NUR SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ
Nûr Sûresi Hakkında
Medine döneminde Benî Mustaliḳ Gazvesi’nin ardından 5. (626-27) yılın sonlarında nâzil olmuştur. Adını “nûr âyeti” diye bilinen ve Allah’ın gökleri ve yeryüzünü aydınlatan nurunu tasvir eden 35. âyetten alır. Altmış dört âyet olup fâsılaları ب، ر، ل، م، ن harfleridir. Nûr sûresinde fert, aile ve toplum hayatı açısından uygulanması gereken görgü kurallarına temas edilmiş, İslâmî değerlere bağlı sağlam bir aile ve toplum hayatının kurulmasında uyulacak ahlâkî esaslara dikkat çekilmiş, ayrıca iman, küfür ve nifakın hayata yansıyan görünümleri değerlendirilerek uyarılarda bulunulmuştur.
Sûrenin muhtevasını üç bölüm halinde incelemek mümkündür. Birinci bölümde Câhiliye döneminden kalan zina fiilinin hükmü belirtilmiş, eşler arasında zina isnadı probleminin çözümüne dair açıklamalar yapılmıştır (âyet 1-10). Daha sonra Benî Mustaliḳ Gazvesi dönüşünde ihtiyacı sebebiyle geri kalıp bir sahâbînin yardımıyla askerî birliğe yetişen Hz. Âişe’ye yapılan zina isnadı konu edilmiş ve bunun “büyük bir iftira” olduğu belirtilmiştir. Münafıkların bir tertibi olan bu isnat, henüz beş yıllık bir geçmişe sahip bulunan Medine İslâm toplumunun iç huzurunu bozmak, müslümanlar arasında güven duygusunu sarsmak gibi amaçlar taşıyordu. İlgili âyetlerde (11-22) bu hususlarda dikkatli olunması gerektiği vurgulanmış, dedikodulardan rencide olan Hz. Ebû Bekir ailesinden hatalı davrananları affetmeleri istenmiş, bu erdemli davranışın ilâhî affa vesile teşkil edeceği belirtilmiştir (Taberî, XVIII, 135-137; ayrıca bk. İFK HADİSESİ; KAZF). İffetli kadınlara zina iftirasında bulunanların dünyada ve âhirette lânete uğrayacakları ifade edilmiş, başkasının evine girip çıkmakta, mahrem olmayan kadınlarla erkeklerin birbirlerine karşı davranışlarında riayet edecekleri kurallardan söz edilmiş, toplumların temel unsuru olan ailenin teşkil edilişinin yegâne meşrû yolu olarak evlilik emredilmiş ve iffetin toplum hayatına hâkim kılınması istenmiştir (âyet 23-34).
İman, küfür ve nifak konularına temas eden ikinci bölüm nûr âyetiyle başlar. Bu ilâhî nurun feyziyle aydınlanan evlerde oturanların dünya işiyle meşgul oldukları, fakat bunun Allah’ı anma, yüceltme, namaz kılma ve zekât vermelerine, sorumluluk duygusu ve âhiret endişesi taşımalarına engel olmadığı beyan edilir. İlâhî nurdan yoksun olup küfür ve inkâr yolunu tutanların acıklı hali insan hayatından ve tabiat olaylarından örneklerle anlatılır; tabiatın işleyişinden misaller verilerek Allah’ın varlığı, birliği ve yetkin sıfatlarına atıf yapılır.
Ardından gelen on bir âyette (47-57) münafıkların tereddütlü davranışlarına temas edilir. Sûrenin nâzil olduğu yıllarda Mekke ve civarındaki müşriklerle Medine çevresinde bulunan yahudilerin yanı sıra müslümanlarla beraber yaşayan münafıklar da müslümanlara karşı düşmanlık beslemekteydi. Bu âyetlerde münafıkların iki yüzlü tavırlarına değinildikten sonra iman ve sâlih amel sahipleri için tam hâkimiyet döneminin yakında geleceği belirtilmektedir.
Üçüncü bölümde önce ev âdâbına temas edilmiş, yaşı ilerlemiş hanımlarla ilgili bazı hükümler açıklanmış ve müslümanların Hz. Peygamber’e karşı uymaları gereken edep kurallarına değinilmiştir. Sûrenin son üç âyetinin üslûbundan ve İbn Cerîr et-Taberî’nin rivayetlerinden (a.g.e., VIII, 236) anlaşılacağı üzere bazı münafıklarla henüz eğitim almamış kişiler görgü kurallarına aykırı davranışlarda bulunuyordu. Bu sebeple herkesi ilgilendiren bir meselenin müzakeresi sırasında yönetici kişiden izin almadan meclisin terkedilmemesi ve Hz. Peygamber’e herhangi bir kişiye hitap ediyormuş gibi hitap edilmemesi istenmekte, Resûlullah’ın emirlerine muhalefet edenlerin elem verici bir azaba uğrayacağı hatırlatılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de müslüman toplumun mânevî değerlerine bağlı devlet adamları ile âlimlere itaat etmenin gereğine yapılan vurgu (en-Nisâ 4/59) ve âlimlerin peygamberlerin vârisleri olduklarına dair hadis (Müsned [Arnaût], XXXVI, 45-48) sûrenin sonunda söz konusu edilen bu hususlarla bütünlük arzetmektedir (âyet 58-64).
Resûlullah’a ulaşmayan bir senedle nakledilen, “Erkeklerinize Mâide sûresini, kadınlarınıza da Nûr sûresini öğretiniz” hadisinin sahih olmadığı belirtilmiş (DİA, XXVII, 405), Hz. Ömer’in Nisâ, Ahzâb ve Nûr sûrelerinin müslümanlara öğretilmesi tâlimatı verdiği nakledilmiştir (Şevkânî, IV, 1; Âlûsî, XVIII, 374; M. Nâsırüddin el-Elbânî, I, 135-137). Bazı tefsir kaynaklarında yer alan, “Nûr sûresini okuyan kimseye geçmişte yaşayan ve geride kalan kadın ve erkek müminlerin her biri sayısınca on sevap verilir” meâlindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, III, 80; Beyzâvî, III, 214) mevzû olduğu kabul edilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 718).
Nûr sûresi hakkında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: İbn Kuteybe, Tefsîru sûreti’n-Nûr (Kahire 1343); İbn Ebû Hâtim er-Râzî, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (Tefsîru sûreteyi’n-Nûr ve’l-Furḳān minh), (haz. Ömer Yûsuf Hamza, doktora tezi, 1405/1985, Câmiatü Ümmi’l-kurâ [Mekke]); İbn Teymiyye, Tefsîru sûreti’n-Nûr (Küveyt 1977; nşr. Abdülalî Abdülhamid Hâmid; Halep 1983; Bombay 1987; Tunus 1988; Bağdad 1990); Mevdûdî, Tefsîru sûreti’n-Nûr (Tefhîmü’l-Kur’ân’daki Nûr sûresi tefsirinin Arapça çevirisinin müstakil basımıdır; Beyrut 1959; Dımaşk 1960; Riyad 1987, 1988); Yûsuf Hâmid el-Âlim, Sûretü’n-Nûr ve tanẓîmü’l-müctemaʿ (Hartûm 1968); Hasan Elik, el-Âdâbü’l-ictimâʿiyye kemâ tüṣavviruhâ sûretü’n-Nûr (yüksek lisans tezi, 1402, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’ş-şerîa [Mekke]); Fethî Ferîd, Min Aḫlâḳi’l-Ḳurʾân ve belâġatihî fî sûreti’n-Nûr (Kahire 1985); Şehhât Muhammed Abdurrahman Ebû Süteyt, Maʿa’n-naẓmi’l-Ḳurʾânî fî sûreti’n-Nûr (Kahire 1986); Abdullah Mahmûd Şehhâte, Tefsîru sûreti’n-Nûr (Kahire 1987); İsmâil Sâlim, Tefsîru sûreti’n-Nûr (Kahire 1987); Fethî Abdurrahman Atıyye Abduh, Dirâsât taḥlîliyye li-sûreti’n-Nûr ve mâ yüstenbeṭu minhâ min aḥkâm (Mansûre 1988); Muhammed Abdullah el-Mehdî el-Bedrî, Ḳaṣdü’l-kelâm fî meʿâni’l-âyât ve’l-aḥkâm: Sûretü’n-Nûr (Dubai 1990); Ali Ahmed Abdülhâdî el-Hatîb, Teʾemmülât fî sûreti’n-Nûr (Kahire 1992); Memdûh Muhammed Hasan, Sûretü’n-Nûr ve müşkilâtüne’l-ictimâʿiyye (Kahire 1993); Sabrî İbrâhim es-Seyyid, Luġatü’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm fî sûreti’n-Nûr (İskenderiye 1994); Abdülhalim b. İbrâhim Abdüllatîf, Ḥadîs̱ü’l-ifk kemâ câʾe fî sûreti’n-Nûr ve es̱erü’l-münâfiḳīn fîh (yüksek lisans tezi, 1404, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye usûlü’d-din [Riyad]); Ali Muhammed en-Nûrî, Sûretü’n-Nûr dirâse taḥlîliyye naḥviyye (yüksek lisans tezi, 1405/1985, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’l-luga [Mekke]). Gazzâlî sûrenin 35. âyetiyle ilgili olarak Mişkâtü’l-envâr isimli bir eser telif etmiş (Kahire 1322, 1325; Halep 1922), Dâvûd-i Karsî de er-Risâletü’n-nûriyye ve’l-mişkâtü’l-ḳudsiyye adlı bir eser kaleme almıştır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 6383).
Nûr Suresi konusu
Nûr sûresi fert, aile ve toplum ilişkileri açısından çok mühim mevzulara temas eder ve hükümler getirir. Zina haddi, iftira haddi, mulâane, insanların iffet ve namuslarını korumada İslâm toplumunu daha dikkatli olmaya davet, evlere giriş çıkış âdâbı, başörtüsü, tesettür ve mahremiyet meseleleri, bekârların evlendirilmesine teşvik konuları bunlardan bazılarıdır. Allah’ın insanlara doğru yolu göstermesi bir temsille izah edilir. Bu hidâyetten nasibi olanların parlak manevî halleri ve mutlu istikballeri karşısında, bu hidâyete sırtını dönenlerin hazin akıbetleri dikkat çekici benzetmelerle gözler önüne serilir. Yerde ve gökteki varlıkların, saflar halinde kuşların tesbihi; bulut, yağmur, dolu, şimşek, yıldırım, gece ve gündüz ve yeryüzünde debelenen tüm varlıklar gibi Allah Teâlâ’nın kudret nişânelerine ve azamet tecellilerine yer verilir. Allah ve Rasûlü’nün hükmü karşısında münafıkların tavrı ile gerçek takvâ sahibi mü’minlerin tavrı, konu daha net anlaşılabilsin diye mukayese edilerek anlatılır. Bedir’de Allah’ın ve meleklerin hususi yardımı ile zafer elde etmiş, Uhud’da ciddi bir yara almış, Hendek’te ise Arabistan Yarımadası’nın her tarafından toplanıp gelmiş düşman orduları karşısında ölüm kalımla, yok olmakla yüz yüze gelmiş İslâm ümmetine, gerçekten iman edip sâlih ameller işledikleri takdirde yeryüzüne hâkim olacakları ve dinlerinin payidâr olacağı müjdesini verir. Aile içi mahremiyete ve hususiyle yeme, içme bakımından akraba münâsebetlerine dikkat çeker. Allah Resûlü (s.a.s.)’in emri ile hareket edilmesi ve O’na gereken hürmetin gösterilmesi hatırlatıldıktan sonra, O’nun emrine karşı gelenler büyük bir fitneye düçâr olmakla veya elemli bir azaba uğramakla ikaz edilirler.
Nûr Sûresi Nuzül
Nur suresinin bir iniş sebebi yoktur; ama 6 ila 9, 11 ila 16 ve 30 ila 31. ayetlerinin iniş sebebi vardır ve aşağıda bunlara işaret edilecektir:
Nur suresinin 6 ila 9. ayetlerinin iniş sebebi:
Bu ayetlerin iniş sebebi hakkında İbn. Abbas’tan nakledildiğine göre Saad bin Ubade (Ensar’ın büyüğü) (veya Asım bin Ubeyd) şöyle demiştir: Ey Allah’ın Resulü eğer bir erkek evine gelir ve bir günahkârı kendi eşinin yanında bulursa ne yapmalıdır? Eğer bağırırsa kırbaç yer, çünkü kendisi tektir ve bir tanık bulunmamaktadır. Eğer susarsa buna gayreti izin vermez ve tanık bulmaya giderse zina işi tamam olur. Bu esnada Hilal bin Umeyye adındaki bir şahıs telaşlı bir şekilde içeriye girdi ve Hz Peygamber’e (s.a.a) eşimi bir erkekle zina yaparken gördüm, Allah’a yemin ederim ki doğru söylüyorum dedi. Hz Peygamber (s.a.a) üzüldü. Hz Peygamber’in (s.a.a) sahabeleri de bu şahsın hem kendi namusunu böyle bir halde görmesi ve hem de kırbaç yiyecek olması nedeniyle heyecanlanmaya başladı. Zira onun kendi sözünü ispat edecek bir tanığı bulunmuyordu. Bu esnada Nur suresinin 6 ila 9. ayetleri Hz Peygamber’e (s.a.a) indi ve Müslümanlara doğru bir çözüm yolu sundu.[1]
Nur suresinin 11 ila 16. ayetlerinin iniş sebebi:
Meşhur müfessirler bu ayetlerin iniş sebebi hakkında şöyle demiştir:
Hz Peygamber-i Ekrem (s.a.a) her yolculukta kura çekerek eşlerinden birini yanında götürüyordu. “Beni Mustalak” savaşında da Ayşe’yi kendiyle birlikte götürdü. Savaş bitince ve halk Medine’ye dönemeye başlayınca Ayşe temizlenmek veya kaybolmuş kolyesinin taşlarını toplamak için kafileden geri kaldı. Kafileden geri kalan sahabelerden biri, Ayşe’yi orduya ulaştırdı. Bazı fertler Ayşe ve o sahabeye kötü bir iftira attı. Bu itham halkın kulağına vardı ve Hz Peygamber (s.a.a) üzüldü. Ayşe babasının evine gitti, çok ağladı ve sonra bu ayetler indi.[2]
-----------------------------------------------------------------------
[1]Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsiri Numune, c: 14, s: 378 – 379, Daru’l Kutubu’l İslamiye, Tahran, çapı evvel, 1374 h.ş; Tebersi, Fazl bin Hasan, Mecmeu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, müterciman, c: 17, s: 102 – 103, İntişaratı Ferahani, Tahran, çapı evvel, 1360 h.ş.
[2] Tefsiri Numune, c: 14, s: 387 – 390; Mecmeu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, müterciman, c: 17, s: 107 – 109.
NUR SURESİ OKUNUŞU VE TÜRKÇE MEALİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
24/NÛR-1: Sûratun enzelnâhâ ve faradnâhâ ve enzelnâ fîhâ âyâtin beyyinâtin leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
(Bu), Bizim indirdiğimiz ve (bazı âyetlerini) farz kıldığımız bir suredir. Ve onun içinde delillerle açıklanmış âyetler indirdik. Umulur ki, böylece tezekkür edersiniz.
24/NÛR-2: Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin min humâ miete celdetin ve lâ te’huzkum bi himâ ra’fetun fî dînillâhi in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhır(âhırı), vel yeşhed azâbehumâ tâifetun minel mu’minîn(mu’minîne).
Zaniye (zina yapan kadın) ve zani (zina yapan erkek); o zaman ikisinden herbirine yüz celde (yalnız cilde tesir edecek sopa) vurun. Eğer Allah'ın dînini (uygulama) konusunda, Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız; onlara merhamet sizi tutmasın (size mani olmasın). Ve onların (ikisinin) azabına, mü'minlerden bir grup şahit olsun.
24/NÛR-3: Ez zânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşriketen vez zâniyetu lâ yenkihuhâ illâ zânin ev muşrik(muşrikun), ve hurrime zâlike alel mu’minîn(mu’minîne).
Zani (zina yapan erkek), zaniyeden (zina yapan kadından) veya müşrik olan kadından başkasını nikâhlayamaz. Ve zaniyeyi de, zani veya müşrik olan erkekten başkası nikâhlayamaz. Ve bu, mü'minlere haram kılınmıştır.
24/NÛR-4: Vellezîne yermûnel muhsanâti summe lem ye’tû bi erbeati şuhedâe feclidûhum semânîne celdeten ve lâ takbelû lehum şehâdeten ebedâ(ebeden), ve ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).
Ve muhsinlere (iffetli kadınlara), (zina suçu, iftira) atan sonra da dört şahit getiremeyenlere, o taktirde seksen celde (yalnız cilde tesir edecek sopa) vurun. Ve onların şehadetini (şahitliğini) ebediyyen kabul etmeyin. Ve işte onlar, onlar fasıklardır.
24/NÛR-5: İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû, fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Bundan sonra tövbe edip ıslâh olanlar (düzelenler) hariç. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).
24/NÛR-6: Vellezîne yermûne ezvâcehum ve lem yekun lehum şuhedâu illâ enfusuhum fe şehâdetu ehadihim erbeû şehâdâtin billâhi innehû le mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Ve zevcelerine (eşlerine) zina (iftirası) atanlar, kendilerinden başka şahitleri yoksa o zaman onların herbirinin şahitliği; kendisinin, muhakkak sadıklardan (doğru söyleyenlerden) olduğuna dair, dört defa Allah'a şahitlik (yemin) etmesidir.
24/NÛR-7: Vel hâmisetu enne la’netallâhi aleyhi in kâne minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve (yeminin) beşincisi, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasıdır.
24/NÛR-8: Ve yedraû anhel azâbe en teşhede erbea şehâdâtin billâhi innehu le minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve (zevcenin, kadın eşin), Allah'a dört defa onun (zevcin, erkek eşin) mutlaka yalancılardan olduğuna dair şahitlik (yemin) etmesi, ondan (kadından) azabı (cezayı) kaldırır.
24/NÛR-9: Vel hâmisete enne gadaballâhi aleyhâ in kâne mines sâdikîn(sâdikîne).
Ve (yeminin) beşincisi eğer o (eşi), sadıklardan (doğru söyleyenlerden) ise Allah'ın gadabının (azabının) kendi üzerine olmasıdır.
24/NÛR-10: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennellâhe tevvâbun hakîm(hakîmun).
Ve eğer sizin üzerinize Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı (cezaya uğrardınız). Ve muhakkak ki; Allah, tövbeleri kabul eden ve Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
24/NÛR-11: İnnellezîne câû bil ifki usbetun minkum, lâ tahsebûhu şerren lekum, bel huve hayrun lekum, li kullimriin minhum mektesebe minel ism(ismi), vellezî tevellâ kibrehu minhum lehu azâbun azîm(azîmun).
Muhakkak ki (Hz. Ayşe hakkında) ifk (iftira) ile gelenler, sizden bir gruptur. Sizin için onun bir şerr olduğunu zannetmeyin. Hayır, o sizin için hayırdır. Onlardan herbirinin günahtan kazandıkları (cezalar) vardır. Ve onun büyüğünü yönetene (uydurup, yayana) büyük azap vardır.
24/NÛR-12: Lev lâ iz semi’tumûhu zannel mu’minûne vel mu’minâtu bi enfusihim hayran ve kâlû hâzâ ifkun mubîn(mubînun).
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, onu (bu iftirayı) işittikleri zaman kendi içlerinde hayır zanda bulunsalardı ve “bu apaçık iftiradır” deselerdi olmaz mıydı (demeleri gerekmez miydi)?
24/NÛR-13: Lev lâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ(şuhedâe), fe iz lem ye’tû biş şuhedâi fe ulâike indellâhi humul kâzibûn(kâzibûne).
Ona dört şahit getirmeli değiller miydi? Öyleyse şahitleri getiremediklerine göre bu taktirde işte onlar, onlar Allah'ın katında yalancıdırlar.
24/NÛR-14: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu fîd dunyâ vel âhırati le messekum fî mâ efadtum fîhi azâbun azîm(azîmun).
Eğer dünya ve ahirette Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı, içine daldığınız şeyden (iftiradan, dedikodudan) dolayı size mutlaka büyük azap dokunurdu.
24/NÛR-15: İz telâkkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ leyse lekum bihî ilmun ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm(azîmun).
Onu (iftirayı) dillerinizle anlatıyordunuz (soruyordunuz) ve hakkında sizin bilginiz olmayan bir şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz. Ve o, Allah'ın katında büyük (bir suç) olduğu halde siz, onu önemsiz sandınız.
24/NÛR-16: Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
Ve onu işittiğiniz zaman: “Bizim bunu konuşmamız olmaz (bize yakışmaz), sen Sübhan'sın (Allah'ım Sana sığınırız). Bu büyük bir bühtan (uydurulmuş bir iftira)dır.” deseydiniz olmaz mıydı (demeniz gerekmez miydi)?
24/NÛR-17: Yeızukumullâhu en teûdû li mislihî ebeden in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Eğer mü'min iseniz ebediyyen onun gibi bir olaya dönmenize karşı (dönmemenizi) Allah size vaazediyor (emrediyor).
24/NÛR-18: Ve yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ve Allah, size âyetlerini açıklıyor. Ve Allah, Alîm'dir (en iyi bilendir) Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
24/NÛR-19: İnnellezîne yuhıbbûne en teşîal fâhışetu fîllezîne âmenû lehum azâbun elîmun fîd dunyâ vel âhırah(âhırati), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Muhakkak ki âmenû olanlar arasında fahişeliğin (çirkin olayların, iftiranın, kötülüğün) yayılmasını sevenlere, dünya ve ahirette elîm azap vardır. Ve Allah, bilir ve siz bilmezsiniz.
24/NÛR-20: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennallâhe raûfun rahîm(rahîmun).
Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (size azap ederdi). Ve muhakkak ki Allah, Rauf'tur (çok merhametli, çok şefkatlidir) Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).
24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).
24/NÛR-22: Ve lâ ye’teli ulul fadlı minkum ves seati en yu’tû ulil kurbâ vel mesâkîne vel muhâcirîne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vel ya’fû vel yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve sizden (içinizden) fazilet ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere vermeye karşı (vermemeye) yemin etmesinler. Ve artık affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Ve Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir) Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
24/NÛR-23: İnnellezîne yermûnel muhsanâtil gâfilâtil mu’minâti luınû fid dunyâ vel âhırati ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Muhakkak ki gâfil (kendisinin haberi olmaksızın) muhsin (iffetli) kadınlara ve mü'min kadınlara (iftira) atanlar, dünya ve ahirette lânetlenmiştir. Ve onlara azîm azap vardır.
24/NÛR-24: Yevme teşhedu aleyhim elsinetuhum ve eydîhim ve erculuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
O gün onlara, onların dilleri, elleri ve ayakları (hayat filmleri) yapmış olduklarına şahitlik edecek.
24/NÛR-25: Yevme izin yuveffîhimullâhu dînehumul hakka ve ya’lemûne ennallâhe huvel hakkul mubîn(mubînu).
İzin günü Allah onlara dînlerini (negatif ve pozitif derecelerin karşılığını) hakkıyla ödeyecektir. Ve Allah'ın, Hakk Mübin (hakkı açıklayan, yerine getiren) olduğunu bilecekler.
Son düzenleme: