ceylannur
Yeni Üyemiz
Mükafat-Zevk Sisteminde Ruh Beden Münasebeti
İnsanların bedenini teşkil eden doku ve organlar benzer olduğu halde, başlarına gelen hâdiselere tepkileri farklı olur; kimisi âni bir felaket karşısında kalb krizi geçirirken, kimisinin de aynı hadiseyi daha sakin ve tedbirli karşıladığı görülür. Buradan hareketle bazı insanlar, yaptığı işlerde lezzet almadan çalışırken; bazıları da ruhundaki güzellikleri yaptığı işe aksettirerek lezzet alır. İnsanın ruhundaki ve mânevî kalbindeki her türlü birikim, faaliyet ve lâtife, bedeni üzerinde de çeşitli emarelerle kendini gösterir. Bedenin bütün sistemlerinin yaratılışta bağlandığı zahiri kontrol merkezi beyindir. Bütün faaliyetlerimizin başlama, bitiş ve işleyişinde, organlarımız beyinden gönderilen emirlere göre hareket eder. En kompleks ve sırlı organ olan beynimizin çeşitli bölgelerindeki vazifeli hücreler, mânâ âlemi ile içinde yaşadığımız şehâdet âlemi arasında bir nevi perde ve adaptör gibi vazife yapacak şekilde yaratılmışlardır. Mânevî kaynaklı hislerimizi yaşayacak olan, maddî bedenimizdir. Ancak burada çok önemli bir hususu vurgulamakta fayda vardır:
Materyalist düşünceye sahip birisi, hayatı boyunca yaşadığı elem ve lezzetlerin kaynağını, beynin biyo-kimyevî faaliyetlerinin ve elektrik akımlarının neticesi olarak değerlendirerek, neticeleri asıl sebep olarak görür. Bu düşünceye sahip kişilere göre; beyinde bazı kimyevî değişikliklerin hasıl ettiği elektriği biz, bir his olarak algılamışızdır. Yani bu kişilere göre beynin fiziko-kimyevî yapısı, sebep; duygu ve düşünceler ise, neticedir.
Birçok insanı aldatan bu hüküm, meseleye tam tersinden bakmanın bir neticesidir. Halbuki asıl olan, ruh ve düşünce dünyamızın tesirlerinin, beyindeki çeşitli fakülteler vasıtasıyla bedenimizde görünür hale getirilmesidir. Biraz açarsak, üzüntü, keder; sevinç, huzur gibi ruh hallerimiz, bedenimiz üzerinde bazı değişikliklere tesir edecektir. Fakat bu tesirleri yaratan, beyindeki uygun bölgeleri ve hücre gruplarını mükemmel şekilde hazırlayarak bize sunan Rabb'imizdir. Elemi de lezzeti de yaratan O'dur. Beynin fiziko-kimyevî yapısı ve hususî hazırlanmış hücrelerin teşkil ettiği sinir ağı, ALLAH'ın (cc) icraatına perdedir. İmtihan sırrı gereğince beden ve ruh arasındaki bu münasebet, birbirine bağımlı kılınmıştır. Bu yüzden mânevî kalbimizdeki rahatsızlıklar, maddî kalbimize tesir ettiği gibi; maddî kalbimizdeki rahatsızlıklar da mânevî kalbimize müspet veya menfî tesir etmektedir.
Dünya hayatında uymamız gereken fıtrî ve kevnî emirleri kolaylaştırmak için, Rabb'imiz, yapmamız gereken bazı mecburi faaliyetlerin içine, peşin ücret olarak bazı lezzetler koymuştur. Canlılığımızın devamı için gerekli olan gıdaları almamız için, onlara çeşitli tatlar, dilimize de tat alma duygusu vermiştir. Şayet yemek yemedeki lezzet olmasaydı, hayatta kalmamız için gerekli gıdaları almamız müşkil bir iş olurdu. Neslimizin devamı için evlenme arzusunu doğuran fizyolojik ihtiyaçları tetikleyen hormonlar olmasaydı, kimse evlenip de birbirinin sıkıntısına katlanmak zorunda kalmazdı. Fakat evlilikle meşru dairede tatmin edilen fizyolojik ihtiyaç, tek başına öne çıkarılırsa, hayvanlardan farkımız kalmaz. Bunun için fizyolojik ihtiyacı doğuran ruhî ihtiyacın da tatmin edilmesi gerekir. Bu durumda evli çiftlerin ruhlarının uyumunun önemi daha iyi anlaşılır. "Niçin elemsiz lezzet, yalnız, imanda ve iman eksenli yaşanan meşru hayattadır?" sorusunun cevabına da bu zaviyeden bakabiliriz.
Son yıllarda biyo-psikoloji alanında yapılan araştırmalarla, insan bedenindeki mükafat-zevk mekanizmaları hakkında ilginç tespitler yapılmıştır. Bilhassa zevk ve haz oluşturan uyaranlar ve bu uyaranlara cevap üreten sistemler, detaylı şekilde incelenmiş; bu olgunun kompleks bir işlemler bütünü olduğunun farkına varılmıştır. Güzel yemek ve güzel mesken gibi maddî unsurlar insana zevk verdiği gibi, sevmek, sevilmek ve değerli olduğunu hissetmek gibi mânevî hisler de insana zevk vermektedir. İnsan, ALLAH'ı bilmekten, O'na bağlanıp teslim olmaktan zevk aldığı gibi, insanlık için çalışmaktan ve kazandıklarını insanlarla paylaşmaktan da zevk almaktadır. Acaba bu kadar çok farklı mahiyetteki zevklerin bedende hissedilmesinin ve beden tarafından bu farklı zevklere cevap üretilmesinin ortak bir mekanizması var mıdır? Yeni bilgilerimize göre, beden bütün bu maddî ve mânevî kaynaklı zevklere, aynı ortak mekanizmalar üzerinden cevap vermektedir. Biyolojik yapıda ödül ve zevkin, biyo-fizikî ve kimyevî bir temeli vardır. Endorfinler ve enkefalinler olarak bilinen opioidler ve dopamin, bu mekanizmada önemli rol oynamaktadır. Beynimizin mezolimbik sisteminde yer alan mükafat merkezi, hem fizikî, hem de mânevî uyarılarla aktive edilebilen bir sistemdir. İnsandaki mükafat merkezi, insan nefsindeki şehevî ve gadabî kuvveleri harekete geçiren bir merkez olarak iş görmektedir.
İnsan, çok boyutlu dinamik bir sistem olarak, hem maddî, hem de mânevî âlemleri algılayabilecek ve gözlemleyebilecek cihazlarla donatılmıştır. İnsanın; algılayan, gören, duyan ve hisseden varlığı, ruhudur.
İnsan ruhu üç boyutlu (ruh-i cüzi, biyolojik ruh ve nefha-i ruh) bir cevherdir. İnsanın aşkın boyutunu oluşturan bu cevher, insan bedeninde misafirdir. İnsan ruhu, biyolojik ruh ve ruh-i cüz-i isimli fakülteleriyle bedenin canlılığını devam ettirmede rol alır. İnsan bedeninde ve beyninde, ruhî fakültelerin santral ve irtibat ofisleri bulunur. Beyindeki mezolimbik sistemde bulunan mükafat ve zevk merkezi de; bunlardan biridir. Bu merkezi teşkil eden sinir hücresi topluluğunda (ventral tegmental bölge, accumbens çekirdeği, prefrontal korteks gibi), ruh, nefis, vicdan gibi uyarıcılardan veya hayvanlardaki gibi sadece bedene ait uyarılara karşı (üç maksada göre; yakınlaşma, geri çekilme ve üzerine gitme) cevap üretilir. Bunlardan biri, yakınlaşmayı sağlayan harekete geçme arzusudur. Bu isteğe eşlik eden ve tetikleyen duygu da, sevgi-ilgi olarak tanımlanan çekim kuvvetidir. Ruhta meydana gelen bu arzunun beyindeki irtibat noktası, mezolimbik sistemdeki mükafat merkezidir. Bu merkezden salınan kimyevî maddelerden en önemlisi dopamindir. Dopamin molekülü; insanda zahiri bir sebep olarak hareketi, düşünceyi ve zevk oluşumunu aktive eden istek molekülüdür. Dopamin molekülünün sentezi ve tesirleri ile bağlantılı olarak iş gören opioidler (endorfin, enkefalin vb) ise, insanda zevk ve haz duygusunu, hoşlanmayı, bedende üreten ve bu zevki algılamamıza sebep olan kimyevî maddelerdir. Dolayısıyla insanın mükâfat ve zevk sisteminde ağırlıklı rol alan kimyevî maddeler, dopamin, endorfin ve enkefalindir. İnsan beyninde önemli bir ağ oluşturan dopamin sistemi veya dopaminerjik nöronlar, insanda motivasyon, heyecan ve macera arama isteklerinde rol alırlar. Hâdiseye iman ile nazar ettiğimizde, bu arzular önce ruhumuzdan kaynaklanmakta, daha sonra beyinde buna uygun kimyevî maddeler **** birer sebep olarak sentezlenmektedir. Materyalist bakışa göre ise, bu maddeler salgılandığı için insanda bu duygular ortaya çıkmaktadır. Halbuki burada bir iktiran vardır, yani sebeple müsebbep birlikte yaratılmaktadır. Zevk ve haz üreten kimyevî moleküller(opioidler), beynin her tarafına dağılmış nöronlar tarafından mükafat merkezinin aktivasyonuna bağlı olarak üretilir.
Hadise iki yönlüdür: Bunlardan birincisi; rûhî tesirle, kimyevî madde sentezlenmesi ve lezzetin ortaya çıkarılmasıdır. Bu yol normal bir yoldur. İkincisi ise, birinci yolun tam tersidir. Bu yolda kimyevî madde dışardan hazır sentezlenmiş olarak verilir ve bazı duygulara tesir ettirilir. Böylece bu mekanizmanın suiistimal edilmesiyle, dışarıdan alınan kimyevî maddeler ile insan zihninde bazı düşünce ve hayallerin yaşanması gerçekleştirilir. Bu sistem, aynı zamanda insandaki alışkanlıkların, ülfetin ve madde bağımlılığının biyo-psikolojik temellerini meydana getirir. Bu açıdan günümüzün önemli problemleri arasında yer alan şişmanlık, madde ve alkol bağımlılığı, alışkanlıklara esir olma gibi problemlerin çözümü için, beyindeki bu istek ve zevk üreten mekanizmaları doğru anlamak oldukça önemlidir.
İnsanlar bu dünyada zevk ve haz içinde yaşamak isteseler de, yaratılış özellikleri buna uygun değildir. Yüce Yaratıcı, zahmetli olan ama yaşamak için yapılması mecburi davranışlara, insanlar kolay yapabilsin diye mükafatlar koymuştur. Mükafat veya zevk merkezinde rol alan moleküllerin temel görevi, hareketleri yaptırtacak seviyede tabiî bir sınır aralığı oluşturarak davranışları yönlendirmektir. Çünkü mükafat mekanizmasının işleyişi, kısa süreli olacak şekilde plânlanmıştır. Zira bir şeye karşı istek ve haz, kısa süreli olmalı ki, insan bir başka aktiviteyi yapabilmeye hazırlanabilsin. Kişi, ihtiyacı karşılandıktan sonra da bu zevki ve hazzı duymak isterse, sistemde buna izin verilmez; ya zevk almada rol alan moleküllerin üretimini azaltılır veya haz duyma eşik değeri sürekli yükseltilir. Sonunda kişi daha fazla zevk ve haz veren maddeyi almaya çalışırsa veya daha fazla aktivite yapmaya devam ederse, zevk ve mükafat sistemini tahrip eder. Beyindeki mükafat merkezi, finans kurumu veya banka gibi çalışır. Nasıl bankadan birikimden fazla para çekilirse, borca girilir. Bu şekilde borçlanmaya devam edilirse, faiziyle birlikte yüksek bir geri ödeme faturası çıkarılır. İnsanda bağımlılığa yol açan hâdiseler de bu duruma çok benzer. Kişi sürekli zevk içinde yaşamak için, zevk veren aktivitelerde bulunsa bile, sistem sürekli haz konumunda kalamaz.
Kişi bir şeye ihtiyaç duyduğunda zevk ve haz sisteminin devreye girdiğini şu örnekle anlayabiliriz: Hava çok soğuksa, sıcak bir çay; hava çok sıcaksa, soğuk bir içecek insana zevk verir. Sıcaklık dengeye geldiğinde veya ihtiyacınız karşılandığında her iki içecekten aldığınız zevk ya azalır veya kaybolur. Cep telefonuna ihtiyacınız varsa veya beyninize onun bir ihtiyaç olduğu kurgulanmışsa, sizde cep telefonu edinmeye karşı ciddi bir istek ve güdülenme oluşur. Cep telefonunu satın alma sürecini başlattığınızda, zevk-ödül sistemi de uyarılır ve zevk alırsınız. Cep telefonunu bir süre kullandıktan sonra o ihtiyacınız karşılandığından cep telefonunuzun olması, size zevk vermez hale gelir. Cep telefonuna sahip olma zevkinizi artırmak için, belli bir süre daha, yeni ve farklı özellikleri olan cep telefonları edinmeye karşı yeni ihtiyaç listesi oluşturabilirsiniz. Ancak belli bir süre sonra onu da tükettikten sonra, cep telefonu size zevk vermez. Zevk-ödül sistemini aktif tutmak ve hayattan zevk almak için, daha farklı ihtiyaçlar oluşturmaya kafa yorarsınız. Yeni şeylere sahip olmak, farklı şeyler tüketmek istersiniz. Bütün bunlar, dünyaya zevk ve haz almak için gönderildiklerini ileri süren Hedonistlerin üzücü durumunu gözler önüne sermektedir.
İnsan zevk almak için yaratılmamıştır
İnsanların, karar verirken ve davranışlar ortaya koyarken, önceliklerini belirlerken istek ve zevk duyma merkezi aktif hâle geçer. İnsanda her aktiviteye karşı duyulan belli bir istek ve zevk katsayısı vardır. Farklı şeylere karşı duyulan zevkler için üretilen eşik değerleri de farklıdır. Mükâfat-zevk sisteminde, hem ayrı, hem de birleşik hale gelebilen temsili zevk havuzcukları vardır. Her ödül ve zevk havuzu, kişinin hayatını sürdürebilmesine yetecek seviyede ödül ve zevk veren kimyevî moleküller üretir. Bu havuzcukların fıtrî ayarları, kısmen yaratılıştan genler ve a’yan-ı sabiteden, kısmen de kültürel öğrenme ve şartlanmalardan gelen tesirlerle oluşturulur. Her çocuğun mizacı gereği zevk aldığı uyarıların eşik değerleri olduğu gibi, kültürel olarak öğrendiği ve kazandığı zevklerin de sınır değerleri vardır. Bu sınır değerleri uyarılıp aktifleştirilirse, kişi o şeye ilgi duyup zevk alır. Bu açıdan kişinin hangi aktiviteye ait zevk ücreti daha çok ise, kişi o aktiviteyi farkında olmadan daha çok yapmak ister. Meselâ siz, kitap okuma, biriktirme bağımlısı; spor ve alışveriş tutkunu veya işkolik biri olabilirsiniz. Bu aktivitelerin hepsinde, bütün insanlarda beden seviyesinde aynı ödül ve zevk sistemi devreye girer. İnsanlar hangi aktivitelere ait zevk katsayıları yüksek ise, o davranışları daha sıklıkla yapma eğilimi gösterirler. Her kişiliğin, zevk-eşik değerini aktive eden uyarılar, ilgiler, hobiler farklı farklı olduğundan, insanların ilgileri, hobileri ve meslekleri de farklılaşmaktadır. Bu açıdan dünya saadetinin önemli bir ayağını, kişinin zevk eşik değerleri düşük olan, dolayısıyla kolayca zevk üretebilen işleri yapması teşkil eder. Sizin diğer kişilerden farkınız, yukarıdakilerden birine veya bir kaçına bağımlılığınız olup, zevk-mükafat sisteminizin eşik değerleri, o aktiviteler için oldukça düşük olduğundan, kolay ve yoğun uyarılmasıdır.
Tutkunuz haline gelmiş aktiviteleri yapmazsanız, hayattan zevk alamazsınız. Âdeta onları yapmaya kendinizi mecbur hissedersiniz. Bu aynı zamanda alışkanlıkların, tutkuların gücünü ve kişilik hapishanesini kırmanın zorluğunu izah eder. Örnek vermek gerekirse; insanlar, ölçüsüz veya kontrolsüz para harcamanın zevkli ve hoş bir şey olmadığı gerçeğini bilirler. Lezzetli yemekler yemenin ve kaliteli, güzel elbiseler giymenin zevk ve hazzını da tecrübe ederler veya görürler. Hangi istekler baskın ise, o isteğin kontrolünde kişi otomatik davranışlar sergiler. Bazı insanlarda para harcama isteği düşük, dolayısıyla tasarruf isteği yüksek olabilir. Bu durumda bu kişiler zevk ve hazlarını kısıtlayarak, para biriktirirler. Bazı insanlarda ise, tasarruf isteği zayıf, para harcama isteği yüksek olduğundan zevklerini kısıtlamada çok zorlanırlar. Hayattan daha yüksek kalitede ve miktarda keyif almaya kendilerini mecbur hissederler. Ancak kişinin alabileceği zevk ve keyfin fıtrî sınırları vardır. Mesela kişi ödül ve zevk sistemini, yoğun ve sürekli kullanırsa, ancak bir müddet kendini iyi hissedebilir. Çünkü sistem, uzun süre zevk-haz modunda kalamaz. Bunun sebebi, zevk-haz ödül sisteminin, herkes için farklı olan zevk duyumu sınır noktasına geri dönecek şekilde plânlanmış olmasıdır. Ayrıca zevk duyum eşiklerinin aktivasyonu ile oluşan zevkin derecesi ve miktarı, o yiyeceğe veya aktiviteye olan ihtiyacınızın şiddetine göre değişir. İhtiyacınız karşılandığı andan itibaren zevk ve haz da azalmaya başlar.
İnsanın arzuları ve ihtiyaçları sonsuz olduğundan, insanlar hayat boyunca bu zevk-mükâfat sistemini aktif tutmak için gayret gösterirler. Ne var ki insan, aradığı kalıcı zevki ve elemsiz mutluluğu, iç huzuru, maddenin dünyasında bulamaz. Çünkü madde ve maddî ihtiyaçlardaki zevkler, sadece hayatı sürdürebilmek ve ayakta kalabilmek için verilmiştir. İnsan bu dünyada zevk alsın diye bu zevk-ödül sistemi biyolojik bedene konmamıştır. Örnek vermek gerekirse, en güzel yemekleri belli miktar ve aralıklarla yerseniz zevk alırsınız. Her gün ve çok miktarda yerseniz, o yemekten aldığınız zevk azalmaya başlar, hatta o yemek size bıkkınlık verir. Bir başka örnek ise, kişi çok büyük bir para kazanıp güzel bir villa satın alsa, bu villanın içinde her şey olsa ve çalışmadan burada yaşamaya karar verse, bir müddet sonra, aldığı zevk ve haz azalmaya başlar.
Yukarıda anlatılan mükâfat ve zevk mekanizması bize; "Zahmette, rahmet; rahmette, zahmet vardır." prensibi ile, Her acı ve hüznü bir sevinç; her sevinci bir elem takip eder, kuralının, insanın biyolojik sisteminde de geçerli olduğunu gösterir.
Evet, "Lezzetin içinde bir elem gizli olduğu gibi, her elemin içinde de bir lezzet gizlidir. Lezzetin yokluğu eleme yol açtığı gibi, elemlerin yokluğu da lezzete yol açar." vecizeleri, biyolojik sistemin işleyişindeki mekanizmalarla da örtüşür. Biyolojik temelli bir hayatta, elemsiz lezzet bulmak imkânsızdır. Uzun süreli ve yoğun şekilde zevk ve mükâfat sistemlerini kullanmak, kendi içinde hadsiz bir eleme yol açar. Ancak imanlı bir hayatta, elemsiz lezzeti ve sevinci bulmak mümkündür. Bu hakikatı gören ve derinden hisseden Bediüzzaman, şöyle seslenir: "Ey insanlar, hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız. Farzları işlemekle süslendiriniz. Büyük günahlardan kaçınmakla muhafaza ediniz."
Uyuşturucularla zevk nereye kadar?
Bir başka örnek, Extacy olarak bilinen uyuşturucuları ilk defa alan kişiler, çok yoğun ve yüksek seviyede bir zevk-haz duyumu yaşarlar. Ancak sistemin işleyiş mantığı gereği, zevk üreten kimyevî moleküller, hızlı şekilde vücutta metabolize edilir. Bir başka ifadeyle zevk-mükafat sisteminin bütçesi hızlı ve yoğun şekilde tüketilir. Mükafat sistemi, tekrar bu zevki yaşamak ister ve kişiyi o maddeden tekrar alma yönünde tetikler. Ancak belli bir süre sonra, aynı zevk duyumu, aynı miktar madde alımıyla hissedilemez hale gelir. Madde alımının dozunu artırdıkça, alınan zevk artacağına azalır. Ayrıca beyindeki bu sistem, sadece bir madde veya aktivite için harcandığından, kişi zamanla o madde veya aktivite dışındaki diğer şeylerden zevk alamaz hale gelir. Mükafat-zevk sisteminde sentezlenen kimyevî maddeler, beyinde uzun süreli ve kalıcı değişikliklere yol açar. Bağımlılıktan kurtulan kişilerin, bağımlılıklarının yıllar sonra tekrar ortaya çıkmasının temelinde, beyinde oluşan bu kalıcı değişikliklerin önemli rolü vardır. İşin daha da kötüsü, bağımlılık yaşayan kişiler, zamanlarının çoğunu, zevk ve mutluluk halini devam ettirmeye değil, normal bir insan olma hissini sürdürebilmek için harcarlar. Zaman içinde bağımlı olduğu maddeler de işe yaramaz, çünkü mükafat-zevk sistemi maksadı dışında kullanıldığından tamamen iflas etmiştir.
İlâç-madde bağımlılığı dahil, insanda her şeye karşı alışkanlık ve bağımlılık, yukarıda anlatılan mükafat-zevk sistemi aracılığıyla oluşur. Bu açıdan İslâmî kaynaklarda ülfet önemli bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Ülfeti ve bağımlılığı önlemenin en büyük dinamiği, dünyayı kalben terk edip, kalbe ALLAH sevgisini koymak ve her şeye bu sevginin penceresinden bakmaktır. Meşru dairedeki zevklerle yetinmeyi bir hayat tarzı haline getirmektir.
İnsanların bedenini teşkil eden doku ve organlar benzer olduğu halde, başlarına gelen hâdiselere tepkileri farklı olur; kimisi âni bir felaket karşısında kalb krizi geçirirken, kimisinin de aynı hadiseyi daha sakin ve tedbirli karşıladığı görülür. Buradan hareketle bazı insanlar, yaptığı işlerde lezzet almadan çalışırken; bazıları da ruhundaki güzellikleri yaptığı işe aksettirerek lezzet alır. İnsanın ruhundaki ve mânevî kalbindeki her türlü birikim, faaliyet ve lâtife, bedeni üzerinde de çeşitli emarelerle kendini gösterir. Bedenin bütün sistemlerinin yaratılışta bağlandığı zahiri kontrol merkezi beyindir. Bütün faaliyetlerimizin başlama, bitiş ve işleyişinde, organlarımız beyinden gönderilen emirlere göre hareket eder. En kompleks ve sırlı organ olan beynimizin çeşitli bölgelerindeki vazifeli hücreler, mânâ âlemi ile içinde yaşadığımız şehâdet âlemi arasında bir nevi perde ve adaptör gibi vazife yapacak şekilde yaratılmışlardır. Mânevî kaynaklı hislerimizi yaşayacak olan, maddî bedenimizdir. Ancak burada çok önemli bir hususu vurgulamakta fayda vardır:
Materyalist düşünceye sahip birisi, hayatı boyunca yaşadığı elem ve lezzetlerin kaynağını, beynin biyo-kimyevî faaliyetlerinin ve elektrik akımlarının neticesi olarak değerlendirerek, neticeleri asıl sebep olarak görür. Bu düşünceye sahip kişilere göre; beyinde bazı kimyevî değişikliklerin hasıl ettiği elektriği biz, bir his olarak algılamışızdır. Yani bu kişilere göre beynin fiziko-kimyevî yapısı, sebep; duygu ve düşünceler ise, neticedir.
Birçok insanı aldatan bu hüküm, meseleye tam tersinden bakmanın bir neticesidir. Halbuki asıl olan, ruh ve düşünce dünyamızın tesirlerinin, beyindeki çeşitli fakülteler vasıtasıyla bedenimizde görünür hale getirilmesidir. Biraz açarsak, üzüntü, keder; sevinç, huzur gibi ruh hallerimiz, bedenimiz üzerinde bazı değişikliklere tesir edecektir. Fakat bu tesirleri yaratan, beyindeki uygun bölgeleri ve hücre gruplarını mükemmel şekilde hazırlayarak bize sunan Rabb'imizdir. Elemi de lezzeti de yaratan O'dur. Beynin fiziko-kimyevî yapısı ve hususî hazırlanmış hücrelerin teşkil ettiği sinir ağı, ALLAH'ın (cc) icraatına perdedir. İmtihan sırrı gereğince beden ve ruh arasındaki bu münasebet, birbirine bağımlı kılınmıştır. Bu yüzden mânevî kalbimizdeki rahatsızlıklar, maddî kalbimize tesir ettiği gibi; maddî kalbimizdeki rahatsızlıklar da mânevî kalbimize müspet veya menfî tesir etmektedir.
Dünya hayatında uymamız gereken fıtrî ve kevnî emirleri kolaylaştırmak için, Rabb'imiz, yapmamız gereken bazı mecburi faaliyetlerin içine, peşin ücret olarak bazı lezzetler koymuştur. Canlılığımızın devamı için gerekli olan gıdaları almamız için, onlara çeşitli tatlar, dilimize de tat alma duygusu vermiştir. Şayet yemek yemedeki lezzet olmasaydı, hayatta kalmamız için gerekli gıdaları almamız müşkil bir iş olurdu. Neslimizin devamı için evlenme arzusunu doğuran fizyolojik ihtiyaçları tetikleyen hormonlar olmasaydı, kimse evlenip de birbirinin sıkıntısına katlanmak zorunda kalmazdı. Fakat evlilikle meşru dairede tatmin edilen fizyolojik ihtiyaç, tek başına öne çıkarılırsa, hayvanlardan farkımız kalmaz. Bunun için fizyolojik ihtiyacı doğuran ruhî ihtiyacın da tatmin edilmesi gerekir. Bu durumda evli çiftlerin ruhlarının uyumunun önemi daha iyi anlaşılır. "Niçin elemsiz lezzet, yalnız, imanda ve iman eksenli yaşanan meşru hayattadır?" sorusunun cevabına da bu zaviyeden bakabiliriz.
Son yıllarda biyo-psikoloji alanında yapılan araştırmalarla, insan bedenindeki mükafat-zevk mekanizmaları hakkında ilginç tespitler yapılmıştır. Bilhassa zevk ve haz oluşturan uyaranlar ve bu uyaranlara cevap üreten sistemler, detaylı şekilde incelenmiş; bu olgunun kompleks bir işlemler bütünü olduğunun farkına varılmıştır. Güzel yemek ve güzel mesken gibi maddî unsurlar insana zevk verdiği gibi, sevmek, sevilmek ve değerli olduğunu hissetmek gibi mânevî hisler de insana zevk vermektedir. İnsan, ALLAH'ı bilmekten, O'na bağlanıp teslim olmaktan zevk aldığı gibi, insanlık için çalışmaktan ve kazandıklarını insanlarla paylaşmaktan da zevk almaktadır. Acaba bu kadar çok farklı mahiyetteki zevklerin bedende hissedilmesinin ve beden tarafından bu farklı zevklere cevap üretilmesinin ortak bir mekanizması var mıdır? Yeni bilgilerimize göre, beden bütün bu maddî ve mânevî kaynaklı zevklere, aynı ortak mekanizmalar üzerinden cevap vermektedir. Biyolojik yapıda ödül ve zevkin, biyo-fizikî ve kimyevî bir temeli vardır. Endorfinler ve enkefalinler olarak bilinen opioidler ve dopamin, bu mekanizmada önemli rol oynamaktadır. Beynimizin mezolimbik sisteminde yer alan mükafat merkezi, hem fizikî, hem de mânevî uyarılarla aktive edilebilen bir sistemdir. İnsandaki mükafat merkezi, insan nefsindeki şehevî ve gadabî kuvveleri harekete geçiren bir merkez olarak iş görmektedir.
İnsan, çok boyutlu dinamik bir sistem olarak, hem maddî, hem de mânevî âlemleri algılayabilecek ve gözlemleyebilecek cihazlarla donatılmıştır. İnsanın; algılayan, gören, duyan ve hisseden varlığı, ruhudur.
İnsan ruhu üç boyutlu (ruh-i cüzi, biyolojik ruh ve nefha-i ruh) bir cevherdir. İnsanın aşkın boyutunu oluşturan bu cevher, insan bedeninde misafirdir. İnsan ruhu, biyolojik ruh ve ruh-i cüz-i isimli fakülteleriyle bedenin canlılığını devam ettirmede rol alır. İnsan bedeninde ve beyninde, ruhî fakültelerin santral ve irtibat ofisleri bulunur. Beyindeki mezolimbik sistemde bulunan mükafat ve zevk merkezi de; bunlardan biridir. Bu merkezi teşkil eden sinir hücresi topluluğunda (ventral tegmental bölge, accumbens çekirdeği, prefrontal korteks gibi), ruh, nefis, vicdan gibi uyarıcılardan veya hayvanlardaki gibi sadece bedene ait uyarılara karşı (üç maksada göre; yakınlaşma, geri çekilme ve üzerine gitme) cevap üretilir. Bunlardan biri, yakınlaşmayı sağlayan harekete geçme arzusudur. Bu isteğe eşlik eden ve tetikleyen duygu da, sevgi-ilgi olarak tanımlanan çekim kuvvetidir. Ruhta meydana gelen bu arzunun beyindeki irtibat noktası, mezolimbik sistemdeki mükafat merkezidir. Bu merkezden salınan kimyevî maddelerden en önemlisi dopamindir. Dopamin molekülü; insanda zahiri bir sebep olarak hareketi, düşünceyi ve zevk oluşumunu aktive eden istek molekülüdür. Dopamin molekülünün sentezi ve tesirleri ile bağlantılı olarak iş gören opioidler (endorfin, enkefalin vb) ise, insanda zevk ve haz duygusunu, hoşlanmayı, bedende üreten ve bu zevki algılamamıza sebep olan kimyevî maddelerdir. Dolayısıyla insanın mükâfat ve zevk sisteminde ağırlıklı rol alan kimyevî maddeler, dopamin, endorfin ve enkefalindir. İnsan beyninde önemli bir ağ oluşturan dopamin sistemi veya dopaminerjik nöronlar, insanda motivasyon, heyecan ve macera arama isteklerinde rol alırlar. Hâdiseye iman ile nazar ettiğimizde, bu arzular önce ruhumuzdan kaynaklanmakta, daha sonra beyinde buna uygun kimyevî maddeler **** birer sebep olarak sentezlenmektedir. Materyalist bakışa göre ise, bu maddeler salgılandığı için insanda bu duygular ortaya çıkmaktadır. Halbuki burada bir iktiran vardır, yani sebeple müsebbep birlikte yaratılmaktadır. Zevk ve haz üreten kimyevî moleküller(opioidler), beynin her tarafına dağılmış nöronlar tarafından mükafat merkezinin aktivasyonuna bağlı olarak üretilir.
Hadise iki yönlüdür: Bunlardan birincisi; rûhî tesirle, kimyevî madde sentezlenmesi ve lezzetin ortaya çıkarılmasıdır. Bu yol normal bir yoldur. İkincisi ise, birinci yolun tam tersidir. Bu yolda kimyevî madde dışardan hazır sentezlenmiş olarak verilir ve bazı duygulara tesir ettirilir. Böylece bu mekanizmanın suiistimal edilmesiyle, dışarıdan alınan kimyevî maddeler ile insan zihninde bazı düşünce ve hayallerin yaşanması gerçekleştirilir. Bu sistem, aynı zamanda insandaki alışkanlıkların, ülfetin ve madde bağımlılığının biyo-psikolojik temellerini meydana getirir. Bu açıdan günümüzün önemli problemleri arasında yer alan şişmanlık, madde ve alkol bağımlılığı, alışkanlıklara esir olma gibi problemlerin çözümü için, beyindeki bu istek ve zevk üreten mekanizmaları doğru anlamak oldukça önemlidir.
İnsanlar bu dünyada zevk ve haz içinde yaşamak isteseler de, yaratılış özellikleri buna uygun değildir. Yüce Yaratıcı, zahmetli olan ama yaşamak için yapılması mecburi davranışlara, insanlar kolay yapabilsin diye mükafatlar koymuştur. Mükafat veya zevk merkezinde rol alan moleküllerin temel görevi, hareketleri yaptırtacak seviyede tabiî bir sınır aralığı oluşturarak davranışları yönlendirmektir. Çünkü mükafat mekanizmasının işleyişi, kısa süreli olacak şekilde plânlanmıştır. Zira bir şeye karşı istek ve haz, kısa süreli olmalı ki, insan bir başka aktiviteyi yapabilmeye hazırlanabilsin. Kişi, ihtiyacı karşılandıktan sonra da bu zevki ve hazzı duymak isterse, sistemde buna izin verilmez; ya zevk almada rol alan moleküllerin üretimini azaltılır veya haz duyma eşik değeri sürekli yükseltilir. Sonunda kişi daha fazla zevk ve haz veren maddeyi almaya çalışırsa veya daha fazla aktivite yapmaya devam ederse, zevk ve mükafat sistemini tahrip eder. Beyindeki mükafat merkezi, finans kurumu veya banka gibi çalışır. Nasıl bankadan birikimden fazla para çekilirse, borca girilir. Bu şekilde borçlanmaya devam edilirse, faiziyle birlikte yüksek bir geri ödeme faturası çıkarılır. İnsanda bağımlılığa yol açan hâdiseler de bu duruma çok benzer. Kişi sürekli zevk içinde yaşamak için, zevk veren aktivitelerde bulunsa bile, sistem sürekli haz konumunda kalamaz.
Kişi bir şeye ihtiyaç duyduğunda zevk ve haz sisteminin devreye girdiğini şu örnekle anlayabiliriz: Hava çok soğuksa, sıcak bir çay; hava çok sıcaksa, soğuk bir içecek insana zevk verir. Sıcaklık dengeye geldiğinde veya ihtiyacınız karşılandığında her iki içecekten aldığınız zevk ya azalır veya kaybolur. Cep telefonuna ihtiyacınız varsa veya beyninize onun bir ihtiyaç olduğu kurgulanmışsa, sizde cep telefonu edinmeye karşı ciddi bir istek ve güdülenme oluşur. Cep telefonunu satın alma sürecini başlattığınızda, zevk-ödül sistemi de uyarılır ve zevk alırsınız. Cep telefonunu bir süre kullandıktan sonra o ihtiyacınız karşılandığından cep telefonunuzun olması, size zevk vermez hale gelir. Cep telefonuna sahip olma zevkinizi artırmak için, belli bir süre daha, yeni ve farklı özellikleri olan cep telefonları edinmeye karşı yeni ihtiyaç listesi oluşturabilirsiniz. Ancak belli bir süre sonra onu da tükettikten sonra, cep telefonu size zevk vermez. Zevk-ödül sistemini aktif tutmak ve hayattan zevk almak için, daha farklı ihtiyaçlar oluşturmaya kafa yorarsınız. Yeni şeylere sahip olmak, farklı şeyler tüketmek istersiniz. Bütün bunlar, dünyaya zevk ve haz almak için gönderildiklerini ileri süren Hedonistlerin üzücü durumunu gözler önüne sermektedir.
İnsan zevk almak için yaratılmamıştır
İnsanların, karar verirken ve davranışlar ortaya koyarken, önceliklerini belirlerken istek ve zevk duyma merkezi aktif hâle geçer. İnsanda her aktiviteye karşı duyulan belli bir istek ve zevk katsayısı vardır. Farklı şeylere karşı duyulan zevkler için üretilen eşik değerleri de farklıdır. Mükâfat-zevk sisteminde, hem ayrı, hem de birleşik hale gelebilen temsili zevk havuzcukları vardır. Her ödül ve zevk havuzu, kişinin hayatını sürdürebilmesine yetecek seviyede ödül ve zevk veren kimyevî moleküller üretir. Bu havuzcukların fıtrî ayarları, kısmen yaratılıştan genler ve a’yan-ı sabiteden, kısmen de kültürel öğrenme ve şartlanmalardan gelen tesirlerle oluşturulur. Her çocuğun mizacı gereği zevk aldığı uyarıların eşik değerleri olduğu gibi, kültürel olarak öğrendiği ve kazandığı zevklerin de sınır değerleri vardır. Bu sınır değerleri uyarılıp aktifleştirilirse, kişi o şeye ilgi duyup zevk alır. Bu açıdan kişinin hangi aktiviteye ait zevk ücreti daha çok ise, kişi o aktiviteyi farkında olmadan daha çok yapmak ister. Meselâ siz, kitap okuma, biriktirme bağımlısı; spor ve alışveriş tutkunu veya işkolik biri olabilirsiniz. Bu aktivitelerin hepsinde, bütün insanlarda beden seviyesinde aynı ödül ve zevk sistemi devreye girer. İnsanlar hangi aktivitelere ait zevk katsayıları yüksek ise, o davranışları daha sıklıkla yapma eğilimi gösterirler. Her kişiliğin, zevk-eşik değerini aktive eden uyarılar, ilgiler, hobiler farklı farklı olduğundan, insanların ilgileri, hobileri ve meslekleri de farklılaşmaktadır. Bu açıdan dünya saadetinin önemli bir ayağını, kişinin zevk eşik değerleri düşük olan, dolayısıyla kolayca zevk üretebilen işleri yapması teşkil eder. Sizin diğer kişilerden farkınız, yukarıdakilerden birine veya bir kaçına bağımlılığınız olup, zevk-mükafat sisteminizin eşik değerleri, o aktiviteler için oldukça düşük olduğundan, kolay ve yoğun uyarılmasıdır.
Tutkunuz haline gelmiş aktiviteleri yapmazsanız, hayattan zevk alamazsınız. Âdeta onları yapmaya kendinizi mecbur hissedersiniz. Bu aynı zamanda alışkanlıkların, tutkuların gücünü ve kişilik hapishanesini kırmanın zorluğunu izah eder. Örnek vermek gerekirse; insanlar, ölçüsüz veya kontrolsüz para harcamanın zevkli ve hoş bir şey olmadığı gerçeğini bilirler. Lezzetli yemekler yemenin ve kaliteli, güzel elbiseler giymenin zevk ve hazzını da tecrübe ederler veya görürler. Hangi istekler baskın ise, o isteğin kontrolünde kişi otomatik davranışlar sergiler. Bazı insanlarda para harcama isteği düşük, dolayısıyla tasarruf isteği yüksek olabilir. Bu durumda bu kişiler zevk ve hazlarını kısıtlayarak, para biriktirirler. Bazı insanlarda ise, tasarruf isteği zayıf, para harcama isteği yüksek olduğundan zevklerini kısıtlamada çok zorlanırlar. Hayattan daha yüksek kalitede ve miktarda keyif almaya kendilerini mecbur hissederler. Ancak kişinin alabileceği zevk ve keyfin fıtrî sınırları vardır. Mesela kişi ödül ve zevk sistemini, yoğun ve sürekli kullanırsa, ancak bir müddet kendini iyi hissedebilir. Çünkü sistem, uzun süre zevk-haz modunda kalamaz. Bunun sebebi, zevk-haz ödül sisteminin, herkes için farklı olan zevk duyumu sınır noktasına geri dönecek şekilde plânlanmış olmasıdır. Ayrıca zevk duyum eşiklerinin aktivasyonu ile oluşan zevkin derecesi ve miktarı, o yiyeceğe veya aktiviteye olan ihtiyacınızın şiddetine göre değişir. İhtiyacınız karşılandığı andan itibaren zevk ve haz da azalmaya başlar.
İnsanın arzuları ve ihtiyaçları sonsuz olduğundan, insanlar hayat boyunca bu zevk-mükâfat sistemini aktif tutmak için gayret gösterirler. Ne var ki insan, aradığı kalıcı zevki ve elemsiz mutluluğu, iç huzuru, maddenin dünyasında bulamaz. Çünkü madde ve maddî ihtiyaçlardaki zevkler, sadece hayatı sürdürebilmek ve ayakta kalabilmek için verilmiştir. İnsan bu dünyada zevk alsın diye bu zevk-ödül sistemi biyolojik bedene konmamıştır. Örnek vermek gerekirse, en güzel yemekleri belli miktar ve aralıklarla yerseniz zevk alırsınız. Her gün ve çok miktarda yerseniz, o yemekten aldığınız zevk azalmaya başlar, hatta o yemek size bıkkınlık verir. Bir başka örnek ise, kişi çok büyük bir para kazanıp güzel bir villa satın alsa, bu villanın içinde her şey olsa ve çalışmadan burada yaşamaya karar verse, bir müddet sonra, aldığı zevk ve haz azalmaya başlar.
Yukarıda anlatılan mükâfat ve zevk mekanizması bize; "Zahmette, rahmet; rahmette, zahmet vardır." prensibi ile, Her acı ve hüznü bir sevinç; her sevinci bir elem takip eder, kuralının, insanın biyolojik sisteminde de geçerli olduğunu gösterir.
Evet, "Lezzetin içinde bir elem gizli olduğu gibi, her elemin içinde de bir lezzet gizlidir. Lezzetin yokluğu eleme yol açtığı gibi, elemlerin yokluğu da lezzete yol açar." vecizeleri, biyolojik sistemin işleyişindeki mekanizmalarla da örtüşür. Biyolojik temelli bir hayatta, elemsiz lezzet bulmak imkânsızdır. Uzun süreli ve yoğun şekilde zevk ve mükâfat sistemlerini kullanmak, kendi içinde hadsiz bir eleme yol açar. Ancak imanlı bir hayatta, elemsiz lezzeti ve sevinci bulmak mümkündür. Bu hakikatı gören ve derinden hisseden Bediüzzaman, şöyle seslenir: "Ey insanlar, hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız. Farzları işlemekle süslendiriniz. Büyük günahlardan kaçınmakla muhafaza ediniz."
Uyuşturucularla zevk nereye kadar?
Bir başka örnek, Extacy olarak bilinen uyuşturucuları ilk defa alan kişiler, çok yoğun ve yüksek seviyede bir zevk-haz duyumu yaşarlar. Ancak sistemin işleyiş mantığı gereği, zevk üreten kimyevî moleküller, hızlı şekilde vücutta metabolize edilir. Bir başka ifadeyle zevk-mükafat sisteminin bütçesi hızlı ve yoğun şekilde tüketilir. Mükafat sistemi, tekrar bu zevki yaşamak ister ve kişiyi o maddeden tekrar alma yönünde tetikler. Ancak belli bir süre sonra, aynı zevk duyumu, aynı miktar madde alımıyla hissedilemez hale gelir. Madde alımının dozunu artırdıkça, alınan zevk artacağına azalır. Ayrıca beyindeki bu sistem, sadece bir madde veya aktivite için harcandığından, kişi zamanla o madde veya aktivite dışındaki diğer şeylerden zevk alamaz hale gelir. Mükafat-zevk sisteminde sentezlenen kimyevî maddeler, beyinde uzun süreli ve kalıcı değişikliklere yol açar. Bağımlılıktan kurtulan kişilerin, bağımlılıklarının yıllar sonra tekrar ortaya çıkmasının temelinde, beyinde oluşan bu kalıcı değişikliklerin önemli rolü vardır. İşin daha da kötüsü, bağımlılık yaşayan kişiler, zamanlarının çoğunu, zevk ve mutluluk halini devam ettirmeye değil, normal bir insan olma hissini sürdürebilmek için harcarlar. Zaman içinde bağımlı olduğu maddeler de işe yaramaz, çünkü mükafat-zevk sistemi maksadı dışında kullanıldığından tamamen iflas etmiştir.
İlâç-madde bağımlılığı dahil, insanda her şeye karşı alışkanlık ve bağımlılık, yukarıda anlatılan mükafat-zevk sistemi aracılığıyla oluşur. Bu açıdan İslâmî kaynaklarda ülfet önemli bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Ülfeti ve bağımlılığı önlemenin en büyük dinamiği, dünyayı kalben terk edip, kalbe ALLAH sevgisini koymak ve her şeye bu sevginin penceresinden bakmaktır. Meşru dairedeki zevklerle yetinmeyi bir hayat tarzı haline getirmektir.