Nereden geliyorsun?Nereye gidiyorsun?(

TaHKaR

Aktif Üyemiz
wol_error.gif
Bu resım kucultulmustur.Gercek boyuta donmek ıcın tıklayın.Orjınal boyut 604x442
n1420012217_30155726_7160.jpg
 

ceylannur

Yeni Üyemiz


Necisin, nereden gelip nereye gidiyorsun?

Yazar: Sorularla İslamiyet, 19-3-2008

“Şu üç soru herkesin boğazında düğümleniyordu. Hiç kimse bu sorulara cevap bulamıyordu. Bütün akıllar bu sorular karşısında suskun kalmıştı.

Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” Gerçekten insan nasıl bir varlıktı, nereden geliyordu, nereye gidiyordu? Çağlar boyu zihinlerde çalkalanan bu hayati sorular, cevabını Peygamberimizin teşrifiyle buldu. O geldi, ezilen, horlanan, itilen, kakılan ve köleleştirilen insanlık başıboşluktan kurtuldu, şerefli ve mükemmel bir varlık olarak yüceldi, gerçek özgürlüğüne kavuştu, Yüceler Yücesinin aziz bir misafiri oldu.

Peygamberimizin doğumu, insanlığın yeniden kendine gelmesi, kendini bulması, kendini tanıması, dünyaya gelişini fark etmesi ve öğrenmesiydi. Onu dünyaya getiren bahtiyar anne, nur bebeğe hamileyken rüyasında ona şöyle seslendiler: “Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun.

Onu dünyaya getirdiğin zaman ‘Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olan Allah’a sığınırım’ de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver.” Aynı gece Hz. Âmine’nin yanında bulunan Osman ibnâs’ın annesinin gördükleri de çok anlamlıydı: “O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük.” Evet, bu müstesna anı dile getiren Mevlid yazarı Süleyman Çelebi bu anı şu beytiyle dile getirmişti: “Hem Muhammed gelmesi oldu yakin Çok alâmetler belürdi gelmedin”

Dünyayı şereflendiren Sevgili Peygamberimizin üzerini o günün bir âdeti olarak büyükçe bir çanakla kapattılar. Araplara göre o devirde, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Nur bebeğin üzerine de bir çanak koydular. Fakat bir de baktılar ki, onun üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu. Bütün bunlar bir hedefi işaretliyordu.

Onun teşrifiyle her türlü küfür ve zulüm, düşmanlık ve kin üzerine kurulan sistemler, her çeşit bâtıl inanç ve âdetler parçalanıp yok olacak; imanın nuru öne çıkacak, barış ve kardeşlik gönüllerde taht kuracaktı. Aynı gece Kâbe’de tapılmakta olan putların çoğunun baş aşağı devrildiği görüldü. Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

Sava’da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü. Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen Mecusi ateşinin söndüğü müşahede edildi. Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen bu zat ateşe ve puta tapınmayı kaldıracak, Allah’ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.

Peygamberimiz Hicri takvime göre Rabiülevvel ayının 12. gecesi sabaha karşı dünyaya teşrif etti. Rabiüevvel ilkbahar demektir. O gelince insanlığın zifiri karanlığını ve dondurucu soğuğunu ilkbahara çevirdi. Ve her sene bugün inanan gönüllere baharı yeniden yaşattı. Onun getirdiği sevgi ve şefkat iklimine her zamankinden daha çok muhtaç hale geldik. Hakkın ve hakkaniyetin hâkimiyetine olan ihtiyacımızın daha da önem arz ettiğini gördük.


Mehmet Paksu
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Bismillahirrahmanirrahim

BİR ÂYET

Kim dünya mükâfâtını isterse, ona ondan veririz
nokta.gif
Kim de âhiret mükâfâtını isterse, ona (da) ondan veririz
nokta.gif

( ÂL-İ İMRÂN 145 )


BİR HADÎS

Fahr-i Âlem Efendimiz (asm) buyurdular ki: “Sizi Allah’ın yaratmasındaki maksad imtihâna çekmek içindir ki, hanginiz akılca en güzel, Allah’ın haram kıldığı şeylerden sakınmada en müttakî, onun tâatine koşmakta en hızlı olacak
nokta.gif
” Elmalılı Tefsîri


İNSAN BAŞIBOŞ DEĞİLDİR

Hiç mümkün müdür ki, insan umum mevcûdât (varlıklar) içinde ehemmiyetli bir vazîfesi, ehemmiyetli bir isti‘dâdı (kābiliyeti) olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam (intizâmlı) masnûâtıyla (san‘atlı eserleriyle) kendini tanıttırsa, mukābilinde (karşılığında) insan îmân ile onu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukābilinde insan ibâdetle kendini ona sevdirmese; hem bu kadar bu türlü ni‘metleriyle muhabbet (sevgi) ve rahmetini ona gösterse, mukābilinde insan şükür ve hamdle ona hürmet etmese, cezâsız kalsın, başıboş bırakılsın!
 
Üst Alt