Nur Hanım
Aktif Üyemiz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Mümin öyle yaşamalı ki, kalbiyle ahirette, vücuduyla dünyada olmalı. Bedeninin dünyadan ayrılması uygun değil. Çünkü çalışmak da bir ibadettir; ama kalbi Allah demeli. Kalbi, bu kazandığım haram mı, helal mi demeli. Kalbi ahiret demeli; çünkü ahiret bâki, dünya fâni. Bugün var, yarın yok. Neyimiz varsa hepsi biter. Bir niyetle bütün dünya çalışmalarımız ahiret olur; çünkü bu dünya fâni, yok olacak. Allahü teâlâ bizi dünyaya, rızasını yani ahiretimizi kazanmamız için gönderdi. Dünya, bir tarladır. Verdiği tohumu ekip, bire yedi yüz alalım; ama o tohumu yemeyelim.
O insanın sağlığıdır, ilmidir, inancıdır, her türlü güzel ahlâkıdır. Bunu eğer Allah'ın kullarına sarf eder, Allah'ın dinine harcarsak, yani yatırımı ahirete yaparsak, ebedi saadete kavuşuruz; ama gaflete gelip de, dünya ehliyle yarışa kalkarsak, hepsini kaybederiz. Hatta İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dünya ehliyle şayet aynı köyde yaşıyorsanız, o köyü terk edin! Aynı mahalledeyseniz, kalbiniz meyleder, orayı terk edin! Aynı şehirdeyseniz, oradan göç edin!
Vücudu değil, kalbi dünyaya bağlamamalı. Kalb çok önemli; çünkü Allahü teâlâ kullarının amellerine veya işine değil, kalbine ve niyetine bakar. O kalbin niyeti, eğer Allahü teâlânın dinine hizmet, kullarına iyilik etmekse, onun her nefesi zikirdir, her nefesi ibadettir, akıl eremeyecek kadar sevab kazanır.
Bir gün İsa aleyhisselam, havarileriyle birlikte giderken bir köye geldiler. Bir de baktılar ki, köyün ortasında bütün köylüler ölmüş. Hiç canlı yok. İsa aleyhisselam, (Bu bir gazab-ı ilâhidir. Eğer hastalık olsa, bunlar tek tek ölürlerdi. Madem toptan öldüler, buraya bir musibet gelmiş) dedi. Sordular ki, (Yâ Nebiyallah, sen ölüleri Allah'ın izniyle dirilten bir nebisin, çağır birini de sor bakalım, ne yapmışlar? İsa aleyhisselam, birine seslenince, adam kalktı, geldi. İsa aleyhisselam, (Bu ne hâldir, ne oldu size?) diye sordu. Dedi ki, (Yâ Nebiyallah, bu köy çok takva ehli, çok dindar, çok iyi ahlâk sahibi bir köydü.
Sonra bizim kalbimiz dünyaya yöneldi. Namazı terk ettik, akla ne gelirse, hepsini bıraktık, yalnız parayı düşündük ve ektik biçtik, benimki çok, benimki güzel diye yarıştık. Ne Allah kelâmı var, ne Peygamber! Ahireti unuttuk, Allah'ı unuttuk, Peygamberi de unuttuk. Bir gün, hepimiz eğlenmek için, oynaşmak için buraya toplandık. Bir musibet geldi, hepimiz öldük.)
İsa aleyhisselam, yerine git dedikten sonra, yanındakilere buyurdu ki:
(Ahiret nimetini bırakıp da dünyaya tapanların, dünyadaki sonu budur. Ahirette de, en acı azapları çekeceklerdir. Onun için, imansız ölmekten, çok korkmak lazımdır.)
Mümin öyle yaşamalı ki, kalbiyle ahirette, vücuduyla dünyada olmalı. Bedeninin dünyadan ayrılması uygun değil. Çünkü çalışmak da bir ibadettir; ama kalbi Allah demeli. Kalbi, bu kazandığım haram mı, helal mi demeli. Kalbi ahiret demeli; çünkü ahiret bâki, dünya fâni. Bugün var, yarın yok. Neyimiz varsa hepsi biter. Bir niyetle bütün dünya çalışmalarımız ahiret olur; çünkü bu dünya fâni, yok olacak. Allahü teâlâ bizi dünyaya, rızasını yani ahiretimizi kazanmamız için gönderdi. Dünya, bir tarladır. Verdiği tohumu ekip, bire yedi yüz alalım; ama o tohumu yemeyelim.
O insanın sağlığıdır, ilmidir, inancıdır, her türlü güzel ahlâkıdır. Bunu eğer Allah'ın kullarına sarf eder, Allah'ın dinine harcarsak, yani yatırımı ahirete yaparsak, ebedi saadete kavuşuruz; ama gaflete gelip de, dünya ehliyle yarışa kalkarsak, hepsini kaybederiz. Hatta İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dünya ehliyle şayet aynı köyde yaşıyorsanız, o köyü terk edin! Aynı mahalledeyseniz, kalbiniz meyleder, orayı terk edin! Aynı şehirdeyseniz, oradan göç edin!
Vücudu değil, kalbi dünyaya bağlamamalı. Kalb çok önemli; çünkü Allahü teâlâ kullarının amellerine veya işine değil, kalbine ve niyetine bakar. O kalbin niyeti, eğer Allahü teâlânın dinine hizmet, kullarına iyilik etmekse, onun her nefesi zikirdir, her nefesi ibadettir, akıl eremeyecek kadar sevab kazanır.
Bir gün İsa aleyhisselam, havarileriyle birlikte giderken bir köye geldiler. Bir de baktılar ki, köyün ortasında bütün köylüler ölmüş. Hiç canlı yok. İsa aleyhisselam, (Bu bir gazab-ı ilâhidir. Eğer hastalık olsa, bunlar tek tek ölürlerdi. Madem toptan öldüler, buraya bir musibet gelmiş) dedi. Sordular ki, (Yâ Nebiyallah, sen ölüleri Allah'ın izniyle dirilten bir nebisin, çağır birini de sor bakalım, ne yapmışlar? İsa aleyhisselam, birine seslenince, adam kalktı, geldi. İsa aleyhisselam, (Bu ne hâldir, ne oldu size?) diye sordu. Dedi ki, (Yâ Nebiyallah, bu köy çok takva ehli, çok dindar, çok iyi ahlâk sahibi bir köydü.
Sonra bizim kalbimiz dünyaya yöneldi. Namazı terk ettik, akla ne gelirse, hepsini bıraktık, yalnız parayı düşündük ve ektik biçtik, benimki çok, benimki güzel diye yarıştık. Ne Allah kelâmı var, ne Peygamber! Ahireti unuttuk, Allah'ı unuttuk, Peygamberi de unuttuk. Bir gün, hepimiz eğlenmek için, oynaşmak için buraya toplandık. Bir musibet geldi, hepimiz öldük.)
İsa aleyhisselam, yerine git dedikten sonra, yanındakilere buyurdu ki:
(Ahiret nimetini bırakıp da dünyaya tapanların, dünyadaki sonu budur. Ahirette de, en acı azapları çekeceklerdir. Onun için, imansız ölmekten, çok korkmak lazımdır.)
Moderatör tarafında düzenlendi: