bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken kendi hakikatinin çok parçalarını dağıtmakla beraber, her lisandan meylü’l-mübalağa ile çok
hayalâtı kendine toplar,
şape gibi büyür. Hattâ kalbe değil, belki
sımahta, belki hayalde bile yerleşemiyor. Sonra bir
nazar-ı hak gelir, onu
tecrid etmekle çıplak ederek
tevabiini dağıtıp aslına irca eder. "Hak gelir, bâtıl ölür" sırrı da zâhir olur.
Ezcümle:Bugünlerde bir hikâye buna misal olabilir:
fahr olmasın;
zaman-ı sabavetimden beri üssü’l-esas-ı meslekim;
ifrat ve tefrit ile hakaik-i İslâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlerine
saykal vurmak idi. Bu mesleğime tarih-i hayatım, pek çok
vukuatıyla şehadet eder. Bununla beraber, bugünlerde
küreviyet-i arz gibi
bedihî bir meseleyi zikrettim. O meseleye temas eden
mesail-i diniyeyi tatbik ve tevfik ederek düşmanların itirazatını ve
muhibb-i dinin vesveselerini def eyledim. Nasıl ki mesailde
mufassalan gelecektir. Sonra
gulyabanî gibi,
hayalâta alışan zâhirperestlerin
dimağları kabul etmeyecek gibi göründüler. Fakat asıl sebeb başka
garaz olmak gerektir. Güya göz yummakla gündüzü gece veya üflemekle güneşi söndürmeye ihtimal vermek gibi bir
hareket-i mecnunanede bulundular. Güya onların zannınca
küreviyet-i arza hükmeden, dinde çok mesaile muhalefet ediyor. Onu bahane ederek büyük bir iftirayı ettiler. O derecede kalmadı. Vesveseli
ezhanı, iftiranın büyümesine müsaid bir zemin bulduklarından, iftirayı o derece büyüttüler ki; ehl-i diyanetin hakikaten ciğerlerini
dağdar ve
ehl-i hamiyeti,
kürd terakkiyatından 1
meyus ettiler. Lâkin bu hâl büyük bir derstir. Beni ikaz etti ki:
Cahil dost, düşman kadar zarar verebilir. Öyle ise şimdiye kadar yalnız düşmanın tarafına bakıp eldeki elmas kılınçla onların tefritlerini kırardım; fakat şimdi mecburum: Öyle dostların terbiyeleri için, onların
avamperestane ve ifratkârane olan
hayalâtlarına, o kılıncı bir derece iliştireceğim. Eğer
çendan böyle şahsî şeylerin böyle
mebahisatta zikirleri lâzım değildir. Fakat şahsiyette kalmadı. Medreselerin hayatlarına taalluk eder bir
mesele-i umumî hükmüne geçti.
1- Başka nüshalarda bu kelime, "gerd-i terakkiyat" (ilerleme belirtisi) olarak da geçmektedir. (Zehra Yayıncılık)