NOT
Bu yazı Milli İstihbarat Teşkilatı Resmi sitesinden alınmıştır.
İSTİHBARATIN TANIMI VE İSTİHBARAT ÇARKI
İstihbarat, günün şartlarına uygun olarak geliştirilen çok yönlü bir konudur. Muhtelif kitap ve lûgatlerde, istihbarat, "akıl, zekâ, anlayış, malûmat, haber, bilgi, vukuf, işitilen haberler, muteber olan havadis, duyulan şeyler, toplanan haberler, alınan haberler, bilgi toplama, haber alma" olarak tarif edilmektedir.Ancak teknik olarak kullandığımız İstihbarat kelimesinin, kapsamı biraz daha değişiktir. "İstihbarat, haberlerin (ham bilgilerin) işlenmesi (tasnif, kıymetlendirme, yorum) sonucu üretilen bir ürün veya bilgidir." Başka bir ifadeyle, istihbarat tekniği teşkilât ve faaliyet itibariyle, mevcut olması lâzım gelen organları ve konuları içine alır. Bu sebeple, istihbarat (intelligence), plânlama, araştırma, deliller toplama, çeşitli aklî ve tecrübî ilmî metodlar ile onları değerlendirip bir sonuç istihsal edip, kullanma faaliyetlerini içine alan bir manaya sahip bulunmaktadır. Bu cümleden olarak, "Millî İstihbarat" kasdedildiği zaman, devletin Millî Güvenlik Politikası'nı yürütmek için yurt içinde ve yurt dışında sekiz ana konunun, yani askerî, siyasî, ekonomik, sosyal, coğrafî, biyografik, ulaştırma ve muhabere, ilmî ve teknik istihbarat ile Kontr Terör ve Kontr Espiyonaj çalışmalarının bütünlüğü ve merkezî istihbarat üretimi anlaşılmalıdır. Öyle ise, geniş anlamda devlet çapında istihbaratı şöyle tarif edebiliriz.
"Devlet İstihbaratı, devletin bütünlüğünü, rejimin emniyetini sağlamak için, millî politika ile tespit edilen millî hedefleri elde etmek üzere devlet organlarının yaptığı istihbaratın tümüdür. Başka bir ifadeyle, Millî Güvenlik Politikaları'nın oluşturulması için gerekli bilgileri sağlayan ve ilgili bütün devlet istihbarat kuruluşlarının işbirliği ve koordinasyonu ile üretilen istihbarattır.".
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olan istihbarat faaliyeti, geçmişte olduğu gibi günümüzde de devletlerin geleceğinde rol oynayan önemli ve öncelikli faktörlerden biridir. Çünkü bu faaliyet, hedef ve hedef olması muhtemel kişi, grup, örgüt veya devletlerin imkân ve kabiliyetlerini ortaya çıkarmak, muhtemel hareket tarzlarını önceden tespit etmek için yürütülür.
Geleceği görebilmek, muhtemel sorunlar hakkında önceden bilgi sahibi olabilmek, olayların gerçek nedenlerine ulaşabilmek, ancak sağlıklı istihbarat üretimi ile mümkün olabilir. Haber, ham bilgiyi ifade eder. İstihbaratın üretilebilmesi için ise, sadece haberin, bilginin ve belgenin toplanması yeterli değildir. Elde edilen haberin, bilginin ve belgenin belli bir sistematik içerisinde işlenmesi gerekir. Önemli bir haber, doğru bir şekilde değerlendirilemediği takdirde, yanıltıcı sonuçlara yol açabilir.
Olmuş veya olacak bir olay hakkında toplanan ham bilgi, tasnif, kıymetlendirme, yorum ve yayım aşamalarından geçirilerek değerlendirilir, yani işlenir. Tasnif ilk aşamadır. Bu aşamada benzer bilgiler bir araya getirilir. İkinci aşama kıymetlendirmedir. Yani, haberin istihbarat değerinin, haberin alındığı kaynağın güvenilirliğinin ve haberin doğruluk derecesinin tespit edilmesidir. Bu aşamadan sonra bir yorum yapılır. Yorum, kesin bir yargıya varmak için, mevcut bilgilere dayanılarak olayların, gelişmelerin ve benzeri durumların anlamını ve önemini ortaya koyma işlemidir. Son aşamada ise, üretilen istihbarat, ihtiyacı olan kurumlara, gerekli zamanda ve uygun formda ulaştırılır.
İstihbarat faaliyeti kesintisiz süren bir çalışmadır ve bu faaliyet, bütün istihbarat kuruluşları tarafından bir çarka benzetilir. Çarkın birinci safhasında, devletin Millî Güvenlik Politikaları doğrultusunda istihbarat ihtiyaçları tespit edilir ve operasyon birimlerine iletilir. İkinci safhada, operasyon birimleri, belirli plânlar doğrultusunda açık ve kapalı kaynaklardan haberleri toplar ve değerlendirme ünitesine aktarır. Üçüncü safhada, operasyon birimlerinden ve servis dışı kurumlardan gelen haber, bilgi ve belgeler değerlendirme ünitesinde analize tâbi tutularak işlenir ve istihbarat niteliği kazanan raporlar yayınlanır. Yani, kullanılmak üzere, zamanında ve süratle ilgili kuruma ulaştırılır.
Dördüncü safhada ise, ilgili kurumlar yalnız bu istihbaratı kullanmakla kalmazlar, sürekli olarak gözden geçirilen ve değerlendirilen öncelikler çerçevesinde yeni istihbarat ihtiyaçlarını tespit ederler.
İşte, birbirini takip eden dört safhadan oluşan ve dördüncü safhasından sonra yeniden ilk safhaya dönülen bu faaliyete İstihbarat Çarkı adı verilmektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKLER'DE İSTİHBARAT
(Başlangıcından 1926 Yılına Kadar)İstihbarat teşkilâtları ve bunların faaliyetleri her zaman merak konusu olmuştur. İstihbarat ve Espiyonaj (Ajanlık) faaliyetlerinin uzun bir geçmişi vardır. Başlangıçta falcılığa ve astrolojiye dayanan istihbarat, sonraları ayrıntılı keşfe dönüşmüştür. Zamanla siyasî ve ekonomik alanlardaki gelişmeler, milletler arası meseleleri artırmış ve buna orantılı olarak istihbarata duyulan ihtiyaç da genişlemiş ve büyümüştür.
Tarih ve istihbarat konularında yazılan kitaplarda, tarih boyunca devletlerin istihbarata fevkalâde önem verdikleri yolunda bilgiler bulunmaktadır.
A. XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Türkler'de İstihbarat
Birçok devlet kuran ve pekçok devletle siyasî münasebetlerde bulunmuş olan Türkler de istihbarata büyük önem vermişlerdir. Yerleşik hayata geçen Türkler Orta Asya'da espiyonaj elemanlarına, Çaşıt (Çaşut) diyorlardı. Çaşıt, Türkler arasında "gizlemek, gizli bir şeyi söyleyen" manalarında kullanılıyordu. Hunlar'ın, Göktürkler'in, Uygurlar'ın, Karahanlılar'ın, Gazneliler'in, Selçuklular'ın, Harizmşahlar'ın, Zengîler'in, Eyyubîler'in, Memlûklar'ın, Timurlular'ın ve Osmanlılar'ın ülkenin ve halkın geleceği için askerî, ekonomik ve siyasî istihbarat faaliyetlerine ağırlık verdikleri görülmektedir.Osmanlılar'da istihbarat ve espiyonaj faaliyetleri, uc beyliğinin kuruluşu döneminde (1298-1301) başlamıştır. Osmanlılar, Martolos ve Voynuk teşkilâtları sayesinde merkezî sisteme yönelen iç ve dış tehditlerden mümkün olduğu kadar ayrıntılı bir şekilde haberdar olmaya çalışıyorlardı.
İmparatorluğun Yükseliş Dönemi'nde, XVI. yüzyılın ortalarından itibaren İstanbul'da elçilikler kurarak istihbaratı kurumlaştıran Batılı devletlerde, Osmanlılar'ın daimî elçiler bulundurmamış olmaları bir eksiklik olarak gösterilirse de, onlar çok iyi haber toplayan espiyonaj elemanları yanında, yabancı elçiler aracılığı ile de değerli bilgiler toplamışlardır. Mühimme Defterleri'nde, Padişahlar'ın Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri'nden sınır ülkeleri hakkında istihbarat ve espiyonaj faaliyetlerine ağırlık vermeleri konusunda hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlerde, ajanlar vasıtasıyla sınır ülkeleri ve orduları ile hareket tarzları hakkında bilgi toplanması ve saraya bildirilmesi emredilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, Duraklama (XVII.yy.) ve Gerileme (XVIII.yy.) Dönemleri'nde bazı devlet adamları Padişahlar'a, ortaya çıkan bozuklukların sebeplerini ve çözümünü gösteren risâleler (mektuplar) ve lâyihalar (tasarılar) sunmaya başlamışlar ve istihbarata artık gereken önemin verilmeyişine de temas etmişlerdir.
XVIII. yüzyıl sonlarında ise, Osmanlı Devleti'nde ayrı bir haber kaynağının daha ortaya çıktığı görülmektedir: İkamet Elçilikleri. Böylece, Osmanlı Devleti'nde istihbarat temininde yeni bir dönem açılmış oluyordu.
Yabancı ajanların faaliyetlerinin yoğunlaştığı XIX. yüzyıl ortalarında, Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde, Balkanlar'daki muhtemel ayaklanmaları gözlemek amacıyla, Fransız Gizli Polis Teşkilâtı örnek alınarak modern tarzda gizli bir teşkilâtın kurulduğu ve başına Rum asıllı Cinivis Efendi'nin getirildiği belirtilmektedir. Ancak bu teşkilâttan beklenen faydanın sağlanamadığı, önce kapatıldığı, bilâhare Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde 1863 yılında tekrar açıldığı, bu defa da teşkilâtın başına Baron C...adlı birinin getirildiği, bunun da ülke aleyhine faaliyette bulunması sebebiyle görevine son verildiği, Sultan Abdülhamid II (1876-1909)'in özel doktoru Rum asıllı Mavroyani Paşa tarafından iddia edilmektedir.
Eğer bu iddia doğru ise, Osmanlı Devleti'nde ilk defa modern bir İstihbarat Teşkilâtı kurma çalışmalarının Sultan Abdülmecid döneminde başladığını söylemek mümkündür.
B. XIX. Yüzyıl Sonları ve XX. Yüzyıl Başlarında Türkler'de İstihbarat
1. II.Abdülhamid ve Yıldız İstihbarat Teşkilâtı (1880-1908)
XIX. yüzyılın sonlarına doğru devlet istihbaratı geliştirilmiş, ancak özel çıkarlara hizmet veren bir araç haline getirilmiştir. II.Abdülhamid devrinde yaşanan iç ve dış olaylar, Abdülhamid'i Yıldız İstihbarat Teşkilâtı'nı kurmaya sevketmiştir. O hâtıratında, "Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilât budur." ifadeleri ile bu teşkilâta neden ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir.II.Abdülhamid'in teşkilât kadrosundan beklediği diğer bir husus, kendi tahtına yönelik komploları ortaya çıkarmaktı. Onun bu yolda yürüttüğü operasyonlar, sadece imparatorluğun içinde yapılmamış, Avrupa'da kendisine karşı gruplaşan Jön Türkler'in bulunduğu Paris, Londra, Brüksel, Cenevre ve Kahire gibi şehirleri de kapsamıştır.
Abdülhamid'in 33 yıllık yönetimine, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Makedonya'da başlattığı hareket sonunda, 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet'in ilânı ile son verilecektir. İttihad ve Terakki yönetimi, ihtilâlden hemen sonra Yıldız İstihbarat Teşkilâtı'nı ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. Meclisi Vükelâ (Bakanlar Kurulu)'nın, Teşkilât'ın kaldırılmasına dair 29 Temmuz 1908 tarihli kararnâmesi ile Yıldız İstihbarat Teşkilâtı'nın faaliyetlerine son verilmiştir. II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra teşkilâta ait olan yüzbinlerce rapor (jurnal) saraydan alınarak yakılmıştır.
2. Enver Paşa ve Teşkilâtı Mahsûsa (1913-1918)
XIX. yüzyıl sonlarında, Osmanlı Devleti'ne karşı ayrılıkçı hareketlerin yoğunluk kazanması ve isyanların genişlemesi, istihbarat ve espiyonaj çabalarını da artırmıştır.Balkan Savaşı (1912-1913)'nın sonuna kadar, Osmanlı Devleti'nde geniş olarak istihbarat yapan gizli bir teşkilâta rastlanılmamaktadır. Balkan Savaşı'nın getirdiği kötü sonuçlardan sonra, Osmanlı İmparatorluğu gibi üç kıtaya hükmetmiş, çeşitli ırk ve mezhepte çeşitli milletleri idare etmiş bir devlet için gizli modern bir İstihbarat Teşkilâtı'na mutlak surette ihtiyaç olduğu artık anlaşılmıştır. Böyle bir teşkilâta sahip olma zaruretini düşünen, Harbiye Nazırı Enver Paşa olmuştur. İşte Enver Paşa tarafından, Osmanlı Devleti'nin siyasî birliğinin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı devletlerin Orta Doğu'daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan İstihbarat Teşkilatı'na, "Teşkilâtı Mahsûsa" veya "Umûru Şarkiye Dairesi" adı verilmiştir.
Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) arşiv belgelerine göre yapılan bir çalışmada, Teşkilâtı Mahsûsa'nın 17 Kasım 1913 tarihinde resmî olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Teşkilât'ın ilk başkanının Kurmay Binbaşı (bilâhare Yarbay) Süleyman Askerî Bey , ikinci başkanının Ali Bey Başhampa ve son başkanının da Hüsamettin Ertürk olduğu bilinmektedir.
Teşkilât-ı Mahsûsa, modern tarzda kurulmuş ve nev-i şahsına münhasır bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Teşkilât, direkt olarak Osmanlı Harbiye Nezareti'ne bağlı idi ve üyelerinin ifadelerine göre, özel bir şifresi bulunmuyordu.
Teşkilât-ı Mahsûsa tarafından, özellikle Kafkasya ve Yakın Doğu'da görev yapan ve gerilla tipi bir çalışma yöntemini benimsemiş küçük askerî birlikler (müfrezeler) ve taburlar kurulmuştur. Orta Doğu'daki eylemlerin içerisinde dikkati çekenler arasında, propaganda yapmak üzere Bingazi'ye gönderilen Bingazi Milletvekili Yusuf Şetvan Bey ile Şeyh Esseyid Şerif Ahmed Es-Sünusî'nin bir Alman denizaltısı ile İstanbul'a kaçırılması ve İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence'e karşı girişilen hareketler sayılabilir.
Kafkasya bölgesi, Orta Asya seferlerinin atlama tahtası olarak Teşkilât-ı Mahsûsa'yı fazlasıyla ilgilendirmiştir. Kafkasya seferleri Trabzon'dan yönetilmiştir. Trabzon, Hopa ve Artvin kıyılarından Kafkasya içlerine denizden ajanlar sokularak, Ruslar'ın askerî durumu öğrenildiği gibi, Osmanlı ordusu oraya girdiği zaman yardımcı olacak geniş bir teşkilât kurulmuştur.
Teşkilât'ın Orta Asya'ya yönelik faaliyetlerinin en önemlisi, Rauf (Orbay) Bey ile Ömer Naci Bey'in gerçekleştirdikleri İran Seferi'dir. Rauf Bey, İran üzerinden Afganistan ve Hindistan'a kadar uzanarak buralarda İngilizler'e karşı koyma görevini üstlenmiştir. Ancak, bu grubun harekâtı Almanlar tarafından engellenmiş, Rauf Bey'e geri dön emri verilmiştir. Rauf Bey'in geri dönerken İran'da bıraktığı müfreze Afganistan'a girmiş, bazı elemanları ise Hindistan'a giderek buralarda istihbarî nitelikli çalışmalarda bulunmuştur. Meselâ, Kuşçubaşı Eşref ve arkadaşları, İngiltere 'ye karşı şiddetli bir propaganda kampanyası başlatmak, eğer mümkün olursa bu kampanyayı Orta Asya'da da yürütmek için Hindistan'a gittiler. Ancak bu sırada Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine, Enver Paşa'dan emir alan Kuşçubaşı Eşref hemen İstanbul'a dönmüş ve az sonra da Teşkilât'ın Arabistan Bölge Sorumluluğu'na getirilmiştir[9, 10]. Ömer Naci Bey kumandasındaki gönüllü birlikleri ise, 12 Ocak 1915 tarihinde Tebriz'e girmişler ve Ahraz'a ulaşarak petrol boru hatlarını tahrip etmişlerdir.
Teşkilât-ı Mahsûsa'nın Makedonya ve Trakya bölgelerinde de Sırplar'a ve Yunanlılar'a karşı istihbarî nitelikli faaliyetleri olmuştur. Teşkilât'ın kurucuları arasında yer alan subaylar tarafından 1913 yılında Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin kurulması ve Kuşçubaşı Eşref Bey'in Şubat 1915'de Mısır'da kanal bölgesindeki çalışmaları kayda değer.
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Osmanlı İmparatorluğu için 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile resmen sona erdi. Özellikle İngilizler'in, Afrika'da ve Orta Doğu'da kendilerine karşı şiddetli bir mücadele yürüten Teşkilât-ı Mahsûsa'yı cezalandıracakları beklenen bir durumdu. Bu sebeple, onlardan önce harekete geçerek Teşkilât'ı en az zarara uğramasını sağlayacak şekilde yeniden örgütlemek gerekiyordu. İşte, İttihad ve Terakki Hükümeti'nin ileri gelenleri Mütareke görüşmelerinin yapıldığı günlerde, Teşkilât-ı Mahsûsa'nın geleceği hakkında kararlar alacaklardır. Mütareke'den az sonra 5 Aralık 1918 tarihinde, Teşkilât'ın başına getirilecek olan Hüsamettin Ertürk, İttihad ve Terakki'nin üst düzey yöneticilerinin İstanbul'u terketmelerinden birkaç gün önce Enver Paşa'nın Kuruçeşme'deki yalısında gerçekleştiğini belirttiği bir görüşmede, Enver Paşa'nın konuya ilişkin talimatını şöyle nakletmektedir:
"Şimdiye kadar vekâleten bakmakta olduğun Teşkilât-ı Mahsûsa'ya bundan sonra riyâset edeceksiniz...Teşkilât-ı Mahsûsa'yı resmen lağvedeceksiniz, fakat hakikatte bu teşkilât asla ortadan kalkmayacaktır...Teşkilât-ı Mahsûsa'nın bundan sonraki ismi "Umûm Âlem-i İslâm İhtilâl Teşkilâtı" olacaktır. Muhaberelerimiz hep bu titr üzerine cereyan edecektir. Siz Türkiye'de bu teşkilâtın İstanbul Şubesi Reisisiniz. O'nu kuran benim, sizi seçen benim, yakında bu teşkilâtın heyet-i merkeziyesi Berlin'de toplanacaktır."
Enver Paşa'nın Hüsamettin Ertürk'e adını verdiği yeni örgütün yurt içinde herhangi bir çalışmasına rastlanmadı. Enver Paşa ve arkadaşlarının bir Alman denizaltısı ile yurt dışına çıkmalarını müteakip, Bahriye Nâzırı Müşir İzzet Paşa'nın isteği doğrultusunda Teşkilât-ı Mahsûsa, Hüsamettin Ertürk tarafından tasfiye edildi. Ancak, Teşkilât'ın depolarındaki silâhlar ve cephane saklanarak, Anadolu'ya sevki için çareler aranmaya başlanmıştı.
3. Mütareke ve Millî Mücadele Dönemlerinde Gizli Gruplar (1918-1922) ve İstihbarat (1923-1926)
Birinci Dünya Savaşı sonunda, 30 Ekim 1918 tarihinde, İtilâf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi'nin hükümleri gereğince imparatorluk tarihe karışıyordu. Türk ordusu derhal terhis ediliyor, silâh, cephane ve ulaşım yolları ile bütün haberleşme araçları, liman ve tersaneler galip devletlerin denetimine bırakılıyordu. Artık ülke yabancılar tarafından parçalanıp işgal edilmeye hazır durumda idi. Nihayet, 13 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'nin savaş gemilerinden oluşan 55 parçalık bir filo Dolmabahçe önlerine demir atıyordu. Beyoğlu'na 3500 düşman askeri çıkmıştı. Müttefiklerden güç alan ve onlarla işbirliği yapan azınlıkların tutum ve davranışları da dayanılmaz hale gelmişti. Artık bu işgal ve taşkınlıklara karşı örgütlenmek, direnişe geçmek gerekiyordu.Diğer taraftan, 19 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul'dan hareketle Bandırma vapuruyla Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa da, "Ya İstiklâl, Ya Ölüm" parolası ile Millî Mücadele'nin Anadolu'da başladığını ilân ediyordu.
Düşmanın faaliyetleri karşısında, işgal altındaki İstanbul'da ve Anadolu'da Millî Mücadele'yi desteklemek için açılıp kapatılan birçok gizli direniş grubu kurulmuştur. Bu grupların bazılarının Anadolu'da da şubeleri açılmıştır. Gizli gruplar içerisinde en önemlileri arasında şunlar bulunuyordu: Karakol Cemiyeti, Zabitân Grubu, Yavuz Grubu, Hamza Grubu, Mücâhid Grubu, Muhârip Grubu, Felâh Grubu, İmalât-ı Harbiye Grubu, Muâvenet-i Bahriye Grubu, Nâmık Grubu, Ferhâd Grubu, Kerimî Grubu, Fethiye Deniz Grubu, Askerî Polis (Ayn-Pe) Teşkilâtı, Müsellâh Müdafâa-i Milliye (M.M./Mim Mim) Grubu, Tedkik Heyeti Âmirlikleri, Geçit Teşkilâtı.
Karakol Cemiyeti: Mütareke döneminin ilk gizli direniş grubu, İstanbul'da kurulan Karakol Cemiyeti'dir. 1918 Ekim sonları veya Kasım başlarında Talât Paşa'nın direktifi ile kurulan Cemiyet'in kurucuları arasında, Kurmay Albay Kara Vâsıf, Emekli Yüzbaşı Bahâ Said, Albay Galatalı Şevket ve Yenibahçeli Şükrü Beyler gibi İttihadçı şahıslar bulunmakta idi. Kısa zamanda örgütlenme çalışmalarını tamamlayan Karakol Cemiyet'in Millî Mücadele'ye yaptığı en büyük hizmet, İstanbul'dan Anadolu'ya silâh ve cephane ile subayların kaçırılmasını sağlaması, İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi kuruluşların plânlarını ve faaliyetlerini Mustafa Kemal Paşa'ya haber vermesi olmuştur. Ancak Cemiyet, Bolşevikler ile gizli ilişkilere girmesi ve kendi başına Millî Mücadele'ye sahiplenme çalışmalarında bulunması sebepleriyle Anadolu Ordusu kadrosuna dahil edilmemiş, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul'un İtilâf Devletleri tarafından işgali sırasında da liderlerinin tutuklanmaları ile büyük bir darbe yemiş ve nihayet Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin kararlarını uygulamak için seçilen Heyet-i Temsiliye'nin emri üzerine faaliyetlerine son verilmiştir.
Zabitân Grubu: Karakol Cemiyeti'nin devamı olan Zabitân Grubu, Cemiyet'in Üsküdar Şubesi Reisi Kurmay Yarbay Muğlalı Mustafa Bey tarafından 27 Ekim 1920 tarihinde yeniden yapılandırılmıştır. Zabitân Grubu da, Anadolu'ya istihbarat temini yanında subay, silâh ve cephane sevkinde başarılı hizmetler vermiştir. Fakat belirli bir tarihten sonra, kuruluşu aynı tarihlere rastlayan ve Ankara tarafından kurdurulan Hamza Grubu ile bu konularda rekabete girişmesi ve yeterli tetkik-tahkik yapılmadan Anadolu'ya gönderilen subayların bazılarının İtilâf Devletleri'ne hizmet etmelerinin anlaşılması, kendilerine tepki gösterilmesine sebep olmuştur. Diğer taraftan, İngiliz ajanı Hintli Mustafa Sagir'in, Zabitân Grubu'nun da kullandığı Karakol Cemiyeti'nin mührü ile mühürlenmiş bir belge ile İnebolu'ya çıkması ve 29 Kasım 1920 tarihinde Onuncu Kafkas Fırkası sabık Kumandanı Yarbay Kemal Bey ile Anadolu'ya hareket ederek, 11 Aralık 1920'de Ankara'ya gelmesi ve Mustafa Kemal Paşa'ya suikast tertip edeceği anlaşılarak tutuklanması, 23 Mayıs 1921 tarihinde Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından yargılanarak ölüm cezasına çarptırılması ve bir gün sonra da idam edilmesi, ayrıca grup mensuplarından bazılarının kahvehanelerde görevlerini ifşâ etmeleri de bardağı taşıran son damla olmuştur.
Yavuz Grubu: İşte bütün bu olumsuz olaylar neticesinde, Zabitân Grubu'nun bir müddet sonra adını değiştirdiği ve yine Muğlalı Mustafa Bey başkanlığında Yavuz Grubu olarak faaliyetini devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Yavuz Grubu'nun mührü, Yavuz Sultan Selim'in resmini taşıyordu.
Yarbay Mustafa (Muğlalı) Bey tarafından, Ankara'da Müdâfaa-i Milliye'ye ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye (Genelkurmay) Reis Vekili Fevzi (Çakmak) Paşa'ya "Çok Acele" kaydıyla gönderilen ve üzerinde "Yavuz Grubu" nun mührü bulunan 12 Mart 1337 (1921) tarihli bir şifreli raporda (belgede); Anadolu'ya takalarla nakledilmek üzere Sarıyar Bölgesi'nde sahile yakın bir noktada Teşkilât tarafından saklanan 570 adet mavzer ile 4 hafif makinalı tüfek ve 10 sandık cephanenin, Askerî Nigâhban tarafından İngilizler'e ihbarı neticesinde kaybedildiği, ancak gönüllü subayların kaçarak saklanmaya muvaffak oldukları bildirilmekte, ayrıca İngilizler adına ajanlık yapan şahıslardan bahsedilmekte ve bu şahısların Adapazarı yönünden Anadolu'ya gönderildikleri belirtilmektedir.
Muğlalı Mustafa Bey'in yakalanma tehlikesi sebebiyle, Eylül 1921'de İstanbul'dan Anadolu'ya geçmesinden sonra Yavuz Grubu'nun faaliyetlerinin sekteye uğradığı anlaşılmaktadır.
Hamza, Mücâhid, Muhârip ve Felâh Grupları: Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'nin 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da toplanmasından ve Ankara Hükümeti'nin, İstanbul'un etkisini pasifize eden bir güç olarak ortaya çıkmasından sonra başta İstanbul olmak üzere, ülkenin her tarafındaki gizli direniş gruplarının tek bir merkezden, Ankara'dan yönetilmesi kararlaştırılmıştır. Bu cümleden olarak, Anadolu'ya subay, silâh, cephane ile malzeme göndermek ve istihbarat yapmak amacıyla, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti (Genelkurmay Başkanlığı)'ne bağlı olarak 23 Eylül 1920 tarihinde İstanbul'da Hamza Grubu kurulmuştur. Ancak grup, şifre anahtarlarının düşmanın eline geçmesi ve Ankara'dan gönderilen kurye çantasının yolda kaybolması üzerine adını değiştirmek zorunda kalmış ve 15 Aralık 1920 tarihinden itibaren Mücâhid adını almıştır. Bu grup da kısa bir zaman sonra adını değiştirmeye mecbur kalmış ve 23 Şubat 1921 tarihinde Muhârip adını alarak faaliyetine devam etmiştir. Nihayet grup, 31 Ağustos 1921 tarihinde Felâh adını almıştır.
Fevzi (Çakmak) Paşa, grupların devamlı olarak adlarını değiştirmelerini, İngiliz Servisi'nin faaliyetlerine bağlamaktadır.
Felâh Grubu da, Ankara'ya subay ve cephane gönderimi ile istihbarat teminine ağırlık vermiş, Millî Mücadele lehinde propaganda faaliyetinde bulunmuştur. İstihbarat konusunda özellikle Yunan ordusunun durumu ile ilgili haberleri Ankara'ya iletmiştir. Felâh Grubu, İngiliz taraftarı Damad Ferid Paşa tarafından Anadolu'ya gönderilen ajanların listesini de ele geçirerek, Ankara'da Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti'ne göndermiştir. Felâh Grubu'nun faaliyetlerine ise 4 Ekim 1923 tarihinde son verilmiştir.
Millî Mücadele döneminde, Anadolu'ya silâh, cephane, malzeme ve istihbarat temini amacıyla daha başka gruplar da faaliyet göstermekte idiler. Bu küçük gruplar arasında, İmalât-ı Harbiye, Muâvenet-i Bahriye, Nâmık, Ferhâd, Kerimî ve Fethiye Deniz Grupları sayılabilir.
Askerî Polis (Ayn-Pe) Teşkilâtı : Ordu içerisine sızan yabancı ajan faaliyetlerine ve propagandasına karşı koymak amacıyla, 18 Temmuz 1920 tarihinde Garp Cephesi Komutanlığı'na bağlı olarak Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti tarafından Askerî Polis (Ayn-Pe) Teşkilâtı kurulmuştur. Teşkilât, başlangıçta başarılı hizmetler vermiş, ancak daha sonraları gizliliğe riayet etmediği ve yetkilerini aşarak her işe karıştığı gerekçesiyle 21 Mart 1921 tarihinde lağvedilmiştir.
Müsellâh Müdafâa-i Milliye (M.M.) Grubu: Edinilen tecrübelerin ışığında ve belirlenen yeni hedeflere ulaşılabilmesi amacıyla, 1921 yılı başlarında Fevzi (Çakmak) Paşa'nın direktifi ile Hüsamettin Ertürk tarafından İstanbul'da Müsellâh Müdâfaa-i Millîye Grubu (M.M. /Mim Mim) kurulmuş ve 3 Mayıs 1921 tarihinde TBMM Hükümeti tarafından resmen kabul edilmiştir. M.M. Grubu, asker ve sivil kesimden oluşan kadrolarıyla İstanbul'da geniş bir ajan ve haber ağı kurmayı başarmış, Anadolu'ya silâh ve cephane kaçırılması faaliyetlerini organize etmiş, düşman karargâhlarına, işbirlikçi gruplara ve yabancı misyonlara sızarak çok sayıda önemli belge ve bilgiyi elde etmiştir. Grub'un faaliyetlerine İstanbul'un kurtuluşundan sonra, 5 Ekim 1923 tarihinde son verilmiştir.
Tedkik Heyeti Âmirlikleri: Askerî Polis Teşkilâtı'nın kapatılmasının istihbarat faaliyetleri açısından doğurduğu boşluk, yine Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti tarafından kurulan ve 1 Nisan 1921-22 Haziran 1922 tarihleri arasında Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde faaliyet gösteren "Tedkik Heyeti Âmirlikleri" vasıtasıyla giderilmiştir. Âmirlikler, komünist faaliyetler, ajan faaliyetleri, azınlıkların tutum, davranış ve düşmanla işbirlikleri, Yunanlılar'ın işgalleri ve zulümleri, halkın Millî Mücadele karşısındaki tavrı gibi konular üzerinde çalışmıştır. Tedkik Heyeti Âmirlikleri de, personelinin kimliklerinin deşifre olması sebebiyle, 22 Haziran 1922 tarihinde lağvedilmiştir.
Geçit Teşkilâtı: 1922 yılı sonları ile 1923 yılı başları arasında, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti tarafından I.Ordu Komutanlığı'na bağlı olarak, İstanbul ve Trakya'ya yeniden yapılacak bir saldırıya karşı koymak, İngiliz işgal birliklerini takip ve kontrol etmek amacıyla, Geçit Teşkilâtı Kumandanlığı (GTK) adı ile bir teşkilâtın kurulduğu görülmektedir. Lozan Barış Görüşmeleri (20.11.1922-7.2.1923)'nin, 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması ile sonuçlanmasından sonra, Fevzi (Çakmak) Paşa'nın emri üzerine 8 Ağustos 1923 tarihinde Teşkilât'ın faaliyetlerine son verilmiştir.
Tedkik Heyeti Âmirlikleri'nin kapatılmasından sonra bunların yaptıkları istihbarat, propaganda, takip ve araştırma görevleri, Ordu Kurmay Başkanlıkları'na bağlı olarak çalışan İstihbarat Şubeleri tarafından yürütülmeye başlanmıştır. 1922 yılının ortalarından, Cumhuriyet döneminde 1926 yılının başlarına kadar bu görevleri Ordu Müfettişlikleri İstihbarat Şubeleri devam ettirecekler[20] ve aşağıda görüleceği gibi, Ordu Müfettişlikleri de bu görevleri Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti'nin talimatı üzerine, Millî Emniyet Hizmeti (M.E.H.) Riyâseti Şubeleri'ne devredeceklerdir.
Son düzenleme: