faruk islam
Özel Üye
MÜSLÜMANIN UYRUĞU VE İNANCI
İslam yeni değerler, yeni kabuller ve bunların alınacağı ölçüler getirdiği gibi insanlararası ilişkiler konusunda da yeni bir düşünce yapısı sunmuştur insanlığa.
Her şeyden önce İslam insanı Rabb’ine yöneltmek: O’nun iktidarını, değer ve ölçülerinde yegane kaynak bellettirmek, varlığını ve hayatını O’ndan aldığını, insanlar arası bağlantılarında tek başvuru kaynağının o olduğunu; bütün bunların onun iradesi sonucu meydana geldiği gibi hepsinin tekrar ona döneceğini öğretmek için gelmiştir. Ayrıca insanları birbirine ve Allah’a bağlayan tek bir bağın olduğunu, bu bağ işlevini yitirince insanlarla insanlar arasında, insanlarla Allah arasında bir sevgi bağının kalmayacağını onlara anlatmak için gelmiştir İslam. Nitekim Allah şöyle diyor:
“Allah ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a, Rasulü’ne düşmam olanlara dostluk ettiklerini görmezsin...” (Mücadele, 58:22)
Burada Allah adına tek bir hizip vardır; kesinlikle birkaç tane olamaz. Geri kalan hiziplerin tümü şeytan ve tağutların partileridir. Şu ayette buyurulduğu gibi:
“İnananlar Allah yolunda savaşırlar; kafirler ise tağutun yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostları ile savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır.”(Nisa, 4:76)
Burada insanlar Allah’a ulaştıran tek bir yol vardır; geri kalanların hiçbirisi
ulaştırmaz:
“İşte benim dosdoğru yolum budur; o halde ona uyun. Başka yollara uymayınız ki, sizi O’nun yolundan ayırması...” (En’am, 6:153).
Burada tek bir “dünya düzeni” vardır: İslam nizamı; geriye kalan bütün dünya düzenleri “Cahiliyye nizamıdırlar”:
“Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar iyi bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Maide, 5:50)
Tek bir şeriat vardır burada: Allah’ın şeriatı; geriye kalanların hepsi dizginlenemeyen arzular (heva)dır.
“Sonra sana katımızdan bir şeri’at gösterdik; ona uy; bilmeyenlerin hevasına dizginlenemeyen arzularına) uyma.” (Casiye, 45:18),
Kesinlikle birkaç tane olmayan tek bir “Haké vardır; geriye kalanların tümü sapıklıktır:
“Hak’tan sonra sapıklık (dalalet)tan başka ne var? Öylesi ise nasıl Hak’tan sapıklığa çevriliyorsunuz?” (Yunus, 10:32).
Bunların yanı sıra tek bir İslam ülkesi (Dar’ul-İslam) vardır; İslam devletinin kurulduğu, Allah’ın şeri’atı’nın yürürlükte olduğu, şer’i cezaların uygulandığı, müslümanların birbirlerini veli (dost) edindiği Darü’l-İslam... Geriye kalan ülkelerin tümü “Darü’l-Harp’tir; müslümanın bu tür ülkelerle olan ilişkisi ya onlarla savaşmak ya da ahd-ü eman üzerine ateşkes anlaşması yapmaktır.
Müslümanın vatanı, Allah’ın şeri’atının uygulandığı; vatan ile orada yaşayan insanlar arasında Allah!’a bağlılık temeline dayalı ilişkilerin olduğu yerdir. Bu vatanın tanımı dışındaki ülkelerden hiçbirisi müslümanın vatanı olamaz.
“Dar’ül-İslam”da, müslümanı “İslam Ümmeti”nin bir üyesi yapan inanç,(akide) biçiminden başka bir uyruğu, bir milliyetçilik anlayışı kesinlikle yoktur.
Allah’a inanma temeline dayanmayan hiçbir yakınlık türü yoktur müslümanın. Yabancı insanlar şöyle dursun müslümanın kendisi ve neseben ailesi ile olan akrabalık bağlarının da bu temele (Allah’a inanma temeline) dayalı olması gerekir. Birinci derecede önemli bu bağ ‘yaratıcı’ya bağlılık temeline dayanmıyorsa, müslümanın neseben ilişkisi olan babası, anası, kardeşi, eşi ve akrabaları ile dinen bir yakınlığı yoktur. Kur’an şu açıklamayı yapıyor:
“Ey insanlar sizi bir tek candan yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadın üreten Rabb’inizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının...” (Nisa, 4:1)
Kaldı ki bu ayetler ebeveyn ile çocukları arasında inanç muhalefeti olsa bile, ana baba müslümanların düşmanlarının cephesinde yer almadıkları sürece, medeni ölçüler dahilinde ilişkilerini sürdürmelerine engel değildir.
Aralarında akide bağı olduğu zaman –başka bağlara gerek yok- bütün mü’minler kardeştir. Çünkü “Ancak mü’minler kardeştir” ilkesi bu prensibi kesin bir yapıya kavuşturmuştur. Öte yandan şu ayette de aynı konu vurgulanmaktadır:
“Onlar ki inandılar, hicret ettiler mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad ettiler. Onlar ki inandılar ülkelerine hicret edenleri barındırıp onlara yardım ettiler. İşte onlar birbirlerinin velisidirler.” (Enfal, 8:72)
bu öylesine bir velayettir ki, birbirini izleyen kuşaktan kuşağa geçer, bu ümmetin başlangıcı ile sonunu birbirine bağlar; sonunu, başlangıcına bağlar, sevgi ile, dostlukla içtenlikle... İşte şu ayetler bu konuya ışık tutuyor:
“Ve onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşen, imana sarılanlar (ensar), kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç eğilimi duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi hicret eden kardeşlerini öz canlarına tercih ederler. Kim nefsin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya erenlerdir.”
“Onlardan sonra gelenler de derler ki:” Rabb’imiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabb’imiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin. (Haşr, 59, 9-10)
İlk dönem iman kervanı inanan ümmete sunulan ilahi yaşama biçimini benimseyince, birinci derecede önemli olan akide bağının kopması sonucu akide farklılığı ortaya çıkmıştı. Bu nedenle aynı çatının altındaki aileler ayrılmış, aynı aşiretin üyeleri bölünmüştü. Bu seçkin mü’minlerin nitelikleri hakkında yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a ve Ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah’a ve elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendilerinden bir ruh ile (Kur’an’la) desteklemiştir. Onları, içinde ırmaklar akan cennetlere sokacaktır ve orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da ondan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbindendir; kuşkusuz başarıya ulaşacak olanlar yalnızca Allah’ın hizbidir.” (Mücadele, 58:22)
İslam, ne sadece sözle ifade edilen bir kelime (kavram) ne de İslami bir etiket ve unvan takınan insanların doğup yaşadığı bölgedir. Kişinin müslüman olan bir ana-babasının ocağında doğup onlardan tevarüs yoluyla edindiği bir miras da değildir İslam. Allah şöyle buyuruyor:
“Hayır,Rabb’in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme, içlerinden bir burukluk duymadan, tamamen teslim olmadıkça inanmış olmazlar.” (Nisa, 4:65)
Vatan nedir: İslam’a göre vatan akidenin hakim olduğu, Allah’ın koyduğu şeri’at ve hayat biçiminin uygulandığı herhangi bir bölgedir. Zira insana yaraşan vatan kavrama da ancak budur.
Cinsiyet (uyruk) nedir: cinsiyet inanç (akide) ve yaşama biçimidir. İşte insanoğluna yakışan insanları birbirine bağlayan bağlar sadece bunlardır.
Gerçek anlamada Allah’ın seçip çıkardığı ümmetinin nitelikleri, aralarındaki ülke, dil, renk, etnik köken ve ulus farklılıkları olmasına rağmen hepsi bir araya gelerek topyekün Allah’ın sancağı altında toplanan “İslam Ümmeti”dir. Kur’an onlar hakkında şöyle diyor:
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz: ma’rufu emreder, münkerden nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız...” (Al-i İmran, 3:110)
O eşine benzerine tarihte rastlanmayan ilk topluluk arasında bakın kimler vardı ve hangi etnik kökeni taşıyorlardı:
Ebubekir Arap asıllı, Bilal, Habeşli; Suheyb, yunan asıllı; Selman Fars (İran) asıllı... bunların hepsi farklı iklimlerin, farklı ulusların insanları olmalarına rağmen hepsi birbiri ile en samimi kardeş olmuşlardır. Bu olağanüstü uygulama, onlardan sonra da nesiller boyu devam etti. Bu ümmette uyruk ,inanç; ülke, “Darü’l-İslam”dır. Hakimiyet yalnızca Allah’a özgü bir olgudur; anayasa ise Kur’an’dır.ALINTI
İslam yeni değerler, yeni kabuller ve bunların alınacağı ölçüler getirdiği gibi insanlararası ilişkiler konusunda da yeni bir düşünce yapısı sunmuştur insanlığa.
Her şeyden önce İslam insanı Rabb’ine yöneltmek: O’nun iktidarını, değer ve ölçülerinde yegane kaynak bellettirmek, varlığını ve hayatını O’ndan aldığını, insanlar arası bağlantılarında tek başvuru kaynağının o olduğunu; bütün bunların onun iradesi sonucu meydana geldiği gibi hepsinin tekrar ona döneceğini öğretmek için gelmiştir. Ayrıca insanları birbirine ve Allah’a bağlayan tek bir bağın olduğunu, bu bağ işlevini yitirince insanlarla insanlar arasında, insanlarla Allah arasında bir sevgi bağının kalmayacağını onlara anlatmak için gelmiştir İslam. Nitekim Allah şöyle diyor:
“Allah ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a, Rasulü’ne düşmam olanlara dostluk ettiklerini görmezsin...” (Mücadele, 58:22)
Burada Allah adına tek bir hizip vardır; kesinlikle birkaç tane olamaz. Geri kalan hiziplerin tümü şeytan ve tağutların partileridir. Şu ayette buyurulduğu gibi:
“İnananlar Allah yolunda savaşırlar; kafirler ise tağutun yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostları ile savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır.”(Nisa, 4:76)
Burada insanlar Allah’a ulaştıran tek bir yol vardır; geri kalanların hiçbirisi
ulaştırmaz:
“İşte benim dosdoğru yolum budur; o halde ona uyun. Başka yollara uymayınız ki, sizi O’nun yolundan ayırması...” (En’am, 6:153).
Burada tek bir “dünya düzeni” vardır: İslam nizamı; geriye kalan bütün dünya düzenleri “Cahiliyye nizamıdırlar”:
“Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar iyi bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Maide, 5:50)
Tek bir şeriat vardır burada: Allah’ın şeriatı; geriye kalanların hepsi dizginlenemeyen arzular (heva)dır.
“Sonra sana katımızdan bir şeri’at gösterdik; ona uy; bilmeyenlerin hevasına dizginlenemeyen arzularına) uyma.” (Casiye, 45:18),
Kesinlikle birkaç tane olmayan tek bir “Haké vardır; geriye kalanların tümü sapıklıktır:
“Hak’tan sonra sapıklık (dalalet)tan başka ne var? Öylesi ise nasıl Hak’tan sapıklığa çevriliyorsunuz?” (Yunus, 10:32).
Bunların yanı sıra tek bir İslam ülkesi (Dar’ul-İslam) vardır; İslam devletinin kurulduğu, Allah’ın şeri’atı’nın yürürlükte olduğu, şer’i cezaların uygulandığı, müslümanların birbirlerini veli (dost) edindiği Darü’l-İslam... Geriye kalan ülkelerin tümü “Darü’l-Harp’tir; müslümanın bu tür ülkelerle olan ilişkisi ya onlarla savaşmak ya da ahd-ü eman üzerine ateşkes anlaşması yapmaktır.
Müslümanın vatanı, Allah’ın şeri’atının uygulandığı; vatan ile orada yaşayan insanlar arasında Allah!’a bağlılık temeline dayalı ilişkilerin olduğu yerdir. Bu vatanın tanımı dışındaki ülkelerden hiçbirisi müslümanın vatanı olamaz.
“Dar’ül-İslam”da, müslümanı “İslam Ümmeti”nin bir üyesi yapan inanç,(akide) biçiminden başka bir uyruğu, bir milliyetçilik anlayışı kesinlikle yoktur.
Allah’a inanma temeline dayanmayan hiçbir yakınlık türü yoktur müslümanın. Yabancı insanlar şöyle dursun müslümanın kendisi ve neseben ailesi ile olan akrabalık bağlarının da bu temele (Allah’a inanma temeline) dayalı olması gerekir. Birinci derecede önemli bu bağ ‘yaratıcı’ya bağlılık temeline dayanmıyorsa, müslümanın neseben ilişkisi olan babası, anası, kardeşi, eşi ve akrabaları ile dinen bir yakınlığı yoktur. Kur’an şu açıklamayı yapıyor:
“Ey insanlar sizi bir tek candan yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadın üreten Rabb’inizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının...” (Nisa, 4:1)
Kaldı ki bu ayetler ebeveyn ile çocukları arasında inanç muhalefeti olsa bile, ana baba müslümanların düşmanlarının cephesinde yer almadıkları sürece, medeni ölçüler dahilinde ilişkilerini sürdürmelerine engel değildir.
Aralarında akide bağı olduğu zaman –başka bağlara gerek yok- bütün mü’minler kardeştir. Çünkü “Ancak mü’minler kardeştir” ilkesi bu prensibi kesin bir yapıya kavuşturmuştur. Öte yandan şu ayette de aynı konu vurgulanmaktadır:
“Onlar ki inandılar, hicret ettiler mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad ettiler. Onlar ki inandılar ülkelerine hicret edenleri barındırıp onlara yardım ettiler. İşte onlar birbirlerinin velisidirler.” (Enfal, 8:72)
bu öylesine bir velayettir ki, birbirini izleyen kuşaktan kuşağa geçer, bu ümmetin başlangıcı ile sonunu birbirine bağlar; sonunu, başlangıcına bağlar, sevgi ile, dostlukla içtenlikle... İşte şu ayetler bu konuya ışık tutuyor:
“Ve onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşen, imana sarılanlar (ensar), kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç eğilimi duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi hicret eden kardeşlerini öz canlarına tercih ederler. Kim nefsin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya erenlerdir.”
“Onlardan sonra gelenler de derler ki:” Rabb’imiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabb’imiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin. (Haşr, 59, 9-10)
İlk dönem iman kervanı inanan ümmete sunulan ilahi yaşama biçimini benimseyince, birinci derecede önemli olan akide bağının kopması sonucu akide farklılığı ortaya çıkmıştı. Bu nedenle aynı çatının altındaki aileler ayrılmış, aynı aşiretin üyeleri bölünmüştü. Bu seçkin mü’minlerin nitelikleri hakkında yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a ve Ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah’a ve elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendilerinden bir ruh ile (Kur’an’la) desteklemiştir. Onları, içinde ırmaklar akan cennetlere sokacaktır ve orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da ondan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbindendir; kuşkusuz başarıya ulaşacak olanlar yalnızca Allah’ın hizbidir.” (Mücadele, 58:22)
İslam, ne sadece sözle ifade edilen bir kelime (kavram) ne de İslami bir etiket ve unvan takınan insanların doğup yaşadığı bölgedir. Kişinin müslüman olan bir ana-babasının ocağında doğup onlardan tevarüs yoluyla edindiği bir miras da değildir İslam. Allah şöyle buyuruyor:
“Hayır,Rabb’in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme, içlerinden bir burukluk duymadan, tamamen teslim olmadıkça inanmış olmazlar.” (Nisa, 4:65)
Vatan nedir: İslam’a göre vatan akidenin hakim olduğu, Allah’ın koyduğu şeri’at ve hayat biçiminin uygulandığı herhangi bir bölgedir. Zira insana yaraşan vatan kavrama da ancak budur.
Cinsiyet (uyruk) nedir: cinsiyet inanç (akide) ve yaşama biçimidir. İşte insanoğluna yakışan insanları birbirine bağlayan bağlar sadece bunlardır.
Gerçek anlamada Allah’ın seçip çıkardığı ümmetinin nitelikleri, aralarındaki ülke, dil, renk, etnik köken ve ulus farklılıkları olmasına rağmen hepsi bir araya gelerek topyekün Allah’ın sancağı altında toplanan “İslam Ümmeti”dir. Kur’an onlar hakkında şöyle diyor:
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz: ma’rufu emreder, münkerden nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız...” (Al-i İmran, 3:110)
O eşine benzerine tarihte rastlanmayan ilk topluluk arasında bakın kimler vardı ve hangi etnik kökeni taşıyorlardı:
Ebubekir Arap asıllı, Bilal, Habeşli; Suheyb, yunan asıllı; Selman Fars (İran) asıllı... bunların hepsi farklı iklimlerin, farklı ulusların insanları olmalarına rağmen hepsi birbiri ile en samimi kardeş olmuşlardır. Bu olağanüstü uygulama, onlardan sonra da nesiller boyu devam etti. Bu ümmette uyruk ,inanç; ülke, “Darü’l-İslam”dır. Hakimiyet yalnızca Allah’a özgü bir olgudur; anayasa ise Kur’an’dır.ALINTI