MULK SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
Mülk Sûresi Konusu
Allah Teâlâ’nın yüceliğini ve üstün kudretini zikrederek başlayan sûre, ölüm ve hayatın hikmetini bildirir. Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta tecellî eden kudret delillerine dikkat çekerek, O’nun insanları yeniden dirilteceğini, dolayısıyla inananların mükâfat görüp, kâfirlerin cezalandırılacağını haber verir.
Mülk Sûresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada altmış yedinci, iniş sırasına göre yetmiş yedinci sûredir. Tûr sûresinden sonra, Hâkka sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.
Mülk Sûresi Hakkında
Mülk sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 30 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen اَلْمُلْكُ (mülk) kelimesinden alır. تَبَارَكَ (tebâreke) kelimesiyle başladığı için, Tebâreke Sûresi diye de isimlendirilmiştir. Ayrıca sûre, kendisini okuyanları kabir azabından koruduğu yönündeki bir rivayetten hareketle اَلْوَاقِيَةُ (Vâkiye: koruyucu), اَلْمُنْجِيَةُ (Münciye: kurtarıcı), اَلْمَانِعَةُ (Mâni‘a: engelelyici) ve اَلْمُجَادِلَةُ (Mücâdile: savunucu) isimleriyle de anılır. Kur’ân-ı Kerîm’in bu sûreyle başlayan 29. cüzü, “Tebâreke cüzü” olarak bilinir. Mushaf tertîbine göre 67, nüzûl sırasına göre ise 77. sûredir.
Mülk Sûresi Fazileti
Resûlullah (s.a.s.) Mülk sûresinin faziletiyle ilgili şöyle buyurmuştur:
“Kur’ân-ı Kerîm’de otuz âyetlik bir sûre vardır ki, okuyan kimseye şefaat eder ve onun günahı bağışlanır. Bu sûre Tebârekellezî bi-yedihi’l-mülk’tür.” (Ebû Dâvûd, Ramazan 10; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 9)
“Mülk sûresi kabir azabına karşı bir engel ve bir kurtarıcıdır, insanı kabir azabından kurtarır.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 9)
Peygamberimiz (s.a.s.), 32. sûre olan Secde sûresiyle beraber bu Mülk sûresini okumadan istirahata çekilmezdi. (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 9)
MULK SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
1. Kâinatın mutlak mülkiyeti ve hâkimiyeti elinde bulunan Allah yüceler yücesi, bütün iyilik ve bereketlerin kaynağıdır. O’nun her şeye gücü yeter.
Allah Teâlâ, çok mübârektir. Yani nihâyetsiz bir azamet ve kudret sahibidir. Sıfat ve fiilleri itibariyle herkesten üstündür. Tüm iyiliklerin ve bereketlerin kaynağıdır. Ezelî ve ebedî kemâlâta sahip tek zattır. Bütün kâinatın hâkimiyeti, saltanatı ve hükümdarlığı O’nun kudret elindedir. Dilediğini yüceltir, dilediğini zelil kılar. Dilediğini öldürür, dilediğini diriltir. Dilediğini zengin eder, dilediğini fakir kılar. Ölümü ve hayatı yaratan da O’dur. Yalnız bunları hikmetsiz ve boş yere değil, dünyada insanları imtihan etmek için takdir buyurmuştur. İmtihanın maksadı ise, ömrünü ve kendisine sunulan imkânları en doğru bir şekilde kullanarak en güzel amelleri kimin işleyebileceğini ortaya çıkarmaktır. İmtihanı yapan Allah Teâlâ olduğuna göre, sorulan soruların mâhiyetini ve bunlara verilecek cevapların doğruluğunu en iyi bilen de O’dur. O halde kulun bu imtihanda başarılı olabilmesi için, Allah katında neyin iyi neyin kötü, hangi amelin makbul hangi amelin merdut olduğunu bilmesi ve ona göre davranması gerekir. Ayrıca çıkan sonuca göre bir mükâfat veya ceza olmasa, imtihanın bir anlamı kalmaz. Demek ki Cenâb-ı Hak imtihanın müspet ya da menfi neticesine göre kullarına bir karşılık verecektir. O, bunu yapmaya muktedirdir; kimse O’nu yapacağı bir işten engelleme gücüne sahip değildir. Ancak henüz imtihan süresi bitmeden kötülükten vazgeçip tevbe edenler için de O, sonsuz bağışlayıcı bir Rabdir.
O sonsuz kudret ve sınırsız merhamet sahibi Rab ki:
2. O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. Kudreti dâimâ üstün gelen ve günahları çok bağışlayan yalnız O’dur.
Allah Teâlâ, çok mübârektir. Yani nihâyetsiz bir azamet ve kudret sahibidir. Sıfat ve fiilleri itibariyle herkesten üstündür. Tüm iyiliklerin ve bereketlerin kaynağıdır. Ezelî ve ebedî kemâlâta sahip tek zattır. Bütün kâinatın hâkimiyeti, saltanatı ve hükümdarlığı O’nun kudret elindedir. Dilediğini yüceltir, dilediğini zelil kılar. Dilediğini öldürür, dilediğini diriltir. Dilediğini zengin eder, dilediğini fakir kılar. Ölümü ve hayatı yaratan da O’dur. Yalnız bunları hikmetsiz ve boş yere değil, dünyada insanları imtihan etmek için takdir buyurmuştur. İmtihanın maksadı ise, ömrünü ve kendisine sunulan imkânları en doğru bir şekilde kullanarak en güzel amelleri kimin işleyebileceğini ortaya çıkarmaktır. İmtihanı yapan Allah Teâlâ olduğuna göre, sorulan soruların mâhiyetini ve bunlara verilecek cevapların doğruluğunu en iyi bilen de O’dur. O halde kulun bu imtihanda başarılı olabilmesi için, Allah katında neyin iyi neyin kötü, hangi amelin makbul hangi amelin merdut olduğunu bilmesi ve ona göre davranması gerekir. Ayrıca çıkan sonuca göre bir mükâfat veya ceza olmasa, imtihanın bir anlamı kalmaz. Demek ki Cenâb-ı Hak imtihanın müspet ya da menfi neticesine göre kullarına bir karşılık verecektir. O, bunu yapmaya muktedirdir; kimse O’nu yapacağı bir işten engelleme gücüne sahip değildir. Ancak henüz imtihan süresi bitmeden kötülükten vazgeçip tevbe edenler için de O, sonsuz bağışlayıcı bir Rabdir.
O sonsuz kudret ve sınırsız merhamet sahibi Rab ki:
3. Yedi kat göğü birbiriyle uyum içinde tabaka tabaka yaratan O’dur. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi, çevir gözünü de bak, bir kusur, bir çatlaklık görebilecek misin?
4. Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak. Göz, aradığı kusuru bulamamanın ezikliği ve bitkinliği içinde sana geri dönecektir.
Göklerin durumunu belirtmek üzere “tıbâk” kelimesi kullanılır. اَلطِّبَاقُ (tıbâk); “birbirine tıpatıp uygun, birbirinin üstünde” yahut “tabaka tabaka, kat kat” demektir. Bugünkü bilgilerimize göre, dünyanın kâinat içindeki yerini ve kâinatı tanımak için kâinattan dünyaya doğru bakmak gerekir. Kâinatın veya evrenin ağa benzeyen bir yapısı vardır. Henüz sonu olmadığı düşünülüyor. Evren içinde yer alan ağların her biri süper kümeleri oluşturuyor. Bunlardan birisi de Virgo (Başak) süper kümesidir. Virgo (Başak) süper kümesi içinde sayısız denebilecek kadar yerel gruplaşmalar vardır. Bu yerel gruplaşmaların her biri gökadalardan oluşuyor. Bu yerel gruplaşmalardan sadece biri içinde yer alan gökadalardan biri Samanyolu gökadasıdır. Samanyolu galaksisi içinde yüz kadar yıldız kümesi vardır. Her bir yıldız kümesinde milyarlarca yıldız bulunmaktadır. Hesaplamalara göre, galaksimiz Samanyolu sistemi, en az yüz milyar yıldızdan oluşmaktadır. Bizim galaksimiz olan Samanyolu’na en yakın olan Nebula galaksisi de en az yüz milyar yıldızdan oluşur. Milyonlarca galaksinin her birinin yüz milyar yıldızı olduğu düşünülürse ve daha ötesi olan yerel gruplar ve bu yerel grupların oluşturduğu süper kümeler ve süper kümelerin oluşturduğu evren ağ sistemi düşünüldüğünde, kâinat içinde yer alan yıldız sistemlerinin sayısını hesaplamak için zaman ve rakamlar yetmez. Öte yandan bu sistemler yakından uzağa doğru, yedi kattan oluşur. Bu katmanların en yakını, gözle görebildiğimiz Samanyolu galaksisidir. Samanyolu sistemine en yakın olan ve en az yüz milyar yıldızdan oluşan Nebula galaksisi çıplak gözel çok küçük bir yıldız olarak gözükür. Tüm bu sistemler, muazzam bir uyum içindedirler. Bu sebeple âyette “Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin” (Mülk 67/3) buyrulmaktadır
Bu âyette yer alan اَلتَّفَاوُتُ (tefâvüt), uygunsuzluk, aykırılık, âhenksizlik, mütenâsip olmama mânalarına gelir. اَلْفُطُورُ (futûr) ise çatlak, aralık, kopukluk demektir. Allah Teâlâ’nın kudret nişânelerinden biri, yedi kat göğü yaratmasıdır. Bunları öyle eşsiz güzellikte, âhenk ve uyum içinde yaratmıştır ki, her şey gayet düzenli ve birbiriyle irtibatlıdır. Kâinatta hiçbir uyumsuzluk, âhenksizlik ve kopukluk yoktur. O âdeta muhteşem bir saray, fevkalade düzenli ve sistemli bir fabrika, çok iyi planlanmış bir şehir gibidir. Orada her şey birbiriyle ve her bir şey bütünle son derece ölçülü bir münâsebet içindedir. Bütün kâinat, içindeki tüm varlıklarla birlikte aynı büyük gâyelerin gerçekleşmesi için çalışır. Bu gâyeler için çok uzun mesafelerden unsurlar birbirinin yardımına koşturulur. Meselâ güneş ve ay, gece ve gündüz, yaz ve kış, hayvanlara yiyecek taşımak için bitkilerle mükemmel bir işbirliği yapar. Tohum, toprak, su, hava ve güneş bitkilerin yetişmesi ve meyvelerin meydana gelmesi için yine kusursuz ve fevkalade bir denge içinde işbirliğinde bulunur. Hem bitkiler hem de hayvanlar insanın hizmetine koşturulur. Söz gelimi, bal arısı Rabbin rahmet hazinelerinden topladığı nektarları insan için bala çevirir ve o balı bütün insanlar bir araya gelse üretemez. İpek böceği, yine ilâhî rahmet hazinelerinden topladığı gıdayı ipek olarak üretir ve insanın hizmetine sunar. Kâinattaki bu muazzam işbirliği, yardımlaşma, dayanışma ve bunun bütün kâinatta kusursuz işlemesi, bütün kâinata hükmeden, tek tek bütün varlığı bütün hususiyetleriyle tanıyıp istihdam eden mutlak bir ilim, irade ve kudret sahibi bir Zât’ı gösterir.
Kâinatta her şeyin muazzam ve kusursuz bir denge üzerinde yürüdüğü bir gerçektir. Meselâ yeryüzünde yaratma işi sonsuzca bir bolluk içindedir ama, bol şeylerde güzelliğe fazla rastlanmazken, her yaratılan kusursuz, yerli yerince ve çok güzeldir. Âyet-i kerîmede: “O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı” (Secde 32/7) buyrularak bu gerçeğe işaret edilir. Yine sınırsız bollukla güzelliğin bir arada bulunduğu yaratmada, aynı zamanda sınırsız bir kolaylık ve süratle birlikte mükemmel bir düzen vardır. Aslında mükemmel bir düzenle kolaylığın ve süratin bir arada bulunması mümkün değildir. Fakat yaratan Allah olunca, bütün zıtlar tam bir âhenk içinde bir arada bulunabilmektedir. Yine her şey sonsuz ucuzlukta meydana gelmekte, fakat fevkalade bir değer ifade etmektedir. Sayısız denebilecek varlığa, türlerdeki muazzam çeşitliliğe rağmen, her tür ve her fert diğerinden farklıdır ve kendine has özelliklere sahiptir. Varlık âlemindeki eşsiz düzenden birer numûne olan bütün bu gerçekler, aynı zamanda sınırsız ilmi, iradesi, kudreti ve diğer bütün isim ve sıfatlarıyla tek bir Yaratıcı’yı göstermektedir. (bk. Ünal, s. 1227)
Bu bakımdan insan kâinattaki bu eşsiz düzen içinde bir kusur, bir uyumsuzluk, bir çatlak bir boşluk veya kopukluk görebilmek için ne kadar bakarsa baksın, ileri teknik aletlerle ne kadar inceleme yaparsa yapsın onda bir eksiklik veya bozukluk görmesi mümkün değildir. Böyle bir faaliyetin peşinde olan göz, aradığını bulamamanın horluğu, hakirliği, yorgunluk ve bitkinliği içinde geri dönmek mecburiyetinde kalacaktır.
Şâir ne güzel söyler:
“Sun‘-ı Hak âzâde-î lâ vü neamdır, hoşça bak,
Gördüğün noksan senin çeşm-î galat-bînindedir.” (Âgâh Paşa)
“Allah Teâlâ’nın yarattığı bütün varlıklar, O’nun ilâhî kemâlinin birer eseridir. Onların hiç birinin «tamam» veya «noksan» gibi mütalaa kabulüne imkân yoktur. Eğer bir noksanlık görüyorum sanıyorsan, bu senin yanlış görme alışkanlığında olan gözlerinin hatası ve noksânıdır.”
İlâhî kudretin büyüklüğünü bir nebze olsun anlayabilmek için yedi kat göğün sırlarını bilmeniz mümkün değildir. Hiç değilse size en yakın olan gökte neler olup bittiğine bir bakın:
5. Biz yere en yakın olan göğü kandillerle süsledik. O kandilleri şeytanlara atılan birer mermi yaptık; onlara bir de alevli ateş azabı hazırladık.
Yere en yakın gök, yıldız ve gezegenlerini çıplak gözle görebildiğimiz gökyüzüdür. Onun ötesi ancak teleskop ve benzeri aletler yardımıyla görülebilir. Daha ötesi ise aletler vasıtasıyla da görülemez. Günümüzde elde edilen bilgiler, uzayın son derece geniş olduğu yönündedir. Öyle ki, yaratılalı milyarca yıl olmakla birlikte ve saniyede üç yüz bin kilometre hız yaptığı halde henüz ışığı bize ulaşamayan yıldızlardan bahsedilir. Yaklaşık iki yüz milyar galaksi ve her galakside de yine yaklaşık yüz elli-iki yüz milyar yıldızdan söz edilir. Tek kelimeyle, bunlar ilâhî kudretin akılları donduran, gönülleri kendine hayran bırakan izahı imkânsız eşsiz bir tecellisidir. Yere en yakın gök, Samanyolu galaksisidir. Çıplak gözle baktığımızda orada her biri kandil gibi yanan yıldızlar vardır. Yıldızların her biri güneş gibi ısısı ve ışığı olan gök cisimleridir. Güneşin yüzey sıcaklığı 6000 santigrat derece, Chromosphere’de 10.000 santigrat derece, Corona’da 1 veya 2 milyon santigrat dereceye ulaşıyor. Merkezinde ise tahmin edilen sıcaklık 20 milyon santigrat dereceye varıyor.
Yıldızların şeytanlar için mermi yapılmasına gelince, bu durum, Arapların çok ehemmiyet verdikleri kehânetin aslının olmadığını, tamamen yalana dayandığını bildirir. Çünkü kâhinlerin irtibat halinde oldukları şeytanların meleklerden gaybe ait herhangi bir bilgi alma imkânlarının olmadığını haber vermektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in de, şeytanların müdahalesi olmadan emin yollarla Peygamberimiz (s.a.s.)’in kalb-i pâkine ulaştığı gerçeği hatırlatılmış olur. (bk. Hicr 15/16-18; Saffât 37/6-10)
Bütün bu gerçeklere rağmen küfürde direnenleri korkunç bir âkibet beklemektedir:
6. Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Gidilecek ne kötü bir yerdir orası!
7. Oraya atıldıklarında, cehennemin onları yutmak için homurtularla nasıl içine doğru nefes alıp, uğuldaya uğuldaya kaynadığını işitirler.
8. Kâfirlere öfkesinden neredeyse çatlayacak! Her bir bölük oraya atıldıkça cehennem bekçileri onlara: “Allah’ın azabından sakındıran bir uyarıcı size gelmemiş miydi?” diye sorarlar.
9. Şöyle cevap verirler: “Evet, bize bir uyarıcı geldi. Fakat biz onu yalanladık ve onlara: «Allah’ın bir şey indirdiği falan yok; siz ancak büyük bir sapıklık ve şaşkınlık içindesiniz» dedik.”
10. Sonra şöyle hayıflanırlar: “Eğer uyarılara kulak vermiş veya aklımızı kullanıp gerçekler üzerinde düşünmüş olsaydık, şimdi şu çılgın alevli ateşin yoldaşları arasında bulunmazdık!”