Meal NÂZİÂT Sûresi Türkçe Okunuşu ve Meâli

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
NÂZİÂT SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ

NÂZİÂT Sûresi 23.-24. Ayetler
NÂZİÂT Sûresi 23.-24. Ayetler
Nâziât Sûresi Hakkında

Nâziât sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 46 âyettir. İsmini, birinci âyette geçip “kökünden söküp çıkaran” mânasına gelen اَلنَّازِعَاتُ (nâziât) kelimesinden alır. Sûre اَلسَّاهِرَةُ (Sâhire) ve اَلطَّامَّةُ (Tâmme) isimleriyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 79, iniş sırasına göre ise 81. sûredir.

Kur'an-ı Kerim'in yetmiş dokuzuncu suresi. Kırk altı ayet, yüz yetmiş kelime ve yedi yüz otuz harften ibarettir. Fasılası, elif, mim ve he harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Nebe' suresinden sonra nazil olmuştur. Adını ilk ayetinde geçen "Nâziât' kelimesinden almıştır.

Nâziât Sûresi Konusu

Bir takım kuvvetlere yemin edilerek kıyâmetin dehşeti gözler önüne serilir. Allah’ın kudret nişânelerine yer verilerek kıyâmetin mutlaka kopacağı ve iyi yada kötü herkesin dünyada yaptığına göre bir karşılık göreceği beyân edilir. Bu gerçeklere inanmayan kâfirlere, azgınlaşıp Rablik iddiasında bulunan Firavun’un fecî âkıbeti bir ibret levhası halinde hatırlatılır.

Sure, ahiret hayatını inkâr edenlerin bu inançlarında ne kadar dayanıksız olduklarını izah eden, özellikle kıyamet ve ahiret hayatını konu alan ve müşrikleri uyaran tehditkâr ayetlerden oluşmaktadır. İnkârda direnenlere, Hz. Musanın getirdiklerine inanmayıp düşmanlık yapan Firavunun acı sonu hatırlatılarak, onun akıbetinden ders almaları hedeflenmektedir.

Surenin ilk beş ayetinde, vücudun en uç noktalarından kâfirlerin canını "söküp çıkaran", müminlerin canını ise "yavaşça çeken" ; Allahın emirlerini süratle yerine getirmek için "yüzüp yüzüp giden ", bunu yerine getirirken birbiriyle adeta "yarışıp geçen"; "derken (Allah'ın izniyle kâinatı idare etme) işi(ni) düzenleyen" meleklere yemin edilerek, ardından gelen ayetlerde kıyamet, tüm şiddetiyle gözler önüne serilmektedir: "O gün bir sarsıntı sarsar, ardından başka bir sarsıntı gelir. O gün kalpler korkudan titrer. Gözler donakalır" (6-9). O gün yalnızca kâfirlerin, fâsıkların, günahkârların ve münâfıkların kalpleri oynar. Çünkü Allah; "O an büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılar: İşte bu size vâdedilen gündür" (el-Enbiyâ, 21/103) buyurarak müminlerin o günün korkusundan emin olacakları müjdesini vermektedir. Allah kıyamet gününün şiddetini açıklıyor ki; Biz çukura girip çürümüş kemikler olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz. (Eğer öbür taraf Muhammed'in dediği gibiyse bizim) bu dönüşümüz zararlı bir dönüştür" (10-12) diye alay edenler, belki düşünürler. Çünkü, o anın gelmesi öyle pek uzak ve zor değildir; "Tek bir haykırmaya bakmaktadır, onlar (uykularından uyanır gibi) hemen uyanırlar" (13, 14).

Müşrikleri, kıyamet gününün dehşetiyle korkutan Allah Teâlâ, küfürlerinde direnenlere, bu kez tarihten örnek veriyor; onların da iyi bildikleri Hz. Musa-Firavun kıssasını anlatıyor ki, belki bundan ibret alıp yola gelirler. Kur'an, olayı ayrıntısıyla açıklıyor. Çünkü durumları, hakka düşmanlığın cezasını suda boğulmakla ödeyen Firavuna çok benzemektedir. Üstelik, Firavun onlardan daha güçlüydü, emrinde hazineler ve ordular vardı. O bile, kendisini Allah'ın azabından kurtaramadı. Toplumun başında iyice azan Firavun, belki yaptıklarından arınır diye Allah, kendisine Mûsâ'yı gönderdi. Allah Teâlâ, Mûsâ'nın getirdiği mucizeler karşısında bile etkilenmeyen, üstelik ona düşman kesilen Firavun'u, adamlarını toplayıp: "Sizin büyük tanrınızım" diye meydan okuduğu için dünya ve âhiret azabıyla yakaladı" (15-25).

Sure boyunca Allah, müşrikler belki inatlarından vazgeçerler diye herşeyi kullanıyor, anlamaları için ibret alınacak herşeyi kendilerine hatırlatıyor. Onların gözleri, yirmi yedi ila otuz üçüncü ayetler arasında sürekli gördükleri tabiat olaylarına çevrilmek isteniyor: "Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu (Allah) yaptı. Yükseklik miktarını yükseltti, onu düzenledi. Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşin ışığını) açığa çıkardı. Bundan sonra da yeri döşedi. Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. Dağları sapasağlam çaktı (ki), sizin ve hayvanlarınızın geçimi için" (27-33). Buradaki; Bundan sonra da yeryüzünü serip döşedi" ifadesi, yeryüzünün gökyüzünden sonra yaratıldığı anlamına gelmez. "Sonra" kelimesi iki cümlenin arasında sadece bir bağlaçtır. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'in başka bazı ayetlerinde yeryüzünün yaratılışı gökyüzünden önce zikredilmiştir.

Tüm bu hatırlatmalardan sonra, küfredenlere son uyarı yapılıyor: Herşeyi bastıran o büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan neyin peşinde koşmuş olduğunu hatırlar. Gören kimseler için Cehennem ortaya çıkarılmıştır (o gün) Artık kim azar ve dünya hayatını tercih ederse (onun için) gidilecek yer Cehennemdir. Ama kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi kötü heveslerden vazgeçirirse (onun için) gidilecek yer Cennettir" (34-41).

Surenin son ayetlerinde hitap, Resulullah'a döndürülerek bu kadar uyandan sonra hâlâ yola gelmeyip kıyametin ne zaman kopacağım sorarak alay eden müşriklere, onun gaybden haber veren bir kâhin değil anlayan ve korkan kimseler için bir uyarıcı olduğu bildirilmekte ve son kez yapılan bir uyarıyla sûre sona ermektedir: "Onlar onu gördükleri zaman sanki bir akşam veya kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar" (46).

Nâziât Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada yetmiş dokuzuncu, iniş sırasına göre seksen birinci sûredir. Nebe’ sûresinden sonra, İnfitâr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
NÂZİÂT SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ


Bismillâhirrahmânirrahîm

79/NÂZİÂT-1: Ven nâziâti garkâ(garkan).
Dalarak kuvvetle (söke söke) çekip alanlara andolsun.


79/NÂZİÂT-2: Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Yumuşaklıkla (incitmeden) çekip çıkaranlara andolsun.


79/NÂZİÂT-3: Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Yüzdükçe yüzenlere (akarak gidenlere) andolsun.


79/NÂZİÂT-4: Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
Ve de yarışarak öne geçenlere (andolsun).


79/NÂZİÂT-5: Fel mudebbirâti emrâ(emren).
Ve de emirle (işleri) tedbir edenlere (emri yerine getirip idare edenlere) (andolsun).


79/NÂZİÂT-6: Yevme tercufur râcifeh(râcifetu).
O gün, sarsan sarsacak.


79/NÂZİÂT-7: Tetbeuher râdifeh(râdifetu).
Arkasından gelen (ikinci sarsıntı), onu (1. sarsıntıyı) takip edecek.


79/NÂZİÂT-8: Kulûbun yevmeizin vâcifeh(vâcifetun).
İzin günü kalpler (dehşetten) şiddetle çarpacaktır.


79/NÂZİÂT-9: Ebsâruhâ hâşiah(hâşiatun).
Onların bakışları korkudan zillet içindedir.


79/NÂZİÂT-10: Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfireh(hâfireti).
Derler ki: “Gerçekten biz mutlaka (mezardaki cesetlerimiz dirilerek) ilk halimize geri döndürülen kimseler mi olacağız?”


79/NÂZİÂT-11: E izâ kunnâ izâmen nahıreh(nahıreten).
Biz çürümüş, dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?


79/NÂZİÂT-12: Kâlû tilke izen kerretun hâsireh(hâsiretun).
Dediler ki: “O zaman bu (dönüş, diriliş), hüsranlı bir dönüştür.”


79/NÂZİÂT-13: Fe innemâ hiye zecretun vâhıdeh(vâhıdetun).
Halbuki o (diriliş) sadece tek bir sayhadır.


79/NÂZİÂT-14: Fe izâ hum bis sâhireh(sâhireti).
İşte o zaman onlar yerin (toprağın) üstündedirler.


79/NÂZİÂT-15: Hel etâke hadîsu mûsâ.
Sana Musa (A.S)'ın kıssası geldi mi?
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
79/NÂZİÂT-16: İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Rabbi ona kutsal vadi Tuva'da nida etmişti (seslenmişti).


79/NÂZİÂT-17: İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git, muhakkak ki o azdı.


79/NÂZİÂT-18: Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
Ve de ona de ki: “Sen tezkiye olmak (nefsini temizlemek) ister misin?”


79/NÂZİÂT-19: Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol.


79/NÂZİÂT-20: Fe erâhul âyetel kubrâ.
Bundan sonra ona büyük mucize gösterdi.


79/NÂZİÂT-21: Fe kezzebe ve asâ.
Fakat o (firavun) yalanladı ve isyan etti (asi oldu).


79/NÂZİÂT-22: Summe edbere yes’â.
Sonra koşarak arkasını döndü.


79/NÂZİÂT-23: Fehaşere fe nâdâ.
Hemen (kavmini) topladı, sonra da (onlara) nida etti (seslendi).


79/NÂZİÂT-24: Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”


79/NÂZİÂT-25: Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
Bunun üzerine Allah, onu dünya ve ahiret azabıyla ahzetti (yakalayıp helâk etti).


79/NÂZİÂT-26: İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ.
Muhakkak ki bunda, korkan kimse için elbette ibret vardır.


79/NÂZİÂT-27: E entum eşeddu halkan emis semâ’(semâu), benâhâ.
Yaratma bakımından siz mi yoksa bina ettiği sema mı daha kuvvetli? (Sizi yaratmak mı yoksa bina ettiği semayı mı yaratmak daha zor?)


79/NÂZİÂT-28: Refea semkehâ fe sevvâhâ.
Onun (semanın) tavanını yükseltti (yüksekliğini artırdı). Sonra da onu sevva etti (dizayn edip düzenledi).


79/NÂZİÂT-29: Ve agtaşe leylehâ ve ahrece duhâhâ.
Ve onun gecesini kararttı ve onun duhasını (aydınlığını ortaya) çıkardı.


79/NÂZİÂT-30: Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ve arz, bundan sonra da onu yayıp döşedi.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
79/NÂZİÂT-31: Ahrece minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Ondan (yerden), onun suyunu ve merasını (yeşilliğini, otlağını) çıkardı.


79/NÂZİÂT-32: Vel cibâle ersâhâ.
Ve dağlar, ona (yeryüzüne), onları muhkem (sağlam) olarak yerleştirdi.


79/NÂZİÂT-33: Metâan lekum ve li en âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).


79/NÂZİÂT-34: Fe izâ câetit tammetul kubrâ.
Fakat o büyük (dayanılmaz) musîbet (kıyâmet vakti) geldiği zaman.


79/NÂZİÂT-35: Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
O gün insan ne için çalıştığını (ne yaptığını) tezekkür eder (düşünür).


79/NÂZİÂT-36: Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
Ve alevli ateş (cehennem), onu görecek olan kimseye açıkça gösterilmiştir.


79/NÂZİÂT-37: Fe emmâ men tagâ.
Fakat, artık kim taşkınlık etmiş (haddi aşmış) ise.


79/NÂZİÂT-38: Ve âserel hayâted dunyâ.
Ve dünya hayatını tercih etmiş ise.


79/NÂZİÂT-39: Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki alevli ateş (cehennem), o, barınacak yerdir.


79/NÂZİÂT-40: Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.
Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).


79/NÂZİÂT-41: Fe innel cennete hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki cennet, o, barınacak yerdir.


79/NÂZİÂT-42: Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
Sana o saatten (kıyâmetten) soruyorlar: “Onun vukuu ne zaman?”


79/NÂZİÂT-43: Fîme ente min zikrâhâ.
Sende onun zikrinden (başka) ne var (onun beyanından başka bir bilgin yoktur).


79/NÂZİÂT-44: İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun sonu, Rabbinedir.


79/NÂZİÂT-45: İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece, O'na huşû duyan, O'ndan korkanlar için bir uyarıcısın.


79/NÂZİÂT-46: Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
Sanki onlar, onu (kıyâmeti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya kuşluk vaktinden başka (zamanları) kalmamış gibi olurlar.
 
Üst Alt