Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) nasıl namaz kılardı?
Hz. Peygamber ne cennet arzusu, ne cehennem korkusuyla gözyaşı döküyordu. O sadece Rabbine daha yakın olup, O`nun sevgisine lâyık olma emeliyle ibadetlerini yerine getiriyordu. O`nun namazının bakın ne gibi manevi anlamları vardı? İnsan Yayınlarının Psikoloji serisinden çıkan ilginç bir kitap bugünlerde raflarda yerini aldı. Esme Sayın Ekerim’in Namaz ve Karater Gelişimi adlı kitabı, İslamiyet’in beş şartından bir olan ibadetin insan ruhunu nasıl etkilediğini göz önüne seriyor. Namazın bireye davranış ve dürtülerini kontrol etme imkanı verdiğinin altını çizen çalışma, namaz ibadetini bir çok açıdan ele alarak ahlaki oluşuma etkilerini psikolojik metotlarla ayrıntılı şekilde göstermeyi hedefliyor. 4 ana bölümde oluşan kitabın ana başlıkları İbadet Kavramı, Karakter Kavramı, Namaz İbadeti ve Tasavvufi açıdan namaz başlıklarını taşıyor. Alt başlıklarda ise Namaz- Sorumluluk duygusu, Namaz- Zaman ve çalışma disiplini, Namaz sabır ilişkisi gibi ayrıntılara dikkat çekiyor. Söz konusu kitaptan sizler için ilginç bir bölüm seçtik:
HZ. PEYGAMBERİN NAMAZININ MANEVÎ ANLAMLARI
Hz. Peygamberin ibadet hayatı, ilâhî aşk ve muhabbetin en üst düzeyde yaşandığı bir dünyadır. Resulüllah, her an Rabbine dua eden, yalvaran, ağlayan, Rabbini anan, şükreden, O`na tevbe eden; secde ve rükûda Rabbinden ayrılmamayı dileyen bir peygamberdir.
ALLAH’A DAHA YAKIN OLMAYI İSTERDİ
Atâ, Hz. Peygamberin ibadet hayatının manevî yönleri hususunda bize şu bilgileri naklediyor: "Ubeyd bin Umeyr ile Hz. Aişe`nin yanına gitmiştim. Hz. Aişe`ye, `Bize Resulüllah`ta gördüğün en ilgi çekici şeyin ne olduğunu anlatır mısın?` dedim. Hz. Aişe ağlamaya başladı ve şöyle dedi: `Onun hangi hâli ilgi çekici değil ki? Bir gece bana gelmiş, benimle yatağa girmiş, cildim cildine değmiş, sonra bana, `Ey Ebu Bekir`in kızı! Beni bırak da Rabbîme ibadet edeyim.` demişti. `Şüphesiz ki bana yakın olmanı arzu ederim` dedim ve kendisine müsaade ettim. Yataktan kalktı, su kırbasının yanına gitti. Abdest aldı, abdest uzuvlarını bol su ile yıkadı, sonra namaz kılmaya başladı. Biraz sonra ağlamaya başladı. O kadar ki, gözünden dökülen damlalar göğsünü ıslatmıştı. Sonra rükûya vardı, rükû hâlindeyken de ağlamaya devam etti. Sonra başını kaldırdı; yine ağladı, ağlaya ağlaya secdeye indi. Secdeden başını kaldırdı. Bilal sabah ezanını okumak için gelene kadar ağladı. Dedim ki: `Ya Rcsulüllah, seni bu derece ağlatan şey nedir, Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını affetmedi mi?` Şöyle buyurdu: `Allah`a çok şükreden bir kul olmayayım mı?`" Bu örnekte de görüldüğü üzere Hz. Peygamber ne cennet arzusu, ne cehennem korkusuyla gözyaşı döküyordu. O sadece Rabbine daha yakın olup, O`nun sevgisine lâyık olma emeliyle ibadetlerini yerine getiriyordu.
GECELERİ AYAKLARI ŞİŞENE DEK NAMAZ KILARDI
Hz. Aişe, Hz. Peygamberin ibadet hayatı hususunda bize şu bilgileri aktarmaktadır: Hz. Peygamberin geceleri ayakları şişinceye kadar ayakta durup ibadet ettiği olurdu. Ramazan`ın son on günü gelince Hz. Peygamber geceleri ibadetle geçirir, ailesini uyandırır, kendisini ibadete verir, başka bir işe bakmazdı. Özellikle her sene Ramazan ayını itikatla münzevî olarak geçirmeye dikkat eder, dünyevî işlerle ilgilerini keser, zikir ve ibadet ederdi. Gece kalkıp namaz kılmak (teheccüd) zaten onun için farz namazlardan biriydi. Bu örnekler incelendiğinde Hz. Peygamberin Rabbi ile ilişkileri hususunda son derece hassas davrandığı; ibadetler esnasında duygusal bir yoğunluk ve coşkunluk yaşadığı anlaşılmaktadır. Resulüllah günlük meşgalelerinin haricinde Rabbine sevgi ve şükrünü sunmak için çok özel bir vakit ayırır; o bu ibadet esnasında dünyanın ve ahiretin süflî arzularını terk ederek sadece Rabbiyle beraber olmaya özen gösterirdi. Muhabbet ve sevginin hakikati, insanın kendisine hiçbir şey bırakmayacak şekilde bütün varlığını sevgiliye hibe etmesidir. Böylece muhabbet bütün tercihlerin sevgili lehinde yapılmasıdır. Resulüllah`ın ibadet hayatını şekillendiren temel esas da Rabbinin sevgisini bütün sevgilerin üstünde tutması ve Rabbinin sevgisini diğer sevgilere kapı yapmasıdır. Resulüllah`ta Allah sevgisi insan ve ümmet sevgisine de bir kapı açmıştır.
KURAN OKUTUR VE DİNLERKEN DUYGULANIRDI
Resulüllah`ın bütün insanlığı kuşatan sevgi coşkunluğunu gösteren en güzel örneği bize Abdullah bin Mesud aktarmaktadır. Abdullah bin Mesud şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Hz. Peygamber bana `Kur`an oku!` diye emir buyurmuştu. `Kur`an sana nazil olmuş iken sana mı Kur`an okuyayım?` dedim. Resulüllah`ın, `Ben, Kur`an`ı başkalarından dinlemeyi de severim.` buyurması üzerine Nisa suresini okumaya başladım. `Biz her ümmete bir şahit, seni de onların üzerine şahit getirdiğimizde onların hâli nice olur!` ayetine geldiğimde, `Şimdilik bu kadar yeter.` buyurdu. Bir de baktım gözlerinden yaşlar akıyordu." Bu olayda Hz. Peygamber, ümmeti içerisinde şefaat ve şahitliğine lâyık olamamış kimseleri düşünmüş; bu insanlar için hıçkırıklara boğulmuştur. Hz. Peygamber ibadetleri esnasında dünya ve ahiretin süflî arzu ve ihtiraslarını aştığı gibi zamanı ve mekânı da aşar; zaman ve mekânın insanı sınırlandıran dar boyutları içerisinden çıkardı.
BİR REKATTA BİR KAÇ SURE OKURDU ?
Resulüllah`ın bu özel durumuyla ilgili en güzel örneği bize Huzeyfe bin Yeman anlatmaktadır: "Bir gece Hz. Peygamber ile namaz kıldım. Resulüllah, Bakara suresini okumaya başladı. Yüz ayet okuduktan sonra rükû eder dedim, yüz ayeti geçti. Sonra bu sureyi bir rekatte okumak suretiyle namaz kılacaktır dedim, geçti rükû etmedi. Nisa suresini okumaya başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmran suresini okumaya başladı, onu da okudu. Ağır ağır okuyordu. Konuyla ilgili diğer örneğimizi de Abdullah bin Şıhhır nakletmektedir: "Bir gün Resulüllah`ın yanına gelmiştim. Namaz kılıyor tan göğsü kaynar kazan gibi ses çıkarıyordu." Hz. Peygamberin ibadet hayatının manevi" yönü Allah`ı görüyormuşçasına O`na ibadet etme ve yaptığı ibadetin Allah`ın çıkmadan önceki son ibadeti olduğuna inanma şuurudur. Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Dünyadan veda edecekmişçesine, Allah`ı görür gibi namaz kıl. Sen Allah`ı görmüyorsan da O seni görüyor."
PEYGAMBERİN NAMAZLARDA ETTİĞİ DUA ?
Bu dua Hz. Peygamberin ibadetlerinde tecrübe ettiği manevi derinliği göstermesi açısından çok önemi: Allahım! Doğu ile batı arasını birbirinden uzaklaştırdığın gibi, beni de hatalarımdan uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi, beni de hatalarımdan temizle. Allahım! Su, kar ve dolu ile benim hatalarımı yıkayıp temizle." Hz. Peygamber, bu duayı farz namazlarda okurdu.
CEMAATLE KILINAN NAMAZLARI KISA TUTARDI ?
Hz. Peygamberin ibadet hayan incelendiğinde dikkat çeken en önemli nokta onun cemaatle kılınan farz namazları kısa tutmasıdır. Hz. Peygamber cemaat içerisinde çocuk, yaşlı, hasta, emzikli veya çocuklu bir annenin varolabileceğini düşünerek onların farz namazları cemaatle kılmaktan mahrum kalmamaları ve sürekli cemaatle namazlara devam edebilmeleri için, cemaatle kılınan farz namazları kısa tutmuştur. Cemaatle kılınan namazları uzatarak insanlara bu hususu zorluk yaşatan kişileri uyarmış; onlara ciddi tepki göstermiştir. Kulluk mana olarak; Rabbin emir ve yasaklarına uymak, bunları - emr'i bil maruf neyh'i anil münker - iyiliği emredip kötülükten men etmek suretiyle hayata hayat kılmaktır. Kulluk, bir noktada da insanın aczini anlaması, fakrının da farkına varıp tüm benliği ile Allah (c.c)' ne yönelmesidir, diyebiliriz. Zira yaptığımız dualardan maksat, kendi acziyetimizi, fakrımızı itiraf edip Allah'a yönelmektir. İşte bu yöneliş ve kulluk Efendiler Efendisinde herşeyde olduğu gibi zirvedeydi. Allah Resulu'nun hayatının hangi karesine bakarsak bakalım hep kulluğun zirvesinde olduğunu görürüz. Allah (c.c) O'na (s.a.v) şöyle hitap ediyordu yüce Kuran-ı keriminde: " Habibim şüphe yok ki Sen yüce bir ahlak üzeresin..! " Bu ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi O (s.a.v) evvela yüce bir ahlak olan "Allah'ın Ahlakı" ile ahlaklanmıştı. İşte bu ahlak O'nu hep kulluğunun zirvesine çıkartıyordu. O (s.a.v), bir gün evvel sabahlara kadar yapmış olduğu ibadeti ile yetinmiyor, ertesi gün bunu ikiye katlıyordu. Tabir yerinde ise Rabbinden gelen o enfusi esintiler karşısında Kuran-i bir tarz ile "Helmin mezit" yani "daha yok mu?" diyordu. İbadete hele namaza asla ama asla doymuyordu. Şimdi bir kaç vaka ile olayı daha anlaşılır hale getirelim... Bir gün Hz. Aişe (r.anha) anamız, Efendimiz (s.a.v) ayakları şişene kadar ibadet ettiğini, namaz kıldığını görmüş ve şöyle sormuştu; "Ya Rasulallah Senin gelmiş ve geçmiş tüm günahların afolunduğu halde neden bu kadar ibadet etmek suretiyle kendine eziyet ediyorsun?" Peygamber Efendimiz Aişe validemize şöyle cevap verir: "Ya Aişe Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?". Burada anti parantez bir şey arzetmek istiyorum. Efendimiz yaptığı ibadetlerinin karşılığı olarak asla cenneti talep etmiyordu. Zira biliyordu ki yapılan ibadet neticesinde cennet gibi meşru bir beklentiye girmek ibadetlerin özü ve ruhu olan "ihlas" düsturunu zedeleyebilirdi. Bu nedenle ibadetini sadece Allah'a şükür mahiyetinde değerlendirerek Aişe validemize cevap veriyordu. Bu da Efendimiz (s.a.v) her şeyde olduğu gibi ihlas, ihsan, takva ve zühdde de "zirveler üstü bir insan" olduğunu gösterir. Yine bir defasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) namaz hususunda şöyle demişti; "Namaz benim gözümün nurudur." Bu sözü de tahlil etmek gerek. Çünki hayatımızda bizler bu sözü evlatlarımıza, çoluk çocuğumuza söyleriz. Ama O (s.a.v), namaz dediği zaman aklına ne Fatıması geliyordu ne de çok sevdiği diğer evlatları... çünki O (s.a.v) "er-Refika'l Al'a" olan yüce dostu ile namazda beraber oluyordu. Herkesin insan olarak şehvet duyduğu bazı hususlar vardır ve bunlar da tabiidir. Yani Allah (c.c) yaratılışta bunu fıtrat olarak içimize yerleştirmiştir. Fakat bu duyguların yine asıl gayesi Rabbe yakınlık, onla olan kurbiyetin artması ve rızası istikametinde bir hayat sürdürmek içindir. İşte Efendimiz (s.a.v)'in şehveti ise kendi beyanları içinde "namaz" idi, namaz kılma iştiyakı idi. O (s.a.v) kutlu beyanlarında zaten şöyle diyordu; "Müminin miracı Namazdır" veya "Namaz dinin direğidir. Kim namazını kılmaz ise dinini yıkmış olur, kim de namazı kılarsa dininin ikamesini sağlar, ayakta tutar." Peygamberimiz (s.a.v) son anlarına bakacak olursak hep ibadet aşkı ve ibadet etme gayreti içerisinde olduğunu görürüz. Mesela Efendimiz (s.a.v) vefatına yakın çok baş ağrısı çekiyor, bazan bu ağrılar dayanılamayacak kerteye geldiğide ise düşüp bayılıyordu. Ama o ayıldığı vakit ilk olarak "Namaz... namaz.." diye vaktin geçip geçmediğini soruyordu.
KULLUĞUN MANASI VE EFENDİMİZDEKİ (s.a.v) AYRI TEZAHÜRÜ
Allah (c.c) yüce kitabında Zariyat suresinde şöyle buyuruyor, "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." Demek oluyor ki bizim asıl gayemiz başta da belirtiğimiz gibi Allah'ı tanımak ve O'na kul olduğumuzun farkına varıp ibadet-i taatte bulunmak. Bu vazife istikametinde ilerlersek eğer "ahsen-i takvim" sırrına mazhar olacak, bu mazhariyetle insanın başı ta arş-u ferşe kadar yükselecek ve de kul olmanın hazzını damarlarına ve hatta diyebilirz ki atomlarına varıncaya kadar hissedecektir. İşte bu "ruh enginliğini" ve "gönül duruluğunu" hisseden Gönüller Sultanı Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi şöyle der; "Kul oldum... kul oldum...Köleler azad olunca sevinirler, şen şakrak olurlar..bense sana kul olmakla sevinirim...!" Bu sözün manasının yüce derinliğini anlamak için veya görmek için Efendimiz (s.a.v) hayatına göz atmak yeterlidir. Zira O'nun hayatı her an kulluğunda bir basamak daha, ötelere açılma adına bir menfezin aralandığı Rabbi ile buluşma anları ile doludur... Ayrıca O'nun kulluğunun ayrı bir tezahürü de Kur'an televvünlü bir iklimde yaşamasıdır. Efendimize (s.a.v) yaşayan Kur'an desek mübalağa yapmış olmayız. Bu hususta da Peygamberimizin (s.a.v) hayatından açık ve sarih misaller verilebilir. Mesela; bir gün Hz. Aişe validemize Efendiler efendisinin ahlakı sorulunca, yüce anamız şöyle cevap verir: "Huluku-ul kur'an"... yani O'nun ahlakı Kur'an ahlakı idi. Zira O'nun terbiyecisi, O'nun müdebbiri Allah'tı (c.c).
Efendimizin;
- Hatem-ul Enbiya olması,
- Allah'ın O'na (s.a.v), 124 bin peygamber arasından "habibim" diye hitabı,
- Efendimizin hem dininin hem de kendisinin belli bir zümre veya kavime değil de genel olarak tüm insanlığa gelmesi, tebliğinin şumüllü olması,
- Kur'anın Peygamberimizi "vema erselnake illa rahmeten lil alemin" yani "Habibim sen alemlere rahmet olarak gönderildin" ayetinin sırrı ile yaratılması ve tanıttırılması,
- Bir de yaratılışın, hilkatin yegane gayesi olması hasebiyle...
...kullukta da diğer yönlerin de olduğu gibi kamil ve zirve insan olduğu görülür...!
NAMAZLARI
İslâm'ın beş şartından birisi, belki en önemlisi olan namaz, belirli fiil ve hususî rukünlerle Allah Teâlâ'ya kulluk etmektir. Namazın zahiri, birtakım hareket ve zikirden ibaret ise de gerçekte, ilmi her şeyi kapsayan Cenâb-ı Hakk'a tazarru ve niyazdan ibarettir. Beş vakit namaz hicretten bir buçuk sene önce miraçta farz kılınmıştır. Âkil ve bâliğ olan her müslümanın yapması gereken farz-ı ayn bir ibadettir. Hz. Peygamber ümmetine öğrettiği namazı herkesten çok edâ etmiş, onu gözünün nuru, gönlünün süruru olarak tavsif etmiştir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in pek çok nafile namaz kıldığı, hatta bu sebeple ayaklarının bile şiştiği, bunu sadece Allah'a şükreden bir kul olmak maksadıyla yaptığı nakledilmektedir. Peygamberimiz, farz namazlarını, ashâbının gözü önünde kılmış, miktar ve hususiyetleri herkes tarafından tesbit edilmiş ve öğrenilmiştir. Ancak ona mahsus olan bazı nafile namazlar herkes tarafından aynı açıklıkla bilinmiyordu. Onun nafile namazları gece kıldıkları, gündüz kıldıkları ve diğer bazı nafile namazlar olmak üzere üç gurupta incelenebilir:
a) Gece Kıldıkları Nafile Namazlar
Hz. Peygamber'in gece ibadetlerine başta hanımları olmak üzere, bazı yakınları ve bir kısım ashâb-ı kiram da şahit olmuştur. Hz. Âişe, onun mutat gecelerinden birini tavsif ederken "... O, gecenin evvelinde uyur, son safhalarında ibadete kalkardı. Seher vakti girince vitir namazını kılar, sonra yatağına gelirdi..." demektedir.
İbn Abbas da Hz. Peygamber'in evinde misafir olarak kaldığı gecede gördüklerini şöylece dile getirir: "Gecenin yarısı yahut biraz öncesi veya sonrası idi. Rasûlullah yataktan kalktı. Ellerini yüzüne sürerek uykusunu dağıttı. Sonra Âl-i İmrân sûresinin son âyetlerini okudu. Asılı duran su matarasından güzel güzel abdest aldı ve namaza başladı. Ben de kalktım. Abdest alarak sağ yanında namaza durdum. O, sağ elini başımın üzerine koyup okşadı. Sonra kulağımı hafifçe burdu. Sonra da, ikişer rekât olmak üzere, on iki rekât namaz kıldı. Sonunda da tek rekât namaz kılıp yattı. Müezzin sabah namazını kıldırması için kendisine durumu bildirince kalktı ve iki kısa rekât namaz kılıp mescide çıktı. Sonra da sabah namazının farzını edâ etti." Hz. Âişe Rasûlullah'ın ömrünün son senesinde oturarak namaz kılmaya başladığını, kıraatından 30 veya 40 âyet kaldığında ayağa kalkıp okuduğunu ve öylece kıldığını anlatmaktadır. Secdelerinin ve kıyamlarının uzunluğu göz önünde tutulursa, Hz. Peygamber'in her gece bir saatten fazla ibadet yaptığı söylenebilir.
b) Gündüz Kıldığı Nafileler
Hz. Peygamber gündüz boyunca da birçok nafile namaz kılmaya devam etmiştir. Öğlenin farzından önce dört sonra iki, akşamın farzından sonra iki, yatsının farzından sonra iki rekât namaz kılmıştır. Özellikle, sabahın farzından önce kılınan iki rekât sünnetin yerinin daha büyük olduğu nakledilmektedir. Bu namazlar müekked sünnet denilen hemen hemen hiç ihmal etmeksizin çoğunlukla kıldığı namazlardır. Gayri müekked diye vasıflandırılan namazlar ise bazı kere yaptığı üzere, ikindinin ve yatsının farzından önce kılındığı dört rekât namazlardır. Mescide girildiğinde kılınan tahiyyatü'l-mescid isimli iki rekâtlık namaz da nafile ibâdetler cümlesindendir. Bu namazların yanında Hz. Peygamber'in, kuşluk namazı diye bir namaz kıldığından da söz edildiği de görülmektedir.
c) Kıldığı Diğer Nafile Namazlar
Yukarda izah edilenlerin dışında Rasûlullah, teravih namazı ve çeşitli vesilelerle başka nafile namazlar da kılmıştır. Meselâ yağmur duası ve namazı zikredilebilir. Güneş tutulduğu zaman da 2 rekâtlık bir namazı cemaatle kılmıştır. Ayrıca ay tutulması sırasında da nafile namaz kılınmıştır. Yolculuktan döndükten sonra 2 rekât bir namaz kılmak da müstehab sayılmıştır. Rasûlullah'ın böyle bir namazı kıldığı rivayet edilmektedir. Bu nafile namazlar arasında tesbih namazı isimli bir namaz da vardır. Bu arada istihare namazının varlığından söz edilmektedir. Akşamın 2 rekât sünnetinden sonra onu 6'ya tamamlamak hususunda da hadisler vardır. Fakat salâtu evvâbîn (tevbe edenlerin namazı) denen bu namazı ifade eden hadisler zayıftır. Ancak bu gibi fazilet sayılan yerlerde zayıf hadislerle amel edilebilir.
Kur'Ân Okumaları
Kur'ân sadece okunmak için inmemiştir. O, bir hayat kitabıdır. Onu Rasûlullah hayata tatbik etmiştir. Zira Rasûlullah'ın ahlâkı Kur'ân'dı. Kur'ân'ın emrettiğini yapmış, yasakladığından da kaçınmıştır. Güzel bir sese sahip olan Hz. Peygamber, daima o güzel sesi ile Kur'ân-ı Kerîm'i okumuş ve onun emirlerini ilk önce kendisi tatbik etmiştir. Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'i bir çok usûl dâhilinde okumuş ve öyle okunmasını tavsiye etmiştir. Bunlardan birisi de onu tertîl ile okumaktır. Tertîl, dura dura, anlaya anlaya okumaktır. Nitekim Ümmü Seleme, Hz. Peygamber'in okumasının bu şekilde olduğunu şöylece izah eder: "O'nun kıraati açık, tane tane ve harf harf idi". Bu okuyuş müstehabdır. Hatta Kur'ân'ın manasını anlamayan yabancı kimse bile böyle okumalıdır. Zira bu okuyuş şekli Kur'ân'a daha çok hürmeti icab ettirdiği gibi, hızlı okuyuştan kalbe daha tesirlidir. Güzel ses ile Kur'ân-ı okumak makbuldür. Nitekim Abdullah b. Muğaffal: "Hz. Peygamber'in devesinin üzerinde el-Feth suresini yumuşak bir kıraatle tercî yaparak okuduğunu duydum" der. Tercî, makamla okuyanların kıraatlarında olduğu gibi, sesi boğazda döndürmektir. Bir çeşit güzel okuyuştur. “Kur'ân'ı sesinizle süsleyiniz”, buyuran Hz. Peygamber, Güzel ses ile Kur'ân-ı okumak makbuldür. Nitekim Abdullah b. Muğaffal: "Hz. Peygamber'in devesinin üzerinde el-Feth suresini yumuşak bir kıraatle tercî yaparak okuduğunu duydum."der. Tercî, makamla okuyanların kıraatlarında olduğu gibi, sesi boğazda döndürmektir. Bir çeşit güzel okuyuştur. Hz. Peygamber "Kur'ân'ı sesinizle süsleyiniz" buyurmuştur. Diğer bir okuyuş usûlü de, Kur'ân-ı Kerîm'i hüzünle okumak ve öylece dinlemektir. Hz. Peygamber onu hüzünle okumuş ve öylece de dinlemiştir. Abdullah b. Mes'ud der ki: "Hz. Peygamber, bana "Kur'ân oku, dinleyeyim" dedi. Ben de "Nasıl olur? Kur'ân sana iniyor; ben sana nasıl okuyayım?" dedim. O, "Evet" dedi. Ben de "en-Nisâ sûresini" okudum. Ta ki "fekeyfe izâ ci'nâ minkülli ümmetin..." âyetine kadar okudum. O, "yeter" dedi. Bir de ne göreyim, o sırada onun gözlerinden yaşlar akıyordu." Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'i bazen gizli, bazen de sesli olarak okumuştur. Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in Kur'ân-ı Kerîm'i hem gizli, hem de sesli okuduklarından bahseder. Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'den her gün bir miktar okumuş, hepsini kısa bir müddet içerisinde hatmetme yoluna girmemiştir.
Kur'ân-ı Kerîm okumaktan maksat, sadece terennüm değildir. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde: "Seni fenalıktan men ettiği müddetçe Kur'ân'ı oku, eğer kötülükten alıkoymuyorsa Kur'ân okumuş sayılmazsın" buyurmaktadır. Ayrıca, "Kur'ân'ın haram ettiği şeyleri helâl tanıyan, Kur'ân'a iman etmemiştir." hadisleri de, asıl olanın Kur'ân'ı tatbik etmek olduğunu göstermektedir. Oruçları Bilindiği gibi Ramazan-ı Şerifte oruç tutmak, İslâm'ın şartlarından biridir. Ramazan orucu, hicretten bir buçuk sene sonra, Şaban ayının 10. günü farz kılınmıştır. Hz. Peygamber bu tarihten itibaren aralıksız dokuz defa Ramazan orucunu tutmuştur.
Kaynaklarda Hz. Peygamber'in farz oruçla yetinmeyip, daha başka nafile oruçlar da tuttuğu da nakledilmektedir. O, en çok Şaban ayında oruç tutardı. Ekseriyetle Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmuştur. Ayrıca her ayın 13, 14, 15. günleri de oruç tutmuşlardır. Ayrıca Âşûre günü ve Şevval ayında da oruç tutmayı tavsiye etmişlerdir.
ZekÂt Ve Haccı
Zekât, malî bir ibadet olup, hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Zekât, bir malın muayyen bir miktarını (meselâ kırkta birini) bir zaman (meselâ bir sene) sonra, hakkı olacak olan bir kısım müslümanlara Allah rızası için tamamen temlik etmektir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber mal biriktirmemiştir. Bu sebeple kendine zekât farz olacak kadar malı olmamıştır. Hac, hem bedenî hem de malî bir ibadettir. Hac, Arafat'ta ona mahsus vakitte durmaktan ve usûlü dairesinde Kabe'yi ziyaretten ibarettir. Umre ise senenin her mevsiminde yapılabilir ve Kabe'yi tavafla, Safa ile Merve arasında say etmekten ibarettir. Hz. Peygamber, hicretten sonra hepsi de Zilkade ayında olmak üzere, dört defa umre, hicretin onuncu yılında olmak üzere bir kere de hac yapmışlardır.
Duaları
Hz. Peygamber'in bizzat okuduğu birçok dua vardır. O, yatarken, kalkarken, bir yere girerken, bir yerden çıkarken, çeşitli zamanlarda, çeşitli haller sebebiyle birçok dua okumuştur. Esasen dua yaparken bunlardan istifade etmek lâzımdır. Ayrıca duaları uyanık bir kalple, üç defa tekrar etmek suretiyle yapmak lâzımdır. Duaya bir zikirle veya salât-ü selâmla başlamak ve öylece bitirmek kabulüne sebeptir.
Soru?
Ögle namazını ilk sünnetini her iki rekatta bir selam verebilir miyim (hanefi mezhebine göre).
Bir de namazların sünnetlerini artırarak kılabilirmiyim, mesela, ikindi namazının veya akşam namazının sünnetlerini onar rekat kılabilir miyim?
Cevabımız
Değerli Kardeşimiz;
Beş vakit namazdan önce ve sonra kılınan nâfilelerin bir kısmı sünnet-i müekkede, bir kısmı da sünnet-i gayr-ı müekkededir. İkinci kısma aynı zamanda müstehap ve mendup da denir. Bu nâfileler içinde en kuvvetli sünnet olan sabah namazından önce kılınan iki rekâttır. Bundan sonraki sünnetler efdaliyet sırasına göre şöyle zikredilmektedir: Akşam namazının iki rekât sünneti, öğlenin farzından sonra kılınan iki rekât sün sünnet ve yatsının farzından önce kılınan dört rekâtlık ilk sünnet. Bu sünnetlerin kılınmasını teşvik eden Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bazılarının terki halinde de ikaz edici beyanlarda bulunmuşlardır. Meselâ sabah namazının sünneti hakkında, “Atın çiftesine maruz kalsanız da bu sünneti terk etmeyin” tarzında ikazda bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz öğle namazının ilk sünneti hakkında, “Öğle namazının farzından önce dert rekâtı terk eden kimse şefaatime nâil olmaz” buyurmuştur. Hakkında ikazlar bulunan sünnetler müekked sünnetlerdir. Peygamber Efendimiz bu namazları hep kılmışlardır. Fakat aynı şeyler ikindi namazının sünneti ve yatsı namazının ilk sünneti için vâki değildir. İkindi namazının sünnetinin kılınması hakkında Peygamber Efendimizin teşvik edici mübarek sözleri mevcuttur. Fakat diğer sünnetlerde olduğu gibi, ikindi namazının sünnetinin terki halinde bir ikaz bulunmamaktadır. Sadece teşvik bulunmaktadır. Zaten ikindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk dört rekâtlık sünneti menduptur. Sünnet-i gayr-ı müekkede ve müstehap olarak da bilinen mendup, Peygamber Efendimizin ibadet maksadıyla ara sıra yaptığı, bazan yapıp, bazan terk ettiği işleridir. Sevabı çok olup işlenmesi teşvik edildiğinden de mendup denmiştir. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ikindi ve yatsının sünnetini kılış şekline gelince; Ebû Dâvud’ta rivayet edilen bir hadis-i şerife göre, Resul-i Ekrem Efendimiz ikindinin sünnetini dört rekât kılar, her iki rekâtın arasını da selâmla ayırırdı. Yine Hazret-i Âişe’nin rivayetine göre, “Resul-i Ekrem (a.s.m.) yatsının farzından önce dört rekât, farzından sonra da dört rekât kılar, sonra yatarlardı.” Peygamberimizin (a.s.m.) ikindi namazının sünnetini sadece iki rekât kıldığına dair rivayetler de mevcuttur. Neseî’nin Hz. Ali’den rivayetine göre, “Resulullah (a.s.m.) ikindi namazının farzından önce iki rekât kılardı.” Bu hadislere göre, ikindi ve yatsı namazından önce dörder rekât kılmak menduptur. Sevabı ve fazileti yüksek bir ibadettir. İmam Muhammed, ikindiden ve yatsıdan sonra kılınan sünnetlerde iki rekâtla dört rekât arasında serbest kalmıştır. Yani ikindi namazının sünneti iki rekât olarak da kılınabilir. Fakat Hanefi mezhebinin diğer imamları dört kılmayı efdal görmüşlerdir. Muhît isimli fıkıh kitabında yer aldığına göre Peygamber Efendimiz, ikindinin sünneti ile yatsının ilk dört rekât sünnetini devamlı olarak kılmamışlardır. Bazan dört kılmış, bazan iki kılmış, bazan da terk etmiş, hiç tkılmamışlardır. Buna göre sevabı hatırı için her zaman kılmak mümkündür. Fakat gerek vaktin müsait olduğu, gerekse müsaadesizliği zamanında hem ikindinin, hem de yatsının ilk sünnetini kılmamak insana bir mes’uliyet getirmez. Kılmayan günaha girmez, mes’ul olmaz. Bununla beraber 4-5 dakikalık bir zamanı da böyle sevaplı bir sünnet için her zaman ayırabiliriz, kılabiliriz.
Sorunuza gelince:
Öğle namazının ve Cuma namazının ilk sünneti dört rekatlık bir namazdır. Bu nedenle iki rekatta bir selam verilerek kılınamaz. Dört rekatta bir selam verilerek kılınmalıdır. Ancak iki rekatta bir selam veren kimse hiç konuşmadan ve göğsünü kıbleden çevirmeden yani namazının bozacak bir şey yapmadan ayağa kalkarak iki rekat daha kılarsa namazı geçerlidir. Yalnız namaz bittikten sonra sehiv secdesi yapması gerekir. Eğer iki rekattan sonra selam verince namazını bozacak bir şey yapmışsa sonradan iki rekat daha kılmış olsa bile bu namazın sevabını alır ama öğlenin ilk sünnetini kılmış olmaz. Öğle namazının son sünneti iki rekat kılınır. Bununla birlikte bu son sünneti dört rekat kılmak müstahabdır. O zaman ya her iki rekatta bir selâm verilir veya dört rekatın sonunda selâm verilir. Dört rekat sonunda selâm verilince, ilk oturuşta yalnız "Rabbenâ âtinâ" duası okunmaz. Üçüncü rekat için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke" okunur. Sonra bu son iki rekat evvelki iki rekat gibi kılınır. Yatsı namazının son sünneti de, dört rekat olarak kılınabilir. Bu halde tamamen ilk dört rekat gibi kılınır. Bununla beraber iki rekatta bir selam vermek sureti ile de kılınabilir. Bu takdirde her iki rekatın ka'desinde "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbena atina" duası okunur. Geceleyin kılınan nafile namazlarda daha faziletli olan, böyle iki rekatta bir selam vermektir.
Alıntı.....
Hz. Peygamber ne cennet arzusu, ne cehennem korkusuyla gözyaşı döküyordu. O sadece Rabbine daha yakın olup, O`nun sevgisine lâyık olma emeliyle ibadetlerini yerine getiriyordu. O`nun namazının bakın ne gibi manevi anlamları vardı? İnsan Yayınlarının Psikoloji serisinden çıkan ilginç bir kitap bugünlerde raflarda yerini aldı. Esme Sayın Ekerim’in Namaz ve Karater Gelişimi adlı kitabı, İslamiyet’in beş şartından bir olan ibadetin insan ruhunu nasıl etkilediğini göz önüne seriyor. Namazın bireye davranış ve dürtülerini kontrol etme imkanı verdiğinin altını çizen çalışma, namaz ibadetini bir çok açıdan ele alarak ahlaki oluşuma etkilerini psikolojik metotlarla ayrıntılı şekilde göstermeyi hedefliyor. 4 ana bölümde oluşan kitabın ana başlıkları İbadet Kavramı, Karakter Kavramı, Namaz İbadeti ve Tasavvufi açıdan namaz başlıklarını taşıyor. Alt başlıklarda ise Namaz- Sorumluluk duygusu, Namaz- Zaman ve çalışma disiplini, Namaz sabır ilişkisi gibi ayrıntılara dikkat çekiyor. Söz konusu kitaptan sizler için ilginç bir bölüm seçtik:
HZ. PEYGAMBERİN NAMAZININ MANEVÎ ANLAMLARI
Hz. Peygamberin ibadet hayatı, ilâhî aşk ve muhabbetin en üst düzeyde yaşandığı bir dünyadır. Resulüllah, her an Rabbine dua eden, yalvaran, ağlayan, Rabbini anan, şükreden, O`na tevbe eden; secde ve rükûda Rabbinden ayrılmamayı dileyen bir peygamberdir.
ALLAH’A DAHA YAKIN OLMAYI İSTERDİ
Atâ, Hz. Peygamberin ibadet hayatının manevî yönleri hususunda bize şu bilgileri naklediyor: "Ubeyd bin Umeyr ile Hz. Aişe`nin yanına gitmiştim. Hz. Aişe`ye, `Bize Resulüllah`ta gördüğün en ilgi çekici şeyin ne olduğunu anlatır mısın?` dedim. Hz. Aişe ağlamaya başladı ve şöyle dedi: `Onun hangi hâli ilgi çekici değil ki? Bir gece bana gelmiş, benimle yatağa girmiş, cildim cildine değmiş, sonra bana, `Ey Ebu Bekir`in kızı! Beni bırak da Rabbîme ibadet edeyim.` demişti. `Şüphesiz ki bana yakın olmanı arzu ederim` dedim ve kendisine müsaade ettim. Yataktan kalktı, su kırbasının yanına gitti. Abdest aldı, abdest uzuvlarını bol su ile yıkadı, sonra namaz kılmaya başladı. Biraz sonra ağlamaya başladı. O kadar ki, gözünden dökülen damlalar göğsünü ıslatmıştı. Sonra rükûya vardı, rükû hâlindeyken de ağlamaya devam etti. Sonra başını kaldırdı; yine ağladı, ağlaya ağlaya secdeye indi. Secdeden başını kaldırdı. Bilal sabah ezanını okumak için gelene kadar ağladı. Dedim ki: `Ya Rcsulüllah, seni bu derece ağlatan şey nedir, Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını affetmedi mi?` Şöyle buyurdu: `Allah`a çok şükreden bir kul olmayayım mı?`" Bu örnekte de görüldüğü üzere Hz. Peygamber ne cennet arzusu, ne cehennem korkusuyla gözyaşı döküyordu. O sadece Rabbine daha yakın olup, O`nun sevgisine lâyık olma emeliyle ibadetlerini yerine getiriyordu.
GECELERİ AYAKLARI ŞİŞENE DEK NAMAZ KILARDI
Hz. Aişe, Hz. Peygamberin ibadet hayatı hususunda bize şu bilgileri aktarmaktadır: Hz. Peygamberin geceleri ayakları şişinceye kadar ayakta durup ibadet ettiği olurdu. Ramazan`ın son on günü gelince Hz. Peygamber geceleri ibadetle geçirir, ailesini uyandırır, kendisini ibadete verir, başka bir işe bakmazdı. Özellikle her sene Ramazan ayını itikatla münzevî olarak geçirmeye dikkat eder, dünyevî işlerle ilgilerini keser, zikir ve ibadet ederdi. Gece kalkıp namaz kılmak (teheccüd) zaten onun için farz namazlardan biriydi. Bu örnekler incelendiğinde Hz. Peygamberin Rabbi ile ilişkileri hususunda son derece hassas davrandığı; ibadetler esnasında duygusal bir yoğunluk ve coşkunluk yaşadığı anlaşılmaktadır. Resulüllah günlük meşgalelerinin haricinde Rabbine sevgi ve şükrünü sunmak için çok özel bir vakit ayırır; o bu ibadet esnasında dünyanın ve ahiretin süflî arzularını terk ederek sadece Rabbiyle beraber olmaya özen gösterirdi. Muhabbet ve sevginin hakikati, insanın kendisine hiçbir şey bırakmayacak şekilde bütün varlığını sevgiliye hibe etmesidir. Böylece muhabbet bütün tercihlerin sevgili lehinde yapılmasıdır. Resulüllah`ın ibadet hayatını şekillendiren temel esas da Rabbinin sevgisini bütün sevgilerin üstünde tutması ve Rabbinin sevgisini diğer sevgilere kapı yapmasıdır. Resulüllah`ta Allah sevgisi insan ve ümmet sevgisine de bir kapı açmıştır.
KURAN OKUTUR VE DİNLERKEN DUYGULANIRDI
Resulüllah`ın bütün insanlığı kuşatan sevgi coşkunluğunu gösteren en güzel örneği bize Abdullah bin Mesud aktarmaktadır. Abdullah bin Mesud şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Hz. Peygamber bana `Kur`an oku!` diye emir buyurmuştu. `Kur`an sana nazil olmuş iken sana mı Kur`an okuyayım?` dedim. Resulüllah`ın, `Ben, Kur`an`ı başkalarından dinlemeyi de severim.` buyurması üzerine Nisa suresini okumaya başladım. `Biz her ümmete bir şahit, seni de onların üzerine şahit getirdiğimizde onların hâli nice olur!` ayetine geldiğimde, `Şimdilik bu kadar yeter.` buyurdu. Bir de baktım gözlerinden yaşlar akıyordu." Bu olayda Hz. Peygamber, ümmeti içerisinde şefaat ve şahitliğine lâyık olamamış kimseleri düşünmüş; bu insanlar için hıçkırıklara boğulmuştur. Hz. Peygamber ibadetleri esnasında dünya ve ahiretin süflî arzu ve ihtiraslarını aştığı gibi zamanı ve mekânı da aşar; zaman ve mekânın insanı sınırlandıran dar boyutları içerisinden çıkardı.
BİR REKATTA BİR KAÇ SURE OKURDU ?
Resulüllah`ın bu özel durumuyla ilgili en güzel örneği bize Huzeyfe bin Yeman anlatmaktadır: "Bir gece Hz. Peygamber ile namaz kıldım. Resulüllah, Bakara suresini okumaya başladı. Yüz ayet okuduktan sonra rükû eder dedim, yüz ayeti geçti. Sonra bu sureyi bir rekatte okumak suretiyle namaz kılacaktır dedim, geçti rükû etmedi. Nisa suresini okumaya başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmran suresini okumaya başladı, onu da okudu. Ağır ağır okuyordu. Konuyla ilgili diğer örneğimizi de Abdullah bin Şıhhır nakletmektedir: "Bir gün Resulüllah`ın yanına gelmiştim. Namaz kılıyor tan göğsü kaynar kazan gibi ses çıkarıyordu." Hz. Peygamberin ibadet hayatının manevi" yönü Allah`ı görüyormuşçasına O`na ibadet etme ve yaptığı ibadetin Allah`ın çıkmadan önceki son ibadeti olduğuna inanma şuurudur. Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Dünyadan veda edecekmişçesine, Allah`ı görür gibi namaz kıl. Sen Allah`ı görmüyorsan da O seni görüyor."
PEYGAMBERİN NAMAZLARDA ETTİĞİ DUA ?
Bu dua Hz. Peygamberin ibadetlerinde tecrübe ettiği manevi derinliği göstermesi açısından çok önemi: Allahım! Doğu ile batı arasını birbirinden uzaklaştırdığın gibi, beni de hatalarımdan uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi, beni de hatalarımdan temizle. Allahım! Su, kar ve dolu ile benim hatalarımı yıkayıp temizle." Hz. Peygamber, bu duayı farz namazlarda okurdu.
CEMAATLE KILINAN NAMAZLARI KISA TUTARDI ?
Hz. Peygamberin ibadet hayan incelendiğinde dikkat çeken en önemli nokta onun cemaatle kılınan farz namazları kısa tutmasıdır. Hz. Peygamber cemaat içerisinde çocuk, yaşlı, hasta, emzikli veya çocuklu bir annenin varolabileceğini düşünerek onların farz namazları cemaatle kılmaktan mahrum kalmamaları ve sürekli cemaatle namazlara devam edebilmeleri için, cemaatle kılınan farz namazları kısa tutmuştur. Cemaatle kılınan namazları uzatarak insanlara bu hususu zorluk yaşatan kişileri uyarmış; onlara ciddi tepki göstermiştir. Kulluk mana olarak; Rabbin emir ve yasaklarına uymak, bunları - emr'i bil maruf neyh'i anil münker - iyiliği emredip kötülükten men etmek suretiyle hayata hayat kılmaktır. Kulluk, bir noktada da insanın aczini anlaması, fakrının da farkına varıp tüm benliği ile Allah (c.c)' ne yönelmesidir, diyebiliriz. Zira yaptığımız dualardan maksat, kendi acziyetimizi, fakrımızı itiraf edip Allah'a yönelmektir. İşte bu yöneliş ve kulluk Efendiler Efendisinde herşeyde olduğu gibi zirvedeydi. Allah Resulu'nun hayatının hangi karesine bakarsak bakalım hep kulluğun zirvesinde olduğunu görürüz. Allah (c.c) O'na (s.a.v) şöyle hitap ediyordu yüce Kuran-ı keriminde: " Habibim şüphe yok ki Sen yüce bir ahlak üzeresin..! " Bu ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi O (s.a.v) evvela yüce bir ahlak olan "Allah'ın Ahlakı" ile ahlaklanmıştı. İşte bu ahlak O'nu hep kulluğunun zirvesine çıkartıyordu. O (s.a.v), bir gün evvel sabahlara kadar yapmış olduğu ibadeti ile yetinmiyor, ertesi gün bunu ikiye katlıyordu. Tabir yerinde ise Rabbinden gelen o enfusi esintiler karşısında Kuran-i bir tarz ile "Helmin mezit" yani "daha yok mu?" diyordu. İbadete hele namaza asla ama asla doymuyordu. Şimdi bir kaç vaka ile olayı daha anlaşılır hale getirelim... Bir gün Hz. Aişe (r.anha) anamız, Efendimiz (s.a.v) ayakları şişene kadar ibadet ettiğini, namaz kıldığını görmüş ve şöyle sormuştu; "Ya Rasulallah Senin gelmiş ve geçmiş tüm günahların afolunduğu halde neden bu kadar ibadet etmek suretiyle kendine eziyet ediyorsun?" Peygamber Efendimiz Aişe validemize şöyle cevap verir: "Ya Aişe Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?". Burada anti parantez bir şey arzetmek istiyorum. Efendimiz yaptığı ibadetlerinin karşılığı olarak asla cenneti talep etmiyordu. Zira biliyordu ki yapılan ibadet neticesinde cennet gibi meşru bir beklentiye girmek ibadetlerin özü ve ruhu olan "ihlas" düsturunu zedeleyebilirdi. Bu nedenle ibadetini sadece Allah'a şükür mahiyetinde değerlendirerek Aişe validemize cevap veriyordu. Bu da Efendimiz (s.a.v) her şeyde olduğu gibi ihlas, ihsan, takva ve zühdde de "zirveler üstü bir insan" olduğunu gösterir. Yine bir defasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) namaz hususunda şöyle demişti; "Namaz benim gözümün nurudur." Bu sözü de tahlil etmek gerek. Çünki hayatımızda bizler bu sözü evlatlarımıza, çoluk çocuğumuza söyleriz. Ama O (s.a.v), namaz dediği zaman aklına ne Fatıması geliyordu ne de çok sevdiği diğer evlatları... çünki O (s.a.v) "er-Refika'l Al'a" olan yüce dostu ile namazda beraber oluyordu. Herkesin insan olarak şehvet duyduğu bazı hususlar vardır ve bunlar da tabiidir. Yani Allah (c.c) yaratılışta bunu fıtrat olarak içimize yerleştirmiştir. Fakat bu duyguların yine asıl gayesi Rabbe yakınlık, onla olan kurbiyetin artması ve rızası istikametinde bir hayat sürdürmek içindir. İşte Efendimiz (s.a.v)'in şehveti ise kendi beyanları içinde "namaz" idi, namaz kılma iştiyakı idi. O (s.a.v) kutlu beyanlarında zaten şöyle diyordu; "Müminin miracı Namazdır" veya "Namaz dinin direğidir. Kim namazını kılmaz ise dinini yıkmış olur, kim de namazı kılarsa dininin ikamesini sağlar, ayakta tutar." Peygamberimiz (s.a.v) son anlarına bakacak olursak hep ibadet aşkı ve ibadet etme gayreti içerisinde olduğunu görürüz. Mesela Efendimiz (s.a.v) vefatına yakın çok baş ağrısı çekiyor, bazan bu ağrılar dayanılamayacak kerteye geldiğide ise düşüp bayılıyordu. Ama o ayıldığı vakit ilk olarak "Namaz... namaz.." diye vaktin geçip geçmediğini soruyordu.
KULLUĞUN MANASI VE EFENDİMİZDEKİ (s.a.v) AYRI TEZAHÜRÜ
Allah (c.c) yüce kitabında Zariyat suresinde şöyle buyuruyor, "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." Demek oluyor ki bizim asıl gayemiz başta da belirtiğimiz gibi Allah'ı tanımak ve O'na kul olduğumuzun farkına varıp ibadet-i taatte bulunmak. Bu vazife istikametinde ilerlersek eğer "ahsen-i takvim" sırrına mazhar olacak, bu mazhariyetle insanın başı ta arş-u ferşe kadar yükselecek ve de kul olmanın hazzını damarlarına ve hatta diyebilirz ki atomlarına varıncaya kadar hissedecektir. İşte bu "ruh enginliğini" ve "gönül duruluğunu" hisseden Gönüller Sultanı Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi şöyle der; "Kul oldum... kul oldum...Köleler azad olunca sevinirler, şen şakrak olurlar..bense sana kul olmakla sevinirim...!" Bu sözün manasının yüce derinliğini anlamak için veya görmek için Efendimiz (s.a.v) hayatına göz atmak yeterlidir. Zira O'nun hayatı her an kulluğunda bir basamak daha, ötelere açılma adına bir menfezin aralandığı Rabbi ile buluşma anları ile doludur... Ayrıca O'nun kulluğunun ayrı bir tezahürü de Kur'an televvünlü bir iklimde yaşamasıdır. Efendimize (s.a.v) yaşayan Kur'an desek mübalağa yapmış olmayız. Bu hususta da Peygamberimizin (s.a.v) hayatından açık ve sarih misaller verilebilir. Mesela; bir gün Hz. Aişe validemize Efendiler efendisinin ahlakı sorulunca, yüce anamız şöyle cevap verir: "Huluku-ul kur'an"... yani O'nun ahlakı Kur'an ahlakı idi. Zira O'nun terbiyecisi, O'nun müdebbiri Allah'tı (c.c).
Efendimizin;
- Hatem-ul Enbiya olması,
- Allah'ın O'na (s.a.v), 124 bin peygamber arasından "habibim" diye hitabı,
- Efendimizin hem dininin hem de kendisinin belli bir zümre veya kavime değil de genel olarak tüm insanlığa gelmesi, tebliğinin şumüllü olması,
- Kur'anın Peygamberimizi "vema erselnake illa rahmeten lil alemin" yani "Habibim sen alemlere rahmet olarak gönderildin" ayetinin sırrı ile yaratılması ve tanıttırılması,
- Bir de yaratılışın, hilkatin yegane gayesi olması hasebiyle...
...kullukta da diğer yönlerin de olduğu gibi kamil ve zirve insan olduğu görülür...!
NAMAZLARI
İslâm'ın beş şartından birisi, belki en önemlisi olan namaz, belirli fiil ve hususî rukünlerle Allah Teâlâ'ya kulluk etmektir. Namazın zahiri, birtakım hareket ve zikirden ibaret ise de gerçekte, ilmi her şeyi kapsayan Cenâb-ı Hakk'a tazarru ve niyazdan ibarettir. Beş vakit namaz hicretten bir buçuk sene önce miraçta farz kılınmıştır. Âkil ve bâliğ olan her müslümanın yapması gereken farz-ı ayn bir ibadettir. Hz. Peygamber ümmetine öğrettiği namazı herkesten çok edâ etmiş, onu gözünün nuru, gönlünün süruru olarak tavsif etmiştir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in pek çok nafile namaz kıldığı, hatta bu sebeple ayaklarının bile şiştiği, bunu sadece Allah'a şükreden bir kul olmak maksadıyla yaptığı nakledilmektedir. Peygamberimiz, farz namazlarını, ashâbının gözü önünde kılmış, miktar ve hususiyetleri herkes tarafından tesbit edilmiş ve öğrenilmiştir. Ancak ona mahsus olan bazı nafile namazlar herkes tarafından aynı açıklıkla bilinmiyordu. Onun nafile namazları gece kıldıkları, gündüz kıldıkları ve diğer bazı nafile namazlar olmak üzere üç gurupta incelenebilir:
a) Gece Kıldıkları Nafile Namazlar
Hz. Peygamber'in gece ibadetlerine başta hanımları olmak üzere, bazı yakınları ve bir kısım ashâb-ı kiram da şahit olmuştur. Hz. Âişe, onun mutat gecelerinden birini tavsif ederken "... O, gecenin evvelinde uyur, son safhalarında ibadete kalkardı. Seher vakti girince vitir namazını kılar, sonra yatağına gelirdi..." demektedir.
İbn Abbas da Hz. Peygamber'in evinde misafir olarak kaldığı gecede gördüklerini şöylece dile getirir: "Gecenin yarısı yahut biraz öncesi veya sonrası idi. Rasûlullah yataktan kalktı. Ellerini yüzüne sürerek uykusunu dağıttı. Sonra Âl-i İmrân sûresinin son âyetlerini okudu. Asılı duran su matarasından güzel güzel abdest aldı ve namaza başladı. Ben de kalktım. Abdest alarak sağ yanında namaza durdum. O, sağ elini başımın üzerine koyup okşadı. Sonra kulağımı hafifçe burdu. Sonra da, ikişer rekât olmak üzere, on iki rekât namaz kıldı. Sonunda da tek rekât namaz kılıp yattı. Müezzin sabah namazını kıldırması için kendisine durumu bildirince kalktı ve iki kısa rekât namaz kılıp mescide çıktı. Sonra da sabah namazının farzını edâ etti." Hz. Âişe Rasûlullah'ın ömrünün son senesinde oturarak namaz kılmaya başladığını, kıraatından 30 veya 40 âyet kaldığında ayağa kalkıp okuduğunu ve öylece kıldığını anlatmaktadır. Secdelerinin ve kıyamlarının uzunluğu göz önünde tutulursa, Hz. Peygamber'in her gece bir saatten fazla ibadet yaptığı söylenebilir.
b) Gündüz Kıldığı Nafileler
Hz. Peygamber gündüz boyunca da birçok nafile namaz kılmaya devam etmiştir. Öğlenin farzından önce dört sonra iki, akşamın farzından sonra iki, yatsının farzından sonra iki rekât namaz kılmıştır. Özellikle, sabahın farzından önce kılınan iki rekât sünnetin yerinin daha büyük olduğu nakledilmektedir. Bu namazlar müekked sünnet denilen hemen hemen hiç ihmal etmeksizin çoğunlukla kıldığı namazlardır. Gayri müekked diye vasıflandırılan namazlar ise bazı kere yaptığı üzere, ikindinin ve yatsının farzından önce kılındığı dört rekât namazlardır. Mescide girildiğinde kılınan tahiyyatü'l-mescid isimli iki rekâtlık namaz da nafile ibâdetler cümlesindendir. Bu namazların yanında Hz. Peygamber'in, kuşluk namazı diye bir namaz kıldığından da söz edildiği de görülmektedir.
c) Kıldığı Diğer Nafile Namazlar
Yukarda izah edilenlerin dışında Rasûlullah, teravih namazı ve çeşitli vesilelerle başka nafile namazlar da kılmıştır. Meselâ yağmur duası ve namazı zikredilebilir. Güneş tutulduğu zaman da 2 rekâtlık bir namazı cemaatle kılmıştır. Ayrıca ay tutulması sırasında da nafile namaz kılınmıştır. Yolculuktan döndükten sonra 2 rekât bir namaz kılmak da müstehab sayılmıştır. Rasûlullah'ın böyle bir namazı kıldığı rivayet edilmektedir. Bu nafile namazlar arasında tesbih namazı isimli bir namaz da vardır. Bu arada istihare namazının varlığından söz edilmektedir. Akşamın 2 rekât sünnetinden sonra onu 6'ya tamamlamak hususunda da hadisler vardır. Fakat salâtu evvâbîn (tevbe edenlerin namazı) denen bu namazı ifade eden hadisler zayıftır. Ancak bu gibi fazilet sayılan yerlerde zayıf hadislerle amel edilebilir.
Kur'Ân Okumaları
Kur'ân sadece okunmak için inmemiştir. O, bir hayat kitabıdır. Onu Rasûlullah hayata tatbik etmiştir. Zira Rasûlullah'ın ahlâkı Kur'ân'dı. Kur'ân'ın emrettiğini yapmış, yasakladığından da kaçınmıştır. Güzel bir sese sahip olan Hz. Peygamber, daima o güzel sesi ile Kur'ân-ı Kerîm'i okumuş ve onun emirlerini ilk önce kendisi tatbik etmiştir. Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'i bir çok usûl dâhilinde okumuş ve öyle okunmasını tavsiye etmiştir. Bunlardan birisi de onu tertîl ile okumaktır. Tertîl, dura dura, anlaya anlaya okumaktır. Nitekim Ümmü Seleme, Hz. Peygamber'in okumasının bu şekilde olduğunu şöylece izah eder: "O'nun kıraati açık, tane tane ve harf harf idi". Bu okuyuş müstehabdır. Hatta Kur'ân'ın manasını anlamayan yabancı kimse bile böyle okumalıdır. Zira bu okuyuş şekli Kur'ân'a daha çok hürmeti icab ettirdiği gibi, hızlı okuyuştan kalbe daha tesirlidir. Güzel ses ile Kur'ân-ı okumak makbuldür. Nitekim Abdullah b. Muğaffal: "Hz. Peygamber'in devesinin üzerinde el-Feth suresini yumuşak bir kıraatle tercî yaparak okuduğunu duydum" der. Tercî, makamla okuyanların kıraatlarında olduğu gibi, sesi boğazda döndürmektir. Bir çeşit güzel okuyuştur. “Kur'ân'ı sesinizle süsleyiniz”, buyuran Hz. Peygamber, Güzel ses ile Kur'ân-ı okumak makbuldür. Nitekim Abdullah b. Muğaffal: "Hz. Peygamber'in devesinin üzerinde el-Feth suresini yumuşak bir kıraatle tercî yaparak okuduğunu duydum."der. Tercî, makamla okuyanların kıraatlarında olduğu gibi, sesi boğazda döndürmektir. Bir çeşit güzel okuyuştur. Hz. Peygamber "Kur'ân'ı sesinizle süsleyiniz" buyurmuştur. Diğer bir okuyuş usûlü de, Kur'ân-ı Kerîm'i hüzünle okumak ve öylece dinlemektir. Hz. Peygamber onu hüzünle okumuş ve öylece de dinlemiştir. Abdullah b. Mes'ud der ki: "Hz. Peygamber, bana "Kur'ân oku, dinleyeyim" dedi. Ben de "Nasıl olur? Kur'ân sana iniyor; ben sana nasıl okuyayım?" dedim. O, "Evet" dedi. Ben de "en-Nisâ sûresini" okudum. Ta ki "fekeyfe izâ ci'nâ minkülli ümmetin..." âyetine kadar okudum. O, "yeter" dedi. Bir de ne göreyim, o sırada onun gözlerinden yaşlar akıyordu." Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'i bazen gizli, bazen de sesli olarak okumuştur. Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in Kur'ân-ı Kerîm'i hem gizli, hem de sesli okuduklarından bahseder. Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'den her gün bir miktar okumuş, hepsini kısa bir müddet içerisinde hatmetme yoluna girmemiştir.
Kur'ân-ı Kerîm okumaktan maksat, sadece terennüm değildir. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde: "Seni fenalıktan men ettiği müddetçe Kur'ân'ı oku, eğer kötülükten alıkoymuyorsa Kur'ân okumuş sayılmazsın" buyurmaktadır. Ayrıca, "Kur'ân'ın haram ettiği şeyleri helâl tanıyan, Kur'ân'a iman etmemiştir." hadisleri de, asıl olanın Kur'ân'ı tatbik etmek olduğunu göstermektedir. Oruçları Bilindiği gibi Ramazan-ı Şerifte oruç tutmak, İslâm'ın şartlarından biridir. Ramazan orucu, hicretten bir buçuk sene sonra, Şaban ayının 10. günü farz kılınmıştır. Hz. Peygamber bu tarihten itibaren aralıksız dokuz defa Ramazan orucunu tutmuştur.
Kaynaklarda Hz. Peygamber'in farz oruçla yetinmeyip, daha başka nafile oruçlar da tuttuğu da nakledilmektedir. O, en çok Şaban ayında oruç tutardı. Ekseriyetle Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmuştur. Ayrıca her ayın 13, 14, 15. günleri de oruç tutmuşlardır. Ayrıca Âşûre günü ve Şevval ayında da oruç tutmayı tavsiye etmişlerdir.
ZekÂt Ve Haccı
Zekât, malî bir ibadet olup, hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Zekât, bir malın muayyen bir miktarını (meselâ kırkta birini) bir zaman (meselâ bir sene) sonra, hakkı olacak olan bir kısım müslümanlara Allah rızası için tamamen temlik etmektir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber mal biriktirmemiştir. Bu sebeple kendine zekât farz olacak kadar malı olmamıştır. Hac, hem bedenî hem de malî bir ibadettir. Hac, Arafat'ta ona mahsus vakitte durmaktan ve usûlü dairesinde Kabe'yi ziyaretten ibarettir. Umre ise senenin her mevsiminde yapılabilir ve Kabe'yi tavafla, Safa ile Merve arasında say etmekten ibarettir. Hz. Peygamber, hicretten sonra hepsi de Zilkade ayında olmak üzere, dört defa umre, hicretin onuncu yılında olmak üzere bir kere de hac yapmışlardır.
Duaları
Hz. Peygamber'in bizzat okuduğu birçok dua vardır. O, yatarken, kalkarken, bir yere girerken, bir yerden çıkarken, çeşitli zamanlarda, çeşitli haller sebebiyle birçok dua okumuştur. Esasen dua yaparken bunlardan istifade etmek lâzımdır. Ayrıca duaları uyanık bir kalple, üç defa tekrar etmek suretiyle yapmak lâzımdır. Duaya bir zikirle veya salât-ü selâmla başlamak ve öylece bitirmek kabulüne sebeptir.
Soru?
Ögle namazını ilk sünnetini her iki rekatta bir selam verebilir miyim (hanefi mezhebine göre).
Bir de namazların sünnetlerini artırarak kılabilirmiyim, mesela, ikindi namazının veya akşam namazının sünnetlerini onar rekat kılabilir miyim?
Cevabımız
Değerli Kardeşimiz;
Beş vakit namazdan önce ve sonra kılınan nâfilelerin bir kısmı sünnet-i müekkede, bir kısmı da sünnet-i gayr-ı müekkededir. İkinci kısma aynı zamanda müstehap ve mendup da denir. Bu nâfileler içinde en kuvvetli sünnet olan sabah namazından önce kılınan iki rekâttır. Bundan sonraki sünnetler efdaliyet sırasına göre şöyle zikredilmektedir: Akşam namazının iki rekât sünneti, öğlenin farzından sonra kılınan iki rekât sün sünnet ve yatsının farzından önce kılınan dört rekâtlık ilk sünnet. Bu sünnetlerin kılınmasını teşvik eden Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bazılarının terki halinde de ikaz edici beyanlarda bulunmuşlardır. Meselâ sabah namazının sünneti hakkında, “Atın çiftesine maruz kalsanız da bu sünneti terk etmeyin” tarzında ikazda bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz öğle namazının ilk sünneti hakkında, “Öğle namazının farzından önce dert rekâtı terk eden kimse şefaatime nâil olmaz” buyurmuştur. Hakkında ikazlar bulunan sünnetler müekked sünnetlerdir. Peygamber Efendimiz bu namazları hep kılmışlardır. Fakat aynı şeyler ikindi namazının sünneti ve yatsı namazının ilk sünneti için vâki değildir. İkindi namazının sünnetinin kılınması hakkında Peygamber Efendimizin teşvik edici mübarek sözleri mevcuttur. Fakat diğer sünnetlerde olduğu gibi, ikindi namazının sünnetinin terki halinde bir ikaz bulunmamaktadır. Sadece teşvik bulunmaktadır. Zaten ikindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk dört rekâtlık sünneti menduptur. Sünnet-i gayr-ı müekkede ve müstehap olarak da bilinen mendup, Peygamber Efendimizin ibadet maksadıyla ara sıra yaptığı, bazan yapıp, bazan terk ettiği işleridir. Sevabı çok olup işlenmesi teşvik edildiğinden de mendup denmiştir. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ikindi ve yatsının sünnetini kılış şekline gelince; Ebû Dâvud’ta rivayet edilen bir hadis-i şerife göre, Resul-i Ekrem Efendimiz ikindinin sünnetini dört rekât kılar, her iki rekâtın arasını da selâmla ayırırdı. Yine Hazret-i Âişe’nin rivayetine göre, “Resul-i Ekrem (a.s.m.) yatsının farzından önce dört rekât, farzından sonra da dört rekât kılar, sonra yatarlardı.” Peygamberimizin (a.s.m.) ikindi namazının sünnetini sadece iki rekât kıldığına dair rivayetler de mevcuttur. Neseî’nin Hz. Ali’den rivayetine göre, “Resulullah (a.s.m.) ikindi namazının farzından önce iki rekât kılardı.” Bu hadislere göre, ikindi ve yatsı namazından önce dörder rekât kılmak menduptur. Sevabı ve fazileti yüksek bir ibadettir. İmam Muhammed, ikindiden ve yatsıdan sonra kılınan sünnetlerde iki rekâtla dört rekât arasında serbest kalmıştır. Yani ikindi namazının sünneti iki rekât olarak da kılınabilir. Fakat Hanefi mezhebinin diğer imamları dört kılmayı efdal görmüşlerdir. Muhît isimli fıkıh kitabında yer aldığına göre Peygamber Efendimiz, ikindinin sünneti ile yatsının ilk dört rekât sünnetini devamlı olarak kılmamışlardır. Bazan dört kılmış, bazan iki kılmış, bazan da terk etmiş, hiç tkılmamışlardır. Buna göre sevabı hatırı için her zaman kılmak mümkündür. Fakat gerek vaktin müsait olduğu, gerekse müsaadesizliği zamanında hem ikindinin, hem de yatsının ilk sünnetini kılmamak insana bir mes’uliyet getirmez. Kılmayan günaha girmez, mes’ul olmaz. Bununla beraber 4-5 dakikalık bir zamanı da böyle sevaplı bir sünnet için her zaman ayırabiliriz, kılabiliriz.
Sorunuza gelince:
Öğle namazının ve Cuma namazının ilk sünneti dört rekatlık bir namazdır. Bu nedenle iki rekatta bir selam verilerek kılınamaz. Dört rekatta bir selam verilerek kılınmalıdır. Ancak iki rekatta bir selam veren kimse hiç konuşmadan ve göğsünü kıbleden çevirmeden yani namazının bozacak bir şey yapmadan ayağa kalkarak iki rekat daha kılarsa namazı geçerlidir. Yalnız namaz bittikten sonra sehiv secdesi yapması gerekir. Eğer iki rekattan sonra selam verince namazını bozacak bir şey yapmışsa sonradan iki rekat daha kılmış olsa bile bu namazın sevabını alır ama öğlenin ilk sünnetini kılmış olmaz. Öğle namazının son sünneti iki rekat kılınır. Bununla birlikte bu son sünneti dört rekat kılmak müstahabdır. O zaman ya her iki rekatta bir selâm verilir veya dört rekatın sonunda selâm verilir. Dört rekat sonunda selâm verilince, ilk oturuşta yalnız "Rabbenâ âtinâ" duası okunmaz. Üçüncü rekat için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke" okunur. Sonra bu son iki rekat evvelki iki rekat gibi kılınır. Yatsı namazının son sünneti de, dört rekat olarak kılınabilir. Bu halde tamamen ilk dört rekat gibi kılınır. Bununla beraber iki rekatta bir selam vermek sureti ile de kılınabilir. Bu takdirde her iki rekatın ka'desinde "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbena atina" duası okunur. Geceleyin kılınan nafile namazlarda daha faziletli olan, böyle iki rekatta bir selam vermektir.
Alıntı.....