Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Nurten Hanımın Gözyaşları
"Hanım, ben böyle bir şeye asla müsaade edemem. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz. Hem dünyaya gelen rızkıyla ve sabrıyla gelir, bunu sakın unutma. Diğer iki evladımızı nasıl büyüttüysek, onu da büyütürüz. Allah Kerîm'dir."
Nurten Hanım gözlerini araladı. Hiç de huzurlu geçmemişti gecesi. Bütün gece kabus doluydu. Dün aldığı kötü haberi bir türlü çıkaramıyordu aklından.
"Belki de evet belki de rüyaydı bu haber!"
Aceleyle kalktı yataktan. Masanın üzerinde duran kağıda bakana dek gülümseyen yüzü, asıldı aniden.
"Doğruymuş. Evet, hamileyim. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. Doğru işte üçüncüye hamileyim. Bir bebek daha! Aman Allah'ım! Düşünmek bile istemiyorum. İki çocuğu büyütene kadar neler çektim ben. Hayatım karardı. Tam rahata erdim, rahat bir nefes aldım derken, bir bebekle daha asla uğraşamam. Ne yapmalıyım, Allah'ım? Ne yapmalıyım?"
Yatakta uyumakta olan kocasına baktı. Henüz ona bile söylememişti hamile olduğunu. "Ona söylesem de bir şey fark etmez ki, nasıl olsa "Dünyaya gelen büyür." diyerek tepkisiz kalır." diye geçirdi içinden.
Dalgın bir şekilde kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Mutfaktan eşine seslendi sonra. Adam yarı uykulu geldi, hazır sofraya oturup yemeye başladı. Zoraki yediği her hâlinden belliydi. Sonra karşısında oturan karısına baktı. Çok durgundu. Bir noktaya dalmış, hareketsiz oturuyordu.
– Ne oldu hanım? Bu ne dalgınlık?
– Yok bir şey. Haydi, sen acele et, işe geç kalacaksın.
Yerinden kalktı. Çocukların yanına gidecekti ki, tekrar geri döndü, kısık bir ses tonuyla eşine seslendi:
– Bey sana bir şey söyleyeceğim.
– E.......söyle bakalım.
– Ben hamileyim, biliyor musun?
– Doğrumu bu? Çok sevindim. Bebek sevmeyi de özlemiştik hani…
– Sen sadece sevmeyi düşünüyorsun. Oysa ben nasıl bakacağımızı… Neden? Çünkü sen sadece seviyorsun. Ben ise sabahtan akşama kadar çocuklarla canım çıkıyor. Birde uykusuz geceler… Yok, bey, ben iki çocuğu büyütene kadar ne zorluklar yaşadım. Hastalıkları, üstleri, başları, mamaları, bezleri… Yeni yeni kendime geldim. İnsan içine çıktım. Bu yaştan sonra üçüncü bir bebekle asla uğraşamam. Ben bu bebeği aldırmaya karar verdim.
Adamın neşesi kaçtı. Elinden çatalı hışımla bırakırken, bir taraftan da düşüncelerini açıklıyordu:
– Hanım ben böyle bir şeye asla müsaade edemem. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz. Hem dünyaya gelen rızkıyla ve sabrıyla gelir, bunu sakın unutma. Diğer iki evladımızı nasıl büyüttüysek, onu da büyütürüz. Allah Kerîm'dir.
Nurten Hanım hıçkırıklarla ağlarken, bir taraftan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
– Tabiî, sen ne gördün ki! Akşamdan akşama baba oldun sen. Bütün sıkıntıyı ben çektim. Gece sabahlara kadar ben salladım. Acıktıklarında ben doyurdum. Bezlerini ben yıkadım. Sen ne yaptın? Sadece sevdin.
– Ama ben de rızklarını temin etmek için gece yarısına kadar çalıştım. Bir şey diyor muyum? Bunlar bizim görevimiz hanım. Sen ne dersen de, ben izin vermiyorum..
Adam aceleyle hazırlandı. Kapıya gelince seslendi:
– Hanım! Ben gidiyorum. Bir şey istiyor musun? Gelirken alayım.
– Sadece bana kürtaj için para bırak.
Adamın yüzü asıldı:–Sana anlattım ya! İzin de vermiyorum para da. Akşam gelince konuşuruz.
Kapıyı hışımla kapatarak çekip gitti. Nurten Hanım kendini çaresiz ve yalnız hissediyordu. Bir yandan ortalığı topluyor, bir yandan da eşinin ardından söyleniyordu:
– Sen ne çektin de konuşuyorsun? İzin yokmuş. Senden izin isteyen mi var?
Sonra gözüne bilezikleri takıldı. Evet, bunları annesi takmıştı. Bilezikleri bozdurarak kürtaj olabilirim diye düşündü. "Buna da bir şey diyemez ya. Çünkü onun değil." diye düşünürken gülümsüyordu.
– Bu işi bugün halletmeliyim. Akşam olmadan, o işten gelmeden hem de. Yine aynı konuşmaları çekemem v
i.
Uyuyan çocuklarına baktı. Daha uyanmayacaklarını biliyordu. Onlar uyanana kadar işini halledebilirdi. Uyandıklarında okumaları için bir not yazarak hazırlanıp hızla çıktı evden. İlk işi açık olan bir kuyumcu dükkânı bulup, annesinin taktığı bilezikleri bozdurdu ve en yakın hastaneye attı kendini. Nihayet doktorun karşısındaydı.Olan biteni anlattı bir çırpıda. Doktor daha ufak olduğu için bebeği alabileceğini söylediğinde biraz rahatladı. Hemşire yatacağı yeri gösterdi ona. Biraz korku biraz da tereddütle şaşkın bir şekilde yatarken kararsızlığı devam ediyordu.
– Acaba vaz mı geçsem? diye geçirirken içinden, bebek bakımının zorluklarını geçirdi gözünün önünden.
– Yok, yok, bu gün bu iş bitmeli. Kurtulmalıyım mutlaka, dedi. Hemşireyle konuşuyordu ki, verilen narkozun tesiriyle kendinden geçmişti.
Minicik masum bebek parçalara ayrılarak kazınıyordu. Daha annesinin şefkatini hissedemeden, kokusuna doyamadan, koynunda güven duyacağı bir gece bile geçiremeden, bu dünyada en fazla güveneceği varlık tarafından yok edilmişti bile...
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Gözlerini araladığında. Her yer bulanıktı. Gözleri birşeyler sormak için birilerini aradı. Belli belirsiz seçebiliyordu hemşireyi.
– Bitti mi? diyebildi sadece. Hemşire iş bitirici bir ifadeyle:
- Evet, efendim. Geçmiş olsun. Kendinizi iyi hissettiğinizde evinize gidebilirsiniz.
– Hemen gitmeliyim. Bana bir taksi çağırın lütfen. Evde çocuklarım var, çoktan uyanmışlardır.
– Biraz daha dinlenirseniz daha iyi olur
– Evde dinlenirim. Beni kapıya kadar bırakın. Taksiyle giderim ben.
Hemşire telefonla konuşup taksinin kapıda olduğunu söylediğinde yavaşça doğruldu yerinden. Başı dönüyordu. Kendini hiç de iyi hissetmiyordu; ama gitmeliydi mutlaka. Akşam olmadan evde olmalıydı. Hem de çocukların uyanmış ve acıkmış olabileceklerini düşünerek, getirilen tekerlekli iskemleye oturdu. Başı hâlâ dönmekteydi. Şoföre adresi verdikten sonra derin bir oh çekti. Şoför:
– Geçmiş olsun abla. Hasta mısınız?
Hâlsiz ve yorgun bir şekilde karşılık verdi:
– Yok, iyiyim şu an. Bir sorunu hallettim de.
Derken hafifçe gülümsedi. Evlerine yaklaşmışlardı ki, bir kalabalık ilişti gözüne. İtfaiye, ambulans ve meraklı bir sürü insan yığını uğultu hâlindeydi sanki. Şoför:
– Abla, burası tıkalı… Evin de yakınsa, sen in istersen, arabayla daha ileri gidemeyiz.
– Evet, ev az ileride. Tamam, ben burada ineyim.
Parayı uzatırken bir taraftan da söyleniyordu:
– Tam da zamanında sıkıştı trafik. Ne oldu acaba?
Şoför paranın üzerini verirken bir yandan da:
– Tekrar geçmiş olsun abla, diyerek geri döndü ve hızla uzaklaştı. Nurten Hanım bitkin ve hâlsiz bir hâlde yavaş yavaş ilerlerken, içine bir korku düştü. Hızlı adımlarla gitmek istese de vücudunu taşıyacak dermanı bulamıyordu kendinde. Ambulansa çarşafa sarılı bir ceset getirildiğini gördüğündeyse korkusu iyice arttı. Etraftakiler:
– İki çocuk da zehirlenmiş. İçeride başka kimse var mı acaba? diye bağrışmalar onu iyice korkutmuştu ki, kafasını kaldırdığında gördüğü manzara dehşetti. Evinden kara dumanlar gökyüzüne doğru çıkarken, etrafta keskin bir yanık kokusu hâkimdi. İnsanların uğultulu bağırışları içerisinde olan biteni anlamıştı. Zaten bitkin olan bedeni daha fazla dayanamadı; olduğu yere yığılıp kaldı. Ambulansın başındaki doktor görevlilere seslendi;
– Kadın bayıldı! Arkadaşlar çocuk cesetlerinin yanına taşıyalım da ilk müdahalesini yapalım. Haydi, arkadaşlar acele edin...
"Hanım, ben böyle bir şeye asla müsaade edemem. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz. Hem dünyaya gelen rızkıyla ve sabrıyla gelir, bunu sakın unutma. Diğer iki evladımızı nasıl büyüttüysek, onu da büyütürüz. Allah Kerîm'dir."
Nurten Hanım gözlerini araladı. Hiç de huzurlu geçmemişti gecesi. Bütün gece kabus doluydu. Dün aldığı kötü haberi bir türlü çıkaramıyordu aklından.
"Belki de evet belki de rüyaydı bu haber!"
Aceleyle kalktı yataktan. Masanın üzerinde duran kağıda bakana dek gülümseyen yüzü, asıldı aniden.
"Doğruymuş. Evet, hamileyim. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. Doğru işte üçüncüye hamileyim. Bir bebek daha! Aman Allah'ım! Düşünmek bile istemiyorum. İki çocuğu büyütene kadar neler çektim ben. Hayatım karardı. Tam rahata erdim, rahat bir nefes aldım derken, bir bebekle daha asla uğraşamam. Ne yapmalıyım, Allah'ım? Ne yapmalıyım?"
Yatakta uyumakta olan kocasına baktı. Henüz ona bile söylememişti hamile olduğunu. "Ona söylesem de bir şey fark etmez ki, nasıl olsa "Dünyaya gelen büyür." diyerek tepkisiz kalır." diye geçirdi içinden.
Dalgın bir şekilde kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Mutfaktan eşine seslendi sonra. Adam yarı uykulu geldi, hazır sofraya oturup yemeye başladı. Zoraki yediği her hâlinden belliydi. Sonra karşısında oturan karısına baktı. Çok durgundu. Bir noktaya dalmış, hareketsiz oturuyordu.
– Ne oldu hanım? Bu ne dalgınlık?
– Yok bir şey. Haydi, sen acele et, işe geç kalacaksın.
Yerinden kalktı. Çocukların yanına gidecekti ki, tekrar geri döndü, kısık bir ses tonuyla eşine seslendi:
– Bey sana bir şey söyleyeceğim.
– E.......söyle bakalım.
– Ben hamileyim, biliyor musun?
– Doğrumu bu? Çok sevindim. Bebek sevmeyi de özlemiştik hani…
– Sen sadece sevmeyi düşünüyorsun. Oysa ben nasıl bakacağımızı… Neden? Çünkü sen sadece seviyorsun. Ben ise sabahtan akşama kadar çocuklarla canım çıkıyor. Birde uykusuz geceler… Yok, bey, ben iki çocuğu büyütene kadar ne zorluklar yaşadım. Hastalıkları, üstleri, başları, mamaları, bezleri… Yeni yeni kendime geldim. İnsan içine çıktım. Bu yaştan sonra üçüncü bir bebekle asla uğraşamam. Ben bu bebeği aldırmaya karar verdim.
Adamın neşesi kaçtı. Elinden çatalı hışımla bırakırken, bir taraftan da düşüncelerini açıklıyordu:
– Hanım ben böyle bir şeye asla müsaade edemem. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz. Hem dünyaya gelen rızkıyla ve sabrıyla gelir, bunu sakın unutma. Diğer iki evladımızı nasıl büyüttüysek, onu da büyütürüz. Allah Kerîm'dir.
Nurten Hanım hıçkırıklarla ağlarken, bir taraftan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
– Tabiî, sen ne gördün ki! Akşamdan akşama baba oldun sen. Bütün sıkıntıyı ben çektim. Gece sabahlara kadar ben salladım. Acıktıklarında ben doyurdum. Bezlerini ben yıkadım. Sen ne yaptın? Sadece sevdin.
– Ama ben de rızklarını temin etmek için gece yarısına kadar çalıştım. Bir şey diyor muyum? Bunlar bizim görevimiz hanım. Sen ne dersen de, ben izin vermiyorum..
Adam aceleyle hazırlandı. Kapıya gelince seslendi:
– Hanım! Ben gidiyorum. Bir şey istiyor musun? Gelirken alayım.
– Sadece bana kürtaj için para bırak.
Adamın yüzü asıldı:–Sana anlattım ya! İzin de vermiyorum para da. Akşam gelince konuşuruz.
Kapıyı hışımla kapatarak çekip gitti. Nurten Hanım kendini çaresiz ve yalnız hissediyordu. Bir yandan ortalığı topluyor, bir yandan da eşinin ardından söyleniyordu:
– Sen ne çektin de konuşuyorsun? İzin yokmuş. Senden izin isteyen mi var?
Sonra gözüne bilezikleri takıldı. Evet, bunları annesi takmıştı. Bilezikleri bozdurarak kürtaj olabilirim diye düşündü. "Buna da bir şey diyemez ya. Çünkü onun değil." diye düşünürken gülümsüyordu.
– Bu işi bugün halletmeliyim. Akşam olmadan, o işten gelmeden hem de. Yine aynı konuşmaları çekemem v
Uyuyan çocuklarına baktı. Daha uyanmayacaklarını biliyordu. Onlar uyanana kadar işini halledebilirdi. Uyandıklarında okumaları için bir not yazarak hazırlanıp hızla çıktı evden. İlk işi açık olan bir kuyumcu dükkânı bulup, annesinin taktığı bilezikleri bozdurdu ve en yakın hastaneye attı kendini. Nihayet doktorun karşısındaydı.Olan biteni anlattı bir çırpıda. Doktor daha ufak olduğu için bebeği alabileceğini söylediğinde biraz rahatladı. Hemşire yatacağı yeri gösterdi ona. Biraz korku biraz da tereddütle şaşkın bir şekilde yatarken kararsızlığı devam ediyordu.
– Acaba vaz mı geçsem? diye geçirirken içinden, bebek bakımının zorluklarını geçirdi gözünün önünden.
– Yok, yok, bu gün bu iş bitmeli. Kurtulmalıyım mutlaka, dedi. Hemşireyle konuşuyordu ki, verilen narkozun tesiriyle kendinden geçmişti.
Minicik masum bebek parçalara ayrılarak kazınıyordu. Daha annesinin şefkatini hissedemeden, kokusuna doyamadan, koynunda güven duyacağı bir gece bile geçiremeden, bu dünyada en fazla güveneceği varlık tarafından yok edilmişti bile...
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Gözlerini araladığında. Her yer bulanıktı. Gözleri birşeyler sormak için birilerini aradı. Belli belirsiz seçebiliyordu hemşireyi.
– Bitti mi? diyebildi sadece. Hemşire iş bitirici bir ifadeyle:
- Evet, efendim. Geçmiş olsun. Kendinizi iyi hissettiğinizde evinize gidebilirsiniz.
– Hemen gitmeliyim. Bana bir taksi çağırın lütfen. Evde çocuklarım var, çoktan uyanmışlardır.
– Biraz daha dinlenirseniz daha iyi olur
– Evde dinlenirim. Beni kapıya kadar bırakın. Taksiyle giderim ben.
Hemşire telefonla konuşup taksinin kapıda olduğunu söylediğinde yavaşça doğruldu yerinden. Başı dönüyordu. Kendini hiç de iyi hissetmiyordu; ama gitmeliydi mutlaka. Akşam olmadan evde olmalıydı. Hem de çocukların uyanmış ve acıkmış olabileceklerini düşünerek, getirilen tekerlekli iskemleye oturdu. Başı hâlâ dönmekteydi. Şoföre adresi verdikten sonra derin bir oh çekti. Şoför:
– Geçmiş olsun abla. Hasta mısınız?
Hâlsiz ve yorgun bir şekilde karşılık verdi:
– Yok, iyiyim şu an. Bir sorunu hallettim de.
Derken hafifçe gülümsedi. Evlerine yaklaşmışlardı ki, bir kalabalık ilişti gözüne. İtfaiye, ambulans ve meraklı bir sürü insan yığını uğultu hâlindeydi sanki. Şoför:
– Abla, burası tıkalı… Evin de yakınsa, sen in istersen, arabayla daha ileri gidemeyiz.
– Evet, ev az ileride. Tamam, ben burada ineyim.
Parayı uzatırken bir taraftan da söyleniyordu:
– Tam da zamanında sıkıştı trafik. Ne oldu acaba?
Şoför paranın üzerini verirken bir yandan da:
– Tekrar geçmiş olsun abla, diyerek geri döndü ve hızla uzaklaştı. Nurten Hanım bitkin ve hâlsiz bir hâlde yavaş yavaş ilerlerken, içine bir korku düştü. Hızlı adımlarla gitmek istese de vücudunu taşıyacak dermanı bulamıyordu kendinde. Ambulansa çarşafa sarılı bir ceset getirildiğini gördüğündeyse korkusu iyice arttı. Etraftakiler:
– İki çocuk da zehirlenmiş. İçeride başka kimse var mı acaba? diye bağrışmalar onu iyice korkutmuştu ki, kafasını kaldırdığında gördüğü manzara dehşetti. Evinden kara dumanlar gökyüzüne doğru çıkarken, etrafta keskin bir yanık kokusu hâkimdi. İnsanların uğultulu bağırışları içerisinde olan biteni anlamıştı. Zaten bitkin olan bedeni daha fazla dayanamadı; olduğu yere yığılıp kaldı. Ambulansın başındaki doktor görevlilere seslendi;
– Kadın bayıldı! Arkadaşlar çocuk cesetlerinin yanına taşıyalım da ilk müdahalesini yapalım. Haydi, arkadaşlar acele edin...