Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Önce Menderes'i Astılar Sonra Gazinoda Kutlama Yaptılar
Yassıada'da Menderes ve arkadaşlarının fotoğraflarını çeken emekli Astsubay Şenyüz'ün anlattıkları 27 Mayıs'ın kanlı yüzünü göstermeye devam ediyor. Menderes asılır asılmaz gazinoda parti verildiğini söyleyen Şenyüz, Menderes'in son saatlerini anlattı.
Yassıada ve İmralı'daki tarihi fotoğrafları çeken 77 yaşındaki emekli Astsubay İsmail Şenyüz, Adnan Menderes'in son saatlerini Zaman Pazar'a anlattı. 17 Eylül 1961'de İmralı'da asılan Menderes'i fotoğraflayarak tarihe çok önemli belgeler bırakan Şenyüz'ün hatıraları da yine tarihe not düşecek cinsten. 11 ay, Yassıada'da yargılanan Menderes ve arkadaşlarının fotoğraflarını çeken Şenyüz, Menderes'in asıldığı günü hiç unutamıyor: "Öğleden sonra 14.30 sularıydı. Menderes asıldı. Daha birkaç dakika bile geçmemişti ki darağacının hemen yanındaki gazinoya geçtik. Üst düzey yetkililer, bazı savcı ve Menderes'in idam kararında imzası bulunan bazı hakimlerin mutluluğu yüzlerine yansımıştı. Adadan toplanan üzümlerle bir anlamda parti yaptılar. İdamı kutladılar. Hakimlerden bir tek Vasfi Göksu biraz neşesizdi. '40 kişiye idam kararı verdim, üçünü astılar.' diyordu."
Menderes'i kandırdılar
Şenyüz'ün anlattıklarına göre 17 Eylül sabahı Menderes'in odasına ilk önce aynı davada yargılanan eski bakan Ethem Menderes girdi. Ethem Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun bir gün önce asıldığını ve Menderes'in de o gün asılacağını biliyordu. Hasta olduğu için idam kararının çıktığı son duruşmaya katılamayan Menderes ise olup bitenlerden habersizdi. Ethem Menderes'in eski Başbakan Menderes ile ne konuştuğu bilinmiyor ama Menderes'e idam edileceğini söylemediği kesin; çünkü doktorlar içeri girdiğinde Menderes hâlâ hasta ve bitkindi.
İşte o sabahı İsmail Şenyüz'den dinleyelim: "Sabah erkenden Yassıada'da biri profesör iki doktor, ada komutanı ve iki yüzbaşı ile birlikte Menderes'in odasına girdik. Ethem Menderes, odadan yeni ayrılmıştı. Bizi gören Menderes, hafiften doğrulmaya çalıştı. Doktor, 'Efendim sizi muayeneye geldik.' dedi. Menderes'i muayene etti. Komutan, o sırada fotoğraf çekmemi emretti. Menderes buna itiraz etti. 'Hastayım ve kıyafetim düzgün değil. Milletimin beni bu halde görmesini istemem.' dedi. Komutan ise, 'çekilen bu fotoğrafların eşine ve çocuklarına verileceğini' söyledi. Aslında maksat başkaydı. Çünkü basında Menderes'in hasta hasta idam edileceği yazılıyordu. MBK ise bunun önüne geçmek için 'Bakın Menderes hasta değil.' diye fotoğrafları servis edecekti. Bu sözler üzerine Menderes bir şey demedi. Yüzbaşı, Menderes'in başucundaki iki Kur'an-ı Kerim'i alıp yere bıraktı. Ben de o esnada birkaç kare çektim. Makinenin flaşı patlayınca yüzbaşı korktu. Elindeki Kur'an'lar az kaldı yere düşecekti. Sanırım yüzbaşı flaşları yıldırım sandı. Menderes o kadar beyefendi biriydi ki koltuğun altındaki dereceyi gömleğine silip öyle doktora uzattı. Doktor dereceye bakıp 'Efendim sizi hastaneye götüreceğiz.' dedi. Hastane dedikleri yer İmralı'ydı."
Menderes, askerlerin gözetiminde bir hücumbota bindirilerek Yassıada'dan İmralı'ya doğru yola çıktı. Çok sakindi. Kimseye bir şey sormadı. Beyefendiliğini hiç bozmadan denileni yaptı. İdama götürüldüğünü hissetmişti. Ama vakurdu, inançlıydı.
İmralı'da deniz kabarmıştı
Bugüne kadar halkın dilinde bir efsane olarak anlatılan doğal olaylar da yaşanmaya başlamıştı. Şenyüz, 'Böyle bir fırtınayı daha önce de, sonra da hiç görmemiştim.' diye anlatıyor: "Her yer karardı. Deniz simsiyah olmuştu. Gökten boşanırcasına yağmur yağıyordu. Dalgalar hücumbotu sallıyordu. Batacağız sanmıştım. Kendimizi İmralı'ya zor attık. Akşama kadar da bu fırtına hiç dinmedi. Zaten bizden sonra da daha kimse gelmedi."
Sadece İmralı'da Menderes'in idam fotoğraflarını çekmekle kalmadı Şenyüz, Yassıada duruşmalarında da binlerce fotoğrafı o ve üç arkadaşı çekti. Aynı zamanda Genelkurmay Foto Film Merkezi'nin şefliğini de yapan Şenyüz'ün duruşmalarla ilgili pek çok anısı var. Yaşı ve yaşadıklarından dolayı bunların çoğunu unutmuş. Ancak yine de aklında kalanlar var. Özellikle hakim ve savcıların Menderes ve arkadaşlarına yaptıkları kaba ve çirkin muameleyi unutamıyor. Hakimlerin zaman zaman hakarete varan sözleri hâlâ kulaklarında: "Hakim ve savcıların hakaretlerini duydukça, tavırlarına şahit oldukça sinirleniyorduk, canımız sıkılıyordu. Menderes ve arkadaşları sürekli azarlanırken onların aleyhine ifade veren tanıklara iltifatlar ediliyordu. Mesela gariban takımı geliyor elini mikrofona yaklaştırırsa 'Çek elini mikrofondan.' diye azarlanıyordu. Öbür taraftan bir tanık gelip onların aleyhine konuşuyorsa ellerini sallayabilir, mikrofonu tutabilir."
Yassıada fotoğraflarımı yürüttüler
Yassıada ve İmralı'da çektiğim fotoğrafları 1978'de emekli olduktan sonra evimde saklıyordum. Sonra bir baktım, sakladığım yerde yoklar. Evi altüst ettim ama bulamadım. Anladım ki birileri götürmüş! Çok tarihi fotoğraflar vardı. Mesela Celal Bayar'ın hücrede resmi vardı. Kimseye vermemiştim. Bir tek benim albümümde vardı. Kim, niye aldı bilmiyorum.
Hatıra olarak Yassıada'nın bir fotoğrafını çerçeveletmek istedim. 1965'te Erzurum'da görev yaparken bir camcıya gittim. Ya çerçevelettiremedim. "Bakıp dalga mı geçeceksin bunlarla?" dedi camcı. "Çeken benim." dedim. "Hatıra olsun diye istiyorum." dedim. Salonun fotoğrafını çekmiştim. Sanıklar da vardı. Ama adam yapmadı, kimseye yaptıramadım çerçeveyi Erzurum'da...
Senaryo gereği fotoğraf çektik
27 Mayıs'tan sonra Menderes ve arkadaşları tutuklanıp Yassıada'ya getirildi. Ancak adaya inerlerken fotoğrafları çekilmemiş. Unutulmuş nedense. Birkaç gün sonraydı sanırım. Bir senaryo yazıldı. Hepsine takım elbiseleri giydirildi. Hücumbottan indiriliyormuş gibi yaptılar, biz de fotoğraflarını çektik. Celal Bayar, fotoğraf çektirmek istemedi. "Biz film artisti değiliz." dedi. Sonra 'Köpek Davası'nda da hakime bayağı kızdı. "Böyle basit davalar için beni buraya çağırmayın." dedi. "Hakkımda ne karar veriyorsanız verin." dedi.
O vatan hainiyle ne konuştun?
Yassıada'da sanıklarla ve onları ziyarete gelen yakınlarıyla tek kelime konuşmamız bile yasaktı. Rahmetli Menderes ile fotoğraf çekerken epey göz göze geldik. Ben kendisini severdim. Hatta arkadaşlarım bana Menderesçi derlerdi. Ama tek kelime konuşamadım. Korktum. Bir pazar günü sanık yakınları gelmişti. Görüşmeler bir barakada yapılıyordu. Bana bu barakayı sordu. Ben de 'Bilmiyorum.' dedim. Meğer Ada Komutanı Tarık Güryay, bizi izliyormuş, bu diyaloğu görmüş. Hemen beni çağırdı. 'Ne konuştunuz?' diye sordu. Hiçbir şey efendim, bana görüşmelerin nerede yapıldığını sordu, ben de 'Bilmiyorum.' dediğimi söyledim. Bana 'Onlar vatan haini, bir daha tek bir kelime konuştuğunu görmeyeyim.' dedi. Böyleydi uygulama. Adam istediğini yapıyor, astığı astıktı yani... Ya bilmiyorum, dedim ben, hakikaten pazar günü gidip de sanıklarla görüşmedim. Hangi barakada görüşüyorlar bilmiyorum yani. Bilmiyorum, dedim.
Uykularım kaçıyordu, 'rakı iç' dediler
İmralı'da Menderes'in idam fotoğraflarını çektikten sonra geceleri uyuyamamaya başlamıştım. Menderes'in o anları gözümün önünden hiç gitmedi. Gidip komutanıma durumu anlattım. 'Bir şey olmaz, akşamları yatmadan önce bir kadeh rakı al, bak nasıl uyursun.' dediler. O zamana kadar hiç alkol almamıştım. Artık rakı içip uyumaya başladım. Alışık olmadığım için tesir ediyordu yani. Öyle uyuyabiliyordum ancak. Sonra geçti. Ancak zaman zaman nüksediyor. O anlar hiç aklımdan çıkmıyor. Bir de bu fotoları benim çektiğimi kimse bilmez. Karım ve çocuklarıma söyledim sadece.
Menderes'in son saati
Menderes ile İmralı'ya indik. Ben önüne geçip fotoğraf çekmeye başladım. Menderes, iki askerin kollarında yürüyordu. Arkasında ise subaylar vardı. Hemen beni uyardılar. 'Önden çekme, arkadan çek, biz görünmeyelim.' diye... Çünkü arkadan gelenlerin hepsi subay. Kimisi İrtibat Bürosu'ndan, MBK'dan, kimisi 1. Ordu'dan, içinde hakimler de var. Onlar görünmesin diye önden çekilmesini istemediler. İdam işini sivil idarenin yaptığını anlatmak istiyorlardı. Ama ben şoka girmiştim. Çekemiyordum. Birisi 'çeksene' diye bağırınca o son yolculuk fotoğrafını çekebildim ancak...
Biraz daha ilerleyince idam sehpasını gördüm. İrkildim. Köşeyi dönünce, orada meydan var, meydanda sehpa var. Görecek o sehpayı, görünce ne yapacak diyorum ben kendi kendime. Hiçbir şey demedi, önüne bakarak yine sakin bir vaziyette sehpaya doğru yürüdü. Ama Menderes çok rahattı. İnançlı adam tabii, Allah'a kavuşacak. Bunları hesaplamış. Onun bu rahat tavrı beni de rahatlattı.
Menderes, adaya iner inmez komutanın odasına götürüldü. İdam hükmü okundu. "Menderes, Allah milletimize zeval vermesin." dedi. "İdama gitmeden önce hoca ile görüşmek ister misiniz?" dediler o odada. "Hemen beş dakika görüşeyim." dedi. Hemen orada beş dakika görüştü. Görüştükten sonra orada beyaz gömleği giydirdiler. Aşağı yukarı onbeş yirmi dakika geçti. Birileri iki de bir içeri girip çıkıyorlardı. Beni bekliyorlardı. "Daha hazır değil mi, daha hazır değil mi?" diye sıkıştırıyorlardı. Makinenin ayarlarını yapıyordum. İmamla görüştükten sonra orada beyaz gömleği giydirmişler. İdam sehpasına doğru yürümeye başladık. Sıralama böyle. Sehpada bir resim var. Hoca "Şehadet getirelim." dedi, kelime-i şehadet getirdiler. Orada boynunda iple sakin bir vaziyette durduğu bir resim var. Menderes'in yan etrafa doğru bakan resmi. Kime bakıyordu diye epey tartışıldı. Hocaya bakıyordu, beraber kelime-i şehadet getiriyorlardı. O resmi hiç unutamam.
Menderes, asıldığı andan itibaren dönmeye başladı. İdamlarda yarım saat sonra ölüm tahakkuk edermiş. Hep beraber daha fazla orada beklemeden yan tarafa gazinoya geçtik. Mini bir parti gibi bir şey hazırlamışlar. Adanın üzümünden ikram ettiler. Herkesle beraber yedik. Herkes mutlu, herkes sevinçli. Kuyrukların başı gitti diye, herkes neşe içindeydi. Yarım saat sonra biz doktorla beraber sehpanın yanına gittik; ölüm tahakkuk etmiş mi, etmemiş mi diye. Yarım saat içinde dili şişmişti. Doktor muayene etti. Öldüğünü söyledi. Helikopterle ayrıldık oradan...
"27 Mayıs 1960'da yapılan darbe"den bir yıl sonra; Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildiler... Bu "ihtilâl"in; "darbe" mi, "devrim" mi olduğu hâlâ tartışılıyor... "Solcu"lara bakarsanız, 27 Mayıs 1960'ta kalkışılan hareket, bir "devrim"dir!.. Bu memleketin "muhafazakâr" evlatlarına göre ise; bu kalkışma; sadece "ihtilal" değil, aynı zamanda "iğrenç bir cinayet"tir!.. Evet evet; 27 Mayıs'ın sonrasındaki süreç, yani Yassıada'dan İmralı'ya kadar geçen 15 aylık süreç, "hem maddi, hem de manevi işkence" sürecidir!.. Aydın Menderes'in de ifade ettiği gibi; "İmralı'daki 3 idam" ise, "taammüden işlenmiş birer cinayet"tir!.. Ama, biraz önce dedim ya;
Merhum Başbakanımız Adnan Menderes
27 Mayıs 1960... Yok "bebek" dâvâsıydı, yok "köpek" dâvâsıydı denilerek, bir sürü "yalan-dolan"la "ihtilâl" yapıldı ve Türkiye; "demokrasi tarihinin en kara günlerinden birini" yaşadı...
Solcular, işin "cinayet" boyutunu bir türlü görmek istemezler!.. Bu yüzden de; mesela "12 Eylül 1980 Darbesi"ni sahiplenmezler, Kenan Evren'e "darbeci" derler ama, "27 Mayıs 1960 İhtilâli"ne "devrim" derler!..
Bu sorunun cevabı; bugünkü sürmanşetimize taşıdığımız Ali Eyvaz imzalı haberin muhtevasında!..
Ne deniliyordu haberde;
"Darbenin ardından, Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere çok kısa sürede 7 bin 200 asker emekliye sevk edildi.
27 Mayıs'tan hemen sonra, 3 Haziran'da Genelkurmay Başkanlığı'na getirilen Orgeneral Ragıp Gümüşpala, 4 Ağustos'ta emekliye sevk edildi.
Ayrıca Millî Savunma Yüksek Kurul Genel Sekreteri Vedat Garan, Yüksek Askerî Şûra üyeleri Fazıl Bilge, Eşref Manas ve Canip İskilipligil de emekliye sevk edilen generaller arasında yer aldı.
Emekliye sevk edilen 7 bin 200 subay, generallerin yüzde 90'ı, albayların yüzde 75'i, yarbayların yüzde 50'si, binbaşıların ise yüzde 30'una tekabül ediyordu. Yani bu tabloya göre; darbe sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içi büyük oranda boşaltılmıştı.
Bir başka ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dörtte üçünü teşkil etmesi gereken muharip subay mevcudu yüzde 50'den fazla azaltılmış ve Silahlı Kuvvetler'in savaş güç ve kabiliyeti büyük oranda düşürülmüştü.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yaşanan bu büyük tasfiye hareketi NATO çerçevesinde Türkiye'de görev yapmış olan Yunanlı General Haris (Khares)'i de hayretler içinde bırakmıştı.
Haris, 'Ordunuzda yapılan bu tasfiye yanlıştır. Müşterek düşmanımız olan Kuruşçef (Sovyet lideri) memleketinize birkaç atom bombası atsaydı bu derece kıymetli subay ve generallerinizi bir hamlede imha edemezdi' diyordu."
Demek oluyor ki;
"27 Mayıs İhtilâli"nin asıl hedefi; "Demokrat Parti'nin şahsında, ordu içindeki muhafazakâr subay/astsubayları imha etmek"ti!.. Yani, o zamanın tabiriyle "sağcıları tasfiye etmek"ti!.. Ehh, "sağcı"lar tasfiye edildiğine göre, geriye kimler kaldı?..
Elbette "solcu"lar!..
O halde, şöyle diyebiliriz:
"27 Mayıs'ta ordu solculaştırıldı!"
İhtilâli özetleyen çarpıcı bir cümle!..
DARBECİLERİN UYDURDUKLARI YALANLAR!
Malûm, bütün "cuntacı"lar, kalkıştıkları "darbe"lere mutlaka bir "kılıf" bulmuşlardır!.. Eğer "kılıf" bulamamışlarsa; "üretmişler, hazırlamışlardır!"
27 Mayıs için hazırlanan "bebek" ve "köpek" dâvâları gibi!. 12 Eylül için hazırlanan, "ülkede kan gövdeyi götürüyordu" kılıfı gibi!.. 28 Şubat için hazırlanan "laiklik tehlikede" kılıfı gibi!.. 27 Nisan için hazırlanan "İrtica hortladı!.. İlâhi okuyan çocuklar yurdu sardı" kılıfı gibi!..
Malûm ya; "kuzu"yu yemeyi kafasına koymuş kurt için, ne "kılıf" biter, ne de "bahane!"
Meselâ, "27 Mayıs cuntacıları"nın bahanelerinden biri de, "kaçarken yakalandılar" iftirasıdır!..
Daha önce belgelerini de yayınladığım gibi;
27 Mayıs 1960 tarihinde "Eskişehir Örfi İdare Komutanı Tuğgeneral Bedii Kireçtepe" imzasıyla, "Eskişehir Örfi İdare Kumandanlığı Tebliği" yayınlanmış ve o "bildiri"de, şu "yalan"lar savrulmuştu:
"Ankara'da bütün hükümet erkânı ve Demokrat Parti başkanları yabancı memlekete kaçarken yakalanmışlardır.
Beraberlerinde 12 uçak dolusu altın mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandılar.
Sabık Başbakan Adnan Menderes ve sabık Reisicumhur Celâl Bayar, askeri kumandanlık tarafından tevkif edilmiştir.
Eskişehir'de matbaası olan herkes bu havadisi basıp yayınlamalıdır.
Dikkat... Dikkat... Dikkat!!!
Vatanseverliğinize hitap ediyoruz. DP'li ilçe ve bucak başkanlarının kaçmalarına mahal vermeden tevkif edilmelerini ve askeri kuvvetler gelinceye kadar salınmamalarını rica ederim."
İşte bu tür "yalan bombardımanları" sonrasında, merhum Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada'ya götürülüp, orada yargılanmaya başlandılar!..
Sonra, Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edildiler!..
Aslına bakarsanız; bu idamlar, bir anlamda "işkencenin sonu" idi!.. Çünkü onlar, öyle bir "işkence" gördüler ki; o olayı tekrar anlatacağım!..
Çünkü beni, "Yalovalı Nuran Hanım"ın 2 yıl önce anlattığı "işkence türü" çok etkiledi!.. Defalarca anlatsam, yine rahatlamaz, tekrar tekrar anlatırım!..
BU SİNEDE BİR SİGARA DA SEN SÖNDÜR!
Efendim, Nuran Hanım'ın "birinci ağız tanıklar"dan dinleyip anlattığına göre, Yassıada'da, "CHP'li bir ailenin damadı" da "doktor" olarak görevliymiş!.. Bu doktor, "Demokrat Parti iktidarı" döneminde, "bir numaralı Menderes düşmanı"ymış!..
Fakat, "Menderes'i tanıyıp" da, bazı "gerçek"lerin ortaya çıktığını görünce; ona "kanı ısınmaya" ve hatta onu "sevmeye" başlamış!..
Sırf bu yüzden de, "muhtemel bir idam kararı"na karşı, Menderes'e "azar azar ilaç" veriyor ve onu "hasta" ediyormuş!.. Evet, "hasta" olsun da, "asmasınlar" diye düşünüyormuş!..
O, böyle düşünüyormuş, ama diğer doktorlar, "daha güçlü ilaçlar" verip, "iyileştirmeye" çalışıyorlarmış Menderes'i!..
"İyileşsin ki, bir an önce asılsın!"
Günler böyle geçip giderken, "CHP'li ailenin damadı" olan doktor, merhum Menderes'in tutuklu bulunduğu odanın civarında dolaşmaya başlamış!..
Niyeti, "muayene saati olmadığı" halde, Menderes'in yanına girip, onunla "sohbet" etmekmiş!..
Biraz da, görmelerinden "tedirginmiş" tabiî!..
Doktor dışarıda dolaşıp, "uygun bir an" kollamaya çalışadursun; onu "ayak sesleri"nden tanıyan Menderes, odasındaki "sigara"ları ve "kül tablası"nı derhal gizlemiş!.. "Doktor" geliyor ya, "Bu ne perhiz, bu ne turşu" demesin!..
"Sigara içtiğini biliyorum... Hele söyle, nereye sakladın kül tablasını?"
İşte o an!..
Menderes, çok seri bir hareketle ve adeta yırtarcasına, "gömleğinin düğmeleri"ni çözüp, göğsünü açmış!..
"Doktor" demiş;
"Bırak kül tablası aramayı!..
Al sana kül tablası!!!
Bu sinede o kadar çok sigara söndürdüler ki, bir dostun sigarası da pekalâ sönebilir!!!"
Doktor bir de bakmış ki, Menderes'in vücudu, "sigara yanıkları" ile dolu!..
Ki, bu "sigara yanıkları"nın sayısı için "en az 30" diyen de vardır, "60" diyen de!..
Ama hiç kimse;
"Yok öyle bir şey" diyemez!..
Çünkü, "işkence" bir gerçektir!..
Acı bir gerçek!..
"Böyle bir işkenceyi hayvanlar bile yapmaz" dedirtip, isyan ettiren bir gerçek!..
İşte; ne zaman "27 Mayıs" denilse, hep o "işkence" sahnesi canlanır gözlerimin önünde!..
Burnuma ise, üzerinde "sigara" söndürülen vücuttan yayılan "et kokusu" gelir!..
Ve hep dua ederim;
Şener Eruygur liderliğindeki "darbeciler" iyi ki başaramadılar!.. Eğer başarsalardı var ya, "inançlı" insanların vücudunda; "sigara" değil, herhalde "puro" söndürürlerdi!..
Hem de "Komünist Küba Purosu!"
Sahte şeyhe 43 yıl yetmez!
Hani, "bazı insanlar" vardır... Onlara öyle kızar, öyle hınç beslersiniz ki; onların etlerini dilim dilim doğrasalar, yine de üzülmez, kılınızı kıpırdatmazsınız... Çünkü, o insanın zararı sadece size değil, başka insanlara da dokunmuştur!.. Hani, "idam" etseler, "iyi oldu, cezasını buldu" diye sevinirsiniz!..
Ne yalan söyleyeyim; "28 Şubat Şeyhi Ali Kalkancı" hakkında "43 yıl hapis" talep edildiğini duyunca, hiç üzülmedim!..
İşin garibi, sevinemedim de!.. Çünkü bu adamı; madem "idam" yok, "ömür boyu mahkûm" etmek gerekirdi!..
Hem "uyuşturucu ticareti"nden, hem de "sahte şeyhlik"ten "hücre"ye atılmalı ki dışarıdaki emre amade bekleyen "piyon"lara iyi bir ders olsun!..
Herhalde biliyorsunuz... Ali Kalkancı denilen bu adam, dönemin Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'ın odasında "bira" içtiği sırada, bir "binbaşı" tarafından "şeyh" ilân edilmiş!..
Sonra da; onun sergilediği "aşağılıklık"lar ve "iğrençlik"ler yüzünden, bu ülkenin "mütedeyyin" insanları "işkence"lere, "zulüm"lere maruz kalmıştı!..
Onun için diyorum ya; "43 yıl" ne ki;
Bu adamı malûm yerinden assalar yine de nefretim dinmez!..