NuSReT
Aktif Üyemiz
Türk devletlerinde hükümdarların alameti olarak kullanılan tuğranın menşei Oğuz Han’a kadar dayandırılmaktadır. Kelimenin kökü ve manalarını şöyle zikredebiliriz:
Osmanlı Padişahlarından tuğrayı ilk kullanan Orhan Gazi’dir. Başlangıçta oldukça sade olan tuğranın sanat değeri gittikçe yüksek seviyeye erişmiş, standart ve estetik bir seviyeye kavuşmuştur.Sadece padişahlara mahsus olan tuğra Ferman ve beratlarda, paralarda, resmî dairelerin ana giriş kapılarının üst kısmında ve duvarlarında, madalyonlarda, bir kısım resmi evrakta ve kitapların kapaklarında kullanılmıştır. Tuğranın muhtelif isimleri vardır. Bunların bazıları Tevki’-i hümâyûn, nişân-ı hümâyûn, nişân-ı şerif-i âlî-şân, alâmet-i şerîf, misâl-i meymûn ve tuğra-yı garrâPadişahlardan başka vezir ve beylerbeylerinin de tuğraya benzer alametleri vardır ki bunlara “pençe” adı verilir.Pençe her ne kadar tuğraya benzese de tuğradan kolay ayırt edilir.
Tuğralar her padişahın ve babasının adını ihtiva etmelerine, yani metin farklılığına sahip olmalarına rağmen, görünüşü itibariyle birbirine benzerlik arz etmektedir. Bu benzerliğin sağlanabilmesi için metinle ilgili olmayan bazı işaretler kullanıldığı gibi bazı harf ve kelimelerin de tabii şekilleri değiştirilmektedir. Tuğralar dört ana bölümden oluşurlar.
1- Serre veya Kürsü: Tuğrada adı geçen padişahın ve babasının adı ile diğer ibarelerin yer aldığı metin kısımı
2- Beyzeler : Tuğranın sol kısmında bulunan ve dal ile nun harflerinin kavisli ve değişik bir şekilde çizilmesiyle oluşan kısım. Küçük beyzenin içinde kürsü’nün üst kısmında bulunan “el-muzaffer” sözünün devamı olan “dâimâ” kelimesi bulunur.
3- Tuğlar: Tabii halinden fazla uzatılarak tuğ şekline dönüştürülen elif lâm ve tı harflerini bulunduğu kısım. Tuğların yanında bulunan kavislere “ zülüf” adı verilir.
4- Kollar: Beyzelerin devamı olan ve tuğları keserek sağ tarafa doğru uzayan paralel iki çizgiye denir.Bir başka adı da “hançere”dir
Osmanlılardan hangi tarihten itibaren kullanıldığı tam olarak bilinmeyen ve ilk örnekleri XV. yüzyıl ortalarında görülen pençe; sadrâzam, eyaletteki vezir, beylerbeyi ve sancak beylerinin; devlet ve idari işleriyle alâkalı yazılarında imza yerine kullandıkları alâmetlere denir. Pençer tuğraya benzer ve daima vesikanın sağ kenarına konurdu. Pençe çekilecek buyruldu veya mektup, batı dillerinden birisiyle yazılmışsa, o zaman pençe vesikanın sıl tarafına çekilirdi.
İlk pençelerde hükümdar tuğralarında olduğu gibi baba adının da yer alması bir kaide kabul edilirdi. Pençeler tek kavisli olup çift kavisli olmak yalnızca tuğraya mahsustu ve padişahtan başkası katiyen çekemezdi.
- Oğuz Han’ın isminin doğana benzeyen tuğrağ adlı bir kuşun kanatlarını açmış haline benzetilerek yazılmasından dolayı bu adı almıştır.
- Uygur Türkçesindeki “tuğru” ( doğru) kelimesinden türemiş doğrulayıcı demektir.Fermanların sonunda bulunan “alâmet-i şerifeme i’timâd kılasız ” ibaresi buna işarettir.
- Tuğ kökünden türemiş olabilir. Çünkü Tuğra padişahın müdür ve imzası demektir.Tuğ da devletin veya idarecinin alameti sayılmaktadır.
Osmanlı Padişahlarından tuğrayı ilk kullanan Orhan Gazi’dir. Başlangıçta oldukça sade olan tuğranın sanat değeri gittikçe yüksek seviyeye erişmiş, standart ve estetik bir seviyeye kavuşmuştur.Sadece padişahlara mahsus olan tuğra Ferman ve beratlarda, paralarda, resmî dairelerin ana giriş kapılarının üst kısmında ve duvarlarında, madalyonlarda, bir kısım resmi evrakta ve kitapların kapaklarında kullanılmıştır. Tuğranın muhtelif isimleri vardır. Bunların bazıları Tevki’-i hümâyûn, nişân-ı hümâyûn, nişân-ı şerif-i âlî-şân, alâmet-i şerîf, misâl-i meymûn ve tuğra-yı garrâPadişahlardan başka vezir ve beylerbeylerinin de tuğraya benzer alametleri vardır ki bunlara “pençe” adı verilir.Pençe her ne kadar tuğraya benzese de tuğradan kolay ayırt edilir.
Tuğralar her padişahın ve babasının adını ihtiva etmelerine, yani metin farklılığına sahip olmalarına rağmen, görünüşü itibariyle birbirine benzerlik arz etmektedir. Bu benzerliğin sağlanabilmesi için metinle ilgili olmayan bazı işaretler kullanıldığı gibi bazı harf ve kelimelerin de tabii şekilleri değiştirilmektedir. Tuğralar dört ana bölümden oluşurlar.
1- Serre veya Kürsü: Tuğrada adı geçen padişahın ve babasının adı ile diğer ibarelerin yer aldığı metin kısımı
2- Beyzeler : Tuğranın sol kısmında bulunan ve dal ile nun harflerinin kavisli ve değişik bir şekilde çizilmesiyle oluşan kısım. Küçük beyzenin içinde kürsü’nün üst kısmında bulunan “el-muzaffer” sözünün devamı olan “dâimâ” kelimesi bulunur.
3- Tuğlar: Tabii halinden fazla uzatılarak tuğ şekline dönüştürülen elif lâm ve tı harflerini bulunduğu kısım. Tuğların yanında bulunan kavislere “ zülüf” adı verilir.
4- Kollar: Beyzelerin devamı olan ve tuğları keserek sağ tarafa doğru uzayan paralel iki çizgiye denir.Bir başka adı da “hançere”dir
Pençe
Osmanlılardan hangi tarihten itibaren kullanıldığı tam olarak bilinmeyen ve ilk örnekleri XV. yüzyıl ortalarında görülen pençe; sadrâzam, eyaletteki vezir, beylerbeyi ve sancak beylerinin; devlet ve idari işleriyle alâkalı yazılarında imza yerine kullandıkları alâmetlere denir. Pençer tuğraya benzer ve daima vesikanın sağ kenarına konurdu. Pençe çekilecek buyruldu veya mektup, batı dillerinden birisiyle yazılmışsa, o zaman pençe vesikanın sıl tarafına çekilirdi.
İlk pençelerde hükümdar tuğralarında olduğu gibi baba adının da yer alması bir kaide kabul edilirdi. Pençeler tek kavisli olup çift kavisli olmak yalnızca tuğraya mahsustu ve padişahtan başkası katiyen çekemezdi.