Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Ne Mutlu Gariplere
Ne Mutlu Gariplere
“Garîb” uzak olan demektir. Güneş, bizden uzaklaşıp kaybolduğu için “güneş gurub etti” denilir. Gurbet, vatandan uzaklaşmaktır. Gurubda, kaybolma, gitme, bir köşeye çekilme vardır. Anlaşılmayan söze, anlayıştan uzak olduğu için “garib” denir. Esmer bir kimsenin ak çocuğunun olması “garib” olur. Çünkü karalıkla aklık birbirinden uzak iki şeydir. Uzak sefere çıkmak tağrible ifade edilir. Vahşi kuşların uzaklarda olan yuvalarına gitmesi de tağribdir. (1)
“Garib” kendi cemaatı, kavmi arasında olmayan, kendi beldesinde bulunmayan kimsedir. İlk müslümanlar kendi vatanlarında, kendi kavimleri arasında görünseler de gariptiler. Çünkü Nübüvetle mümin olmuşlardı. Küfürle iman, akla kara, görmekle körlük(2), bilmekle cehalet kadar zıt ve uzaktı. Bu sebepten onlarla diğerleri arasında mekana bağlı olmayan bir uzaklık, hatta zıtlık sözkonusu idi. Bu sebeple onlar toplumda imanları dolayısiyle gariptiler. Artık müşrik toplum onların toplumu, kavmi kabilesi değildi. Kardeşleri onları kardeş, babaları onları oğul, akrabaları onları yakın kabul etmiyordu. İslamiyet de müşriklikle ve müşriklerle kardeşliğe, yakınlığa soğuk bakıyordu. Ancak Müslümanları bir toplum, bir kavim görüyordu. “Ancak bütün müminler kardeştir” ayeti, kabile ve kavim kardeşliğinin yerine akide kardeşliğini koyuyordu. Bu sebepten onlar artık kendilerine mensub olmayan müşrik toplum, müşrik Kureyş arasında ve cahiliye zihniyetli kimseler içinde Gariplerdi.
Mekan açısından, içi putlarla dolu Harem gerçekte müminin müslümanın yurdu olamazdı. Mekke o hali ile onlara vatan olmaktan çok uzaktı. Mekke onların olsaydı, onlar oranın evlatları olsalardı, orada işkence görürler miydi? Kendi imanları ile kendi beldelerinde hür, hakim olmazlar mıydı? Artık Mekke İman yurdu(3) olmadığı, tepeleme müşriklerin dolduğu orada müsrikler at oynattığı için onlara vatan olmaktan çok uzaktı. Müminlerin yurdu ancak dâr-ı iman ve dâr-ı islam olabilirdi. Düne kadar, Kureyş onların kavmi, kabilesi, hemşehrisi Mekke yurdları iken, onlar mümin olunca, Kureyşle onlar arasında küfürle iman, karanlıkla aydınlık kadar bir uzaklık olmuştu. Şimdi Mekke onların değil, içinde hakim olan müşriklerin yurduydu. Onlar şimdi burada “Ğuraba” idiler. Bu haliyle Mekke onlardan uzak, onlar Mekkeden uzaktı.
Özellikle Mekkede, İslam garip, iman garip, müslümanlar gariptiler. Bir yabancı beldede gibi, yardımsız, uzak bir ülkede gibi çaresizdiler. Onlar bu ülkeden, bu ülke insanlarından cismen olmasa da manen, iman, zihniyet, hayata bakış açısı, eşyaya, kainâta mana verme yönünden, müşrik medeniyetten çok uzaktılar. “Her uzak olana uzaklaşana, kendi cinsin benzerleri olmayana” garib deniyorsa(4) onlar da gariptiler.
İslam Nasıl Garip Başladı?
Yukarıdaki sebeplerden Allah Rasulü (gariplikleri sadece Mekke-i Mükerreme de son bulmayan) garip ashabı ve garip başlayan islam için şöyle buyurmuştu:
“İslam garip başladı, başladığı gibi (bir hale) dönecektir. Ne mutlu gariplere!” (5)
Alimler, cahil çoğunluk yanında gariptirler(6), Az olan müminler, çok müşrik arasında gariptirler. Kötülerin ve şerlerin çokluğu yanında hayırlar ve hayırlılar az olunca garip olurlar. Fıskın, maasinin, büyük günahların içinde takva, amel-i salih gariptir. Ayrıca zıtlıkların birbirinden uzaklığı, mağlub ve mahkum olanını garip eder.
Böyle kötü bir çevrede ve zamanda, iman ve amel-i salihin ehemmiyeti pek büyüktür. İçinde yaşanılan çevrede, fısk, kebair, şer, maasi ne kadar çoksa, orada barınabilen müminin, imanın, salih amelin, takvanın değeri o derece artmaktadır. İslam ve iman ilminin kalktığı, (7) müminin, müslümanın olmadığı veya çok az olduğu bir toplumda “garib” olmak, amellerin sevaplarını olabildiğince arttıracaktır. Müminin zelil, hakir edildiği, facirin yüksek tutulduğu, fıskın çok olduğu bir toplumda, imanın ve amellerin keyfiyeti çok büyüktür. Orada, din gariptir müminler ğurabâdır.
Bu hadis-i şerife göre:
a) islam garip başlamıştır. Başlangıcı tarih kitaplarında anlatılır. Bu işi ilk başlatanlar da bu bakımdan gariplerdir.
b) Sonra islam, deniz dalgaları gibi zuhur etmiş(8), hak, iman, Ahkâm-ı ilahi galib olmuştur. Bir zaman gelecek, islam ilk başladığı duruma gelecek, toplumda garip hale dönecektir. Elbette bu, islamla müslümanların birbirlerinden uzaklaşmasından, islamın öğrenilip anlaşılamamasından, onun hükümlerinin toplumda dışlanmasından ve kaldırılmasından dolayıdır.
Böyle bir durumda genel bir bozulma, ekseriyette bu menfi halin bulunması, bidatların, gayr-ı islamiliğin ve cahiliye zihniyetinin toplumda yer etmesi ile olacaktır. Artık ilk garipler dönemi gibi son garipler dönemi de başlamıştır. İslamın başlangıcında müşrikler tarafından ashaba reva görülen şeyler; tahkirler, terziller, küçümsemeler, müslümanları hafife almalar vardır. Toplumda onlara hayat hakkı tanımama, onları, zihniyetlerini ve hayat anlayışlarını ortadan kaldırmağa çalışma sözkonusudur. İlk Gariplerin yaşadığı cemiyette, günahlar, isyanlar, maasi, fısk nasıl diz boyu ise, şimdi de adı müslüman olan bir cemiyette, toplumda günahkârlar ve günahlar vardır. Hatta toplumda günahkârların, fasıkların, kötülerin zihniyeti hakimdir.
Yine ilk devirde olduğu gibi bu fâsid çevrede bozulan ümmet içinde, az olan bir takım garipler bulunur. Onlar çoğunluğu teşkil edenler karşısında azlık olmalarına rağmen imanlarına yapışırlar, çoğunluğun akıp gittiği mecradan farklı bir yönde yürürler, kafaları, hayata bakışları, anlayışları, diğerlerine uymaz. Sanki o toplumun insanı değillerdir. Fasid Ümmet fertlerinin onlara yaptıkları türlü işkencelere sabrederler, zaten karşı koymaya güçleri de yoktur. Maddi mağlubiyet ve mahkumiyetlerine rağmen, manen kuvvetlidirler. Dinlerine temessük ederler, dinde bütüne sahip çıkıp tavizlere yanaşmazlar. İşte bunlar ümmetin sonunda gelen “Ğuraba” dır.
Son gariplerin yaşadığı fasit ümmet cemiyetlerinde ne gibi kötü haller zuhur edeceğini Rasulüllah (SAV) hadis kitaplarının fitne ile ilgili bölümlerinde anlatmış, ümmetini çok önceden uyarmıştır. Onun için sahabelerin ilk devirde dinlerinde fitnelendikleri gibi ümmetin sonlarında da fitne pek büyük bir rol oynayacaktır.
Son Gariplerin zamanı da ilk gariplerin zamanı gibi pek şiddetli, tehlikeli, fitneli olacaktır. Rasulüllah (SAV) ahir zamandan haber verirken genel hatları ile o zamanı bize tasvir etmiştir.
Allah Rasülünün zaman zaman çeşitli şekillerde bize tablolaştırdığı ümmetin fesadı zamanında, din ilk çıktığı başladığı hale dönecektir. Dindarlar da çektikleri sıkıntılardan dolayı, amellerindeki sevap bakımından onlara benzeyeceklerdir.
Fakat ilk gariplerle son gariplerin önemli bir farkı vardır. İlk Garipler müşrik bir toplumda mucadele etmiş gariplerdir. Ahir zamanda ümmetin sonlarında gelen son garipler, fesâd-ı ümmet zamanında, bozulmuş islam cemiyeti içinde gelen gariplerdir. Bu noktadan da ilk gariplerle son garipler arasında derece farkı olacağı açıktır. Birinciler hem ilk, hem müşrik cemiyet içinde olmuşlar. İkinciler, uzun devirler islam hakim olduktan, şanlı bir maziden, bütün dünya islamı duyduktan sonra ve islamdan uzaklaşan müslüman çoğunluk içinde gelmişlerdir. Son gariplerin işi, ilk gariplere göre daha kolay olmalıdır. Zahmetleri daha azdır. Bu sebepten sevapta hayırda, külli fazilette ilk garipleri, sahabeleri geçmeleri mümkün değildir. İlerlemeden sonra gerilemekle, işe ilk başlamanın zorluğu bir değildir.
Kaynaklar:
1. el-Müfredât, s. 359, el-Mucemul-Vasît, s. 647; el-Kâmûsul-Muhît I, 107-108.
2. Ayet-i kerimede “Görenle Görmeyen bir mi?” buyrulur. Rad 13/16.
3. Kurân-ı Kerîm de ensar övülürken kendilerinin Mekkeli Muhacirlere, Dâr-ı İslamı ve İman yurdunu hazırladıkları beyan edilir (Bk. Haşr 59/9).
4. el-Mufredât S. 359; el-Kâmûsul-Muhît I, 109, el-Mucemul-Vasît s. 648.
5. el-Câmi li Ahkâmîl-Kurân IV, 172, Ayrıca bk. Sahîhul-Müslim 232, 251. Hadisler, Sunenu İbn-i Mâce II, 1319 (no: 3987, 3988).
6. el-Câmili Ahkâmil-Kurân IV, 172; Ayrıca bk. Sahîhul-Müslim 232, 251. Hadisler, Sunenu İbn-i Mâce II, 1319 (no: 3987, 3988).
7. el-Mufredât s. 359; el-Kâmûsul-Muhît I, 108. Ayrıca bk. Tevîlü Muhtelifil-Hadîs s. 107-108; el-Aclunî Ali b. Muhammed Keşful-Hafâ, I-II, Kahire ty. 887 (islamın garip başlaması ile ilgili hadis-i şerif için bk.)
8. Râmûzul-Ehâdîs s. 366; Sunenu İbn-i Mâce II, 1331 (no: 4015), 1339 (no: 4036: boş adamlar nutuk atacaklar.) 1344 (no: 4047: İlim ve Kurân yani onu anlama azalacak.) 1335 (no: 4050-4052: ilim kalkacak cehalet yeryüzüne inecek, o hakim olacak. Burada ilimden maksat, gün geçtikce gelişen teknik, fen ilimleri, değil, dini ilimlerdir). Ayrıca bk. el-Buhârî, Muğire b. Berdubeh, Sahîhul-Buhârî, I-VIII, İstanbul, ty. VIII, 89;
Murat Sarıcık (Prof.Dr.)
Ne Mutlu Gariplere
“Garîb” uzak olan demektir. Güneş, bizden uzaklaşıp kaybolduğu için “güneş gurub etti” denilir. Gurbet, vatandan uzaklaşmaktır. Gurubda, kaybolma, gitme, bir köşeye çekilme vardır. Anlaşılmayan söze, anlayıştan uzak olduğu için “garib” denir. Esmer bir kimsenin ak çocuğunun olması “garib” olur. Çünkü karalıkla aklık birbirinden uzak iki şeydir. Uzak sefere çıkmak tağrible ifade edilir. Vahşi kuşların uzaklarda olan yuvalarına gitmesi de tağribdir. (1)
“Garib” kendi cemaatı, kavmi arasında olmayan, kendi beldesinde bulunmayan kimsedir. İlk müslümanlar kendi vatanlarında, kendi kavimleri arasında görünseler de gariptiler. Çünkü Nübüvetle mümin olmuşlardı. Küfürle iman, akla kara, görmekle körlük(2), bilmekle cehalet kadar zıt ve uzaktı. Bu sebepten onlarla diğerleri arasında mekana bağlı olmayan bir uzaklık, hatta zıtlık sözkonusu idi. Bu sebeple onlar toplumda imanları dolayısiyle gariptiler. Artık müşrik toplum onların toplumu, kavmi kabilesi değildi. Kardeşleri onları kardeş, babaları onları oğul, akrabaları onları yakın kabul etmiyordu. İslamiyet de müşriklikle ve müşriklerle kardeşliğe, yakınlığa soğuk bakıyordu. Ancak Müslümanları bir toplum, bir kavim görüyordu. “Ancak bütün müminler kardeştir” ayeti, kabile ve kavim kardeşliğinin yerine akide kardeşliğini koyuyordu. Bu sebepten onlar artık kendilerine mensub olmayan müşrik toplum, müşrik Kureyş arasında ve cahiliye zihniyetli kimseler içinde Gariplerdi.
Mekan açısından, içi putlarla dolu Harem gerçekte müminin müslümanın yurdu olamazdı. Mekke o hali ile onlara vatan olmaktan çok uzaktı. Mekke onların olsaydı, onlar oranın evlatları olsalardı, orada işkence görürler miydi? Kendi imanları ile kendi beldelerinde hür, hakim olmazlar mıydı? Artık Mekke İman yurdu(3) olmadığı, tepeleme müşriklerin dolduğu orada müsrikler at oynattığı için onlara vatan olmaktan çok uzaktı. Müminlerin yurdu ancak dâr-ı iman ve dâr-ı islam olabilirdi. Düne kadar, Kureyş onların kavmi, kabilesi, hemşehrisi Mekke yurdları iken, onlar mümin olunca, Kureyşle onlar arasında küfürle iman, karanlıkla aydınlık kadar bir uzaklık olmuştu. Şimdi Mekke onların değil, içinde hakim olan müşriklerin yurduydu. Onlar şimdi burada “Ğuraba” idiler. Bu haliyle Mekke onlardan uzak, onlar Mekkeden uzaktı.
Özellikle Mekkede, İslam garip, iman garip, müslümanlar gariptiler. Bir yabancı beldede gibi, yardımsız, uzak bir ülkede gibi çaresizdiler. Onlar bu ülkeden, bu ülke insanlarından cismen olmasa da manen, iman, zihniyet, hayata bakış açısı, eşyaya, kainâta mana verme yönünden, müşrik medeniyetten çok uzaktılar. “Her uzak olana uzaklaşana, kendi cinsin benzerleri olmayana” garib deniyorsa(4) onlar da gariptiler.
İslam Nasıl Garip Başladı?
Yukarıdaki sebeplerden Allah Rasulü (gariplikleri sadece Mekke-i Mükerreme de son bulmayan) garip ashabı ve garip başlayan islam için şöyle buyurmuştu:
“İslam garip başladı, başladığı gibi (bir hale) dönecektir. Ne mutlu gariplere!” (5)
Alimler, cahil çoğunluk yanında gariptirler(6), Az olan müminler, çok müşrik arasında gariptirler. Kötülerin ve şerlerin çokluğu yanında hayırlar ve hayırlılar az olunca garip olurlar. Fıskın, maasinin, büyük günahların içinde takva, amel-i salih gariptir. Ayrıca zıtlıkların birbirinden uzaklığı, mağlub ve mahkum olanını garip eder.
Böyle kötü bir çevrede ve zamanda, iman ve amel-i salihin ehemmiyeti pek büyüktür. İçinde yaşanılan çevrede, fısk, kebair, şer, maasi ne kadar çoksa, orada barınabilen müminin, imanın, salih amelin, takvanın değeri o derece artmaktadır. İslam ve iman ilminin kalktığı, (7) müminin, müslümanın olmadığı veya çok az olduğu bir toplumda “garib” olmak, amellerin sevaplarını olabildiğince arttıracaktır. Müminin zelil, hakir edildiği, facirin yüksek tutulduğu, fıskın çok olduğu bir toplumda, imanın ve amellerin keyfiyeti çok büyüktür. Orada, din gariptir müminler ğurabâdır.
Bu hadis-i şerife göre:
a) islam garip başlamıştır. Başlangıcı tarih kitaplarında anlatılır. Bu işi ilk başlatanlar da bu bakımdan gariplerdir.
b) Sonra islam, deniz dalgaları gibi zuhur etmiş(8), hak, iman, Ahkâm-ı ilahi galib olmuştur. Bir zaman gelecek, islam ilk başladığı duruma gelecek, toplumda garip hale dönecektir. Elbette bu, islamla müslümanların birbirlerinden uzaklaşmasından, islamın öğrenilip anlaşılamamasından, onun hükümlerinin toplumda dışlanmasından ve kaldırılmasından dolayıdır.
Böyle bir durumda genel bir bozulma, ekseriyette bu menfi halin bulunması, bidatların, gayr-ı islamiliğin ve cahiliye zihniyetinin toplumda yer etmesi ile olacaktır. Artık ilk garipler dönemi gibi son garipler dönemi de başlamıştır. İslamın başlangıcında müşrikler tarafından ashaba reva görülen şeyler; tahkirler, terziller, küçümsemeler, müslümanları hafife almalar vardır. Toplumda onlara hayat hakkı tanımama, onları, zihniyetlerini ve hayat anlayışlarını ortadan kaldırmağa çalışma sözkonusudur. İlk Gariplerin yaşadığı cemiyette, günahlar, isyanlar, maasi, fısk nasıl diz boyu ise, şimdi de adı müslüman olan bir cemiyette, toplumda günahkârlar ve günahlar vardır. Hatta toplumda günahkârların, fasıkların, kötülerin zihniyeti hakimdir.
Yine ilk devirde olduğu gibi bu fâsid çevrede bozulan ümmet içinde, az olan bir takım garipler bulunur. Onlar çoğunluğu teşkil edenler karşısında azlık olmalarına rağmen imanlarına yapışırlar, çoğunluğun akıp gittiği mecradan farklı bir yönde yürürler, kafaları, hayata bakışları, anlayışları, diğerlerine uymaz. Sanki o toplumun insanı değillerdir. Fasid Ümmet fertlerinin onlara yaptıkları türlü işkencelere sabrederler, zaten karşı koymaya güçleri de yoktur. Maddi mağlubiyet ve mahkumiyetlerine rağmen, manen kuvvetlidirler. Dinlerine temessük ederler, dinde bütüne sahip çıkıp tavizlere yanaşmazlar. İşte bunlar ümmetin sonunda gelen “Ğuraba” dır.
Son gariplerin yaşadığı fasit ümmet cemiyetlerinde ne gibi kötü haller zuhur edeceğini Rasulüllah (SAV) hadis kitaplarının fitne ile ilgili bölümlerinde anlatmış, ümmetini çok önceden uyarmıştır. Onun için sahabelerin ilk devirde dinlerinde fitnelendikleri gibi ümmetin sonlarında da fitne pek büyük bir rol oynayacaktır.
Son Gariplerin zamanı da ilk gariplerin zamanı gibi pek şiddetli, tehlikeli, fitneli olacaktır. Rasulüllah (SAV) ahir zamandan haber verirken genel hatları ile o zamanı bize tasvir etmiştir.
Allah Rasülünün zaman zaman çeşitli şekillerde bize tablolaştırdığı ümmetin fesadı zamanında, din ilk çıktığı başladığı hale dönecektir. Dindarlar da çektikleri sıkıntılardan dolayı, amellerindeki sevap bakımından onlara benzeyeceklerdir.
Fakat ilk gariplerle son gariplerin önemli bir farkı vardır. İlk Garipler müşrik bir toplumda mucadele etmiş gariplerdir. Ahir zamanda ümmetin sonlarında gelen son garipler, fesâd-ı ümmet zamanında, bozulmuş islam cemiyeti içinde gelen gariplerdir. Bu noktadan da ilk gariplerle son garipler arasında derece farkı olacağı açıktır. Birinciler hem ilk, hem müşrik cemiyet içinde olmuşlar. İkinciler, uzun devirler islam hakim olduktan, şanlı bir maziden, bütün dünya islamı duyduktan sonra ve islamdan uzaklaşan müslüman çoğunluk içinde gelmişlerdir. Son gariplerin işi, ilk gariplere göre daha kolay olmalıdır. Zahmetleri daha azdır. Bu sebepten sevapta hayırda, külli fazilette ilk garipleri, sahabeleri geçmeleri mümkün değildir. İlerlemeden sonra gerilemekle, işe ilk başlamanın zorluğu bir değildir.
Kaynaklar:
1. el-Müfredât, s. 359, el-Mucemul-Vasît, s. 647; el-Kâmûsul-Muhît I, 107-108.
2. Ayet-i kerimede “Görenle Görmeyen bir mi?” buyrulur. Rad 13/16.
3. Kurân-ı Kerîm de ensar övülürken kendilerinin Mekkeli Muhacirlere, Dâr-ı İslamı ve İman yurdunu hazırladıkları beyan edilir (Bk. Haşr 59/9).
4. el-Mufredât S. 359; el-Kâmûsul-Muhît I, 109, el-Mucemul-Vasît s. 648.
5. el-Câmi li Ahkâmîl-Kurân IV, 172, Ayrıca bk. Sahîhul-Müslim 232, 251. Hadisler, Sunenu İbn-i Mâce II, 1319 (no: 3987, 3988).
6. el-Câmili Ahkâmil-Kurân IV, 172; Ayrıca bk. Sahîhul-Müslim 232, 251. Hadisler, Sunenu İbn-i Mâce II, 1319 (no: 3987, 3988).
7. el-Mufredât s. 359; el-Kâmûsul-Muhît I, 108. Ayrıca bk. Tevîlü Muhtelifil-Hadîs s. 107-108; el-Aclunî Ali b. Muhammed Keşful-Hafâ, I-II, Kahire ty. 887 (islamın garip başlaması ile ilgili hadis-i şerif için bk.)
8. Râmûzul-Ehâdîs s. 366; Sunenu İbn-i Mâce II, 1331 (no: 4015), 1339 (no: 4036: boş adamlar nutuk atacaklar.) 1344 (no: 4047: İlim ve Kurân yani onu anlama azalacak.) 1335 (no: 4050-4052: ilim kalkacak cehalet yeryüzüne inecek, o hakim olacak. Burada ilimden maksat, gün geçtikce gelişen teknik, fen ilimleri, değil, dini ilimlerdir). Ayrıca bk. el-Buhârî, Muğire b. Berdubeh, Sahîhul-Buhârî, I-VIII, İstanbul, ty. VIII, 89;
Murat Sarıcık (Prof.Dr.)