MURATS44
Özel Üye
Ölümün Afet ve Musibetleri
İnsan, ölüm ânında üç türlü felâketle karşı karşıyadır.
- Ruh çıkışının zorluğu,
- Ölüm meleğinin şeklinin görülmesi,
- Günahkârların cehennemdeki yerlerini görmeleri.
Birincisi: Can Çekişmenin Zorluğu
Bu, ruhun, bedenin bütün damarlarından ve azalarından çekilip alınmasıdır ki, biz bunu geçtiğimiz konuda anlatmıştık.
İkincisi: Azrâil'in Suretinin Görülmesi
Bu hâl, Azrâil'in şeklinin görülmesi ve bu sebeple kalbin korku ve dehşetle kaplanması durumudur. Şayet ölüm meleğinin günahkâr bir kulun ruhunu alırken girdiği şekli, en kuvvetli insan dahi görse, buna tahammül edemezdi.
Rivayet edildiğine göre Hz. İbrâhim (a.s) ölüm meleğine:
—Günahkârların ruhunu alırken büründüğün şeklini bana gösterir misin? diye ricada bulundu. Azrâil (a.s):
—Sen o hâlimle bana bakmaya güç yetiremezsin, dedi. İbrahim (a.s):
—Olsun dayanırım, dedi. Bunun üzerine Azrâil (a.s):
—O zaman bana arkanı dön, dedi. İbrahim (a.s) kısa bir zaman sonra yüzünü tekrar ona çevirdiğinde, karşısında rengi kapkara, saçı-sakalı karışmış, etrafına pis kokular saçan, simsiyah elbiseli, ağzından-burnundan ateş ve dumanlar çıkaran bir adam vaziyetinde gördü ve oracıkta bayıldı.
Bir müddet sonra ayıldığında onu eski şekline geri dönmüş olarak gördü ve:
“Günahkâr bir kimse, ölüm anında başka hiçbir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmasa da sadece senin şeklini görse, bu onun hesabının görülmesi için yeterlidir” dedi.
Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Dâvûd (a.s) kıskanç bir adamdı, evinden çıktığında kapılarını kilitlerdi. Yine bir gün Dâvûd (a.s) kapıyı kapatıp evinden çıktı. Hanımı evin içinde bir adam gördü ve: «Bu da kim? bu adamı eve kim soktu? Eğer şimdi Dâvûd gelirse başımıza çok şey gelecek» dedi. Biraz sonra Dâvûd (a.s) çıkageldi ve adamı gördü, ona:
—Sen de kimsin? diye sordu. Adam:
—Ben, hiçbir hükümdardan korkmayan, hiçbir kapıcının beni engelleyemeyeceği birisiyim, dedi. Bunları duyan Dâvûd (a.s):
—Allah'a (c.c) yemin olsun ki, sen ölüm meleğisin, dedi ve olduğu yere çöküp öylece kalakaldı.” [SUP][1][/SUP]
Rivayet edildiğine göre İsâ (a.s) yolda yürürken bir kafatasına rastladı, ona ayağı ile vurduktan sonra:
—Allah'ın (c.c) izni ile konuş, dedi. Kafatası:
—Ey Ruhullah! Ben falanca zamanın hükümdarlarından idim. Ben, başımda tacım, etrafımda askerlerim ve yakınlarımla tahtımda oturmakta iken birden ölüm meleği bana gözüktü. Onu görünce her uzvum yerine çekildi, sonra ruhumu aldı. Keşke etrafımda o kalabalık insanlar olmasaydı; çünkü şimdi onlar fena ayrılığın sebebi oldular. Keşke bana faydası dokunmayan insanlarla ünsiyetim olmasaydı; zira şimdi onlar yalnızlığıma sebep oldular” dedi.
İşte bunlar, günahkârların karşılaşacakları, itaat edenlerin ise ibret alıp korunacakları musibetlerdir.
Peygamberler (a.s) sadece ölüm ânında çekilen acılardan bahsetmişler, fakat ölüm meleğini gören kişinin kalbini kaplayan korkuya fazla değinmemişlerdir. Oysa bir kişi rüyasında ölüm meleğini görse, hayatının geri kalanı ona zehir olur. Acaba onu ölüm ânında görenin hâli nice olur!
Allah'a ibadette kusur etmeyip itaat edenler, ölüm meleğini en güzel hâliyle görürler.
İkrime (rah), İbn Abbâs'ın şöyle anlattığını nakleder:
“İbrahim (a.s) kıskanç birisiydi. Devamlı olarak ibadetlerini yaptığı bir evi vardı, çıkarken kapısını kilitlerdi. Yine bir gün dışarı çıkmıştı, geri döndüğünde evinde yabancı birisinin olduğunu görünce hemen:
—Seni evime kim soktu? diye sordu, adam:
—Bu evin sahibi, diye cevap verdi. İbrahim (a.s):
—Bu evin sahibi benim. Adam:
—Beni bu eve senden ve benden daha fazla sahip olan soktu. İbrahim (a.s):
—Peki, sen meleklerden hangisisin? Adam:
—Ben ölüm meleğiyim, dedi. İbrahim (a.s):
—Bana müminin ruhunu aldığın zamanki suretini gösterebilir misin? diye sordu. Ölüm meleği:
—Olur, ama önce arkanı dön, dedi. İbrahim (a.s) arkasını döndü, bir müddet sonra tekrar ona bakıp da güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafına güzel kokular saçan bir genç gördüğünde ona:
—Ey ölüm meleği! Mümin bir kimse ölüm ânında sadece senin suretini görse bu ona yeter, dedi.
Ölüm ânında kişinin başına gelen hâllerden biri de onun yazıcı (hafaza) melekleri görmesidir.
Vüheyb b. Verd Mekkî anlatıyor: “Bize kadar ulaşan bilgilere göre, ölmek üzere olan herkesin gözünün önüne yazıcı melekler gelir ve ona amelini gösterirler. Eğer o kimse itaatkâr biri ise ona, “Bizden taraf Allah seni hayırlarla mükâfatlandırsın; bizi hep iyilerin meclisinde oturttun; karşımıza dâima salih amellerle çıktın” derler.
Fakat ölmek üzere olan kişi günahkâr ise melekler ona, “Bizden taraf, Allah seni hayırla mükâfatlandırmasın. Sen nice kereler bizleri kötülerin meclislerinde oturttun, karşımıza hep kötü amellerle çıktın, kötü lâflar işittirdin” diye bedduada bulunurlar.”
İşte bu durum, ölünün gözlerini bir daha asla dünyaya geri çevirememek üzere o iki meleğe diktiği zamandır.
Üçüncüsü: İsyankârların Cehennemdeki Yerlerini Görmesi
Ölüm ânındaki musibetlerden birisi de Allah'a isyan eden günahkârların önce kalplerini bir korkunun kaplaması ardından da cehennemdeki yerlerini görmeleridir. Çünkü onlar can çekişme ânında bütün takatlerini kaybederler. Artık ruhları bedenlerinden çıkmak için boyun eğer. Ne var ki ruh, ölüm meleğinin, “Ey Allah'ın düşmanı! Haberin olsun varacağın yer cehennemdir” ya da, “Ey Allah'ın sevgili kulu! Sana müjdeler olsun, varacağın mekânın cennettir” diye iki haberinden birini işitmedikçe bedenden çıkmaz.
İşte gerçek akıl sahiplerinin korkuları bu sebeptendir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Sizlerden herhangi birisi, gideceği yeri bilmeden, hatta yerinin cennet mi yoksa cehennem mi olduğunu görmeden bu dünyadan ayrılmaz” [SUP][2][/SUP]
Resûl-i Kibriyâ (a.s) bir diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur:
—Kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever; kim de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”
Resûlullah (s.a.v) böyle buyurunca sahabeler:
— Ey Allah'ın Resûlü, biz hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v):
—Bu sizin durumunuz değildir. Mümine varacağı yer (cennet) gösterildiğinde Allah'a kavuşmayı ister, Allah da ona kavuşmayı ister, buyurdular.[3]
Şöyle rivayet edilmiştir:
Huzeyfe b. el-Yemânî (r.a) ağır hasta olduğu zamanlardı. Vefat edeceği gecenin sonlarına doğru idi. Yanında hastalığı başladığından beri ayrılmayan Ebû Mes'ud [SUP][4][/SUP] bulunuyordu. Bir ara Huzeyfe (r.a) ona:
—Kalk bir bak, saat kaça yaklaşmış, dedi. Ebû Mes‘ud kalktı dışarıya baktı sonra tekrar yanına geldi ve:
—Şafak sökmüş, dedi. Huzeyfe (r.a):
—Ateşe götüren sabahtan Allah'a sığınırım, diyerek dua etti.
Bir gün Mervân b. Hakem, ölüm döşeğinde yatmakta olan Ebû Hüreyre'nin (r.a) ziyaretine geldi. Yanına vardığında, “Allah'ım! Onun acılarını hafiflet” diye dua etti. Bunu işiten Ebû Hüreyre:
“Ey Allah'ım, daha da artır” deyip ağlamaya başlar, sonra, “Allah'a yemin olsun ki, dünya için hüzünlendiğimden dolayı ağlamıyorum, sizlerden ayrılacağım için de telâşlanmıyorum, sadece bana haber verilecek olan cehennem veya cennet müjdesini beklediğim için ağlıyorum, dedi.
Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ bir kulundan râzı olduğu zaman ölüm meleğine:
—Falan kulumun yanına git, bana ruhunu getir de onu rahata kavuşturayım. Onun yaptığı ameller yeterlidir. Ben onu türlü türlü imtihanlardan geçirdim; o her zaman benim hoşnut olduğum amelleri işledi, buyurur.
Bunun üzerine ölüm meleği, her birinde güzel kokular saçan zaferân kökleri ve reyhan demetleri bulunan beş yüz melekle beraber yeryüzüne inerler. Onlardan her biri birbirine hiç benzemeyen müjdeler verir. Sonra melekler iki saf hâlinde ellerinde güzel kokularla beraber o kişinin ruhunun çıkışını beklerler.
İblis bu manzarayı görünce ellerini başına koyarak haykırmaya, çığlıklar atmaya başlar. Askerleri kendisine:
—Efendimiz, size neler oluyor böyle? diye sorduklarında İblis:
—Şu adama yapılan ikramları görmüyor musunuz? Nerelerdeydiniz; neden onu azdırmadınız, der. Askerleri:
—Bizler onu azdırmak için çok çaba sarf ettik, lâkin o (Allah tarafından) korunmuştu, diye cevap verirler.” [SUP][5][/SUP]
Hasan-ı Basrî (rah) diyor ki: “Mümin ancak Rabbine kavuştuğu an rahata erer. Rahatını Allah'a kavuşmakta bulan kişinin ölümü, onun sevinç, neşe, emniyet ve izzet bulduğu gündür.”
Câbir b. Zeyd'e (rah) ölüm döşeğinde iken, “Ne istersin?” diye soranlara, “Hasan-ı Basrî'yi görmek istiyorum” diye cevap verdi. Hasan-ı Basrî (rah) onun yanına gelince etrafındakiler, “Bak işte Hasan geldi” dediler. Câbir göz kapaklarını kaldırdı ve Hasan-ı Basrî'ye doğru bakarak, “Kardeşlerim! Zaman geldi. Cennet'e ya da cehenneme gitmek üzere sizlerden ayrılıyorum” dedi.
Muhammed b. Vâsi' son anlarında şunları söylemiştir: “Ey kardeşlerim, sizlere selâm olsun! Ya ateşe gidiyorum, ya da Rabbimin mağfiretine.”
Salihlerin her biri ebedîyen can çekişip, günahların veya sevapların hesabını vermemek için tekrar dirilmemeyi temenni etmişlerdir.
Son nefes anlarının kötü geçme korkusu, ariflerin kalplerini dehşete düşüren bir şeydir. Gerçekten bu durum, ölüm ânında insanın başına gelebilecek en korkutucu hâllerden birisidir.
Biz daha önce Havf ve Recâ kitabında, kötü sonun (sû-i hâtime) ve ariflerin bu husustaki korkularını işlemiştik. Aslında o hususlar bu kitapta anlatılmaya daha lâyıktır, fakat tekrar o mevzuya dönerek konuyu uzatmak istemiyoruz.
Kaynaklar ve Dipnotlar
[1] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/419; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/16; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 32327; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid. nr. 13796.
[2] Farklı lâfızlarla aynı manâdaki hadisler için bkz: Buhârî, Cenâiz, 89 (nr. 1379); Tirmizî, Cenâiz, 71 (nr. 1072); İbn Mâce, Zühd, 32 (nr. 3270); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/16; İbn Hıbbân, es-Sahîh, nr. 3130.
[3] Buhârî, Rikâk, 41 (nr. 6507); Tirmizî, Cenâiz, 68 (nr. 1066, 1067); Nesâî, Cenâiz, 10 (nr. 1833, 1834); İbn Mâce, Zühd, 31 (nr. 4264); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/313, 346, 420.
[4] Elimizde İhyâ nüshasında bu isim İbn Mes'ud şeklindedir. Fakat Zebîdî bu hatanın tüm İhyâ nüshalarında yapıldığını; doğrusunun Ebû Mes'ud şeklinde olduğunu belirtmiştir. Ebû Mes'ud: Sahabenin büyüklerindendir. İsmi, Akabe b. Amr b. Sa‘lebe el-Ensârî'dir. Bkz: Zebîdî, İthâf, 14/93.
[5] İbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 4/1932; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr 8/32, Şerhu's-Sudûr, s. 93; Zebîdî, İthâf, 14/94–97. Ayrıca bkz: Nesâî, Cenâiz 9, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 1959.