1- Ölüm hep var. Adını anmadığımız zamanlarda da…
2- Her şeyin bir başka hâli var. “Baş ağrısı bahane” ise, yalnız ölüm kendi hâlindedir. Hem her şeye karıştığına göre er geç, hiçbir şeye karışıyor da sayılmaz. Olan, olup bittiğinde, olmuştur. Ölümün neyi değiştirdiğini, biz ölümlüler tam olarak bilemeyiz bu dünyada.
3- “Hemen öbür dünyaya geçmeyelim” derseniz, yollarımızı ayıralım. Benim bildiğim başka bir yol yok.
4- Benim bildiğim yol, bu dünyadan önce başlar bu dünyadan sonrasına uzanır. Arada, yoldayım.
5- Alttan alta kavgasını sürdürse de, aklın kavrayamayacağı bir olgu olarak ölüm, felsefenin doğrudan uğraştığı bir “felsefî sorun” olmaktan uzunca bir süredir çıkmış durumda. Demek ki bu süre boyunca felsefî açıdan ölmüyor sayılırız. Felsefenin, üzerine akıl yürütemeyeceği bir konudan yüz çevirişini anlayışla karşılayabiliriz. Dahası, hayıflanmamız da gerekmez. Bazı aklıevvellerin “Felsefe diriler için yapılır be akılsız!” sataşmasını göze alarak şunu diyebilirim: Felsefenin ölmüşe faydası yok.
6- Güzel Peygamberim (s.a.v.) bana şöyle buyurmuştur: “Benim dünya ile alâkam, bir ağacın altında oturup dinlendikten sonra kalkıp orayı terk eden bir atlının durumu gibidir.” (İbn Mesûd. Tirmizî) Benim dünya ile alâkam, emirdir, ayrılığa ayarlıdır.
7- Ölüm, ayırır. Basit bir söz söylüyorum, işte böyle.
8- Yaprak, dalından Kuş, ötüşünden Ruh, bedeninden
9- “Boşların boşu, Vaiz diyor, boşların boşu, her şey boş. Güneş altında çektiği emeğinden insanın kazancı nedir? ...Ne var idi ise, olacak odur ve güneş altında yeni bir şey yok. Bak, bu yenidir, diyecek bir şey var mı? Çoktan, bizden evvel olan asırlarda olmuştur. Evvelki nesiller anılmıyorlar, gelecek olan sonrakiler de kendilerinden sonra gelecek olanlar arasında anılmayacaklar.” (Eski Ahit, Vaiz, Bap 1)
10- Acıyın çağdaşım olan uygarlığa, insanlarına… Unuttular ve unutulmayacaklarını sandılar. Müzelerinde, şık salonlarının ışıklı duvarlarında sergilediler ölümsüzlüğü ve geçip karşısına baktılar, uzun baktılar. Hayranlıkla parlıyordu gözleri. “Başardık” dediler ve kutladılar birbirlerini. Beyler şakalaştı, hanımlar nazikçe gülümsedi. Aralarında dolaşıyordu ölüm, içlerinden bir burjuva mı sanıyorlardı onu? Öyleyse ilân ediyorum buradan: Ölüm, gericidir!
11- Ölümle aramızdaki mesafe ölçülemez. Bunun, şunu anlamamıza faydası olabilir: Mesafe, yok’a daha yakındır. Şimdiden.
12- “Nerede olsanız ölüm size yetişir—isterseniz yüksek kulelerde veya semânın burçlarında olun …” (Nîsa sûresi,78).
13- En ağır ölüm bile hızlı.
14- Çocuğun ölümü: Cennet, eksik bir melek için yeryüzüne eğilir. Ve tırmanır çocuk. Genç ölmek: Hangi aşkın ve kavganın içinden geçilmişse o kadar fiyakalı. Acıtır. İhtiyarın ölümü: Dedemin bir yaz akşamı ezanla çağırıldığı…
15- Önümde ölüm… Sözlerim doğruysa, arkasından konuşmam câizdir. “Rûmun şuarasından” olmasam da.
SEDAT TURAN
2- Her şeyin bir başka hâli var. “Baş ağrısı bahane” ise, yalnız ölüm kendi hâlindedir. Hem her şeye karıştığına göre er geç, hiçbir şeye karışıyor da sayılmaz. Olan, olup bittiğinde, olmuştur. Ölümün neyi değiştirdiğini, biz ölümlüler tam olarak bilemeyiz bu dünyada.
3- “Hemen öbür dünyaya geçmeyelim” derseniz, yollarımızı ayıralım. Benim bildiğim başka bir yol yok.
4- Benim bildiğim yol, bu dünyadan önce başlar bu dünyadan sonrasına uzanır. Arada, yoldayım.
5- Alttan alta kavgasını sürdürse de, aklın kavrayamayacağı bir olgu olarak ölüm, felsefenin doğrudan uğraştığı bir “felsefî sorun” olmaktan uzunca bir süredir çıkmış durumda. Demek ki bu süre boyunca felsefî açıdan ölmüyor sayılırız. Felsefenin, üzerine akıl yürütemeyeceği bir konudan yüz çevirişini anlayışla karşılayabiliriz. Dahası, hayıflanmamız da gerekmez. Bazı aklıevvellerin “Felsefe diriler için yapılır be akılsız!” sataşmasını göze alarak şunu diyebilirim: Felsefenin ölmüşe faydası yok.
6- Güzel Peygamberim (s.a.v.) bana şöyle buyurmuştur: “Benim dünya ile alâkam, bir ağacın altında oturup dinlendikten sonra kalkıp orayı terk eden bir atlının durumu gibidir.” (İbn Mesûd. Tirmizî) Benim dünya ile alâkam, emirdir, ayrılığa ayarlıdır.
7- Ölüm, ayırır. Basit bir söz söylüyorum, işte böyle.
8- Yaprak, dalından Kuş, ötüşünden Ruh, bedeninden
9- “Boşların boşu, Vaiz diyor, boşların boşu, her şey boş. Güneş altında çektiği emeğinden insanın kazancı nedir? ...Ne var idi ise, olacak odur ve güneş altında yeni bir şey yok. Bak, bu yenidir, diyecek bir şey var mı? Çoktan, bizden evvel olan asırlarda olmuştur. Evvelki nesiller anılmıyorlar, gelecek olan sonrakiler de kendilerinden sonra gelecek olanlar arasında anılmayacaklar.” (Eski Ahit, Vaiz, Bap 1)
10- Acıyın çağdaşım olan uygarlığa, insanlarına… Unuttular ve unutulmayacaklarını sandılar. Müzelerinde, şık salonlarının ışıklı duvarlarında sergilediler ölümsüzlüğü ve geçip karşısına baktılar, uzun baktılar. Hayranlıkla parlıyordu gözleri. “Başardık” dediler ve kutladılar birbirlerini. Beyler şakalaştı, hanımlar nazikçe gülümsedi. Aralarında dolaşıyordu ölüm, içlerinden bir burjuva mı sanıyorlardı onu? Öyleyse ilân ediyorum buradan: Ölüm, gericidir!
11- Ölümle aramızdaki mesafe ölçülemez. Bunun, şunu anlamamıza faydası olabilir: Mesafe, yok’a daha yakındır. Şimdiden.
12- “Nerede olsanız ölüm size yetişir—isterseniz yüksek kulelerde veya semânın burçlarında olun …” (Nîsa sûresi,78).
13- En ağır ölüm bile hızlı.
14- Çocuğun ölümü: Cennet, eksik bir melek için yeryüzüne eğilir. Ve tırmanır çocuk. Genç ölmek: Hangi aşkın ve kavganın içinden geçilmişse o kadar fiyakalı. Acıtır. İhtiyarın ölümü: Dedemin bir yaz akşamı ezanla çağırıldığı…
15- Önümde ölüm… Sözlerim doğruysa, arkasından konuşmam câizdir. “Rûmun şuarasından” olmasam da.
SEDAT TURAN