TEFSİR NASR Suresi Türkçe Okunuşu ve Tefsiri

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
NASR SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

NASR Suresi 3. Ayet
NASR Suresi 3. Ayet

Nasr Sûresi Konusu

Sûre Allah’ın yardımının ve fethin geleceğini, insanların bölük bölük İslâm’a gireceğini müjdeler. Buna karşılık Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’den bir şükrâne olarak tesbihini, hamdini, tevbe ve istiğfarını artırmasını ister. Hz. Ebûbekir, Abdullah b. Abbas gibi bir kısım sahabîler, Nasr sûresinin inmesiyle Efendimiz (s.a.s.)’in vefatının yaklaştığını anlamışlar, işin farkında olmayanlar buradaki yardım ve zafer müjdelerine sevinirken, onlar hazin hazin gözyaşı dökmüşlerdir. (bk. Buhârî, Tefsir 110; Tirmizî, Tefsir 110)

Surede; "Rabbını hamd ile tesbih et" ve O'ndan mağfiret dile" buyurulması ve Resulullah (s.a.s)'in istiğfar ile emredilmesi, ecelinin yaklaştığını belirtiyordu. Bunun içindir ki, bu sûreye, Tevdi' (veda etme) sûresi de denilmiştir. Resulullah (s.a.s), bu sure ile, ecelinin yaklaşmış olduğunu anladı. Nitekim, Resulullah (s.a.s), bu sureyi okuduğu zaman amcası Abbas (r.a) ağlamış, Resulullah (s.a.s); Niçin ağlıyorsun" diye sorunca, "Bizzat veda haberini veriyorsun" demiştir.

Sahabe-i kiramın büyüklerinden İbn Abbas ve Hz. Ömer de, Nasr sûresinden, Resulullah (s.a.s)'in ecelinin yaklaştığının haber verildiğini anlamışlardır. Buhârî'nin, Said b. Cübeyr'den rivayet ettiğine göre İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Ömer (r.a) Bedir gazvesine katılmış olan ashabın yaşlıları arasına beni de alıyordu. Öyle sanıyorum ki onların bir kısmı bunu hoş karşılamıyordu. İçlerinden biri, Hz. Ömer (r.a)'a; "Bunu niçin bizim aramıza alıyorsun? Bizim onun gibi çocuklarımız var" demişti. Hz. Ömer (r.a); "Onu, sizin de bildiğiniz gibi ilminden dolayı aranıza alıyorum" diye cevap verdi. Bir gün beni onların meclisine yine çağırdı.

Zannediyorum ki o gün, beni onlara göstermek için yanına almıştı. Hz. Ömer (r.a) onlara; Allah'ın yardımı ve fethi geldiğinde" ayeti hakkında ne diyorsunuz?" dedi. Onların bir kısmı; "Bununla Allah'ın yardımına nail olup bize fetih müyesser olduğu zaman Allah'a hamdedip istiğfar etmemiz emredilmiştir" dediler. Bir kısmı da, hiç bir şey söylemeyip sustu. Hz. Ömer (r.a) bana yönelerek; "İbn Abbas! Sen de böyle mi diyorsun?" dedi. Ben; "Hayır" dedim. "Peki ne diyorsun öyleyse?" deyince, şöyle cevap verdim: "Bununla Allah, Resulullah (s.a.s)'e ecelinin yaklaştığını bildirmiştir. "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde işte bu, senin ecelinin belirtisidir. O zaman Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edendir" buyurulmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a); "Bu hususta ben de senin dediklerinden başka bir şey bilmiyorum" dedi (Buharî, Tefsir Sûre, 3).

Nasr Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz onuncu, iniş sırasına göre yüz on dördüncü sûredir. Medine döneminde Tevbe sûresinden sonra nâzil olduğu ve tam sûre olarak Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu kabul edilmektedir (Elmalılı, IX, 6234). Sûrenin Vedâ haccı esnasında Mina’da indiği rivayet edilir (bk. Şevkânî, V, 602).

Nasr Sûresi Hakkında

Nasr sûresi Medine döneminde nâzil olmuştur. Tam sûre olarak Kur’ân-ı Kerîm’in en son inen sûresidir. Vedâ haccı esnâsında Minâ’da indiği rivayet edilir. 3 âyettir. Sûre “Nasr” ismini, birinci âyette geçen ve “Allah’ın yardımı” mânasına gelen نَصْرُ اللّٰهِ (nasrullâh) kelimesinden alır. Efendimiz (s.a.s.)’in vefâtına işaret ettiği için “vedâ etmek” mânasında اَلتَّوْد۪يعُ (Tevdî) adıyla da anılır. Ayrıca اِذَا جَاۤءَ (İzâ câe) ve اَلْفَتْحُ (Fetih) isimleri de vardır. Mushaf tertîbine göre 110, iniş sırasına göre ise 114. sûredir.

Kur'an-ı Kerim'in yüz onuncu suresi. Üç ayet, yirmi dokuz kelime ve doksan dokuz harften ibarettir. Fasılası "elif" ve "ha" harfleridir. Tevbe suresinden sonra nâzil olmuştur. Veda haccı esnasında inmiş olmakla birlikte Medenî surelerden sayılmaktadır. Adını ilk ayetinde geçen ve müminlere Allah'ın yardımını bildiren nasr kelimesinden almıştır. "İzâcâe" adı verildiği gibi, veda haccı esnasında nâzil olduğundan dolayı "Tevdi" adı da verilmektedir. Kur'an'ın en son indirilen suresidir.

Bir hadis-i şerifte sure hakkında; "Bu sure, Kur'an'ın dörtte birine denktir" buyurulmaktadır (Tirmizî, Fedâilul-Kur'an, 10).

Müfessirler sûrede zikredilen fethin Mekke fethi olduğunu belirtirler. Çünkü Arap kabileleri müslüman olmak için önce Kureyş'in (Mekke halkının) müslüman olmasını bekliyorlardı ve; "Onu kavmiyle baş başa bırakın, eğer kavmini yenerse gerçekten o hak peygamberdir" diyorlardı. Allah vaadini gerçekleştirip, Mekke'nin fethini ona müyesser kılınca, diğer Arap kabileleri Medine'ye elçiler göndererek akın akın Allah'ın dinine girdiler. Fetih üzerinden daha iki yıl geçmeden yarımada bütünüyle müslüman oldu, İslâm'ı kabul etmeyen kalmadı.

Hz. Âişe validemiz der ki: Resulullah (s.a.s), bu sure geldikten sonra "Sübhanallahi ve bihamdihî estağfirullahe ve etûbu ileyh" tesbihini çokça yapardı (İbn Kesîr, Tefsir, IV, 563).
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
NASR SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

1. Rasûlüm! Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman,

“Allah’ın yardımı”ndan maksat, Cenâb-ı Hakk’ın düşmanlarına karşı Habîb-i Edîbi’ne lütfettiği her türlü yardımıdır. Hususiyle İslâm’ın yayılması ve zafere erişmesi hakkındaki yardımıdır. “Fetih”ten maksat ise, öncelikle “Fetihlerin Fethi” olan Mekke’nin fethi, sonra bunu takip eden diğer bütün fetihlerdir. Bundan, daha önce kapalıyken Hak katından kula açılan “rızıklar, ibâdetler, ilimler, anlayışlar, keşifler, açık-gizli, maddî-manevî tüm nimetler”in kastedilmiş olması da mümkündür. Mutlak mânada fetih, fetihlerin en üstünü ve en mükemmelidir. Bu ise Allah Teâlâ’nın Zât-ı Ehadiyeti’nin tecellisinden kulun kalbine açılan mânevi fetihtir. Diğer fetihler, kula böyle bir fethin açılmasına birer vesiledir.

Peygamberimiz (s.a.s.)’e müjdelenen ikinci büyük nimet şu:

2. İnsanların Allah’ın dînine akın akın girdiğini gördüğün zaman,

Daha önce insanlar birer ikişer İslâm’a girerken bu yardım ve fetihlerden sonra kabîleler, gruplar, bölükler halinde akın akın İslâm’a girmeye başlamışlardır. Rivayete göre Efendimiz (s.a.s.) Mekke’yi fethedince Araplar birbirlerine: “Hz. Muhammed (s.a.s.) Harem ehline karşı muzaffer olunca artık ona kimse karşı koyamaz” dediler ve savaşsız İslâm’a girmeye karar verdiler. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, XX, 230) Nitekim hicretin 9. senesine “Heyetler Senesi” denilmiştir. Arap Yarımadası’nın her köşesinden insanlar heyetler halinde Resûlullah (s.a.s.)’in huzuruna gelerek İslâm’a girdiler, ona bey‘at ettiler. Allah Resûlü (s.a.s.)’in Vedâ Haccı’nı yaptığı hicri 10. senede bütün Arabistan tek bayrak altında birleşti. Ülkede hiçbir müşrik kalmadı.

Bu büyük nimetlere şükür olarak:

3. Artık Rabbini övgülerle yücelterek tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile! Çünkü O, tevbeleri çokça kabul edendir.

Bu nimetler, zaferler, fetihler ve başarılar Allah’ın bir lütfudur. O dilediği ve yarattığı için olmuştur. Eğer O dilemeseydi bunların hiçbiri olmazdı. Buna göre kul, tüm nimetleri Rabbinden bilerek, acziyet içinde O’na yönelmelidir.

Burada Efendimiz (a.s.)’a ve onun şahsında tüm mü’minlere üç husus emredilir:

Birincisi; hamd etmek. Hamd; Allah’a hamd-ü senâ etmek, nihâyetsiz güzellik ve yüceliği sebebiyle O’nu övmek ve O’na şükretmektir. Burada “hamdin emredilmesi”nin hikmeti şudur: “Rasûlüm! Bu büyük başarının, senin gayretin ve mârifetin sonucu gerçekleştiği aklına bile gelmemelidir. Bu tamamen Allah’ın lütfuyla olmuştur. Bunun için Allah’a şükret, kalp ve lisan ile bunu itiraf et. Çünkü böyle büyük bir işi gerçekleştiren ve bu başarının yaratıcısı ancak Allah’tır. Dolayısıyla hamd edilmeye layık olan sadece O’dur.”

İkincisi; tesbih etmek. Tesbih, Cenâb-ı Hakk’ı her türlü noksan sıfatlardan uzak tutmak, her bakımdan O’nu tenzih etmektir. Burada emredilmesinin hikmeti şudur: “Allah, dininin yücelmesi için sizin çalışma ve gayretlerinize muhtaç olmaktan pak ve uzaktır. Bunu itiraf edin. Gayretlerinizin başarıya ulaşmasının, ancak Allah’ın yardımı ile olabileceğine de kesinlikle inanmalısınız. Allah Teâlâ bir işi istediği kuluna yaptırabilir. Bir kula bunun gibi bir hizmeti yaptırması, aslında ona Allah’ın bir ihsanıdır. Allah’ın sizin üzerinizdeki ihsanı da onun dinine hizmet etme şerefini size vermesidir.”

Üçüncüsü; istiğfar etmek. İstiğfarın içinde tevbe de vardır. Çünkü âyet Allah’ın التواب (tevvâb) yani “tevbeleri çokça kabul eden” ismiyle sona ermektedir. Buna göre eksiklikleri, kusurları ve günahları için Allah’tan bağışlanma dilemek ve O’na tevbe etmek istenmektedir. Aslında Hak Teâlâ Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i günahtan korumuştur. Dolayısıyla onun istiğfar etmesi, insanlara istiğfar etmenin ne kadar gerekli olduğunu ders vermesi, ümmetinin günahları için af dilemesi ve devamlı manevî terakki halinde olması itibariyle, son durumuna göre bir önceki makamını eksik bulması ve nâdiren daha evlâ olanı terk etmesi yönlerinden olmuştur.

Burada, Peygamberimiz (s.a.s.)’e hitâben tevbe ve istiğfarın emredilmesinde şöyle bir ince mâna vardır: Bir kimse Allah’ın dini için ne kadar zorluğa katlanmış olursa olsun aklına hiçbir zaman Rabbinin hakkını ödediği düşüncesi gelmemelidir. Tersine, insan her zaman “ben aslında yapmam gereken kadarını bile yapamadım” şeklinde düşünmelidir. Allah’a, O’nun hakkını ödemede ne kadar eksikliği varsa affetmesi ve yaptıklarını kabul etmesi için dua etmelidir. Cenâb-ı Hak, Rasûlü’ne de işte böyle bir terbiye vermiştir. Bu sebepledir ki Efendimiz (s.a.s.):

“Ey insanlar! Allah’a tevbe edip O’ndan af dileyin. Zira ben O’na günde yüz defa tevbe ederi.” (Müslim, Zikir 42) buyurmuştur.

Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor:

Resûlullah (s.a.s.) vefatından önce:

سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَ بِحَمْدِكَ وَ اَسْتَغْفِرُكَ وَ اَتُوبُ اِلَيْكَ

(Subhânekellâhümme ve bihamdike ve estağfiruke ve etubu ileyk)
“Allah’ı hamd ile tesbih eder, Allah’tan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim”
sözlerini çokça söylerdi. Kendisine:

“- Ey Allah’ın Rasûlü! Görüyorum ki sen: “Allah’ı hamdiyle tesbih ederim. Allah’tan mağfiret diler, O’na tevbe ederim” sözlerini çokça söylüyorsun, bunun sebebi nedir?” diye sordum. Fahr-i Kâinat (s.a.s.):

“- Rabbim bana ümmetimde bir alâmet göreceğimi haber vermişti. Bu alameti gördüğüm takdirde bu tesbihi çokça söylememi buyurdu. İste ben o alameti görmüş bulunuyorum” buyurdu ve Nasr sûresini okudu. (Buhârî, Tefsir 110; Müslim, Salât 217)

Nasr sûresinde haber verilen bu başarıya, bu güzel sonuca, böyle tesbih ve hamdile Allah’ın bağışlamasına eriştiren yüce İslâm dinine mukabil, bu nimetin kıymetini bilmeyip inkâr ve nankörlükte devam eden ve tevbeye yanaşmayan kâfirlerin fecî sonları ve uğrayacakları azabı oldukça dikkat çekici bir örnekle göstermek üzere Tebbet sûresi gelmektedir:
 
Üst Alt