MURATS44
Özel Üye
Mürşitlik, Evliyalık ve Nefsin Makam ve Dereceleri
Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn.
Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.
İslam dinini ifade eden bilgiler üç esas bölümden oluşur. Birincisi itikattır ki bu, dinin temelidir. İkincisi; amel ve cezalarla ilgli ilimdir. Bu da kendi içinde bölümlere ayrılır. Üçüncüsü ise güzel ahlak ilmi ve ihlastır. Nefis terbiyesi ve kalbin masiva sevgisinden temizlenmesi işlemi yapılmadan, hiç bir kimse gerçek anlamda güzel ahlaka ve hakiki ihlasa ulaşamaz.
Tasavvuf ıstılahında velilik; “Allah dostu” anlamına gelmektedir. Halk deyiminde ise, Arabça kırık çoğulunun karşılığı olan; “evliya” ifadesi kullanılır. Bunun anlamı, Kur’an ve sünnetten ayrılmayan; “Allah’ın rızasına ermiş, kalb gözü açık, kendisine Allah’ın kerametler verdiği sadık mümin” demektir. Bazı mutasavvıflar evliyalığı, velayeti âmme ve velayeti hâsse diye iki kategoride izah ederler.
Bazı ulemaya göre, Allah’a ve enbiyalara ve kitablarına imanı tam olan, farzları ve sünnetleri yapan, haramlardan sakınan her müminin umumi evliyalık kategorisine gireceğini ifade ederler. Nefsinin terbiye derecesi, nefsi levvame veya nefsi mülhime arasında bulunan bu kimseler, Allah’a ve Rasulüne iman edip salih amel işleyen, arada sırada küçük günah da işleyebilen müminlerdir. Bunlar büyük günah işlediklerinde ise, derhal pişman olur tevbe ederler.
Bu tür veliliğe özel evliyalık denir. Bir kimsenin bu kategoriye girebilmesi için, aşağıda belirtilen nefsin mertebelerinden en az Nefsi Mutmeinne mertebesine gelmiş olması gerekmektedir. Nefs-i Mutmeinne olan bir mümin, artık özel velilerdendir. Bu mertebenin bir üstü Nefsi Raziyedir. Burada kalanlar, bir ömür boyu sekr (İlahi nurun güzelliğinin verdiği manevi sarhoşluk) halinde kalarak kulluklarına devam ederler. Bunların bazılarında eski zamanlarda, çok az da olsa sekr halinin akıllarını örtmesiyle şeriat dışı sözler ve haller görülmüştür. Hallac-ı Mansur gibi. Bunlar mürşit olmadığı için bunların bu hallerini taklit etmek haramdır. Onların bu yaptıklarından dolayı sorumlu olup olmadıkları bizi alakadar da etmez. Bazı alimler manevi sekr halini yaşayanların o durumlarından dolayı sorumlu olmayacaklarını ifade ederler. Bizi alakadar eden şeriate tabii olmaktır.
Herkes kendi halinden mes’uldür.
Mürşid-i Kamil ve Mükemmil:
Allahu Tealaya manevi olarak diğer velilerden daha yakîn, manen daha ileri seviyede bulunan Allah dostu alim ve veli kimseler bu mertebeye ereler.
Cahilden mürşit olmaz. Mürşit; Kur’an ve Sünneti çok iyi bilen ve onu herkesten daha iyi yaşayan, ahlaken ve amelî olarak Peygamber(s.a.v.) Efendimize tam uyan örnek kimse olmalıdır. İrşat mertebesinde olup mürşitlik yapan bir kimsenin nefsi, Tasavvuf ıstlahında belirtilen Nefsi Merziye mertebesinde olmalıdır. Kâmil ve mükemmil bir mürşidin ruhani ahvali, fenafillahtan beka billah mertebesine ulaşmış olmalı ve sekr halinden kurtulmuş, olgun ve olgunlaştıracak nitelikleri taşımalıdır.SORU:Bu anlatılan velilik durumları Kur’an’da geçiyor mu?
CEVAP:Yukarıda anlattıklarımızın Kur’an’da karşılığı Vakıa Suresi 7 ve 10.cu ayetlerde geçmektedir. Kur’an; Vakıa Suresinin 7. ayetinde insanların kıyamette üç gurup olacağını haber vermektedir: “Siz de üç sınıf olduğunuz zaman,” (Vakıa-7). Aynı surenin 8.ayetinde mealen; “ki, eshabül-meymeneh, ne mutludur onlar! “ (Vakıa-8) ayeti ile, mü’minlerin Kıyametteki ahvali belirtilmektedir. Aynı surenin 9. ayetinde mealne; “Ve eshabül-meş’emeh ki, ne mutsuzdur onlar!” buyrularak, cehennemliklerin durumları belirtilmekte olup, 10. ayette ise, peygamberler ve varisleri olan mürşidlerin ahvalini belirtilir, mealen; “Ve sabikûnlar ki, en öne geçenlerdir”
Kur’an’ın engin manasını kendi dar kalıplarına sıkıştırmaya çalışarak tasavvufu inkara kalkan münkirlerin izahatlarını saymazsak, Kur’an’ın bir başka ayetinde, peygamberler ve onların varisleri olan mürşidlerden sadıklar olarak bahsedildiğini görürüz, mealen;
“Ey iman edenler Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe – 119)
Sadıklar kimlerdir? Sadıkların en bariz misallerinden birisi, enbiyadan sonra Ebû Bekris-Sıddîk(r.a.) hazretleridir. Sıddık kelimesi Arabça sadeka kelimesinden türetilmiş olup, sâdıkın mübalağası, daha ilerisi demektir. Sadıklar; o kimselerdirki özü sözü, fiilleri ile çelişmeyen doğru mü’minler anlamına gelmektedir. O halde, bu ayeti kerime, tasavvuf münkirlerinin ayete verdikleri dar manada olduğu gibi, sadece Tebükte olan olayların muhatabı kimselere hitab etmiyor, kıyamete kadar gelecek olan tüm müminlere hitaben; “Ey inanalar doğru mü’minlerle beraber olunuz” diye buyruluyor.
Kur’an’daki ifadeyle; ”Sadıkîn” yani velilik, çoğulu evliya nasıl olmalıdır? Yukarıda da söz ettiğimiz gibi sadıklar razı olunan yani Allah’ın kendilerinden olduğu kimselerdir ki, Kur’an’da bu ifade; “merdıyye “olarak geçer.
Eski müfessirler: “Nefsin razı olması”nı, onun kendisine verilen nimetlere razı olması veya kendi içinde hoşnutluk duyması şeklinde açıklamışlardır. (bk. İbn Kesir, Beyzavî, Kurtubî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
Bazı kimseler derki: ”Bizim ne haddimize Allah’tan razı olup, olmamak” Bu kimseler nefs ile ruhu birbirinden ayıramayıp kendilerini nefs sanmak gafletine düşenlerdir. Yoğurdun içinde ayran ile yağ karışıktır. Ne zaman onu yayıkta yayarlarsa, yağ bir tarafa ayran bir tarafa ayrılır da gerçek o zaman anlaşılır. Nefsi, seyrü süluk yapmayanlar alimde olsalar, nefisle ruhu birbirine karıştırmaktan asla kurtulamazlar.
Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn.
Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.
Mürşitlik ve Evliyalık(velilik) Nedir?
Tasavvuf ıstılahında velilik; “Allah dostu” anlamına gelmektedir. Halk deyiminde ise, Arabça kırık çoğulunun karşılığı olan; “evliya” ifadesi kullanılır. Bunun anlamı, Kur’an ve sünnetten ayrılmayan; “Allah’ın rızasına ermiş, kalb gözü açık, kendisine Allah’ın kerametler verdiği sadık mümin” demektir. Bazı mutasavvıflar evliyalığı, velayeti âmme ve velayeti hâsse diye iki kategoride izah ederler.
Velâyeti Âmme;
Bazı ulemaya göre, Allah’a ve enbiyalara ve kitablarına imanı tam olan, farzları ve sünnetleri yapan, haramlardan sakınan her müminin umumi evliyalık kategorisine gireceğini ifade ederler. Nefsinin terbiye derecesi, nefsi levvame veya nefsi mülhime arasında bulunan bu kimseler, Allah’a ve Rasulüne iman edip salih amel işleyen, arada sırada küçük günah da işleyebilen müminlerdir. Bunlar büyük günah işlediklerinde ise, derhal pişman olur tevbe ederler.
Velâyeti Hâsse:
Bu tür veliliğe özel evliyalık denir. Bir kimsenin bu kategoriye girebilmesi için, aşağıda belirtilen nefsin mertebelerinden en az Nefsi Mutmeinne mertebesine gelmiş olması gerekmektedir. Nefs-i Mutmeinne olan bir mümin, artık özel velilerdendir. Bu mertebenin bir üstü Nefsi Raziyedir. Burada kalanlar, bir ömür boyu sekr (İlahi nurun güzelliğinin verdiği manevi sarhoşluk) halinde kalarak kulluklarına devam ederler. Bunların bazılarında eski zamanlarda, çok az da olsa sekr halinin akıllarını örtmesiyle şeriat dışı sözler ve haller görülmüştür. Hallac-ı Mansur gibi. Bunlar mürşit olmadığı için bunların bu hallerini taklit etmek haramdır. Onların bu yaptıklarından dolayı sorumlu olup olmadıkları bizi alakadar da etmez. Bazı alimler manevi sekr halini yaşayanların o durumlarından dolayı sorumlu olmayacaklarını ifade ederler. Bizi alakadar eden şeriate tabii olmaktır.
Herkes kendi halinden mes’uldür.
Mürşid-i Kamil ve Mükemmil:
Allahu Tealaya manevi olarak diğer velilerden daha yakîn, manen daha ileri seviyede bulunan Allah dostu alim ve veli kimseler bu mertebeye ereler.
BİLGİ
Tasavvufla ilgili daha detaylı bilgiye ulaşmak için :
Cahilden mürşit olmaz. Mürşit; Kur’an ve Sünneti çok iyi bilen ve onu herkesten daha iyi yaşayan, ahlaken ve amelî olarak Peygamber(s.a.v.) Efendimize tam uyan örnek kimse olmalıdır. İrşat mertebesinde olup mürşitlik yapan bir kimsenin nefsi, Tasavvuf ıstlahında belirtilen Nefsi Merziye mertebesinde olmalıdır. Kâmil ve mükemmil bir mürşidin ruhani ahvali, fenafillahtan beka billah mertebesine ulaşmış olmalı ve sekr halinden kurtulmuş, olgun ve olgunlaştıracak nitelikleri taşımalıdır.SORU:Bu anlatılan velilik durumları Kur’an’da geçiyor mu?
CEVAP:Yukarıda anlattıklarımızın Kur’an’da karşılığı Vakıa Suresi 7 ve 10.cu ayetlerde geçmektedir. Kur’an; Vakıa Suresinin 7. ayetinde insanların kıyamette üç gurup olacağını haber vermektedir: “Siz de üç sınıf olduğunuz zaman,” (Vakıa-7). Aynı surenin 8.ayetinde mealen; “ki, eshabül-meymeneh, ne mutludur onlar! “ (Vakıa-8) ayeti ile, mü’minlerin Kıyametteki ahvali belirtilmektedir. Aynı surenin 9. ayetinde mealne; “Ve eshabül-meş’emeh ki, ne mutsuzdur onlar!” buyrularak, cehennemliklerin durumları belirtilmekte olup, 10. ayette ise, peygamberler ve varisleri olan mürşidlerin ahvalini belirtilir, mealen; “Ve sabikûnlar ki, en öne geçenlerdir”
Kur’an’ın engin manasını kendi dar kalıplarına sıkıştırmaya çalışarak tasavvufu inkara kalkan münkirlerin izahatlarını saymazsak, Kur’an’ın bir başka ayetinde, peygamberler ve onların varisleri olan mürşidlerden sadıklar olarak bahsedildiğini görürüz, mealen;
“Ey iman edenler Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe – 119)
Sadıklar kimlerdir? Sadıkların en bariz misallerinden birisi, enbiyadan sonra Ebû Bekris-Sıddîk(r.a.) hazretleridir. Sıddık kelimesi Arabça sadeka kelimesinden türetilmiş olup, sâdıkın mübalağası, daha ilerisi demektir. Sadıklar; o kimselerdirki özü sözü, fiilleri ile çelişmeyen doğru mü’minler anlamına gelmektedir. O halde, bu ayeti kerime, tasavvuf münkirlerinin ayete verdikleri dar manada olduğu gibi, sadece Tebükte olan olayların muhatabı kimselere hitab etmiyor, kıyamete kadar gelecek olan tüm müminlere hitaben; “Ey inanalar doğru mü’minlerle beraber olunuz” diye buyruluyor.
Kur’an’daki ifadeyle; ”Sadıkîn” yani velilik, çoğulu evliya nasıl olmalıdır? Yukarıda da söz ettiğimiz gibi sadıklar razı olunan yani Allah’ın kendilerinden olduğu kimselerdir ki, Kur’an’da bu ifade; “merdıyye “olarak geçer.
Eski müfessirler: “Nefsin razı olması”nı, onun kendisine verilen nimetlere razı olması veya kendi içinde hoşnutluk duyması şeklinde açıklamışlardır. (bk. İbn Kesir, Beyzavî, Kurtubî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
Bazı kimseler derki: ”Bizim ne haddimize Allah’tan razı olup, olmamak” Bu kimseler nefs ile ruhu birbirinden ayıramayıp kendilerini nefs sanmak gafletine düşenlerdir. Yoğurdun içinde ayran ile yağ karışıktır. Ne zaman onu yayıkta yayarlarsa, yağ bir tarafa ayran bir tarafa ayrılır da gerçek o zaman anlaşılır. Nefsi, seyrü süluk yapmayanlar alimde olsalar, nefisle ruhu birbirine karıştırmaktan asla kurtulamazlar.