Okyay
ÖZEL ÜYE
Peygamberimiz (a.s.m.)'e salavat okuma ve duanın kabulü hakkında.
Yazar: Sorularla İslamiyet 2009-04-23
Peygamberimiz (sav)'e salavat getirilmesi, Kur'an ayetiyle sabittir: "Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin." (Ahzab Suresi, 33/56)
Allah Rasulü (sav) de pek çok hadislerinde, dua ederken kendilerine salavat getirilmesini istemiş ve bunu duanın kabulü için bir vesile olarak zikretmişlerdir.
Tirmizi'nin rivâyet ettiği bir hadiste de Peygamberimiz: "Beni, hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun." (Tirmizî, Salât, 352) buyurmuşlardır. Ayrıca Hz. Übey b. Ka'b'ın (ra) naklettiğine göre bir keresinde Rasulullah (sav) birisine dua edeceği vakit önce kendisine dua (salât ü selam) ederek başla, dedi. (Tirmizî, Daavât, 10) Bir başka defasında Allah Rasulü (sav), huzuruna gelen bir sahâbi kendisine çok salavat getirdiğini söyleyince, Efendimiz (sav) o şahsa, güzel bir şey yaptığını ve bunu daha fazla yapmasını söyledi. O arttırdıkça Rasulullah da onu daha fazla salavat getirmeye teşvik etti.
Bizler de bu emrin gereği olarak, Nâm-ı Celîl-i Muhammedî yâd edilince salât ü selâmlardan birisiyle onu anmalı ve onu hep böyle bir tazimle yâd etmeliyiz.
Salât kelimesi dua manasına gelmektedir ve Allah Rasulü'ne getirilen salât aynı zamanda ona yapılmış bir duadır. Bir Arap şairinin ifade ettiği gibi, "Her dua, kabulü için kanat nevinden salât ü selâma muhtaçtır. // Sana, salâte (duaya) gelince o, kanada ihtiyacı olmadan makbuldür." Bu mantıktan hareketle ulema: 'Duanın başında ve sonunda getirilen salavat, iki makbul dua olması itibariyle orada yapılacak duanın kabul olması için önemli bir sebeptir' demişlerdir.
Dua, bir sırr-ı ubûdiyettir. Onun sayesinde insan, sebeplerin bütün bütün sükût ettiği bir zamanda Müsebbibü'l-esbâp olarak dualara icabet eden Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü, ululuğunu, azametini çok net bir şekilde görür. Esasen duada insan, aklını, gücünü ve iradesini aşan şeyleri Allah'tan ister. Yani biz çok defa dualarımızda cenneti, cennette ebediyeti, cemâlullahı müşahadeyi, Rabbin bize teveccühünü, maiyetini, bizi yalnız bırakmamasını, bize küsmemesini yani sevdiği insanlara yaptığı muamele ile muamele etmesini isteriz ve bu istekleri de salât ü selâmla destekleriz.
Anlaşılan o ki, O'na getirilen salavat, biz onun gerçek sırrını tam bilemesek de çok önemli.. her şeyden önce, şayet O'na getirilen salavat, Allah Rasulü'nün şefaat-ı uzmâsına insanı çekip götüren birer vesileyse, insan bu konuda ne kadar hassas olsa değer. Zira "Ona yaklaşmaya vesile arayın" (Mâide Suresi, 5/35) âyeti, Allah'a yaklaşmak için vesileleri kullanmamızı emretmektedir. Allah Rasulü'ne salâtü selâm bu mevzuda önemli bir vesile ise, insan onu hiç dilden düşürmemelidir. Bu da Allah Rasulü'yle münasebetin hemen her çeşidi Cenab-ı Hakk'ın bize ayrı bir lütfu olduğunu göstermektedir ki, bu da çok önemli bir husus olsa gerek.
Evet, Allah Rasulü'yle her münasebet bizim için Allah'ın ayrı bir lütfudur. Onun bazı yanlarını budayarak, sadece Allah'tan mesaj alıp getiren özel bir vazifeli görmek, kendi kıstaslarımızla bazı şeylerden O Zat'ı mahrum saymak demektir ki, bu da kendi mahrumiyetimizden başka bir şey değildir. Ne Hz. Ebû Bekir ne Hz. Ömer, O'na vazifesini yapıp giden herhangi bir insan nazarıyla bakmamışlardır. Sahih hadislerde nakledildiğine göre Hz. Ömer, Hz. Abbas'ın elinden tutmuş, "Allah'ım bu, senin peygamberinin amcasının eli" demiş ve Allah'tan (cc) yağmur istemiş, yağmur da yağmıştır. Hz. Ömer gibi bir mantık insanı dahi, vesile adına böyle şeyler yapıyorsa, bu husustaki ifrat ve tefritleri yeniden gözden geçirmemiz gerekir diye düşünüyorum. (F. Gülen)
Ona salavat getirilmeden edilen duanın makbul olmayacağı söylenemez. Ancak O'na salavat getirilerek edilen dua kabule daha yakındır.
Yazar: Sorularla İslamiyet 2009-04-23
Peygamberimiz (sav)'e salavat getirilmesi, Kur'an ayetiyle sabittir: "Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin." (Ahzab Suresi, 33/56)
Allah Rasulü (sav) de pek çok hadislerinde, dua ederken kendilerine salavat getirilmesini istemiş ve bunu duanın kabulü için bir vesile olarak zikretmişlerdir.
Tirmizi'nin rivâyet ettiği bir hadiste de Peygamberimiz: "Beni, hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun." (Tirmizî, Salât, 352) buyurmuşlardır. Ayrıca Hz. Übey b. Ka'b'ın (ra) naklettiğine göre bir keresinde Rasulullah (sav) birisine dua edeceği vakit önce kendisine dua (salât ü selam) ederek başla, dedi. (Tirmizî, Daavât, 10) Bir başka defasında Allah Rasulü (sav), huzuruna gelen bir sahâbi kendisine çok salavat getirdiğini söyleyince, Efendimiz (sav) o şahsa, güzel bir şey yaptığını ve bunu daha fazla yapmasını söyledi. O arttırdıkça Rasulullah da onu daha fazla salavat getirmeye teşvik etti.
Bizler de bu emrin gereği olarak, Nâm-ı Celîl-i Muhammedî yâd edilince salât ü selâmlardan birisiyle onu anmalı ve onu hep böyle bir tazimle yâd etmeliyiz.
Salât kelimesi dua manasına gelmektedir ve Allah Rasulü'ne getirilen salât aynı zamanda ona yapılmış bir duadır. Bir Arap şairinin ifade ettiği gibi, "Her dua, kabulü için kanat nevinden salât ü selâma muhtaçtır. // Sana, salâte (duaya) gelince o, kanada ihtiyacı olmadan makbuldür." Bu mantıktan hareketle ulema: 'Duanın başında ve sonunda getirilen salavat, iki makbul dua olması itibariyle orada yapılacak duanın kabul olması için önemli bir sebeptir' demişlerdir.
Dua, bir sırr-ı ubûdiyettir. Onun sayesinde insan, sebeplerin bütün bütün sükût ettiği bir zamanda Müsebbibü'l-esbâp olarak dualara icabet eden Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü, ululuğunu, azametini çok net bir şekilde görür. Esasen duada insan, aklını, gücünü ve iradesini aşan şeyleri Allah'tan ister. Yani biz çok defa dualarımızda cenneti, cennette ebediyeti, cemâlullahı müşahadeyi, Rabbin bize teveccühünü, maiyetini, bizi yalnız bırakmamasını, bize küsmemesini yani sevdiği insanlara yaptığı muamele ile muamele etmesini isteriz ve bu istekleri de salât ü selâmla destekleriz.
Anlaşılan o ki, O'na getirilen salavat, biz onun gerçek sırrını tam bilemesek de çok önemli.. her şeyden önce, şayet O'na getirilen salavat, Allah Rasulü'nün şefaat-ı uzmâsına insanı çekip götüren birer vesileyse, insan bu konuda ne kadar hassas olsa değer. Zira "Ona yaklaşmaya vesile arayın" (Mâide Suresi, 5/35) âyeti, Allah'a yaklaşmak için vesileleri kullanmamızı emretmektedir. Allah Rasulü'ne salâtü selâm bu mevzuda önemli bir vesile ise, insan onu hiç dilden düşürmemelidir. Bu da Allah Rasulü'yle münasebetin hemen her çeşidi Cenab-ı Hakk'ın bize ayrı bir lütfu olduğunu göstermektedir ki, bu da çok önemli bir husus olsa gerek.
Evet, Allah Rasulü'yle her münasebet bizim için Allah'ın ayrı bir lütfudur. Onun bazı yanlarını budayarak, sadece Allah'tan mesaj alıp getiren özel bir vazifeli görmek, kendi kıstaslarımızla bazı şeylerden O Zat'ı mahrum saymak demektir ki, bu da kendi mahrumiyetimizden başka bir şey değildir. Ne Hz. Ebû Bekir ne Hz. Ömer, O'na vazifesini yapıp giden herhangi bir insan nazarıyla bakmamışlardır. Sahih hadislerde nakledildiğine göre Hz. Ömer, Hz. Abbas'ın elinden tutmuş, "Allah'ım bu, senin peygamberinin amcasının eli" demiş ve Allah'tan (cc) yağmur istemiş, yağmur da yağmıştır. Hz. Ömer gibi bir mantık insanı dahi, vesile adına böyle şeyler yapıyorsa, bu husustaki ifrat ve tefritleri yeniden gözden geçirmemiz gerekir diye düşünüyorum. (F. Gülen)
Ona salavat getirilmeden edilen duanın makbul olmayacağı söylenemez. Ancak O'na salavat getirilerek edilen dua kabule daha yakındır.