TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
1. Bölüm
Yeryüzü kabuğunu oluşturan karalar bundan 400 milyon yıl önce Güney Kutbunda toplanmış olan "Gondwana" (Pangea) isimli tek bir kıtadan oluştuğu, yeryüzü "Tethys" adı verilen bir okyanus ile kaplı olduğu zaman içinde Pangea’nın parçalanarak kuzeye doğru hareket ettiği ve bugünkü kıtaları oluşturduğu bilinmektedir.
Kadim uygarlıklara ait izleri bulmak imkânsız denecek kadar zordur. Çünkü üzerinde yaşadığımız gezegenin ekolojik şartları çeliği bile 2500 ile 3000 yıl arasında tamamen bozunuma uğratarak toprağa dönüştürmektedir. Elimizdeki en eski kanıtlar Naacal Tabletleri 15.000 yaşındadır. 15.000 senenin öncesi ise her türlü spekülasyona ve yakıştırmaya açıktır. Günümüzden 9.600 yıl öncesine kadarını bugün bilimsel olarak tartışıyor ve sorguluyoruz. İnsan türü olarak 10.000 yıldır yaşadığımızın farkındayız.
Üzerinde anladığımız anlamda yaşam barındırma olasılığı yüksek olan hatta zaman zaman sulara batan diğer hareketli kıtalar M.Ö. 50 milyon yıl önce oluştuğu biliniyor. Mantık yeteneği olan ilk canlıların 40.000 yıl önce ortaya çıktığı söyleniyor. Tarihin başlangıcı ise 10.000 yıl öncesine gidiyor.
Bir uygarlığa bilimsel ilerleme yoluyla kendi kendini mahvedebilecek düzeye varabilmesi için ortalama 10.000 yıl tanırsak bizim uygarlığımızdan önce de dünyada bir ya da daha çok uygarlığın gelmiş geçmiş olması için yetecek zaman payı vardır. Belki teknik yönden ilerlemiş her uygarlık er geç, rastlantı eseri ya da bir planlama sonucu olarak atom gücünü keşfedecek (bizim için 10.000 yıl sürdü) ve keşfedince de ya bu büyük gücü kontrol altında tutabilmek ya da uygarlığın mahvolmasını göze almak gibi bir ikilemle karşı karşıya gelecektir. Eğer böyle bir dünya uygarlığı gerçekten vardı da kendi mahvını kendi yaratarak yok olduysa bunun anıları elbette destanlarda bulunacak ya da bilinmeyen bir çağa yorumlanan anakronistik kalıntılarla anlaşılmayan dev harabelerle kendini belli edecektir.
Canlıların oluşmasıyla birlikte dünyanızda Hint söylencelerinde yer alan “dört çağ” başlar. Bunlar; yazıdan önceki tarihin dört çağı olup sırasıyla, Dinozorlar Çağı, Lemurya Kıtası çağı, Mu kıtası çağı ve halen yaşamakta olduğumuz çağdır.
Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Herodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tufan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir.
Geçmişte meydana gelen ve hemen hemen tüm kutsal ki*taplarda dile getirilen Tufan'ın etkileri, bazı bilim insanlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı kalmamıştır. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında sili*nemeyecek izler bırakmış olan bu büyük felâketler dizisinden, Dünya üzerinde en az etkilenen bölgelerin başında Ortadoğu gelmiştir.
Büyük Okyanusun doğusundaki Nazca Plakası yılda 6 cm'lik bir hızla Kuzey Amerika kıtasının altına kaymakta olduğu da bilinmektedir. Nazca plakasının kuzeyinde "Farallon" isimli bir kıtanın çok eskiden mevcut olduğu ve bundan 50 milyon yıl önce Kuzey Amerika kıtasının altına doğru hareket ederek battığı bugün bilinen gerçekler arasındadır.
Ancak günümüzün Yer Fiziği Bilimi'nin kabul ettiği gerçeklerin dışında Büyük Okyanus'ta Mu Kıtası isimli bir kıtanın var olduğunu ve sulara gömüldüğünü kabul etmek yerine dünyanın çeşitli yerlerinde bazı eski uygarlıkların olabilirliğini kabul etmek, Yer Fiziği bilimine ters düşmemek için daha uygun olacaktır.
İnsanlık tarihi ise bilindiği gibi Hz. Adem'in yeryüzüne gönderilmesiyle başlamıştır. İlk insan ve ilk peygamber Adem, kendisine saygı gösterilmesi emrini tereddütle karşılayan Azazel'in tuzağına düşmüş ve cennetten çıkarılmıştır. Böylece Adem ve Havva, tek yeşil gezegen olan Dünya'da; cinlerle ve Allah'ın lânetiyle şeytanlaşan Azazel'le birlikte yaşamaya başlamıştır.
Dünya'da çok uzun zamandan beri İblis'in de mensubu bulunduğu cinler yaşamaktaydı. Cinlerin ne zaman yaratıldığını ve Dünya'dan önce nerelerde; hangi gezegenlerde yaşadıklarını bilmiyoruz. Ancak çağın gelişen ilmi verilerine ve İslam kaynaklarına dayanarak bazı tahminlerde bulunabiliriz. Cin toplumlarının da insan toplumları gibi imtihan edildiklerini, İslam'dan saparak zalimleştikleri vakit uyarıcı gönderildiğini; uyarıcı Allah'ın Elçilerini öldürmeye kalkışarak, aynen müşrik-zalim insan kavimleri gibi helak olduklarını biliyoruz.
Bu nedenledir ki içlerinden iman edenlerin kurtarılarak; Güneş sisteminde başka bir gezegene yerleştirildiklerini söyleyebiliriz. Bu şekilde "Güneş sistemi"ndeki birçok gezegenin yaşanmaz hale geldiğini; sonunda muhtemelen Mars'tan, Dünya gezegenine geçtikleri konusunda yeterli olmasa da işaretler bulunduğunu söyleyebiliriz.
İşte Güneş sisteminin bu son ve adeta yaşam için hazırlanmış Dünya gezegeninde, bir taraftan Ademoğulları çoğalıp-yayılırken; diğer taraftan cinler ve İblisoğulları ve yandaşları olan cin-şeytanlar çoğalmıştır. Dünya, tüm canlı yaşamı, bitki örtüsü, yiyecek- içecek su kaynaklarıyla; tüm yer altı-yer üstü kaynaklarıyla cin ve insanoğlu için yaşam-ölüm yeri ve yurt olarak hazırlanmış olup; eceline kadar yaşamını sürdürecektir.
İnsanlık tarihini; yahut kavimler tarihini genel olarak iki döneme (periyoda) ayırabiliriz. Birincisi Adem'den, Nuh'a kadar; ikincisi Nuh'tan, Dünya'nın sonuna yahut fiili kıyamete kadar olan dönem. Kurân'a baktığımızda insanoğlunun, Nuh'a kadar devam eden serüveninden adeta söz edilmediğini görürüz. Nuh'tan sonraki insanoğlunun; yani Nuhoğulları'nın kavimleri, peygamberlerin bu kavimlerle mücadeleleri ve kavimlerin helakları; açıkça ve ibretli bir şekilde anlatılmıştır. Ancak Adem- Nuh arası Ademoğlu'nun, kavimleri, elçileri ve mücadelelerinden söz edilmemiştir. Ayrıca Nuh tufanının, Dünya ölçeğinde Ademoğullarını yok etmesi oldukça anlamlıdır ve bize bazı ipuçları sunmaktadır.
Allah'ın insanoğluna indirdiği son kitap Kurân'da; sadece Hz. Adem'in iki oğlu Habil ve Kabil'in mücadelesinden ve peygamber olarak da İdris'ten bahsedilmektedir. Adem'in diğer bir oğlu Şit'in peygamberliğini ise hadis kaynaklarından ve Tevrat'tan bilmekteyiz. Bu gerçeği, evrensel Nuh tufanıyla birlikte göz önüne aldığımızda vardığımız sonuç; Allah'ın insanoğlunun bu dönemini "sessiz karanlığa" mahkum etmiş olmasıdır. Ayrıca, Tevrat'ın Tekvin bölümü de bizim bu hükmümüzü teyit etmektedir.
Demek ki; bu birinci insanlık periyodu içinde ademoğulları öyle yoldan çıkmış; o derece sapkın hale gelmişler ki; ya peygamberlerini öldürmüşler ya da peygamber gönderilemeyecek derecede Allah'ın gazabını üzerlerine çekmişler ve böylece Allah da bu dönemi "sessiz karanlığa" mahkum etmiştir. Bu sebepledir ki Kurân'ın bu konudaki sessizliği, bizce oldukça anlamlıdır ve bu periyodu değerlendirirken bazı sonuçlar tahsil etmemize imkan vermektedir. Bu çağrışımlar, insanlığın "birinci periyodu"nda ortaya çıkan ve insanoğlunun "şirk"e; oradan da şeytanlaşma sürecine girişini bize hatırlatmaktadır. Bu insanlık tarihinin "birinci periyodu"nda ortaya çıkan sapkınlık, öyle bir sapkınlıktır ki; Allah'ın gazabını üzerine çekmiş ve bu dönem "karanlığa" mahkum edilmiştir.
Sünnetullah şudur: İnsanoğlu önce Allah'a teslim olur; sonra kısa bir zaman periyodunda "şirk"e kayar; gönderilmiş uyarıcı-elçileri dinlemez, öldürmeye kalkar ve giderek adeta şeytanlaşır ve helak çukuruna yuvarlanır.
Anladığımız kadarıyla, Azazel melek boyutundayken, "cin toplumu"nun liderlerinden 19 kişi onun yardımcıları idi. Bunlar, kendilerini tamamen Allah'a adamış, O'nu melekler gibi tespih ve takdis eden önderlerdendi. Bu sebeple de adeta cennetlere; 2. Sema'ya yolculuk edebiliyorlar; meleklerin konuşmalarını; Allah'tan gelen talimatları dinleyebiliyorlardı. Azazel, İblis olunca, aldatıcı-yaldızlı laflarla bunların da ayaklarını kaydırdı. Böylece İblis'in kölesi ve lanetli şeytanlar oldular. İblis'in; "düşmüş melekler" dediği işte cinlerin ileri gelenlerinden olan bu 19 kişidir. Bu 19 kişilik "öncü cinler" de, kendilerine bağlı olan cinleri saptırdılar ki bunların da sayısı, Enok'a (Hz. İdris'e) göre 200'dür.
Arkasından bütün bu cinlerin reisleri ve tabiinleri, İblis'in emrine girerek; nesli bozmak için temasta bulundukları zamanın toplumlarını "cin boyutlu üstün insan olmak" vaadiyle kandırmışlardır. Böylece insan kızlarıyla birleşerek "Devler"in babaları olmuşlardır. Allah'ın yasalarını çiğneyen herkes, sünnetullah gereği lanetlenerek kendilerini ve çocuklarının geleceklerini tehlikeye atarlar. Enok, insanlığı uyarmak için kitabında bunları detaylı bir şekilde anlatmıştır. Ancak biz konuyu uzatmamak için bunları aktarmıyoruz. Diğer taraftan "Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları"nda benzer anlatımlar vardır. Nitekim Kumran metinlerinden "devler olayı"nı ve "Nuh tufanı"nı kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Yeryüzü kabuğunu oluşturan karalar bundan 400 milyon yıl önce Güney Kutbunda toplanmış olan "Gondwana" (Pangea) isimli tek bir kıtadan oluştuğu, yeryüzü "Tethys" adı verilen bir okyanus ile kaplı olduğu zaman içinde Pangea’nın parçalanarak kuzeye doğru hareket ettiği ve bugünkü kıtaları oluşturduğu bilinmektedir.
Kadim uygarlıklara ait izleri bulmak imkânsız denecek kadar zordur. Çünkü üzerinde yaşadığımız gezegenin ekolojik şartları çeliği bile 2500 ile 3000 yıl arasında tamamen bozunuma uğratarak toprağa dönüştürmektedir. Elimizdeki en eski kanıtlar Naacal Tabletleri 15.000 yaşındadır. 15.000 senenin öncesi ise her türlü spekülasyona ve yakıştırmaya açıktır. Günümüzden 9.600 yıl öncesine kadarını bugün bilimsel olarak tartışıyor ve sorguluyoruz. İnsan türü olarak 10.000 yıldır yaşadığımızın farkındayız.
Üzerinde anladığımız anlamda yaşam barındırma olasılığı yüksek olan hatta zaman zaman sulara batan diğer hareketli kıtalar M.Ö. 50 milyon yıl önce oluştuğu biliniyor. Mantık yeteneği olan ilk canlıların 40.000 yıl önce ortaya çıktığı söyleniyor. Tarihin başlangıcı ise 10.000 yıl öncesine gidiyor.
Bir uygarlığa bilimsel ilerleme yoluyla kendi kendini mahvedebilecek düzeye varabilmesi için ortalama 10.000 yıl tanırsak bizim uygarlığımızdan önce de dünyada bir ya da daha çok uygarlığın gelmiş geçmiş olması için yetecek zaman payı vardır. Belki teknik yönden ilerlemiş her uygarlık er geç, rastlantı eseri ya da bir planlama sonucu olarak atom gücünü keşfedecek (bizim için 10.000 yıl sürdü) ve keşfedince de ya bu büyük gücü kontrol altında tutabilmek ya da uygarlığın mahvolmasını göze almak gibi bir ikilemle karşı karşıya gelecektir. Eğer böyle bir dünya uygarlığı gerçekten vardı da kendi mahvını kendi yaratarak yok olduysa bunun anıları elbette destanlarda bulunacak ya da bilinmeyen bir çağa yorumlanan anakronistik kalıntılarla anlaşılmayan dev harabelerle kendini belli edecektir.
Canlıların oluşmasıyla birlikte dünyanızda Hint söylencelerinde yer alan “dört çağ” başlar. Bunlar; yazıdan önceki tarihin dört çağı olup sırasıyla, Dinozorlar Çağı, Lemurya Kıtası çağı, Mu kıtası çağı ve halen yaşamakta olduğumuz çağdır.
Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Herodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tufan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir.
Geçmişte meydana gelen ve hemen hemen tüm kutsal ki*taplarda dile getirilen Tufan'ın etkileri, bazı bilim insanlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı kalmamıştır. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında sili*nemeyecek izler bırakmış olan bu büyük felâketler dizisinden, Dünya üzerinde en az etkilenen bölgelerin başında Ortadoğu gelmiştir.
Büyük Okyanusun doğusundaki Nazca Plakası yılda 6 cm'lik bir hızla Kuzey Amerika kıtasının altına kaymakta olduğu da bilinmektedir. Nazca plakasının kuzeyinde "Farallon" isimli bir kıtanın çok eskiden mevcut olduğu ve bundan 50 milyon yıl önce Kuzey Amerika kıtasının altına doğru hareket ederek battığı bugün bilinen gerçekler arasındadır.
Ancak günümüzün Yer Fiziği Bilimi'nin kabul ettiği gerçeklerin dışında Büyük Okyanus'ta Mu Kıtası isimli bir kıtanın var olduğunu ve sulara gömüldüğünü kabul etmek yerine dünyanın çeşitli yerlerinde bazı eski uygarlıkların olabilirliğini kabul etmek, Yer Fiziği bilimine ters düşmemek için daha uygun olacaktır.
İnsanlık tarihi ise bilindiği gibi Hz. Adem'in yeryüzüne gönderilmesiyle başlamıştır. İlk insan ve ilk peygamber Adem, kendisine saygı gösterilmesi emrini tereddütle karşılayan Azazel'in tuzağına düşmüş ve cennetten çıkarılmıştır. Böylece Adem ve Havva, tek yeşil gezegen olan Dünya'da; cinlerle ve Allah'ın lânetiyle şeytanlaşan Azazel'le birlikte yaşamaya başlamıştır.
Dünya'da çok uzun zamandan beri İblis'in de mensubu bulunduğu cinler yaşamaktaydı. Cinlerin ne zaman yaratıldığını ve Dünya'dan önce nerelerde; hangi gezegenlerde yaşadıklarını bilmiyoruz. Ancak çağın gelişen ilmi verilerine ve İslam kaynaklarına dayanarak bazı tahminlerde bulunabiliriz. Cin toplumlarının da insan toplumları gibi imtihan edildiklerini, İslam'dan saparak zalimleştikleri vakit uyarıcı gönderildiğini; uyarıcı Allah'ın Elçilerini öldürmeye kalkışarak, aynen müşrik-zalim insan kavimleri gibi helak olduklarını biliyoruz.
Bu nedenledir ki içlerinden iman edenlerin kurtarılarak; Güneş sisteminde başka bir gezegene yerleştirildiklerini söyleyebiliriz. Bu şekilde "Güneş sistemi"ndeki birçok gezegenin yaşanmaz hale geldiğini; sonunda muhtemelen Mars'tan, Dünya gezegenine geçtikleri konusunda yeterli olmasa da işaretler bulunduğunu söyleyebiliriz.
İşte Güneş sisteminin bu son ve adeta yaşam için hazırlanmış Dünya gezegeninde, bir taraftan Ademoğulları çoğalıp-yayılırken; diğer taraftan cinler ve İblisoğulları ve yandaşları olan cin-şeytanlar çoğalmıştır. Dünya, tüm canlı yaşamı, bitki örtüsü, yiyecek- içecek su kaynaklarıyla; tüm yer altı-yer üstü kaynaklarıyla cin ve insanoğlu için yaşam-ölüm yeri ve yurt olarak hazırlanmış olup; eceline kadar yaşamını sürdürecektir.
İnsanlık tarihini; yahut kavimler tarihini genel olarak iki döneme (periyoda) ayırabiliriz. Birincisi Adem'den, Nuh'a kadar; ikincisi Nuh'tan, Dünya'nın sonuna yahut fiili kıyamete kadar olan dönem. Kurân'a baktığımızda insanoğlunun, Nuh'a kadar devam eden serüveninden adeta söz edilmediğini görürüz. Nuh'tan sonraki insanoğlunun; yani Nuhoğulları'nın kavimleri, peygamberlerin bu kavimlerle mücadeleleri ve kavimlerin helakları; açıkça ve ibretli bir şekilde anlatılmıştır. Ancak Adem- Nuh arası Ademoğlu'nun, kavimleri, elçileri ve mücadelelerinden söz edilmemiştir. Ayrıca Nuh tufanının, Dünya ölçeğinde Ademoğullarını yok etmesi oldukça anlamlıdır ve bize bazı ipuçları sunmaktadır.
Allah'ın insanoğluna indirdiği son kitap Kurân'da; sadece Hz. Adem'in iki oğlu Habil ve Kabil'in mücadelesinden ve peygamber olarak da İdris'ten bahsedilmektedir. Adem'in diğer bir oğlu Şit'in peygamberliğini ise hadis kaynaklarından ve Tevrat'tan bilmekteyiz. Bu gerçeği, evrensel Nuh tufanıyla birlikte göz önüne aldığımızda vardığımız sonuç; Allah'ın insanoğlunun bu dönemini "sessiz karanlığa" mahkum etmiş olmasıdır. Ayrıca, Tevrat'ın Tekvin bölümü de bizim bu hükmümüzü teyit etmektedir.
Demek ki; bu birinci insanlık periyodu içinde ademoğulları öyle yoldan çıkmış; o derece sapkın hale gelmişler ki; ya peygamberlerini öldürmüşler ya da peygamber gönderilemeyecek derecede Allah'ın gazabını üzerlerine çekmişler ve böylece Allah da bu dönemi "sessiz karanlığa" mahkum etmiştir. Bu sebepledir ki Kurân'ın bu konudaki sessizliği, bizce oldukça anlamlıdır ve bu periyodu değerlendirirken bazı sonuçlar tahsil etmemize imkan vermektedir. Bu çağrışımlar, insanlığın "birinci periyodu"nda ortaya çıkan ve insanoğlunun "şirk"e; oradan da şeytanlaşma sürecine girişini bize hatırlatmaktadır. Bu insanlık tarihinin "birinci periyodu"nda ortaya çıkan sapkınlık, öyle bir sapkınlıktır ki; Allah'ın gazabını üzerine çekmiş ve bu dönem "karanlığa" mahkum edilmiştir.
Sünnetullah şudur: İnsanoğlu önce Allah'a teslim olur; sonra kısa bir zaman periyodunda "şirk"e kayar; gönderilmiş uyarıcı-elçileri dinlemez, öldürmeye kalkar ve giderek adeta şeytanlaşır ve helak çukuruna yuvarlanır.
Anladığımız kadarıyla, Azazel melek boyutundayken, "cin toplumu"nun liderlerinden 19 kişi onun yardımcıları idi. Bunlar, kendilerini tamamen Allah'a adamış, O'nu melekler gibi tespih ve takdis eden önderlerdendi. Bu sebeple de adeta cennetlere; 2. Sema'ya yolculuk edebiliyorlar; meleklerin konuşmalarını; Allah'tan gelen talimatları dinleyebiliyorlardı. Azazel, İblis olunca, aldatıcı-yaldızlı laflarla bunların da ayaklarını kaydırdı. Böylece İblis'in kölesi ve lanetli şeytanlar oldular. İblis'in; "düşmüş melekler" dediği işte cinlerin ileri gelenlerinden olan bu 19 kişidir. Bu 19 kişilik "öncü cinler" de, kendilerine bağlı olan cinleri saptırdılar ki bunların da sayısı, Enok'a (Hz. İdris'e) göre 200'dür.
Arkasından bütün bu cinlerin reisleri ve tabiinleri, İblis'in emrine girerek; nesli bozmak için temasta bulundukları zamanın toplumlarını "cin boyutlu üstün insan olmak" vaadiyle kandırmışlardır. Böylece insan kızlarıyla birleşerek "Devler"in babaları olmuşlardır. Allah'ın yasalarını çiğneyen herkes, sünnetullah gereği lanetlenerek kendilerini ve çocuklarının geleceklerini tehlikeye atarlar. Enok, insanlığı uyarmak için kitabında bunları detaylı bir şekilde anlatmıştır. Ancak biz konuyu uzatmamak için bunları aktarmıyoruz. Diğer taraftan "Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları"nda benzer anlatımlar vardır. Nitekim Kumran metinlerinden "devler olayı"nı ve "Nuh tufanı"nı kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Son düzenleme: