunluklarını’ ispatlamış kimselerdi.
Bütün idarî işlerin yanı sıra, Mekke kızları için çocukluktan evlenilebilecek çağa geçtiğinin ilanı olan tören, evlilik merasimleri, elçilerin kabulü, büyük ticaret kervanlarına ait kararlar, ticarî faaliyetlerle ilgili konular Dâru’n Nedve’de yürütülen mutad işlerdendi. Dâru’n Nedve İslâm davetinin başlamasıyla bir şehir devletinin gerçek meclisi olma özelliğini kazandı. Daveti durdurma kararları orada alındı, konuya ilişkin planlar hep orada yapıldı.
Risâlet döneminin ilk ayetlerinden birisi Dâru’n Nedve’nin işlevini tespit etmek açısından oldukça önemlidir. Ayette, Resulüllah’ın İslâm davetine engel olmak isteyen ve bunu da zorbaca yapan Mekke eşrafından birisinin durumundan bahsedilip, yaptığı zorbalığa karşılık azapla uyarılırken önemli bir terim ifade edilmiştir. Ayet şöyledir: ‘Hayır! Eğer o bu yaptığı işten vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız. O yalana, günahkar perçeminden. O zaman o gitsin de nâdiyesini çağırsın.[234] Ayette geçen (nâdiye\ toplantıların yapıldığı meclis, toplumun şura merkezi, önemli anlarda toplum adına önemli kararların alındığı ‘temsilciler meclisi’ anlamlarına gelmektedir, işte bu terim, Mekke’deki idarî yapı konusunda ipuçları verdiği gibi, aynı zamanda daha risâletin ilk günlerinden itibaren Resulüllah’ın Mekke şehir devletinin en üst kurumu olan Meclis ile karşı karşıya kaldığını da ifade etmektedir. Resulüllah tarafından İslâm davetinin başladığı yıllarda Dâru’n Nedve’nin sorumlusu Abdüddâr soyunu temsilen Esed b. Abdu-luzza idi. Esed b. Abduluzza’nın üstlendiği sorumluluk, herhalde bir tür Meclis başkanlığı idi.
Meşvere (Masura): Meşvere, kaynaklarda hakkında ayrıntılı bilgi bulunmayan bir idarî birimdi. Bu konuda en ayrıntılı bilgiyi İbn’ul Kalbî’nin kitabında buluyoruz. Onun verdiği bilgiye göre, Meşvere (Masura), Dâru’n Nedve’de alman kararları onaylayan bir üst meclisti. Bu durumda Meşvere’nin yetki itibarıyla, Dâru’n Nedve’nin de üstünde bir idarî birim olduğu anlaşılmaktadır. Bu idarî birim adına Esed oğullarından Zem’at b. el-Esved, Dâru’n Nedve toplantılarına katılırdı. Her ne kadar bu idarî birim hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değilsek de, Dâru’n Nedve’nin üyeleri dikkate alındığı zaman, İslâm davetini durdurmak veya yok etmek için Kabe’de yahut Dâru’n Nedve’de yapılan bütün toplantılara Dâru’n Nedve’nin üyelerinden ziyade Velid b. Muğire, Utbe b. Rabia, Ebû Cehil b. Hişam, el-As b. Esved, Vâil b. el-Esved, Ebû Leheb gibi şahısların katıldığı tespit edilmektedir. Bu durumda Meşvere’nin üyelerinin Mekke’nin en yaşlı ve sözü geçen bu şahsiyetlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Meşvere’yi Mekke şehir devletinin senatosu olarak isimlendirmek mümkündür.
Sifare: Tam yetkili siyasî temsilcilik veya elçilik olarak tanımlanabilecek olan sifâre görevi, Adiyy oğullarının sorumluluğunda olup, İslâm’ın ilk yıllarında Adiyy soyu adına bu görevi Ömer b. Hattab yürütüyordu. Mekkeliler ile yabancılar arasında açığa çıkan problemlerin çözümü için Mekke şehir devleti adına, karşı tarafla görüşmeleri yürütme işi sifârenin sorumluluk alanında yer alıyordu. Ömer b. Hattab’ın islâm’a girmesiyle Sifâre’nin Sehm soyuna geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zira müminlerin Habeşistan’a hicreti üzerine onları Habeş kralından Mekke’ye iade etmesini istemek için giden heyetin başına Sehm soyuna mensup Amr b. Âs getirilmişti.
Malî Görevler
Rifâda: Tamamen Mekke’ye özgü bir kurumdu. Hacca gelenlerin yiyecek başta olmak üzere maddî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla gerekleri yerine getirilen bir görev alanıydı. Kusayy, Mekke’yi bir cazibe merkezi haline getirebilmek için, önemli masraflar yaparak, Mekke’ye gelen hacıların yiyeceklerini karşılama sorumluluğunu üstlenmişti. Buna, sonradan, Mekke’nin yoksullarının yiyecek ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu da eklenmişti. Ancak bu tamamen kişisel bir tasarruftu. Rifâde görevini üstlenmiş soyun lideri hac döneminde çok sayıda deve ve koyun keser, bunlardan genellikle tirit ismi verilen ve içine ekmek doğranarak yapılan bir et yemeği pişirtir ve hacılara dağıtırdı. Rifâde görevi her zaman Kusayy’m çocuklarında kaldı. Resulüllah’ın islâm’ı tebliğe başladığı yıllarda bu görevi Haşim’ın soyundan Ebû Talib yürütüyordu. Daha sonra, kardeşi Abbas bu görevi yürütmüştür.
Sîkâye: Sikâye, hac sırasında hacıların ihtiyacı olan suyu tedarik etme ve dağıtma görevlerinin yanı sıra, Beytü’l Haram’m idaresi ve bakımı işlerinin yürütüldüğü bir görev alanıydı. Mekke, suyu az bir bölge olduğu için, Kusayy hacıların su ihtiyacını karşılamak amacıyla Kabe’nin yakınma deriden havuzlar yaptırmış ve bu havuzlan çevredeki kuyulardan taşman sularla doldurmuştu. Abdülmuttalib’in Zemzem’in yerini bulması ise, Mekke’deki su sıkıntısını sona erdirmesi açısından çok önemli bir gelişme olmuştu. Haşim’in soyundan gelenlerin sorumluluğunda bulunan sikâye görevi, islâm’ın ilk yıllarında Abbas b. Abdülmuttaüb tarafından yürütülüyordu.
Em’vâlu’l Muhacere: Kabe’nin içinde, Kabe’ye ve putlara bağışlanan değerli eşyaların saklandığı bir kuyu vardı. Buranın birkaç kez hırsızların yağmasına uğraması nedeniyle, değerli eşyaların korunması problemi açığa çıkmıştı. Söz konusu değerli eşyaların korunması sorumluluğunu Sehm soyundan gelen kimseler üstlendiler. Eşyalar, Dâru’n Nedve’nin hemen yanına inşa edilmiş bir depoda saklanırdı. Risâlet çağında bu görevi Haris b. Kays yürütüyordu.
Adlî Görevler
Aşnâk: Adlî işlerin yerine getirildiği bir sorumluluk alanıydı. Kan davalarının çözümlenmesi, kan diyeti başta olmak üzere zarar/ziyanın tespiti ve gereğinin yapılmasının sağlanması Aşnak dahilinde yürütülen en önemli görevlerdi. İslâm’ın ilk yıllarında Teym soyuna mensup Ebû Bekir (veya asıl ismiyle Abdullah b. Osman) bu görevi yürütüyordu.
Hühûma: Meclisin kararlarının uygulanmasını kontrol eden bir görev alanıydı. İslâm’ın ilk yıllarında Sehm oğulları adına Haris b. Kays bu görevi yürütüyordu.
Askerî Görevler
Kıyâde: Bir anlamda başkomutanlık göreviydi. Meclis muhafızlığı, savaşa katılacakların teçhizat durumları ve ordu komutanlığı Kıyâde dahilinde yer alan görevlerdi. Bu görev Umeyye oğullarının sorumluluğundaydı. Ebû Süfyan son Kıyâde sorumlusu veya bir diğer isimlendirmeyle son başkomutan olmuştur.
Liva: Savaşa karar verildiği zaman bir görevli savaş için toplanılacak yeri belirler ve oraya bir sancak dikerdi. Liva görevi bunu ifade ediyordu. Bu görev Abdüddâr’ın soyundan gelenlerin sorumluluğundaydı. Uhud’da tüm Liva görevlileri ölünce, çoktandır bir görev alanını daha uhdesinde toplamanın çabasını yürüten Ebû Süfyan bu sorumluluğu da üstlendi.
Ukab: Ukab, Kureyş’in sancağının ismiydi. Muhtemelen üzerinde kartal resmi vardı. Ukab görevi ise, Mekke şehir devletini temsil eden ukab (kartal) isimli sancağı muhafaza altında bulundurmak ve savaş sırasında çıkarıp, taşımakla ilgiliydi. Bu görev başkomutanlık (Kıyâde) görevini de üstlenmiş olan Umeyye oğullarına aitti. Ebû Süfyan veya onun görevlendirdiği birisi bu işi üstlenirdi.
Kubba ve Einnâ: Araplar savaşa çıktıkları zaman en büyük putlarını da yanlarına alırlardı. Böylelikle onun yardımına mazhar olacaklarına inanırlardı. Savaşçılar putun görüş alanında savaşırken, düşmandan korkup geri çekilmekten veya savaş alanından kaçmaktan çekinirlerdi. Kubba savaş karargahının ismiydi. Einna ise süvari birliğinin ismiydi. Putu taşıma işi bu süvari birliğinin sorumluluğundaydı. Put savaş sırasında karargahta bulunurdu. Süvari birliğinin komutanlığı ve putun taşınması sorumluluğu, risâlet yıllarında Manzum soyundan Halid b. Velid tarafından yürütülüyordu.
Dinî Görevler
Îsâr-Ezlâm; Fal okları ile yürütülen bir görev idi. Mekkeîiler günlük hayatlarındaki birçok işi Kabe’nin içinde bulunan Hübel putunun önündeki fal oklarını çekerek, çekilen okun ifade ettiği şeye göre yürütürlerdi. Îsâr-Ezlâm daha çok inançla ilgili bir görev alanı gibi görünüyorsa da esasında idarî bir niteliğe de sahipti. İslâm davetini durdurabilmek için yapılacak işlerin fala bırakılmayıp, Dâru’n Nedve’deki yoğun geçen görüşmelerle kararlaştırılması ise İslam’ın Mekke siyasî, hukukî ve ekonomik yapısı için ifade ettiği tehlikeyi göstermesi açısından önemlidir.
Sidâne: Kabe’nin korunması göreviydi. Sidâne çok şerefli bir işti. Bu görev, sahibine büyük itibar sağlardı. Risâlet yıllarında bu göre Abdüddâr soyu adına Osman b. Talha üstlenmişti.
Hicâbe; Hicâbe, Kabe’nin kapıcılığı göreviydi. Belirli zamanlarda Kabe’nin kapısını açmak ve ziyaretçilerin içeri girip-çıkmasını düzenlemek, bu işin karşılığında ücret almak hicâbe görevi dahilindeydi. Hiç kimse bu görevi üstlenmiş kişinin izni olmadan Kabe’ye giremezdi. Risâlet yıllarında bu görevi Abdüddâr soyu adına Osman b. Talha yürütüyordu. Osman b. Talha, sidâne görevini de üstlendiği için, birçok araştırmacı sidâne ve hicâbe görevinin aynı olduğunu zannetmiştir, ancak esasen bunlar ayrı görevlerdi.
Nesî: Takvimi düzenleme göreviydi. Bir diğer ifadeyle, ay takvimi nedeniyle gerçekleşen on günlük kaymaları düzenleyerek, hac zamanını istenen zamana getirme görevini ifade ediyordu. Nesî görevini yapana nasî denirdi. Nasî, takvimde bir düzenlemeye gittiği zaman Kabe’nin kapısı önünde durur ve kararını ilan ederdi. Bu görevi, risâlet yıllarının ilk zamanlarında, Kinâne kabilesinden Huzâfe b. Fukaym yürütüyordu. Daha sonra Ebû Sümame ismiyle bilinen Cünâbe b. Avf üstlenmişti. İslâm, diğer birçok görevi olduğu gibi bu görevi de kaldırdı.
İfâze: Hac ibadetinin yürütülmesini ifade eden ifâze görevi, risâlet yıllarında Temim soyundan birisi tarafından yürütülüyordu. Bu görevi yapana sûfe denirdi. Sûfe, haccın başladığını ilan eder, o Mina’dan inmeden kimse Mina’dan inmez, ondan önce kimse cemreleri taşlayamazdı.
İcâze: Hacla ilgili bir görevdi. Hac ibadetinin Müzdelife’deki kısmının yürütülmesi icâzenin sorumluluk alam dahilindeydi. Bu görev, risâlet yıllarında, Advan b. Amir boyu adına Ebû Seyyare lakaplı Urrteyle b. El-Azel tarafından yürütülüyordu. Esasen nesî, ifâze ve icâze görevleri, ilk zamanlar Kusayy tarafından yürütülmüştü. Ancak, Kusayy, başka kabilelerin desteğini alarak Kureyş’in gücünü artırmak için bu görevleri Mekke dışında yaşayan diğer bazı kabilelere vermişti, icâze, sembolik değere sahip bir görev alanıydı.
[233] Alâk sûresi, 96:15-17
[234] Alak, 96:15-17