"Hem, senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü, bizde o derece ince ve nâzik ve mükemmel bir intizam Haşiye var ki; eğer bize hükmeden bir
Hakîm-i Mutlak ve
Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamımız bozulur, nizâmımız karışır."
Sonra o müddeî onda da meyus oldu. Bir insanın bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisânı ile tabiiyyunun dedikleri gibi, der ki: "Sen benimsin, seni yapan benim. Veya sende hissem var."
Cevâben, o beden-i insanî, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamının lisân-ı haliyle der ki:
"Eğer bütün emsâlimiz ve yüzümüzdeki sikke-i kudret ve turra-i fıtrat bir olan bütün insanların bedenlerine hakiki mutasarrıf olacak olan bir kudret ve ilim sende varsa, hem sudan ve havadan tut, tâ nebâtât ve hayvanâta kadar benim erzakımın mahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa, hem ben kılıf olduğum gayet geniş ve yüksek olan ruh, kalb, akıl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfta yerleştirerek, kemâl-i hikmetle istihdam edip ibâdet ettirecek, sende böyle nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa, göster. Sonra 'Ben seni yaptım' de. Yoksa, sus!
"Hem, bendeki intizam-ı ekmelin şehâdetiyle ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle, benim Sâniim herşeye kadîr, herşeye alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitir bir Zâttır. Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san'atına karışamaz, zerre miktar müdâhale edemez."
Haşiye: Sâni-i Hakîm beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür; bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medârdırlar.
Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halk edilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamrâ tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor-tüccar ve erzak memurları gibi. Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki, ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdâfaadır ki, ne vakit müdâfaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile, süratli bir vaziyet-i acîbe alırlar.
Kanın heyet-i mecmûası ise, iki vazife-i umumiyesi var. Biri bedendeki hüceyrâtın tahribâtını tâmir etmek; diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerâyin nâmında iki kısım damarlar var ki; biri sâfî kanı getirir, dağıtır, sâfî kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı, "ree" denilen nefesin geldiği yere getirirler.
Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, biri müvellidü'l-humuza. Müvellidü'l-humuza ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvîs eden karbon unsur-u kesîfini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizâc eder, buhar-ı hâmız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkılâb ettirir; hem hararet-i garîziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü, Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyâda aşk-ı kimyevî tâbir edilen bir münâsebet-i şedîdeyi müvellidü'l-humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile, o iki unsur imtizâc ederler. Fennen sabittir ki, imtizâcdan hararet hâsıl olur. Çünkü, imtizâc, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki:
O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizâc vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi, bunun zerresiyle imtizâc eder; birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır. Çünkü, imtizâcdan evvel iki hareket idi; şimdi, iki zerre bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunu ile, hararete inkılâb eder. Zâten, "Hareket, harareti tevlid eder" bir kanun-u mukarreredir.
İşte bu sırra binâen, beden-i insaniyedeki hararet-i garîziye, bu imtizâc-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi; kandaki karbon alındığı için, kan dahi sâfî olur. İşte, nefes dahile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş'âl ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu'cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyvelerini veriyor.
*
* [Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.]