bedirhan.
Aktif Üyemiz
KURAN'I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
83-MUTAFFİFİN:
Sûresi, Mekke'de son inen sûredir. Hz. Peygamber (s.a.v) Medine'ye geldiği zaman Medine'lilerin ölçekleri kötü olduğundan dolayı düzeltilmesi için Medine'de ilk inen sûre olduğu da rivayet edilmiştir. Medine'ye varmadan önce Mekke ile Medine arasında indiği de söylenmiştir ki, o da Mekke'de inmiş demektir.
Âyetleri : İttifakla otuzaltı,
Kelimeleri : Yüzdoksan dokuz,
Harfleri : Yediyüzotuzdur.
Fâsılası : ve  harfleridir.
1- Eksik ölçüp tartanların vay haline!
2- Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler.
3- Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.
4- Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
5- Büyük bir gün için.
6- Öyle bir gün ki, insanlar o gün Rabblerinin huzurunda divan duracaklar.
7- Hayır hayır, kötülerin yazısı muhakkak Siccin'dedir.
8- Bildin mi sen, Siccin nedir?
9- Yazılmış bir kitaptır o.
10- Vay haline yalanlayanların o gün!
11- Onlar ceza gününü yalanlayanlardır.
12- Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün olanlar yalanlar.
13- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "eskilerin masalları" der.
14- Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
15- Hayır hayır, doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.
16- Sonra onlar muhakkak cehenneme girecekler.
17- Sonra da onlara: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilecek.
18- Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak Illiyyîn'dedir.
19- Bildin mi sen, Illiyyîn nedir?
20- Yazılmış bir kitaptır o.
21- Allah'a yaklaştırılmış melekler ona tanık olurlar.
22- Haberiniz olsun ki, iyiler nimet içindedir.
23- Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
24- Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.
25- Onlara damgalı saf bir içki sunulur.
26- Onun sonu misktir. İşte ona imrensin artık imrenenler.
27- Karışımı Tesnim'dendir (En üstün cennet şarabındandır).
28- Allah'a yakın olanların içecekleri bir kaynaktır o.
29- Doğrusu o suç işleyenler inananlara gülüyorlardı.
30- Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.
31- Evlerine döndükleri zaman zevklenerek dönüyorlardı.
32- Müminleri gördükleri vakit; "işte bunlar sapıklar" diyorlardı.
33- Oysa onlar müminler üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
34- İşte bugün de inananlar kâfirlere gülecek.
35- Koltuklar üzerinde etrafa bakacaklar.
36- Nasıl, kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?
Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline.
Çoğunlukla "vay haline" demekle yetindiğimiz "veyl" kelimesi hakkında daha önceki sûrelerde ve bu arada "Mürselât" Sûresi'nde de söz geçmişti. Bununla beraber bizdeki "vay" tabiri Araplar'ın "veyh" kelimesi karşılığı olduğundan "veyl"in şiddetini pek duyurmadığı gibi, özel bir isim olması hakkındaki rivayete bir delaleti de olmuyor. Bu itibarla "veyl ona" ve "vaveyla" tabirleri dilimizde yaygın şekilde kullanılmış bulunduğu için burada olduğu gibi meâlde bazan aynen almak faydalı olacağından başka, 'in de sûrenin bir ismi olması nedeniyle bu iki kelimenin aynen söylenmesi zorunlu demektir.
VEYL, başlıca şu mânâlarda tefsir olunmuştur: Şiddetli kötülük, hüzün ve helak, elem verici azap, cehennemde bir vadi adı.
İmam Ahmed ve Tirmizî Ebu Saîd'den şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Veyl, cehennemde bir vadidir ki kâfir onun dibine varmadan önce onda kırk yıl yukardan aşağı düşer."
İbnü Hibban ve Hakim'in Sahih'lerinde: "Veyl, iki dağ arasında bir vadidir ki, kâfir..."
İbnü Ebi Hatim de Abdullah'tan; "Cehennem'de irinden bir vadidir." diye rivayet etmiştir.
Ragıb'ın "Müfredat"ında, Asmeî demiştir ki: Veyl, bir kubuh, yani bir çirkinliktir. Bazan hasret çekme için de kullanılır. Veyl Cehennem'de bir vadidir diyenler, lügat itibariyle bu kelimenin mânâsı budur demek istememiş, ancak hakkında yüce Allah'ın "veyl" buyurduğu kimseler o ateşten bir yere yerleşmeyi hak etmiş, orası da onlar için sabit olmuştur demek istemişlerdir.
Alûsî der ki: "Ona "veyl" denilmesi, cehennemin bilinen mânâda kullanılması gibi olduğu açıktır. Bunun nasıl bir isimlendirme olduğuna bakılsın."
Bizce açık olan budur ki, cehennemin bildiğimiz mânâda kullanılması tevatür yoluyla şer'i bir kullanım olmakla beraber bu örf lügatine de girmiştir. Fakat "veyl"in izah edilen mânâ ile Cehennem'de bir vadi ismi olması şer'î bir isimlendirme olmakla beraber mütevatir olmadığı gibi lügat yönünden de örf haline gelmeyen bir mecaz olur. Bu izahtan anlaşılır ki "vay haline" demekle "veyl ona" demeyi tam olarak Türkçe'ye çevirmiş olamıyoruz. Ancak lügat kaynağına bir dereceye kadar işaret etmiş oluyoruz.
MUTAFFİFİN, "Mutaffif" kelimesinin çoğuludur. Bunun, "alırken dolgun, verirken eksik ölçenler" demek olduğu, önünde açıklayıcı sıfat olarak gelen iki âyet ile anlatılmıştır. Mutaffif'in tam karşılığı olarak Türkçe'de özel bir kelime bulamadım. Bu nedenle bunun türeyişinden biraz söz etmek uygun olacaktır:
Mutaffif, belli ki "tatfif" kökünden ism-i fâildir. Tatfif de ölçeği eksik ölçmektir. Razî şöyle der:
Bunun türetilişi hususunda iki görüş vardır.
BİRİNCİSİ, bir şeyin "taffı, kıyısı ve kenarıdır. Bir kap veya derede bulunan bir şey derenin kıyısına kadar varıp da tam dolmazsa denir. Buna onun tafâfı, tufâfı ve tafefi denir. Onun için ölçeği fena ölçüp de tam yapmayana mutaffif denilir ki, ancak kabın tafâf'ına kadar doldurur demek olur. Fakat "Kâmûs"tan anlaşıldığına göre; taff, tafef, tafâf ve tufâf bir ölçeği veya kabı tam dolduran şeye veya dolusu silindikten sonra içinde kalana veya ölçeğin başına denir. Bundan tatfif, tafâfı eksiltmek, yani eksik ölçü ile vermek veya eksik ölçmektir ki fiilin yapısı olumsuzluk için olur.
İKİNCİSİ, pek az bir şeye "tafîf" denilir. Ölçeği eksik ölçene mutaffif denilmesi, ölçekte veya tartıda biraz bir şey çaldığı içindir.
Demek ki tatfif, ölçüde veya tartıda biraz bir şey çalmaktır. Bu kelime müteaddî (geçişli) bir mânâ veya bu işi yapan bunu âdet haline getirmiş olması itibariyle çokluk ifade etmek için kullanılmıştır. Bu izah şekli âyetteki tefsire daha uygundur. Zira âyette mutaffifler şöyle nitelenip tanıtılıyor:
2. O kimseler ki kendilerine ölçtükleri vakit insanların aleyhine olarak tam ölçerler, dolgun ölçerler.
Burada ifadeden açıkça görünen "insanlardan ölçtüklerinde" denilmesiydi. Buyrulması, kendi çıkarlarına olarak insanların zararına haddi aşmak suretiyle ölçtüklerine işaret içindir. Yani başkalarından satın alma yoluyla veya başka bir sebeple bir şey alıp da alacaklarını kendileri ölçtükleri zaman insanların aleyhine olarak bol ölçerler. Dolgun bir şekilde, yani tamam almak isterler ve hatta basa basa almak için baskı altına alıcı bir şekilde hareket ederler.
3. İnsanlara ölçtükeri veya tarttıkları vakit ise eksiltirler, eksik ölçek veya tartı ile ölçerler veya ölçüşte tartışta eksik yapar, onlara ziyan ettirirler.
İşte Veyl'i hak edişlerinin sebebi, bu şekilde tartma ve ölçmeyi alışkanlık haline getirmiş olmalarıdır.
Böylece az bir şeyi çalanlar veyli hak ederse, çok çalanların kaç katlı veyli hak edecekeri düşünülmeli. Razî şöyle der: Bedevinin biri Abdülmelik b. Mervan'a şöyle demişti: "Yüce Allah'ın dediğini işittin". Bedevi bununla şunu kastetmişti: Mutaffif, azıcık bir şey almakla ona büyük bir tehdit yöneltildi. Sen ise çoğu alıyorsun, müslümanların mallarını ölçüsüz tartısız alıyorsun. O halde, sen kendine ne yapılacağını zannediyorsun?"
Burada vezn'in yani tartmanın da söylenmesi, öncekinde yalnız "keyl"in yani ölçmenin zikredilmesinin tahsis için değil, onun zikriyle yetinilmek kabilinden olduğunu ve bu hilenin keyl ve vezin dahil her türlü ölçme işinde olabileceğini anlatmak içindir. Rahmân ve Hadid sûrelerinde de geçtiği üzere göklerin ve yerin ayakta duruşu bir ölçü ve denge iledir. Bütün hakların ölçeği de terazidir. Onun için bir yerde hak ve adâletin yerleşmesi için ilk gerekli olan şey ölçünün herkes için eşit bir şekilde doğru ve dürüst olmasıdır. Bunun doğru olması için iki temel direk gereklidir. Birisi, ölçünün bizzat kendisinin tam olması, eksik veya fazla, yanlış alet kullanılmaması, birisi de ölçmenin tam ve doğru olmasıdır. Ölçmenin doğru olması ise her şeyden evvel hak ve adalet fikriyle ruh doğruluğunun neticesidir. Ölçüyü, ölçeği ve tartıyı doğrultacak olan da odur. Kalp ve vicdanlarında insaf ve doğrulukla hak fikir ve imanı beslemeyenler doğru âletle dahi ölçerken hile yapmaktan kaçınmazlar. İnsanlar başkalarının haklarını da kendi hakları gibi tutarak düzgün bir ölçüyle ölçme duygusunu taşımadıkça hile yapmaktan kurtulmazlar. Düşünme ölçüsü bozuk olan kimseler aynı bir olayı kendileri için düşünürken başka, diğerleri için düşünürken de başka türlü değerlendirirler. Mesela, kendinin azıcık birşeyi kaybolmasını bir elem saydıkları halde başkasının az bir şeyi kaybolmasına önem vermez veya bundan bir lezzet duyarlar ki bu hal ruh ölçeğinde, fikir ölçüsünde bir hiledir. Asıl bu ruh halidir ki insanı ölçü ve tartıda hileye sevkeder. Bu ruh halini taşıyanlara ne kadar doğru ölçü ve terazi verilse onlar yine fırsat bulup güçleri yettikçe onu kötüye kullanmaktan çekinmezler. Bunların hepsi "mutaffifin" ünvanı altına girer ve "veyl"i hak ederler. Bundan dolayı burada hukukun düzenlenmesi ve iyilik ve hayrın yerleştirilmesi için önce ölçü ve tartının düzeltilmesi gerektiği gösterilmek üzere herşeyden önce ölçü ve tartıda bu tür hile yapma alışkanlığının veyl'i hak ettirdiği haber verilmiş ve bunun asıl sebebinin hak ve ahiret düşüncesini ihmal ettiren inanç bozukluğu olduğu, düzeltilmesi için de öncelikle ahirete îman ile sorumluluk duygu ve uyanıklığı duyurulmak üzere buyrulmuştur ki:
4. Zannetmezler mi onlar?. O hileyi yapanlar? İman etmiyorlarsa bir zan da mı beslemezler? Ki hepsi büyük bir gün için yeniden diriltilecekler. Yani ölçü ve tartıda yapılan böyle bir hilenin sorumluluk ve cezası öyle ağır ve o veyl'in uygulanacağı gün öyle büyük bir gündür ki insanın, onun kesin olan vukuuna inanıp kesin inanç taşıması şöyle dursun bir zan beslese bile o hileye cüret etmemesi gerekir.
5. Zannetmezler mi onlar?. O hileyi yapanlar? İman etmiyorlarsa bir zan da mı beslemezler? Ki hepsi büyük bir gün için yeniden diriltilecekler. Yani ölçü ve tartıda yapılan böyle bir hilenin sorumluluk ve cezası öyle ağır ve o veyl'in uygulanacağı gün öyle büyük bir gündür ki insanın, onun kesin olan vukuuna inanıp kesin inanç taşıması şöyle dursun bir zan beslese bile o hileye cüret etmemesi gerekir
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
83-MUTAFFİFİN:
Sûresi, Mekke'de son inen sûredir. Hz. Peygamber (s.a.v) Medine'ye geldiği zaman Medine'lilerin ölçekleri kötü olduğundan dolayı düzeltilmesi için Medine'de ilk inen sûre olduğu da rivayet edilmiştir. Medine'ye varmadan önce Mekke ile Medine arasında indiği de söylenmiştir ki, o da Mekke'de inmiş demektir.
Âyetleri : İttifakla otuzaltı,
Kelimeleri : Yüzdoksan dokuz,
Harfleri : Yediyüzotuzdur.
Fâsılası : ve  harfleridir.
1- Eksik ölçüp tartanların vay haline!
2- Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler.
3- Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.
4- Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
5- Büyük bir gün için.
6- Öyle bir gün ki, insanlar o gün Rabblerinin huzurunda divan duracaklar.
7- Hayır hayır, kötülerin yazısı muhakkak Siccin'dedir.
8- Bildin mi sen, Siccin nedir?
9- Yazılmış bir kitaptır o.
10- Vay haline yalanlayanların o gün!
11- Onlar ceza gününü yalanlayanlardır.
12- Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün olanlar yalanlar.
13- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "eskilerin masalları" der.
14- Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
15- Hayır hayır, doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.
16- Sonra onlar muhakkak cehenneme girecekler.
17- Sonra da onlara: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilecek.
18- Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak Illiyyîn'dedir.
19- Bildin mi sen, Illiyyîn nedir?
20- Yazılmış bir kitaptır o.
21- Allah'a yaklaştırılmış melekler ona tanık olurlar.
22- Haberiniz olsun ki, iyiler nimet içindedir.
23- Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
24- Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.
25- Onlara damgalı saf bir içki sunulur.
26- Onun sonu misktir. İşte ona imrensin artık imrenenler.
27- Karışımı Tesnim'dendir (En üstün cennet şarabındandır).
28- Allah'a yakın olanların içecekleri bir kaynaktır o.
29- Doğrusu o suç işleyenler inananlara gülüyorlardı.
30- Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.
31- Evlerine döndükleri zaman zevklenerek dönüyorlardı.
32- Müminleri gördükleri vakit; "işte bunlar sapıklar" diyorlardı.
33- Oysa onlar müminler üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
34- İşte bugün de inananlar kâfirlere gülecek.
35- Koltuklar üzerinde etrafa bakacaklar.
36- Nasıl, kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?
Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline.
Çoğunlukla "vay haline" demekle yetindiğimiz "veyl" kelimesi hakkında daha önceki sûrelerde ve bu arada "Mürselât" Sûresi'nde de söz geçmişti. Bununla beraber bizdeki "vay" tabiri Araplar'ın "veyh" kelimesi karşılığı olduğundan "veyl"in şiddetini pek duyurmadığı gibi, özel bir isim olması hakkındaki rivayete bir delaleti de olmuyor. Bu itibarla "veyl ona" ve "vaveyla" tabirleri dilimizde yaygın şekilde kullanılmış bulunduğu için burada olduğu gibi meâlde bazan aynen almak faydalı olacağından başka, 'in de sûrenin bir ismi olması nedeniyle bu iki kelimenin aynen söylenmesi zorunlu demektir.
VEYL, başlıca şu mânâlarda tefsir olunmuştur: Şiddetli kötülük, hüzün ve helak, elem verici azap, cehennemde bir vadi adı.
İmam Ahmed ve Tirmizî Ebu Saîd'den şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Veyl, cehennemde bir vadidir ki kâfir onun dibine varmadan önce onda kırk yıl yukardan aşağı düşer."
İbnü Hibban ve Hakim'in Sahih'lerinde: "Veyl, iki dağ arasında bir vadidir ki, kâfir..."
İbnü Ebi Hatim de Abdullah'tan; "Cehennem'de irinden bir vadidir." diye rivayet etmiştir.
Ragıb'ın "Müfredat"ında, Asmeî demiştir ki: Veyl, bir kubuh, yani bir çirkinliktir. Bazan hasret çekme için de kullanılır. Veyl Cehennem'de bir vadidir diyenler, lügat itibariyle bu kelimenin mânâsı budur demek istememiş, ancak hakkında yüce Allah'ın "veyl" buyurduğu kimseler o ateşten bir yere yerleşmeyi hak etmiş, orası da onlar için sabit olmuştur demek istemişlerdir.
Alûsî der ki: "Ona "veyl" denilmesi, cehennemin bilinen mânâda kullanılması gibi olduğu açıktır. Bunun nasıl bir isimlendirme olduğuna bakılsın."
Bizce açık olan budur ki, cehennemin bildiğimiz mânâda kullanılması tevatür yoluyla şer'i bir kullanım olmakla beraber bu örf lügatine de girmiştir. Fakat "veyl"in izah edilen mânâ ile Cehennem'de bir vadi ismi olması şer'î bir isimlendirme olmakla beraber mütevatir olmadığı gibi lügat yönünden de örf haline gelmeyen bir mecaz olur. Bu izahtan anlaşılır ki "vay haline" demekle "veyl ona" demeyi tam olarak Türkçe'ye çevirmiş olamıyoruz. Ancak lügat kaynağına bir dereceye kadar işaret etmiş oluyoruz.
MUTAFFİFİN, "Mutaffif" kelimesinin çoğuludur. Bunun, "alırken dolgun, verirken eksik ölçenler" demek olduğu, önünde açıklayıcı sıfat olarak gelen iki âyet ile anlatılmıştır. Mutaffif'in tam karşılığı olarak Türkçe'de özel bir kelime bulamadım. Bu nedenle bunun türeyişinden biraz söz etmek uygun olacaktır:
Mutaffif, belli ki "tatfif" kökünden ism-i fâildir. Tatfif de ölçeği eksik ölçmektir. Razî şöyle der:
Bunun türetilişi hususunda iki görüş vardır.
BİRİNCİSİ, bir şeyin "taffı, kıyısı ve kenarıdır. Bir kap veya derede bulunan bir şey derenin kıyısına kadar varıp da tam dolmazsa denir. Buna onun tafâfı, tufâfı ve tafefi denir. Onun için ölçeği fena ölçüp de tam yapmayana mutaffif denilir ki, ancak kabın tafâf'ına kadar doldurur demek olur. Fakat "Kâmûs"tan anlaşıldığına göre; taff, tafef, tafâf ve tufâf bir ölçeği veya kabı tam dolduran şeye veya dolusu silindikten sonra içinde kalana veya ölçeğin başına denir. Bundan tatfif, tafâfı eksiltmek, yani eksik ölçü ile vermek veya eksik ölçmektir ki fiilin yapısı olumsuzluk için olur.
İKİNCİSİ, pek az bir şeye "tafîf" denilir. Ölçeği eksik ölçene mutaffif denilmesi, ölçekte veya tartıda biraz bir şey çaldığı içindir.
Demek ki tatfif, ölçüde veya tartıda biraz bir şey çalmaktır. Bu kelime müteaddî (geçişli) bir mânâ veya bu işi yapan bunu âdet haline getirmiş olması itibariyle çokluk ifade etmek için kullanılmıştır. Bu izah şekli âyetteki tefsire daha uygundur. Zira âyette mutaffifler şöyle nitelenip tanıtılıyor:
2. O kimseler ki kendilerine ölçtükleri vakit insanların aleyhine olarak tam ölçerler, dolgun ölçerler.
Burada ifadeden açıkça görünen "insanlardan ölçtüklerinde" denilmesiydi. Buyrulması, kendi çıkarlarına olarak insanların zararına haddi aşmak suretiyle ölçtüklerine işaret içindir. Yani başkalarından satın alma yoluyla veya başka bir sebeple bir şey alıp da alacaklarını kendileri ölçtükleri zaman insanların aleyhine olarak bol ölçerler. Dolgun bir şekilde, yani tamam almak isterler ve hatta basa basa almak için baskı altına alıcı bir şekilde hareket ederler.
3. İnsanlara ölçtükeri veya tarttıkları vakit ise eksiltirler, eksik ölçek veya tartı ile ölçerler veya ölçüşte tartışta eksik yapar, onlara ziyan ettirirler.
İşte Veyl'i hak edişlerinin sebebi, bu şekilde tartma ve ölçmeyi alışkanlık haline getirmiş olmalarıdır.
Böylece az bir şeyi çalanlar veyli hak ederse, çok çalanların kaç katlı veyli hak edecekeri düşünülmeli. Razî şöyle der: Bedevinin biri Abdülmelik b. Mervan'a şöyle demişti: "Yüce Allah'ın dediğini işittin". Bedevi bununla şunu kastetmişti: Mutaffif, azıcık bir şey almakla ona büyük bir tehdit yöneltildi. Sen ise çoğu alıyorsun, müslümanların mallarını ölçüsüz tartısız alıyorsun. O halde, sen kendine ne yapılacağını zannediyorsun?"
Burada vezn'in yani tartmanın da söylenmesi, öncekinde yalnız "keyl"in yani ölçmenin zikredilmesinin tahsis için değil, onun zikriyle yetinilmek kabilinden olduğunu ve bu hilenin keyl ve vezin dahil her türlü ölçme işinde olabileceğini anlatmak içindir. Rahmân ve Hadid sûrelerinde de geçtiği üzere göklerin ve yerin ayakta duruşu bir ölçü ve denge iledir. Bütün hakların ölçeği de terazidir. Onun için bir yerde hak ve adâletin yerleşmesi için ilk gerekli olan şey ölçünün herkes için eşit bir şekilde doğru ve dürüst olmasıdır. Bunun doğru olması için iki temel direk gereklidir. Birisi, ölçünün bizzat kendisinin tam olması, eksik veya fazla, yanlış alet kullanılmaması, birisi de ölçmenin tam ve doğru olmasıdır. Ölçmenin doğru olması ise her şeyden evvel hak ve adalet fikriyle ruh doğruluğunun neticesidir. Ölçüyü, ölçeği ve tartıyı doğrultacak olan da odur. Kalp ve vicdanlarında insaf ve doğrulukla hak fikir ve imanı beslemeyenler doğru âletle dahi ölçerken hile yapmaktan kaçınmazlar. İnsanlar başkalarının haklarını da kendi hakları gibi tutarak düzgün bir ölçüyle ölçme duygusunu taşımadıkça hile yapmaktan kurtulmazlar. Düşünme ölçüsü bozuk olan kimseler aynı bir olayı kendileri için düşünürken başka, diğerleri için düşünürken de başka türlü değerlendirirler. Mesela, kendinin azıcık birşeyi kaybolmasını bir elem saydıkları halde başkasının az bir şeyi kaybolmasına önem vermez veya bundan bir lezzet duyarlar ki bu hal ruh ölçeğinde, fikir ölçüsünde bir hiledir. Asıl bu ruh halidir ki insanı ölçü ve tartıda hileye sevkeder. Bu ruh halini taşıyanlara ne kadar doğru ölçü ve terazi verilse onlar yine fırsat bulup güçleri yettikçe onu kötüye kullanmaktan çekinmezler. Bunların hepsi "mutaffifin" ünvanı altına girer ve "veyl"i hak ederler. Bundan dolayı burada hukukun düzenlenmesi ve iyilik ve hayrın yerleştirilmesi için önce ölçü ve tartının düzeltilmesi gerektiği gösterilmek üzere herşeyden önce ölçü ve tartıda bu tür hile yapma alışkanlığının veyl'i hak ettirdiği haber verilmiş ve bunun asıl sebebinin hak ve ahiret düşüncesini ihmal ettiren inanç bozukluğu olduğu, düzeltilmesi için de öncelikle ahirete îman ile sorumluluk duygu ve uyanıklığı duyurulmak üzere buyrulmuştur ki:
4. Zannetmezler mi onlar?. O hileyi yapanlar? İman etmiyorlarsa bir zan da mı beslemezler? Ki hepsi büyük bir gün için yeniden diriltilecekler. Yani ölçü ve tartıda yapılan böyle bir hilenin sorumluluk ve cezası öyle ağır ve o veyl'in uygulanacağı gün öyle büyük bir gündür ki insanın, onun kesin olan vukuuna inanıp kesin inanç taşıması şöyle dursun bir zan beslese bile o hileye cüret etmemesi gerekir.
5. Zannetmezler mi onlar?. O hileyi yapanlar? İman etmiyorlarsa bir zan da mı beslemezler? Ki hepsi büyük bir gün için yeniden diriltilecekler. Yani ölçü ve tartıda yapılan böyle bir hilenin sorumluluk ve cezası öyle ağır ve o veyl'in uygulanacağı gün öyle büyük bir gündür ki insanın, onun kesin olan vukuuna inanıp kesin inanç taşıması şöyle dursun bir zan beslese bile o hileye cüret etmemesi gerekir
Moderatör tarafında düzenlendi: