Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Neydik Ne Olduk?
Osmanlı neredeydi biz nerede?
.
Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin
namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek
edinmez, kimseyide küçümsemezdik.
Dürüsttük: Bir zamanlar Londra Ticaret Odası´nın en görünür yerinde şu
mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et,
yanılmazsın."
İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası´nın toplantılarında
oylar eşit çıkınca Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki
sayılır, onundediği olurdu.
Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını
Avrupa´ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri
için atalarımızı şöyle eleştiriyor:"Türkler hiçbir zaman yere
tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında
bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları,sakalları dökülür."
Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu
ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak
altlarına kuş sarayları yapardık.Bunlara öyle çok örnek var ki,
saymakla bitmez.
Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700´lerdeki halimizi
şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim
kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar
arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu´ndaki
ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
Medeni idik: İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740´ların
Türkiye´si için şunları söylüyor:"Gerek İstanbul´da, gerekse
İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş,
hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat etmektedir ki,
Türkler çok medeni insanlardır."
Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü
veriyor:"Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi
suçlar,Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler
ki,insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır." Hırsızlık
nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830´larınİstanbul´unu
getiriyor önümüze:"Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve
dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı
İstanbul´da her sene azami beş-altı hırsızlık vak´ası görülür."
Ubicini Dr. Brayer´i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payıtahtta
dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye
gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı
halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf
Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu´nda ise hırsızlık ve cinayet
vak´aları olmadan gün geçmez." Naziktik: Edmondo de Amicis isimli
İtalyan gezgini, yine 1880´lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul
Türk halkı Avrupa´nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga
enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar
ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde
gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."
Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi´yle meşhur Du Loir´un
1650´lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk
siyasetiyle medeni hayatı bütüncihana örnek olabilecek vaziyettedir."
Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta
bitkileri bile kapsıyordu. Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda
dilerseniz Elisee Recus´u dinleyelim,bize 1880´lerdeki halimizi
anlatsın:"Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır.
Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle
Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa
ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında
leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya,
c. 9)
Hayırseverdik: Comte de Marsigli´yi tekrar dinleyelim: "Yazın
İstanbul´dan Sofya´ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş
köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum." Aynı
müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri
kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu
dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler.
İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve
hatta bitkilere bile teşmil ederler." Bu tespiti, İslâm ve Türk
düşmanı avukat Guer misallendiriyor:"Türk şefkati hayvanlara bile
şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek
için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında
sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların
kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak
kadar kaçık müslümanlara bile rastlamak mümkündür..." "Kaçık"lığın
kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için
kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk´e bir gün yaptığı
işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi:
Allah´ın rızasını tahsile yarar." Galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize
çok pahalıya patladı.
Yahya Kemal Beyatlı´nın bir tespitiyle yazımızı noktalayalım:"Eski
Türklerin bir dini hayatları vardı, dini hayatları olduğu içinde çok
şeyleri vardı; yeni Türklerin de dini hayatları olduğunda çok şeyleri
olacak."
Osmanlı neredeydi biz nerede?
.
Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin
namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek
edinmez, kimseyide küçümsemezdik.
Dürüsttük: Bir zamanlar Londra Ticaret Odası´nın en görünür yerinde şu
mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et,
yanılmazsın."
İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası´nın toplantılarında
oylar eşit çıkınca Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki
sayılır, onundediği olurdu.
Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını
Avrupa´ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri
için atalarımızı şöyle eleştiriyor:"Türkler hiçbir zaman yere
tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında
bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları,sakalları dökülür."
Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu
ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak
altlarına kuş sarayları yapardık.Bunlara öyle çok örnek var ki,
saymakla bitmez.
Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700´lerdeki halimizi
şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim
kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar
arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu´ndaki
ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
Medeni idik: İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740´ların
Türkiye´si için şunları söylüyor:"Gerek İstanbul´da, gerekse
İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş,
hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat etmektedir ki,
Türkler çok medeni insanlardır."
Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü
veriyor:"Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi
suçlar,Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler
ki,insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır." Hırsızlık
nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830´larınİstanbul´unu
getiriyor önümüze:"Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve
dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı
İstanbul´da her sene azami beş-altı hırsızlık vak´ası görülür."
Ubicini Dr. Brayer´i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payıtahtta
dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye
gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı
halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf
Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu´nda ise hırsızlık ve cinayet
vak´aları olmadan gün geçmez." Naziktik: Edmondo de Amicis isimli
İtalyan gezgini, yine 1880´lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul
Türk halkı Avrupa´nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga
enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar
ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde
gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."
Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi´yle meşhur Du Loir´un
1650´lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk
siyasetiyle medeni hayatı bütüncihana örnek olabilecek vaziyettedir."
Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta
bitkileri bile kapsıyordu. Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda
dilerseniz Elisee Recus´u dinleyelim,bize 1880´lerdeki halimizi
anlatsın:"Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır.
Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle
Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa
ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında
leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya,
c. 9)
Hayırseverdik: Comte de Marsigli´yi tekrar dinleyelim: "Yazın
İstanbul´dan Sofya´ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş
köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum." Aynı
müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri
kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu
dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler.
İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve
hatta bitkilere bile teşmil ederler." Bu tespiti, İslâm ve Türk
düşmanı avukat Guer misallendiriyor:"Türk şefkati hayvanlara bile
şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek
için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında
sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların
kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak
kadar kaçık müslümanlara bile rastlamak mümkündür..." "Kaçık"lığın
kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için
kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk´e bir gün yaptığı
işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi:
Allah´ın rızasını tahsile yarar." Galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize
çok pahalıya patladı.
Yahya Kemal Beyatlı´nın bir tespitiyle yazımızı noktalayalım:"Eski
Türklerin bir dini hayatları vardı, dini hayatları olduğu içinde çok
şeyleri vardı; yeni Türklerin de dini hayatları olduğunda çok şeyleri
olacak."