Nuh Bey ve Molla Hamid'e Yazdığı Mektup

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Hulûsi gibi mühim bir talebemin bana gönderdiği hediyesinin iadesine dair yazdığım bir mektubu, arkadaşlarımın tensiblerine binaen onların fıkraları içine derc edildi.)
1
barla_122_1.gif

2
barla_122_2.gif

3
barla_122_3.gif


Aziz, sıddık, vefadar ahiret kardeşlerim Hacı Nuh Bey*, Molla Hamid*;
Sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. “Sıddık-ı vefiyy bu zamanda yoktur.” diyenlere karşı sizleri gösteriyorum. Yirmi sene Van’da geçirdiğim hayat-ı ilmiye.. benim için Van çok kıymettardır. Lillâhilhamd sizler o kıymettarlığı gösterdiniz. Ve Van’a karşı şedit hissiyatıma tam mukabele ediyorsunuz. Size medar-ı ibret bir vakıa söyleyeceğim, şöyle ki:
Geçen sene Barlalı, İstanbul ticaretinde bulunan Bekir Efendi’nin şeriki Mehmed Efendi vasıtasıyla bir mektub aldım. Mektub harika olarak bana göründü. Çünkü Hulûsi Bey, “Nuh Bey’le görüştüm.” diye o mektubda bana yazıyor. Aynı mektubda, kardeşim Abdülmecid de, Molla Hamid’in selâm ve duasını bana yazıyor. Aynı mektubda Nurşîn-i Süfla’da Molla Abdülmecid’in yazısı ve imzası vardı. Fesübhanallah dedim. En ziyade sevdiğim bu insanların ayrı ayrı memlekette bulunmakla beraber, bir mektubda bunların içtimaları tevafuklu bir levha-i temâşâdır.
Bu sene yine o Mehmed Efendi Eğirdir’e gelmiş. Yine Nuh Bey’in aynı telgrafını, o zat bana getirdi. Fesübhanallah dedim. Nuh Bey’in lisan-ı hâli, güya Mehmed Efendi’ye “Dostum, ben seninle beraber Üstadımla görüşeceğim.” diyor, tahayyül ettim. Sonra yine Mehmed Efendi’nin hizmetkârı Eğirdir’e gidip Mehmed Efendi’nin mektublarını getirmiş. Yine Nuh Bey’in hediyeye ait, bana olan mektubunu getirdi. Dedim kat’iyen bu iş tesadüfî değil. Sonra mektubun müştemilâtına dikkat ettim. Tahmin ettim, Van’da Nuh Bey’in bana hazırladığı hediyeyi göndermek tarihinde, ben de


1- Her türlü noksanlıktan beri olan Allah’ın adıyla.
2- Hiçbir şey yoktur ki, Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın. (İsra Suresi: 44)
3- Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
aynı tarihte(Haşiye1) aynı fiyatta bir hediye-i azimeyi Nuh Bey’in namına Van’daki ihvanıma gönderiyordum. İşte bu iki tevafuk, bana işarettir ki: Nuh ile Hamid, talebelik ve kardeşlik için mintarafillah intihab edilmişler. Çünkü; tevafuk bizim için bir emare-i tevfik-ı ilâhî olduğuna kanaatım gelmiş. Risalelerde tevafukatın bazı numunelerini göreceksiniz. Fakat çok rica ederim ki gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir sebep: Benim, kardeşlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlâsı zedelememektir. Hem iktisad, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde dünya malına el uzatmak elimde değil.. ihtiyarım haricindedir. Hem bir misal ile ince bir sebebi anlatacağım:
Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. İstanbul’dan senin için getirdim, beni kırma.” dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatını verdim.
Dedi: Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?
Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatımı terk ediyorum. Çünkü; dünyaya tenezzül etmez, tama ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tama zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, ahiret meyvelerini dünyada yemeğe cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte, sana manen otuz lira zarar vermekle otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telâkki ediyorum. Sen madem fedakârsın, ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatınızı menfaatıma tercih ediyorum, gücenme. O da bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.
Ey Nuh Bey ve Hamid kardeşlerim! Siz de gücenmeyiniz. Hem Nuh Bey, biliniz ki, şu zamanda o havalide vefadarane, şefkatkârane beni aramaklığınız öyle bir hediyedir ki, bunun gibi binler hediyeden kıymettardır. Hem size gönderdiğim Risaleleri muhafaza etmek ve onlara sahip çıkmak
Haşiye 1- Maddeten otuz liralık, manen belki üç yüz liralıktır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ve benim yerimde onları himaye etmek binler lira kıymetinde bana karşı büyük bir hediyedir. Çünkü, netice-i hayatımı ve vazife-i vataniyemi ve o havalideki kardeşlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karşı borçlarımı eda eden o Risalelere ciddi sahip çıkmak, tam muhafaza etmek ve ehline yetiştirmeğe vasıta olmak öyle bir hediyedir ki, dünyevî hediyelerin binlerine mukabildir. Hem emin olunuz ki; manevî zararım büyük olmasa idi Nuh Bey’in hatırını kırmayacaktım. Şimdiye kadar Cenab-ı Hakka şükür, hediyeleri kabul etmeğe mecbur olmadım ve şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tama’a girmeye ihtiyar benden selbedildi. Hem eğer, sizin hediyenizi kabul etseydim; çok zatların ya kalbi kırılacaktı veyahut elli senelik kaidem bozulacaktı. Orada ve civarınızda bulunan eski talebelerim ve kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyorum ve onların dualarını istiyorum.
1
barla_124_1.gif


Kardeşiniz
Said Nursî
***
2
barla_124_2.gif

3
barla_124_3.gif



Aziz, sıddık, vefadar, hakikatlı, fedakâr, kardeşlerim Nuh Bey, Molla Abdülmecid, Molla Hamid;
Çok mübarek hediyenizi açtık gördük ki, Van hediyesi değil belki Medine-i Münevvere ve Ravza-i Şerifenin mübarek kerametli hediyesidir. Hem


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
2- Öyle bir zatın ismiyle ki, yedi gök ve yer ve bunlar içinde bulunan bütün varlıklar Onu (Allah’ı) tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın.
3- Ayrılık günlerinin dakikalarının aşireleri sayısınca Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
fiyatı, üstünde yazıldığı gibi yirmi beş lira değil, yirmi beş bin liradan fazla manen kıymetlidir. O mübarek hediyeyi Medine-i Münevvere namına bu havalideki Kur’an-ı Hakîmin hizmetinde halis hizmetkârlarına ve benim arkadaşlarıma tevzi etmek için -ale’r-re’si ve’l-ayn- kabul ettik. Fakat bu manevî hediyenin ehemmiyetli bir sırrı bulunduğu bana ihtar edildi. Yani Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, Kur’an’a ve Zat-ı risalete hizmetimizin bir alâmet-i makbuliyeti nev’inden olarak bir iltifat-ı Nebevîyi hissettim. O sırrı size açmak münasib görüldü. Şöyle ki: Şimdi bu mektubu yazan kâtib ile kardeşi Mesud beraber bir gün, üç aydan beri bahsi geçmediği Ahmed Ağa’nın bahsi geçti.. Beraberimde Kâtib Tevfik ile Mesud’a dedim: Bütün kitabları Diyarbekir’deki Ahmed Ağa’ya göndereceğiz. Ta, ya Şam-ı Şerif tarafına, ya Van’daki sıddıklara ulaştırsın. Bu sözümüz ve meşveretten dört saat sonra aynen o Ahmed Ağa habersiz çıktı geldi.
Aynı günde siyah bir mürekkebimiz vardı. Keşke güzel bir kırmızı mürekkebimiz olsaydı dedik. Biraz o mürekkebden taş üzerine döktük, siyah ve mor idi. Sonra yazmaya başladık. Tam istediğimiz tarzda kırmızı oldu. Bu hâle yedi sekiz kişi pek çok hayret ettik. Bu işi de bir fal-i hayr addettik. Fesübhanallah dedik, bunda bir sır var. Sonra birdenbire hatırıma geldi; Şam-ı Şerif’te eniştem Molla Said var, bir kısım kitabları Ahmed Ağa’ya verip göndereceğim, dedikten sonra tam bir sıddık olan Nuh Bey hatırıma geldi. Evvel başka memleket niyetiyle sonra İstanbul’daki kardeşlerin istemesiyle siyah tali’imiz suretini değiştirip parlayacaktır diye mana verdik. Sonra Mısır’a niyet edip yazdırdığım kitabları en lâyık Van’ı ve en sadıkı Nuh’u gördüm, ona göndereceğim diye Ahmed Ağa gittikten sonra onun arkasından Burdur’a kadar gönderdim.
Sonra bu işte öyle bir muvaffakiyet ve teshilât göründü ki, şüphe bırakmadı ki burada bir sır var. Nazar-ı dikkati celbetti. Dikkat ettik ki evvelki mektubda size yazdığımız gibi İstanbul’da oturan bir adam üç defa buraya misafireten gelerek onun eliyle Nuh Bey’in üç defa mektub telgrafı elime geçiyor. Ve en sevdiğim Hulûsi Bey ve Molla Abdülmecid ve Molla Hamid ve Hoca Abdülmecid Efendilerin selâmları ve isimlerini bir mektubda, yine o Mehmed Efendi geçen sene bana o getirdi. Dedim: Bu bir işaret-i inayettir, bu tesadüfî değil.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sonra Nuh’un hediyesi, yirmi beş liralık kıymetinde bir teneke bizim namımıza geldiğini işittik. Arkadaşlarla beraber hesab ettik ki, biz burada hangi tarihte kitab hediyelerini Nuh için hazırlıyorduk, aynı tarihte Nuh habersiz olarak kırk gün mesafede bize o nisbette ve mana cihetiyle onun gibi mübarek hediyeyi hazırlıyordu. Bu tevafuk kat’iyen tesadüf değil. Hattâ bir kısım dostlar dediler ki, “Bu Nuh Bey’in kerametidir. Acaba Nuh Bey’in kerameti var mı ki biliyormuş gibi mukabilini gönderiyor.” dediler. Dedim ki, ihlâsın ve sadakatın dahi velâyet gibi kerameti var. Belki, bazen daha fevkindedir. Hediyenin vürudundan sonra bir ay kadar kaza merkezinde bıraktık almadık. Sonra Nuh’un mektubunu aldıktan sonra getirterek açtık, hayrette kaldık. tasavvurumuzun bütün bütün fevkinde çıktı. Bu teberrüke karşı istiğna değil, belki bir iltifat-ı Ravza-i Mutahhara olduğundan ona karşı dilencilikle iftihar ediyorum. 1
barla_126_a.gif


sırrınca, habibin diyarından gelen her şey mahbubdur. Ve onun içinde bir, bilhassa Ravza-i Mutahhara’nın levha-yı müzeyyene ve münevveresi var idi. Bir kısım sanat-ı ilâhiyenin bir nev’i küçük müzehanesi şekline getirdiğim hücremin duvarına o levha-yı mübarekeyi dahi ta’lik ettim ve karşısında oturdum; derince, müştakane temâşâya başladım. Birden o levhada bana ihtar eder gibi kalbime geldi: Bizler senin risalelerinin manidar işaretleriyiz. Fesübhanallah dedim, bu hediye içinde sırlar var. Tedkike başladım. Baktım ki, gönderdiğim risaleler kaç parçadır, her bir parçaya mukabil bir nev’i hediye var. Yirmi bir parça, hem risalelerden, hem teberrükten saydım. Bu çeşit teberrükü şimdiye kadar işitmemiştim. Hiçbir hacı böyle bir zamanda, böyle merak edip her nevden bir kısım alsın. Hem benim hesabıma Medine-i Münevvere’nin mübarek eşyasını bana ayırıp göndersin. Bu demek Nuh muh işi değil. Ravza-i Mutahhara sahibinin bu teberrük içinde bir iltifatı vardır.
Madem kitabların parçaları ve hediyelerin nevileri birbirine tevafuk ediyor. Öyle ise her bir nev’ bir nev’ kitaba işareti var, münasebeti var. Şu gözümün önündeki levha ise, Mucizat-ı Ahmediye namında aslı beş parçadan ibaret On Dokuzuncu Mektuba muvafakat münasebeti var. Çünkü şu levha, o Ravza-i Mutahharanın ve Hücre-i Saadetin suretini gösterdiği gibi, Mucizat-ı Ahmediye Risalesi dahi asr-ı saadetin manevî suretini almıştır. Şu beş minare, o beş parçaya işaret ediyor. Şu kubbe, Mirac Risalesine bakıyor.


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt