TEFSİR NÛH Suresi Türkçe Okunuşu ve Tefsiri

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
NÛH SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

NÛH Suresi 27. Ayet
NÛH Suresi 27. Ayet
Nuh Sûresi Nuzül

Gerek mushaftaki sıralamaya gerekse nüzûl sırasına göre yetmiş birinci sûredir. Nahl sûresinden sonra, İbrâhim sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Nuh Sûresi Konusu

Hz. Nûh’un uzun yıllar ısrarla yaptığı tebliğ, verdiği mücâdele ve kavminin buna inkâr, yalanlama ve büyük bir vurdumduymazlıkla mukabele etmesi dikkat çekici bir üslupla anlatılır. Putperestliğin temellerine temas edilir. Hz. Nûh’un duasıyla, o inatçı azgın kavmin helaki ibretli bir vesika halinde gözler önüne serilir.

Nûh (as), "Ulûl-Azm" peygamberlerin ilkidir. Kendilerine gönderildiği kavim de, Allah'a kulluğu terkedip kendilerine putlar edinerek yeryüzünde fesad çıkartan ilk inşan topluluğudur. Allah Teâlâ insanlar için birer yol gösterici olan peygamberlerinden biri olan Nûh (a.s)'ı kavmine gönderdiğinde, onu yalanlamışlar, alaya almışlar ve onunla mücadeleye girişmişlerdi. Allah'a isyan edip, Resulünün davetine kulak asmayan bu kavim, aynı zamanda yeryüzünde helâk edilerek cezalandırılan ilk kavimdir. Bu cezalandırma daha sonraki kavimler için bir ibret kaynağı kılınmış ve Kur'an-ı Kerim'de teferruatlıca zikredilerek, bununla evvelki kavimlerin helâklerine sebeb olan davranışlardan kaçınılması için somut bir uyarıda bulunulmuştur.

Nûh (a.s), dokuz yüz elli sene kavminin arasında kalmış ve bu uzun zaman içinde onları Allah'ın gösterdiği yola tabi olmaya çağırmıştı. Onun bitmek tükenmek bilmeyen uzun süreli bu yorucu gayreti, toplumuna kendisini dinletememiş, onları, sürekli uyarısını yaptığı korkunç azaptan kurtaramamıştı. Sure, Nûh (a.s)'ın, mal ve mevki sahibi, sapıtmış liderlerinin peşinde koşan ve inanışlarını onun arzularına göre ayarlayan inatçı kavmiyle yaptığı mücadeleleri anlatıyor.

Sureye, Nûh (a.s)'ın haber verilen acıklı azab gelmeden kavmini doğru yola dönmeleri için uyaran bir peygamber olarak gönderildiği haber verilerek giriliyor: "Biz Nuh'u; "Can yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar" diye vahyederek, kavmine peygamber olarak gönderdik

Nûh (a.s) onları, Allah'a ibadet, O'nun azabından korkma (takva) ve Resule itaate çağırmıştı: "Allah'a kulluk edin O'ndan korkun, bana da itaat edin" . Bu çağrıya uymak için insanoğlunun zamanı sınırlıdır. Allah'ın ona verdiği mühlet içerisinde tercihini yapmak zorundadır. Çünkü Allah'ın takdir ettiği ve dönüşün mümkün olmadığı an geldiğinde, bunu geciktirmeye hiç kimsenin gücü yetmez! "Muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği vakit geldiği zaman, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz". İnsana verilen zamanın kısıtlı olduğu ve bir gün bu hayatın son bulacağı gerçeği, bilinen bir şey olduğu halde; insanoğlu, büyük bir gaflet içerisinde zamanını boş şeylerle ve Allah'a isyanla geçirir. Şeytan bu hayatın sonlu olduğunu, cezalandırma ve hesap gününün çok yakında gelip çatacağını ona unutturur. İşte Allah Teâlâ bunu; "Keşke bilseydiniz" ifadesiyle vurgulamaktadır.

Nûh (a.s), çok uzun bir hayatın tamamını bu gerçekleri kavmine kavratabilmek için, yorucu bir faaliyetle geçirmişti: "Rabbim! Kavmimi gece gündüz yılmadan imana davet ettim " .

Ama sonuçta küçük bir topluluk hariç, kendini hiç kimseye dinletememişti. Burada, Nûh (a.s) ve ondan sonra gelen bütün peygamberlerin karşılaştıkları inat, alaya alma ve büyüklenerek direnme olayının küfrün ve câhili düşüncenin geleneksel davranış biçimi cılduğu gözler önüne seriliyor. Nûh (a.s), kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya şikayet ederken şöyle demektedir: "Doğrusu ben bağışlaman için onları ne zaman imana davet ettimse; onlar, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, beni görmemek için elbiselerine büründüler, inkârlarında ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler".

Daha sonra, Nûh (a.s)'ın kavmini ne şekilde iman'a davet ettiği anlatılmaktadır. Bütün peygamberler getirdikleri ilâhî mesajın hakikatını akıllarda hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir netlikte açıklamış, tebliğ etmişlerdir.

Nûh (a.s) da kavmine, Allah'tan getirdiklerini anlayabilecekleri bir dille, akıllarına hitap eden delillerle tebliğ etmişti. Bu tebliğ esnasında kendisine bir hareket stratejisi de tayin etmişti. Bazı gruplar, Allah'ın birliğine imana çağırırken; maslahata uygun olarak, tebliğ faaliyetini gizlice yürütmüş; açıkça söylenmesi icab eden şeyleri de hiç kimsenin korkutmasından çekinmeden toplumun karşısına geçip haykırmıştı. Nûh (a.s)'ın böyle bir tebliğ metodu takip ettiği; "Sonra da onlara, bazan açıktan açığa, bazan da gizliden gizliye hakkı tebliğ ettim" ifadesinden açıkça anlaşılmaktadır.

İnkâr edip Allah'a savaş ilan edenler, ahirette şiddetli azaplarla cezalandırılacakları gibi; bu dünyada da büyük belâlarla karşılaşacaklardır. İman eden topluluklar ise, ahirette hesapsız nimetlerle mükâfatlandırılacakları gibi, bu dünyada da üzerlerine Allah Teâlâ'nın nimetleri yağacaktır. Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde defalarca zikredilmektedir. Bunun içindir ki Nuh (a.s), kavmini Allah'ın cezalandırmasından korumaya çalışırken, iman edip af dilemeleri karşılığında, Allah tarafından nimetlerin bollaştırılması ile de mükafatlandırılacaklarını onlara bildirmekte idi:

"Ve şöyle dedim: Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin; şüphesiz o çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin. Size çok mallar ve oğullar versin, bahçeler bağışlasın, ırmaklar akıtsın".

Nûh (a.s), tebliğ ettiği şeyin gerçekliğini, insan aklına hayret verecek ve idrakten aciz bırakacak olan evrenin işleyişi ve insanoğlunun yeryüzünde yaradılışı mucizelerini gözler önüne sererek anlatmaya çalışmıştı. Allah'ın varlığına ve birliğine mutlak anlamda delalet eden hilkat olayı, varlığın bütün incelikleri, insan aklına durgunluk verecek ilâhî bir uslûpla bütün peygamberler tarafından gönderildikleri toplumların gözleri önüne serilmiştir.

Kavmini ilâhî rahmete ulaştırmak için her türlü yolu deneyen Nûh (a.s), dokuz yüz elli yıllık uzun mücadele sonunda kavminin durumundan ümidini kesmiş ve onların artık uydukları tağutî liderlerinin peşinden kesinlikle ayrılmayacaklarını anlamıştı: Nuh, şöyle dedi: "Rabbim! Kavmim bana isyan etti; malı ve evladı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydu" .

Kâfirlerin her zaman yaptıkları gibi, Nûh (a.s) kavmi de, onun tebliğinin insanlar üzerindeki etkisini engellemek için çeşitli hileli yollara başvurarak, ona tuzaklar kurdular ve tapındıkları putları ayakta tutabilmek için her türlü yolu denediler ve bunda da başarılı oldular: "Onlar büyük tuzaklar kurdular. Sakın ilâhlarınızı bırakmayın, "Ved", "Suvâ", "Yağus", "Yeûk" ve Nesr" gibi putlarınızdan vazgeçmeyin dediler".

İlâhî tebliğe uzun süre kulak tıkayıp, onu yok etmek için zalimce yollara başvuran insanlar, kendileri için açık tutulan rahmet kapısını kaybederler. Artık, onların İslam'ı anlamaları mümkün değildir. Allah Teâlâ onları işledikleri büyük zulümler karşılığında böylece cezalandırmaktadır. Nûh (a.s), kavminden ümidini kesince Allah Teâlâ'dan onları cezalandırmasını istemiş ve Rabbine şöyle seslenmişti: Ey Rabbim! Kâfirlerden yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma!". Kurtuluşa erenler ise Peygambere uyan az bir topluluk idi: Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime mümin olarak gireni mümin erkekleri ve kadınları affet. Zalimlerin ise sadece helâkını artır".

Ve neticede sapıtmış bir topluluğun başına gelecek belalardan biri Nûh (a.s) kavmini yeryüzünden silip götürmüştü. Bunda, sonraki topluluklar için büyük bir ibret vardır (Nuh (a.s)'ın tebliğ mücadelesi ve Tufan hakkında bk. Nûh (a.s) mad.).

Nuh Sûresi Hakkında

Kur'an-ı Kerim'in yetmiş birinci suresi. Yirmi sekiz ayet, iki yüz yirmi bir kelime ve yedi yüz elli harften ibarettir. Mekkî surelerden olup Nahl Suresinden sonra nâzil olmuştur. Sure, bütünüyle Nûh (a.s)'ın kıssasından bahsettiği işin bu adı almıştır. Nûh sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 28 âyettir. İsmini, sûrede kıssası anlatılan Hz. Nûh’tan alır. اِنَّٓا اَرْسَلْنَا (İnnâ erselnâ) sûresi diye de anılır. Hem Mushaf tertîbine, hem de iniş sırasına göre 71. sûredir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
NÛH SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

1. Biz Nûh’u, “Başlarına pek acı bir azap çökmeden önce halkını uyar!” diye kavmine peygamber olarak gönderdik.

2. O da şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.”

3. “Yalnızca Allah’a kulluk yapın, O’na gönülden saygı besleyip emirlerine karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”

4. “Tâ ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve ceza vermeksizin belirli bir vakte kadar sizi ertelesin! Şüphe yok ki, Allah’ın takdir ettiği ecel gelip çattığında asla ertelenmez. Keşke bunu bilseniz!”


Nûh (a.s.), Allah’ın emriyle, küfür ve azgınlıkta devam eden kavminin başına büyük bir felâketin gelmekte olduğunu haber verir. İşlemekte oldukları günahları terk etmez, hal ve ahlâklarını düzeltmezlerse azaba uğrayacaklarını bildirir. Bundan kurtulabilmenin yolu olarak da onlara şu üç esası tebliğ eder:

Kulluk: Putlara tapmayı bırakarak sadece Allah’a kulluk etmek, O’nun emirlerini yerine getirmek.
Takvâ: Allah’a gönülden saygı beslemek, O’nun büyüklüğü karşısında titremek, bu saygı ve korkuyla O’nun râzı olmadığı bütün işleri, tutum ve davranışları terk etmek; razı olduğu işleri yapmaya gayret göstermek,
İtaat: Peygamberin Cenâb-ı Hak tarafından vazifelendirildiğine inanıp onun tebliğ ettiği esaslara uygun yaşamak.

Bunları yaptıkları zaman, Allah onların, kul hakları hariç, tüm günahlarını bağışlayacak, ecelleri gelinceye kadar onları her türlü felaketten koruyacak ve onlara huzurlu bir dünya hayatı lütfedecektir. Eğer inanmazlarsa sıkıntılarla dolu huzursuz bir hayat yaşayacaklar, nihâyet hayatları da felâketlerle ve imansız bir şekilde son bulacaktır. Çünkü hangi halde olursa olsun, fert ya da toplum için Allah’ın belirlediği bir ecel vardır. O geldiği zaman, bunun bir an bile ertelenmesi veya öne alınması mümkün değildir. (bk. A‘râf 7/34) Burada dikkat çekilmek istenen husus, iman edip gerçekleri anlayarak ona göre yaşamak için Cenâb-ı Hakk’ın verdiği ömrü ve fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktır. Bu fırsat geçince artık kurtulma imkânı kalmayacaktır.

Fakat azgın kavim, bütün uyarılara rağmen zulüm ve haksızlığa devam ettiler. Bunun üzerine:

5. Nûh Rabbine şöyle niyâz etti: “Rabbim! Ben kavmimi gece gündüz imana çağırdım.”

6. “Fakat ben çağırdıkça, onlar gerçeği kabulden daha fazla uzaklaştılar.”

7. “Kendilerini bağışlaman için onlara yaptığım her çağrı karşısında parmaklarını kulaklarına tıkadılar, bana görünmemek için elbiselerine büründüler, küfürde direttikçe direttiler ve büyüklenip beni dinlemeyi kibirlerine yediremediler.”

8. “Kâh oldu, dâvetimi yüksek sesle ve vurgulu bir üslupla yaptım.”

9. “Kâh oldu onlara açıktan söyledim, kâh oldu gizliden gizliye, husûsî dâvette bulundum.”


Bütün peygamberler, tebliğ vazifelerini ifâ için çok büyük gayretler göstermişlerdir. Gece gündüz demeden çalışmışlardır. Nûh (a.s.) da büyük bir samimiyet ve gönüllülükle çalışıp çabalamış, kavmini uçurumdan kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Davetini açıktan herkesin duyacağı şekilde ilan etmiş, insanlarla gizli gizli görüşmüş, her yolu denemiştir. Başvurmadığı bir çare kalmamıştır. Fakat o ne kadar gayret gösterdiyse, kavmi tam aksine onun davetinden uzaklaştılar. Onu kabule yanaşmadılar.

Onların Hz. Nûh’un davetine olan nefretleri ve yüz çevirmelerinin şiddeti şu ifadelerle haber verilir:

Birincisi; parmaklarını kulaklarına tıkadılar: Normalde insan bir şeyi duymak istemeyince, bütün parmağını değil parmağının ucunu kulağının içine koyar. Bunlar ise Hz. Nûh’un davetini duymamak için parmak uçlarını değil, parmaklarının hepsini kulaklarını sokup onu en küçük bir sesin bile giremeyeceği şekilde iyice tıkadılar. Bu durum onların duyduğu nefretin derecesini göstermektedir.

İkincisi; elbiselerine büründüler: Hz. Nûh’un sözünü duymak istemedikleri gibi, yüzünü de görmek istemiyorlardı. Yahut bunu, Nûh (a.s.) yanlarından geçerken onları tanımasın ve kendilerini dine çağırmasın diye yapıyorlardı. Nitekim Mekke kâfirleri de aynı küstahlığı Peygamberimiz (s.a.s.)’e karşı sergiliyorlardı:

“Şu hâle bakın, onlar sırf içlerindekini Peygamber’den gizlemek için yan çizer, göğüslerini eğip bükerler. Dikkat edin! Onlar örtülerine büründükleri zaman bile Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sînelerde saklı tutulan bütün gizlilikleri hakkiyle bilendir.” (Hûd 11/5)

Üçüncüsü; ısrar ettiler: Onlar, hem kendi bâtıl yollarında yürümekte ısrar ettiler, hem de gerçek daveti dinleyip kabul etmeme hususunda ısrar edip durdular.

Dördüncüsü; hakkı kabul etmemede büyüklendikçe büyüklendiler. “Senin peşinden gelenler toplumun en bayağı kimseleri iken, bizim sana inanmamızı nasıl beklersin?” dediler. (Şuarâ 26/111)

Bu kadar şiddetli düşmanlık ve nefrete rağmen Nûh (a.s.)’ın sabır ve tahammülle tebliğe devam etmesi ne ulvî bir ahlâkî güzelliktir:

10. “Onlara dedim ki: «Rabbinizden bağışlanma dileyin! Çünkü O, günahları çokça bağışlayıcıdır.»
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
11. «Bağışlanma dileyin ki üzerinize bol bol yağmur yağdırsın.»

12. «Mallarınızı, evlatlarınızı çoğaltsın, size bağlar, bahçeler versin, sizin için ırmaklar akıtsın.»


Kur’ân-ı Kerîm, Allah’a iman ve itaatin bolluk, bereket, huzur ve refaha vesile olacağını (bk. Mâide 5/66; A‘râf 7/96; Hûd 11/3, 52); imansızlık ve itaatsizliğin ise bereketi ortadan kaldırıp sıkıntı ve felaketlere sebep olacağını (bk. Tâhâ 20/124) yer yer hatırlatır. Burada da bu husus açıkça beyân edilmektedir. Nitekim Hz. Ömer’in şu hali, bu âyetleri nasıl anlamamız gerektiğini gösteren açık bir misaldir:

Ömer (r.a.) bir defasında yağmur duasına çıktı. Geri dönünceye kadar bağışlanma dilemekten başka bir şey yapmadı. Yağmur yağınca, yanında bulunanlar: “Biz senin yağmur için dua ettiğini görmedik” dediler. O da: “Ben göğün yağmur gelen kapılarına vurdum” buyurmuş sonra da Nûh sûresi 10-12. âyetleri okumuştur. (Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 160)
Hasan Basri (r.h.)’in şu tavsiyeleri de dikkate değerdir:

Rivayete göre meclisinde bulunan bir kişi, Hasan Basri (r.h.)’e kuraklıktan şikayet etti. Ona: “Allah’tan bağışlanma dile” dedi. Bir diğeri fakirlikten şikayet etti, ona da: “Allah’tan bağışlanma dile” dedi. Bir başkası: “Allah’a dua et de bana bir oğul ihsan etsin” dedi, ona da: “Allah’tan bağışlanma dile” dedi. Başka biri bahçesindeki kuraklıktan ona şikayet etti, ona da: “Allah’tan bağışlanma dile” dedi. Böyle demesinin sebebi sorulunca da: “Ben kendiliğimden bir şey söylemedim” deyip yine bu âyetleri okumuştur. (Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 160)

Hz. Nûh sözüne devamla kavmine Allah’ı hakkiyle tanımalarını, O’nun büyüklük ve yüceliğini idrak ederek O’ndan korkup çekinmelerini hatırlatır:

13. «Size ne oluyor ki, Allah’ı tanımıyor, O’nun büyüklüğünden korkmuyorsunuz?»

14. «Oysa O’dur sizi merhale merhale, şekilden şekle geçirerek yaratan!»


Kavmine şöyle seslenir:

“Siz niçin Allah’tan korkmuyorsunuz? Yüce Allah’ın sabrı ve hilmiyle beraber azamet ve yüceliği bulunduğuna inanmıyor, O’nu dikkate almayanın neticede yok olacağına ihtimal vermiyorsunuz? Hakkiyle inanmadığınız için O’na saygısızlık ediyor, bu yüzden putlara tapıyorsunuz?”

Bu mânaya göre söz, sırf tehdit ve korkutma ifade eder.

“Niçin yüce Allah’ın size ilerde bir vakar, izzet ve şeref lütfederek size değer vermesini, yükseltip neticede büyük mertebeye erdirmesini ümit etmiyorsunuz? Bu ulvî dereceye ulaşabilmek için neden iman edip onun yolunda gitmiyorsunuz da tam aksine O’nu inkâr edip putlara taparak zelillik yolunu seçiyorsunuz?”

Bu durumda ise söz, korkutmadan ziyade teşvik olmuş olur.

İnsanı topraktan, çamurdan, sudan başlayıp meni, nutfe, alaka, mudğa, kemik, et, ruhun üflenmesi safhalarında geçirerek onu mükemmel bir varlık haline getiren Allah Teâlâ (bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-14), elbette kendinden korkulmaya, saygı duyulmaya, kadri bilinmeye ve rahmeti umulmaya en layık varlıktır.

Bu düşünceyi kalplerine iyice perçinlemek için Nûh (a.s.) tebliğine şöyle devam ediyor:

15. «Hem görmez misiniz, Allah yedi göğü nasıl birbiriyle tam uyumlu, mükemmel bir ölçüyle ayarlanmış tabakalar hâlinde yaratmış?»

16. «O gökler içinde ayı yansıyan bir nûr, güneşi de bir ışık kaynağı yapmış.»

17. «Allah sizi de yerden bitki bitirircesine bitirip büyüttü.»

18. «Sonra sizi tekrar toprağa döndürecek ve yeniden diriltip tekrar oradan çıkaracaktır.»

19. «Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi gibi döşedi.»

20. «Onun geniş yollarında, dağları vâdileri arasında yürüyüp gidesiniz diye.»”


İnsanın safha safha yaratılışı Allah’ın kudretine enfüsî bir delildir. Şimdi ise O’nun nihâyetsiz kudret ve azametini gösteren âfâkî delillere işaret edilir. Bunlar:

Birbiriyle eşsiz bir âhenk içinde yedi tabaka halinde yaratılan gökler. (bk. Bakara 2/29)

Gökyüzünde parıldayan nurlu ay ve aydınlatıcı, ışık kaynağı olan güneş. (bk. Yûnus 10/5; Furkān 25/61-62)

İnsanın, diğer bitkiler gibi, gerekli gıdaları topraktan alarak gelişmesi ve hayatını devam ettirmesi. O, topraktan yaratıldığı gibi tekrar oraya dönecek ve yeniden diriltilip oradan tekrar çıkarılacaktır. Dolayısıyla tüm varlıkla birlikte insanın yaratılma sebep ve hikmeti, âhiret hayatıdır.

Üzerinde insanın kolaylıkla gezip dolaşabilmesi, geni geniş yollar yapıp istediği yere ulaşabilesi için döşenmiş yeryüzü. (bk. Enbiyâ’ 21/31; Hac 22/27)

Bu şekilde geçen uzun tebliğ ve mücâdele yıllarından sonra:
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
21. Nûh dedi ki: “Rabbim! Bunlar bana karşı geldiler; malı da çocukları da kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramayan kimselerin peşine düştüler.”

22. “Dâvetimi engellemek için büyük büyük tuzaklar kurdular.”

23. “«Sakın ha ilâhlarınızdan vazgeçmeyin. Hele hele Vedd’i, Suva’ı, Yeğûs’u, Yeûk’u ve Nesr’i asla bırakmayın!» dediler.”

24. “Böylece pek çoklarını şaşırtıp saptırdılar. Sen de o zâlimlerin şaşkınlığını artır ya Rabbi!”

25. Böylece günahları yüzünden tûfanda boğuldular, peşinden cehenneme tıkıldılar! Kendilerini Allah’ın azabından koruyacak bir tek yardımcı bile bulamadılar.


Nûh kavmi, Hz. Nûh’un davetine sırt çevirip kâfirlikleri, malları, çoluk çocukları dünyada sapıklıktan, helâke uğramaktan, âhirette de azaptan başka bir şeylerini artırmayan büyüklerine ve zenginlerine uydular. Bu önderler Nûh (a.s.)’a karşı halkı kandırmak için pek büyük tuzaklar kurdular, çeşitli hilelere başvurdular. Misal vermek gerekirse Nûh’a deli dediler. Ona uyanların, toplumun en akılsız ve adi insanları olduğunu söylediler. Eğer daveti gerçek olsaydı, ona zenginlerin, ileri gelenlerin inanması gerektiğini iddia etiler. Eğer peygamberse yanında meleklerin olması, hazinelerin bulunması, gaybı bilmesi, her türlü ihtiyaçtan uzak olması gerektiğini ileri sürdüler. (bk. Hûd 11/27, 31; Mü’minûn 23/24-25) Bununla birlikte halkı o dönemin meşhur putlarına ibâdete teşvik edip, onlardan ayrılmamalarını şiddetle ve hararetle tavsiye ettiler. Burada o putların beş tanesinin ismi sayılmaktadır.

İbn Abbas (r.a.)’ın bildirdiğine göre bu put isimleri, aslında sâlih insanlara ait idi. Onlar öldükten sonra, şeytan o kavme: “Toplantı yerlerinizin karşısına bunlar için anıtlar dikin ve onların adlarını verin!” diye telkinde bulundu. Önceleri bunlara tapan yoktu. Fakat onlar ölüp gittikten sonra, bu isimlerin sahipleri hakkındaki bilgiler de unutuldu ve insanlar onlara tapmaya başladı. (Buhârî, Tefsir 71/1)

Nûh kavminin müptela olduğu şirk hastalığı bu sapmanın bir devamı idi. Böylece onlar iyice sapıtıp yoldan çıkınca, artık ıslahlarının mümkün olmadığını vahiy yoluyla öğrenen Hz. Nûh (bk. Hûd 11/36), onların iyice sapıtıp helak olmaları için beddua etmiştir. Neticede Peygamber duası kabul edilmiş, onlar işledikleri büyük günahlar yüzünden tufanda boğulmuşlardır. Âhirette de cehenneme atılacaklardır. Dünyada onları boğulmaktan kimse kurtarmadığı gibi, âhirette de Allah’ın azabından kurtulmak için hiçbir yardımcı bulamayacaklardır. Onlara putları yardımcı olmadığı gibi, tepelerine azap indiğinde Mekke müşriklerine de putları yardım edemeyecektir.

Sonunda:

26. Nûh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!”

27. “Bırakacak olursan, onlar senin kullarını yoldan çıkarırlar ve ancak kendileri gibi ahlâksız, günahkâr ve azılı kâfir nesiller yetiştirirler.”

28. “Rabbim! Beni, anne-babamı, mü’min olarak evime girenleri, bütün mü’min erkeklerle mü’min kadınları bağışla! Zâlimlerin ise ancak helâkini artır! Köklerini kurut!”


Hz. Nûh’un, yeryüzünde hiçbir kâfirin bırakılmaması yönündeki duasının hikmeti, gelecek nesillere olan şefkat ve merhametidir. Çünkü kâfirler, çocuklarını kendi bâtıl inanç ve anlayışlarına göre yetiştirirler. Onların da kâfir ve günahkâr olmalarına sebep olurlar. Yeryüzünde tek kâfir kalmayacak şekilde bunlar temizlendikleri takdirde, böyle bir tehlike ortadan kalkmış olur.

Rivayete göre Hz. Nûh’un kâfirlere böyle beddua etmesinin sebebi şudur:

Kavminden bir adam, kucağında küçük bir çocuk olduğu halde Nûh (a.s.)’ın yanından geçerken:

“- Sen bu adamdan uzak dur, kendini bundan koru. Çünkü o seni saptıracak” dedi. Bu sefer oğlu:

“- Babacığım, beni yere indir” dedi. Onu indirdi. Çocuk Hz. Nûh’a bir taş attı ve başını yaraladı. İşte bu vakit sabrı taşıp onlara beddua etti. (bk. Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 163)

Hz. Nûh, kâfirlere bedduadan sonra, hem kendisi hem de mü’minler için dua etmiştir. Ana-babası müslüman olduğu için onlara bağışlanma dilemiş, kâfir olan oğlunu ve hanımını istisnâ etmek için “evime mü’min olarak giren” kaydını getirmiş ve kıyâmete kadar gelecek bütün mü’min erkek ve kadınlara Allah’tan bağışlanma dilemiştir. O merhamet deryası gönlüyle bütün mü’minleri duasına dâhil etmiştir. Fakat zâlimlerden, kâfirlerden ciğeri iyice yandığı için, son olarak yine onlara helak istemekten kendini almamıştır. Bu da, bütün kâfirler ve zâlimler hakkında umûmî bir bedduadır.

Görülen âlemde tecelli eden ilâhî kudret akışları ve azamet tecellilerinden bahseden Nûh sûresini, görülmeyen âlemin sırlarına kapı aralayan Cin sûresi takip edecektir:
 
Üst Alt