lal
Aktif Üyemiz
rachel corrie [1979-2003]
Filistinli müslümanları ambargoya mahkum eden, Gazze’ye temel ihtiyaç malzemesi girişine bile izin vermeyen terör şebekesi İsrail, hafta içinde Gazze’ye gerçekleştirdiği hava saldırısında onlarca müslümanı şehit etti. Yaşanan bu gelişme bir ilk değildi. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’in İngilizler tarafından işgal edilmesinin ardından tarihler 1917’yi gösterdiğinde, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour bir deklerasyon yayınlayarak, “Filistin’in Yahudilerin ulusal toprağı olduğunu” söyledi. 1922 yılında MilletlerCemiyeti (Bugünki ismiyle Birleşmiş Milletler) Filistin’i İngiliz Mandasına vererek burada bir Yahudi devletinin kurulması için çalışma yapılmasına karar verdi. Bu kararın ardından Yahudiler kafileler halinde Filistin’e gelerek ilegal bir şekilde işgale başladı.
Ve 1948 yılına gelindiğinde Birleşmiş Milletler’in aldığı karar ve İngilizlerin de yardımıyla İşgalci İsrail kuruldu. O günden bugüne Filistin’de ne kan dindi ne de gözyaşı. Bugün Gazze’de yaşananlar yıllardır sürdürülen soykırımın devamı niteliğinde. Yalnız geçmişe nazaran büyük bir fark var. O da şu ki; Artık Filistin’de HAMAS iktidarı var. Bu bağlamda, Müslümanları güçlü bir şekilde uluslararası güçlere karşı savunan ve mücadelesini sürdüren HAMAS, Filistin halkından büyük teveccüh görüyor. Terör şebekesi İsrail ise, Filistin halkının bu anlamlı teveccühünü bir türlü kıramıyor.
Başlıkta da gördüğünüz gibi dosya konumuz “Rachel Corrie”. Ancak şunu belirtmekte fayda var. İşgalci İsrail’in kuruluşu ve günümüzde yaşananlar hakkında bilgi vermeden, Olympialı Rachel Corrie’nin mücadelesini anlamlandıramayız. Çünkü günümüzde, toplum nezdinde hakim olan büyük bir yanılgı var. Bu durum, yanılgıdan ziyade, iki dünyada da yakamızı bırakmayacak büyük bir iftira kampanyasının gönüllü taşeronluğuna kadar gidiyor. Şöyle ki, Yukarıda Filistin tarihinin kısa özetini verdik. İsrail’in kuruluş aşamasında başat rol oynayan İngiltere ve Birleşmiş Milletlerin yayınladığı deklerasyonlar ve aldıkları kararlar kayıtlara geçmişken, Osmanlı tebası iken bir tane bile isyanın görülmediği Filistin’de yaşayan, sadece müslüman olduğu için katledilen Filistinli kardeşlerimize halen daha birilerinin hain yakıştırmasında bulunması, mesnetsiz bir şekilde, “onlar topraklarını sattılar ve bizi arkadan vurdular, katledilmeye müstehaklar” şeklindeki asılsız ve iğrenç yaklaşımlarda bulunması dayanılır gibi değil. Zorla işgal edilen ve müslümanların ilk kıblesi kutsal Kudüs’ün sakinlerine destek olmak yerine, onlara karşı acımasızca saldıran terör şebekesi İsrail’e arka çıkar tavırlar sergilemek, hem bu dünyada, hem de ahirette hesabı sorulacak büyük bir vebaldir. Bu anlamda, Rachel Corrie’nin mücadelesini okurken, bu gerçeği göz ardı etmemeli, göz ardı edenlere karşı ise gerçekleri anlatmanın üzerimize borç olduğunu bilmeliyiz.
Rachel Corrie
Tarihler 16 Mart 2003. Washington’un Olympia kasabasından kalkarak, Filistin’de yaşanan zulme karşı direniş göstermek amacıyla Refah’a gelen genç kızın karşısında bir İsrail buldozeri. Onurlu bir tavır sergileyerek karşısında durduğu aslında bir buldozer değil. Bu genç kız, kendi ruhunda kendisini kaybeden duyarsız insanlığın karşısında duruyor. Hemen arkasında İsrail buldozerinin yıkmak için geldiği Filistinli bir doktorun evi var. Buldozer genç kızın üzerine bir adım geliyor, insanlık bir adım geri gidiyor. Sonra bir adım daha, bir daha… ve son bir adım. Genç kız dik duruşundan taviz vermiyor. İnsanlık son kez kendisiyle yüzleşiyor. Yüzleşiyor ve ruhunu ayaklar altına değil, buldozerin altına alıyor. İsrail buldozeri genç kızın üzerinden geçiyor. Sonra geri dönüyor. Bir kez daha genç kızın ruhunu teslim etmiş cesedi üzerinden geçiyor. İnsanlık bir kez daha ayaklar altına alınıyor. Az ötede bir İsrail helikopterinden atılan füze bir evi yerle bir ediyor. Başka bir bölgede tankın namlusuna karşı taş atan bir Filistinli çocuk kalbinden vuruluyor.
Refah’ta İsrail Buldozeri altında kasten ezilerek öldürülen Barış Gönüllüsü Rachel Corrie, her türlü baskı ve haksızlığa karşı bir insan olarak isyan eden, ölümüyle bütün insanlığa ölümsüz bir mesaj bırakan özgürlük savaşçısı.
Kardeşlerim dediği Filistinlilere kalpten bağlanan, gitme vakti yaklaştığında, “Filistin’den döndüğümde, muhtemelen kabuslar görecek ve burada olmayışım yüzünden kendimi suçlu hissedeceğim” diyecek kadar büyük bir duyarlılığa sahip genç kız.
Bize bizi, yani insan olmayı öğreten Rachel, “kim benim daha çok kardeşim” tartışmalarının yapıldığı günümüzde, ismi ve tavrıyla her tartışmanın sonuna imzası atılacak kadar onur sahibi.
İnsanlığa dair büyük projeleri vardı Rachel’in. Refah’a, Gazze’ye, Kudüs’e, Filistin’e dair büyük projeleri vardı. Filistin’deydi, fakat bir yandan da aklı Irak’taydı. Daha o zaman işgal edilmemiş bir toprak parçası olan Irak’ın geleceğini düşünüyordu. Irak için endişeleniyordu. Olympia ve Refah keşke kardeş olsa diyecek kadar büyük bir kalbe sahipti.
“Hala inanıyorum ki memleketim Olympia, Refah’la kardeş-halk ilişkisi biçiminde bir girişimi başlatmaya karar verdiği takdirde çok şey kazanabilir, ve çok da şey verebilir. Bazı öğretmenler ve çocuk toplulukları e-posta değişimine ilgi göstermişlerdi, ancak bu, yapılabilecek dayanışma çalışmasında buzdağının sadece ucu.”
Okyanus ötesinden Filistin’e gelmişti. Daha önce karşılaşmadığı bir coğrafyada, farklı bir medeniyetin mensuplarını savunmak için sesini yükseltiyordu. Filistin’in kalbinde, Olympialı Rachel, Filistinli kardeşleri için eylemler düzenliyordu. Görüşmekte olduğu Amerikalı arkadaşlarına da bu tarz eylemleri sık sık yapmalarını telkin ediyordu. O sadece konuşmuyordu. Ya da sadece yazmıyordu. Bütün varlığıyla kendisini özgürlüğe adamıştı. Malcolm X’i doğuran topraklarda doğmuş, çağımızın sınır tanımayan beyaz Malcolm’u olmuştu.
“Filistin’e özgürlük bana göre, tüm dünyada mücadele veren halklar için çok büyük bir umut kaynağı olacaktır. Bana göre bu aynı zamanda, Birleşik Devletler’in desteklediği, antidemokratik rejimler altında mücadele veren Arap halklarına da büyük ilham kaynağı olabilir.”
Ailesi onun Filistin’e gitme isteğinden dolayı endişelenmişti. Nitekim Filistin’de yaşanan durumdan haberdarlardı. Rachel’in haksızlığa karşı tahammülsüzlüğün de bilincindelerdi. O’nu engelleyemeyeceklerinin farkındalardı. Rachel’e, Filistin yerine başka bir ülkeye gitmesi gerektiğini öğütlüyorlardı. Mesela Hindistan’ın bazı bölgelerinde de zulme uğruyan insanlar vardı. Filistin’e göre Hindistan daha emniyetliydi. Fakat o bunu kabul etmemiş, dünyada yaşanan zulmün merkez üssü konumundaki Filistin’e gitmekte ısrar etmişti. Bu bağlamda Rachel’in dünyaya bakışında, tespitlerinde ve yaşananları anlamlandırmada ne kadar başarılı olduğu görülüyordu.
Rachel kendisini Filistinlilerin yerine koyuyor, yaşananlar karşısında Filistinlilerin aldıkları tavrı her fırsatta ailesiyle, arkadaşlarıyla ve doğduğu ülkeyle kıyaslıyordu. O’nun “Komşusu açken, tok yatan ziyandadır” düsturunu içselleşitirdiği ortadaydı.
“Eğer içimizden birinin tüm yaşamı ve huzuru tamamıyla altüst edilseydi, ve eski tecrübelerimize dayanarak, askerler ve tanklar ve buldozerlerin her an bizim için geleceklerini ve ne kadar zamandır yetiştirdiğimiz bütün seralarımızı yıkacaklarını bildiğimiz halde, çocuklarımızla beraber, her an daralan bir yerde yaşasaydık, ve bunu bazılarımızın da dövülmesine ve 149 kişiyle beraber saatlerce bir yere kapatılmasına katlanarak gene yaşamak zorunda olsaydık —geri kalan neyimiz varsa korumak için sence biraz kabakuvvete dayanan yöntemlere başvurmayı deneyebilir miydik? Bu özellikle, yıkılmış meyve bahçeleri ve seralar ve meyve ağaçları gördüğümde aklıma geliyor— nice zahmetle, yıllarca bakımı ve işlemesi yapılmış. Sizi düşünüyorum, ve üzerine düştüklerinizin gelişmesinin ne kadar zaman aldığını ve bunun ne çok özveri istediğini. Şuna gerçekten inanıyorum ki, benzer bir durumda, çoğu insan yapabildiği en iyi ölçüde kendini savunurdu. Bence Craig amcam bunu yapardı. Bence büyük olasılıkla büyükannem de yapardı. Bence ben de yapardım.”
Filistinlilerin yaşadıkları onca acıya rağmen dimdik ayakta durmaları, kendilerinden çok onu düşünüyor olmaları Rachel için tarifi imkansız bir durumdu. Her mektubunda ve telefon konuşmasında sürekli buna vurgu yapıyordu. Filistinlerin bu tavrı ona daha çok güç veriyordu.
“Dün o patlayıcı havaya uçurulduğunda ailenin evinin tüm camları kırıldı. O sırada bana çay ikram ediyorlardı, ben ise iki küçük bebekle oynuyordum. Şu anda zor bir durumdayım. Acı çeken insanların sürekli, tatlılıkla, üzerime titremeleri beni tam anlamıyla hasta ediyor. Birleşik Devletler’de böyle bir şeyin size çok abartılı geleceğini biliyorum. Doğrusu çoğu zaman, buradaki insanların, bilinçli olarak yaşamlarının yok edilişinin gözle görülürlüğüne rağmen, bu saf iyilikleri bana gerçek dışı gibi geliyor. Gerçekten de dünyada böyle bir şeyin, bundan daha fazla tepki görmeden gerçekleşebildiğine inanamıyorum. Acı veriyor, geçmişte de verdiği gibi, dünyanın nasıl korkunç bir yere dönüşmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek.”
Rachel’in bu onurlu duruşunu besleyen sadece kendisi değildi. Elbette ki, Filistin’de birlikte yaşadığı insanlar ona bu gücü veriyordu. Filistinlilerin yaşadıkları büyük acılara rağmen Kudüs’ün bekçiliğini yapmaları, Kudüs’ün namusunun ümmetin namusu olduğunun bilincinde olmaları onu etkiliyordu. Tecrit ortamında hayatlarını sürdüren, gözetleme kulelerinden anbean izlenen, yüksek duvarlarla çevrili yerleşim merkezlerinde terör şebekesi İsrail’in uyguladığı dayanılmaz işkencelere maruz bıraklan Filistinlilerle birlikte olmak sıradışıydı.
“Dün, bir babanın, arkasında ellerinden tutmuş iki küçük çocuğuyla, evinin havaya uçurulacağını düşündüğü için, dışarıda tanklar, ve bir keskin nişancı kulesi ve buldozerler ve Jeep’lerin durduğu bölgeye doğru gidişini izledim. Bu adamın, evinde durmak yerine, tankların görüş alanına doğru çocuklarıyla birlikte yürümeyi daha az tehlikeli gibi hissedişini düşününce, dehşete kapıldım. Hepsinin öldürüleceğinden çok korktum ve onlarla tankın arasına durmaya çalıştım. Bunlar her gün oluyor, fakat çok acı bir biçimde, bu babanın iki küçük çocuğuyla kendini dışarı atıvermesi, sadece, şu anda beni daha da fazla etkiledi.”
Dünya müslümanları dahil, toplumların büyük bir kısmının dünyada yaşanan haksızlık ve zulümlere karşı istiflerini bozmadan yaşamlarını sürdürmelerine karşın, dünyanın en zengin bölgelerinden birisi olan Olympia’dan, dünyanın en fakir bölgesi durumundaki Refah’a gelen Rachel’in yaptığı vicdani sorgulama, üzerine ölü toprağı serpilmiş toplumları yakından ilgilendiriyor.
“Sen ve Babam bebek yapmaya karar verdiğinizde, beni getirmek istediğiniz dünya bu olamazdı. Capital Gölü’ne bakıp “İşte koca dünya, ben geliyorum.” derken, sözünü ettiğim bu değildi. Rahat bir yaşam süreceğim ve belki, hiç gayret etmeden, soykırıma ortak oluşumun farkına varmadan yaşayacağım bir dünyaya geldiğimi söylemek istememiştim. Dışarıda bir yerlerde şiddetli patlamalar oluyor.”
Yıl 2008. 16 Mart 2003 tarihinde öldürülen Rachel Corrie’nin ardından 5 yıl geçti. O Filistin’in özgürlük sembolü haline geldi. Biz dünya müslümanlarından önce gerçek bir Filistinli gibi oldu ve gerçek bir Filistinli gibi hareket etti. Sonuçta da Filistinliler gibi yaşayan Rachel, yine Filistinliler gibi öldü. Rahat kanepelerinde oturan, Filistinliler dahil bütün arap kardeşlerimize işlemedikleri suçların cezasını kesmeyi marifet sayan insanların yaşadığı dünyamızda, Rachel Corrie gibi onuruyla yaşayan ve ölen insanların olması bizleri güçlü kılıyor.
Filistinliler, “Sizlerden buraya gelip savaşmanızı beklemiyoruz. Sadece arkamızda olduğunuzu bilmemiz ve birilerinin de bunun bilincinde olması bizim için yeterli. Çünkü terör şebekesi İsrail Filistin’i vurmadan önce, ilk olarak Türkiye’ye bakar. Türkiye’den bir tepki yoksa bombardımana başlar” diyorlar. Bunun farkında olmalı ve farkında olduğumuz da tüm dünyaya göstermeliyiz. Bu bağlamda Rachel Corrie verdiği mesaj ve tavrıyla kalplerimize her zaman iyi gelecektir.
Son olarak. Rachel Corrie’nin hayat hikayesi ve Filistinliler için ölmesi hakkında yapılan konuşmalarda Rachel’in mücadelesinden ziyade, “acaba müslüman olarak mı öldü” sorusu daha çok gündeme oturur. Söylemek istediğimiz şu ki, lütfen Rachel’in mücadelesini zihnimizde ilk sıraya oturtalım.
Sami Hocaoğlu’nun “Rachel Corrie: Zamanımızın Muhayrık’” başlıklı makalesinden bir pasajla dosyamızı noktalıyoruz. Hepinizi en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum:
“Bana ulaşan mesajlardan, işbu yiğit kızın, zihinlerde bir yere yerleştirilemediği anlaşılıyor.
Garibim, ne yapsın, vicdanı onun bu kahramanca fedakarlığını görmezden gelmesine izin vermiyor. Bu kez sorular hücum ediyor bir biri peşisıra. Elhasıl, onu bir yere yerleştiremiyor. Sahiden de, acaba bu yiğit kızcağız Hz. Peygamber’in eline geçse nereye yerleştirirdi. Cömert Reis Hatem Tâî hakkında, sırf dillere destan iyilikseverliği ve cömertliği için "Allah onun için özel bir makam ihdas edecek" mealinde bir müjde veren Rasulullah, Rachel Corrie’yi nereye koyardı dersiniz?
Bu sorunun cevabı var. Çünkü bu olayın bir benzeri Saadet Asrında yaşanmış. Olayın kahramanı Yahudilerin eşrafından bilgin bir zat olan Muhayrık. Muhayrık, bir çok ilki gerçekleştiren biri. Bu ilklerin başında "İslam’da malı ilk vakfedilen kişi" ünvanı geliyor. Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre, bu zat, Uhud savaşının yapılacağı gün Hz. Peygamber’e gelir ve safında savaşmak istediğini söyler. Hz. Peygamber bu isteği kabul eder. Zengin biri olan Muhayrık, orada bulunan herkesi tanık tutarak tüm malını Allah yolunda vakfeder. Bunu gerçekleştirmek için de malları üzerindeki tüm tasarruf yetkisinin Hz. Peygamber’e ait olduğunu ilan eder.
Savaş sona erdiğinde görülür ki, Uhud şehitlerinin cesetleri arasında Muhayrık’ın cesedi de vardır. Hz. Peygamber onun naşını, Uhud şehitliğinin bir kenarına defnettirir.
Onun hakkında söylediği şu sözü kaynaklarımız ittifakla naklederler: "O Yahudilerin en hayırlılarından biriydi."
Selman Maltaş
Filistinli müslümanları ambargoya mahkum eden, Gazze’ye temel ihtiyaç malzemesi girişine bile izin vermeyen terör şebekesi İsrail, hafta içinde Gazze’ye gerçekleştirdiği hava saldırısında onlarca müslümanı şehit etti. Yaşanan bu gelişme bir ilk değildi. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’in İngilizler tarafından işgal edilmesinin ardından tarihler 1917’yi gösterdiğinde, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour bir deklerasyon yayınlayarak, “Filistin’in Yahudilerin ulusal toprağı olduğunu” söyledi. 1922 yılında MilletlerCemiyeti (Bugünki ismiyle Birleşmiş Milletler) Filistin’i İngiliz Mandasına vererek burada bir Yahudi devletinin kurulması için çalışma yapılmasına karar verdi. Bu kararın ardından Yahudiler kafileler halinde Filistin’e gelerek ilegal bir şekilde işgale başladı.
Ve 1948 yılına gelindiğinde Birleşmiş Milletler’in aldığı karar ve İngilizlerin de yardımıyla İşgalci İsrail kuruldu. O günden bugüne Filistin’de ne kan dindi ne de gözyaşı. Bugün Gazze’de yaşananlar yıllardır sürdürülen soykırımın devamı niteliğinde. Yalnız geçmişe nazaran büyük bir fark var. O da şu ki; Artık Filistin’de HAMAS iktidarı var. Bu bağlamda, Müslümanları güçlü bir şekilde uluslararası güçlere karşı savunan ve mücadelesini sürdüren HAMAS, Filistin halkından büyük teveccüh görüyor. Terör şebekesi İsrail ise, Filistin halkının bu anlamlı teveccühünü bir türlü kıramıyor.
Başlıkta da gördüğünüz gibi dosya konumuz “Rachel Corrie”. Ancak şunu belirtmekte fayda var. İşgalci İsrail’in kuruluşu ve günümüzde yaşananlar hakkında bilgi vermeden, Olympialı Rachel Corrie’nin mücadelesini anlamlandıramayız. Çünkü günümüzde, toplum nezdinde hakim olan büyük bir yanılgı var. Bu durum, yanılgıdan ziyade, iki dünyada da yakamızı bırakmayacak büyük bir iftira kampanyasının gönüllü taşeronluğuna kadar gidiyor. Şöyle ki, Yukarıda Filistin tarihinin kısa özetini verdik. İsrail’in kuruluş aşamasında başat rol oynayan İngiltere ve Birleşmiş Milletlerin yayınladığı deklerasyonlar ve aldıkları kararlar kayıtlara geçmişken, Osmanlı tebası iken bir tane bile isyanın görülmediği Filistin’de yaşayan, sadece müslüman olduğu için katledilen Filistinli kardeşlerimize halen daha birilerinin hain yakıştırmasında bulunması, mesnetsiz bir şekilde, “onlar topraklarını sattılar ve bizi arkadan vurdular, katledilmeye müstehaklar” şeklindeki asılsız ve iğrenç yaklaşımlarda bulunması dayanılır gibi değil. Zorla işgal edilen ve müslümanların ilk kıblesi kutsal Kudüs’ün sakinlerine destek olmak yerine, onlara karşı acımasızca saldıran terör şebekesi İsrail’e arka çıkar tavırlar sergilemek, hem bu dünyada, hem de ahirette hesabı sorulacak büyük bir vebaldir. Bu anlamda, Rachel Corrie’nin mücadelesini okurken, bu gerçeği göz ardı etmemeli, göz ardı edenlere karşı ise gerçekleri anlatmanın üzerimize borç olduğunu bilmeliyiz.
Rachel Corrie
Tarihler 16 Mart 2003. Washington’un Olympia kasabasından kalkarak, Filistin’de yaşanan zulme karşı direniş göstermek amacıyla Refah’a gelen genç kızın karşısında bir İsrail buldozeri. Onurlu bir tavır sergileyerek karşısında durduğu aslında bir buldozer değil. Bu genç kız, kendi ruhunda kendisini kaybeden duyarsız insanlığın karşısında duruyor. Hemen arkasında İsrail buldozerinin yıkmak için geldiği Filistinli bir doktorun evi var. Buldozer genç kızın üzerine bir adım geliyor, insanlık bir adım geri gidiyor. Sonra bir adım daha, bir daha… ve son bir adım. Genç kız dik duruşundan taviz vermiyor. İnsanlık son kez kendisiyle yüzleşiyor. Yüzleşiyor ve ruhunu ayaklar altına değil, buldozerin altına alıyor. İsrail buldozeri genç kızın üzerinden geçiyor. Sonra geri dönüyor. Bir kez daha genç kızın ruhunu teslim etmiş cesedi üzerinden geçiyor. İnsanlık bir kez daha ayaklar altına alınıyor. Az ötede bir İsrail helikopterinden atılan füze bir evi yerle bir ediyor. Başka bir bölgede tankın namlusuna karşı taş atan bir Filistinli çocuk kalbinden vuruluyor.
Refah’ta İsrail Buldozeri altında kasten ezilerek öldürülen Barış Gönüllüsü Rachel Corrie, her türlü baskı ve haksızlığa karşı bir insan olarak isyan eden, ölümüyle bütün insanlığa ölümsüz bir mesaj bırakan özgürlük savaşçısı.
Kardeşlerim dediği Filistinlilere kalpten bağlanan, gitme vakti yaklaştığında, “Filistin’den döndüğümde, muhtemelen kabuslar görecek ve burada olmayışım yüzünden kendimi suçlu hissedeceğim” diyecek kadar büyük bir duyarlılığa sahip genç kız.
Bize bizi, yani insan olmayı öğreten Rachel, “kim benim daha çok kardeşim” tartışmalarının yapıldığı günümüzde, ismi ve tavrıyla her tartışmanın sonuna imzası atılacak kadar onur sahibi.
İnsanlığa dair büyük projeleri vardı Rachel’in. Refah’a, Gazze’ye, Kudüs’e, Filistin’e dair büyük projeleri vardı. Filistin’deydi, fakat bir yandan da aklı Irak’taydı. Daha o zaman işgal edilmemiş bir toprak parçası olan Irak’ın geleceğini düşünüyordu. Irak için endişeleniyordu. Olympia ve Refah keşke kardeş olsa diyecek kadar büyük bir kalbe sahipti.
“Hala inanıyorum ki memleketim Olympia, Refah’la kardeş-halk ilişkisi biçiminde bir girişimi başlatmaya karar verdiği takdirde çok şey kazanabilir, ve çok da şey verebilir. Bazı öğretmenler ve çocuk toplulukları e-posta değişimine ilgi göstermişlerdi, ancak bu, yapılabilecek dayanışma çalışmasında buzdağının sadece ucu.”
Okyanus ötesinden Filistin’e gelmişti. Daha önce karşılaşmadığı bir coğrafyada, farklı bir medeniyetin mensuplarını savunmak için sesini yükseltiyordu. Filistin’in kalbinde, Olympialı Rachel, Filistinli kardeşleri için eylemler düzenliyordu. Görüşmekte olduğu Amerikalı arkadaşlarına da bu tarz eylemleri sık sık yapmalarını telkin ediyordu. O sadece konuşmuyordu. Ya da sadece yazmıyordu. Bütün varlığıyla kendisini özgürlüğe adamıştı. Malcolm X’i doğuran topraklarda doğmuş, çağımızın sınır tanımayan beyaz Malcolm’u olmuştu.
“Filistin’e özgürlük bana göre, tüm dünyada mücadele veren halklar için çok büyük bir umut kaynağı olacaktır. Bana göre bu aynı zamanda, Birleşik Devletler’in desteklediği, antidemokratik rejimler altında mücadele veren Arap halklarına da büyük ilham kaynağı olabilir.”
Ailesi onun Filistin’e gitme isteğinden dolayı endişelenmişti. Nitekim Filistin’de yaşanan durumdan haberdarlardı. Rachel’in haksızlığa karşı tahammülsüzlüğün de bilincindelerdi. O’nu engelleyemeyeceklerinin farkındalardı. Rachel’e, Filistin yerine başka bir ülkeye gitmesi gerektiğini öğütlüyorlardı. Mesela Hindistan’ın bazı bölgelerinde de zulme uğruyan insanlar vardı. Filistin’e göre Hindistan daha emniyetliydi. Fakat o bunu kabul etmemiş, dünyada yaşanan zulmün merkez üssü konumundaki Filistin’e gitmekte ısrar etmişti. Bu bağlamda Rachel’in dünyaya bakışında, tespitlerinde ve yaşananları anlamlandırmada ne kadar başarılı olduğu görülüyordu.
Rachel kendisini Filistinlilerin yerine koyuyor, yaşananlar karşısında Filistinlilerin aldıkları tavrı her fırsatta ailesiyle, arkadaşlarıyla ve doğduğu ülkeyle kıyaslıyordu. O’nun “Komşusu açken, tok yatan ziyandadır” düsturunu içselleşitirdiği ortadaydı.
“Eğer içimizden birinin tüm yaşamı ve huzuru tamamıyla altüst edilseydi, ve eski tecrübelerimize dayanarak, askerler ve tanklar ve buldozerlerin her an bizim için geleceklerini ve ne kadar zamandır yetiştirdiğimiz bütün seralarımızı yıkacaklarını bildiğimiz halde, çocuklarımızla beraber, her an daralan bir yerde yaşasaydık, ve bunu bazılarımızın da dövülmesine ve 149 kişiyle beraber saatlerce bir yere kapatılmasına katlanarak gene yaşamak zorunda olsaydık —geri kalan neyimiz varsa korumak için sence biraz kabakuvvete dayanan yöntemlere başvurmayı deneyebilir miydik? Bu özellikle, yıkılmış meyve bahçeleri ve seralar ve meyve ağaçları gördüğümde aklıma geliyor— nice zahmetle, yıllarca bakımı ve işlemesi yapılmış. Sizi düşünüyorum, ve üzerine düştüklerinizin gelişmesinin ne kadar zaman aldığını ve bunun ne çok özveri istediğini. Şuna gerçekten inanıyorum ki, benzer bir durumda, çoğu insan yapabildiği en iyi ölçüde kendini savunurdu. Bence Craig amcam bunu yapardı. Bence büyük olasılıkla büyükannem de yapardı. Bence ben de yapardım.”
Filistinlilerin yaşadıkları onca acıya rağmen dimdik ayakta durmaları, kendilerinden çok onu düşünüyor olmaları Rachel için tarifi imkansız bir durumdu. Her mektubunda ve telefon konuşmasında sürekli buna vurgu yapıyordu. Filistinlerin bu tavrı ona daha çok güç veriyordu.
“Dün o patlayıcı havaya uçurulduğunda ailenin evinin tüm camları kırıldı. O sırada bana çay ikram ediyorlardı, ben ise iki küçük bebekle oynuyordum. Şu anda zor bir durumdayım. Acı çeken insanların sürekli, tatlılıkla, üzerime titremeleri beni tam anlamıyla hasta ediyor. Birleşik Devletler’de böyle bir şeyin size çok abartılı geleceğini biliyorum. Doğrusu çoğu zaman, buradaki insanların, bilinçli olarak yaşamlarının yok edilişinin gözle görülürlüğüne rağmen, bu saf iyilikleri bana gerçek dışı gibi geliyor. Gerçekten de dünyada böyle bir şeyin, bundan daha fazla tepki görmeden gerçekleşebildiğine inanamıyorum. Acı veriyor, geçmişte de verdiği gibi, dünyanın nasıl korkunç bir yere dönüşmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek.”
Rachel’in bu onurlu duruşunu besleyen sadece kendisi değildi. Elbette ki, Filistin’de birlikte yaşadığı insanlar ona bu gücü veriyordu. Filistinlilerin yaşadıkları büyük acılara rağmen Kudüs’ün bekçiliğini yapmaları, Kudüs’ün namusunun ümmetin namusu olduğunun bilincinde olmaları onu etkiliyordu. Tecrit ortamında hayatlarını sürdüren, gözetleme kulelerinden anbean izlenen, yüksek duvarlarla çevrili yerleşim merkezlerinde terör şebekesi İsrail’in uyguladığı dayanılmaz işkencelere maruz bıraklan Filistinlilerle birlikte olmak sıradışıydı.
“Dün, bir babanın, arkasında ellerinden tutmuş iki küçük çocuğuyla, evinin havaya uçurulacağını düşündüğü için, dışarıda tanklar, ve bir keskin nişancı kulesi ve buldozerler ve Jeep’lerin durduğu bölgeye doğru gidişini izledim. Bu adamın, evinde durmak yerine, tankların görüş alanına doğru çocuklarıyla birlikte yürümeyi daha az tehlikeli gibi hissedişini düşününce, dehşete kapıldım. Hepsinin öldürüleceğinden çok korktum ve onlarla tankın arasına durmaya çalıştım. Bunlar her gün oluyor, fakat çok acı bir biçimde, bu babanın iki küçük çocuğuyla kendini dışarı atıvermesi, sadece, şu anda beni daha da fazla etkiledi.”
Dünya müslümanları dahil, toplumların büyük bir kısmının dünyada yaşanan haksızlık ve zulümlere karşı istiflerini bozmadan yaşamlarını sürdürmelerine karşın, dünyanın en zengin bölgelerinden birisi olan Olympia’dan, dünyanın en fakir bölgesi durumundaki Refah’a gelen Rachel’in yaptığı vicdani sorgulama, üzerine ölü toprağı serpilmiş toplumları yakından ilgilendiriyor.
“Sen ve Babam bebek yapmaya karar verdiğinizde, beni getirmek istediğiniz dünya bu olamazdı. Capital Gölü’ne bakıp “İşte koca dünya, ben geliyorum.” derken, sözünü ettiğim bu değildi. Rahat bir yaşam süreceğim ve belki, hiç gayret etmeden, soykırıma ortak oluşumun farkına varmadan yaşayacağım bir dünyaya geldiğimi söylemek istememiştim. Dışarıda bir yerlerde şiddetli patlamalar oluyor.”
Yıl 2008. 16 Mart 2003 tarihinde öldürülen Rachel Corrie’nin ardından 5 yıl geçti. O Filistin’in özgürlük sembolü haline geldi. Biz dünya müslümanlarından önce gerçek bir Filistinli gibi oldu ve gerçek bir Filistinli gibi hareket etti. Sonuçta da Filistinliler gibi yaşayan Rachel, yine Filistinliler gibi öldü. Rahat kanepelerinde oturan, Filistinliler dahil bütün arap kardeşlerimize işlemedikleri suçların cezasını kesmeyi marifet sayan insanların yaşadığı dünyamızda, Rachel Corrie gibi onuruyla yaşayan ve ölen insanların olması bizleri güçlü kılıyor.
Filistinliler, “Sizlerden buraya gelip savaşmanızı beklemiyoruz. Sadece arkamızda olduğunuzu bilmemiz ve birilerinin de bunun bilincinde olması bizim için yeterli. Çünkü terör şebekesi İsrail Filistin’i vurmadan önce, ilk olarak Türkiye’ye bakar. Türkiye’den bir tepki yoksa bombardımana başlar” diyorlar. Bunun farkında olmalı ve farkında olduğumuz da tüm dünyaya göstermeliyiz. Bu bağlamda Rachel Corrie verdiği mesaj ve tavrıyla kalplerimize her zaman iyi gelecektir.
Son olarak. Rachel Corrie’nin hayat hikayesi ve Filistinliler için ölmesi hakkında yapılan konuşmalarda Rachel’in mücadelesinden ziyade, “acaba müslüman olarak mı öldü” sorusu daha çok gündeme oturur. Söylemek istediğimiz şu ki, lütfen Rachel’in mücadelesini zihnimizde ilk sıraya oturtalım.
Sami Hocaoğlu’nun “Rachel Corrie: Zamanımızın Muhayrık’” başlıklı makalesinden bir pasajla dosyamızı noktalıyoruz. Hepinizi en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum:
“Bana ulaşan mesajlardan, işbu yiğit kızın, zihinlerde bir yere yerleştirilemediği anlaşılıyor.
Garibim, ne yapsın, vicdanı onun bu kahramanca fedakarlığını görmezden gelmesine izin vermiyor. Bu kez sorular hücum ediyor bir biri peşisıra. Elhasıl, onu bir yere yerleştiremiyor. Sahiden de, acaba bu yiğit kızcağız Hz. Peygamber’in eline geçse nereye yerleştirirdi. Cömert Reis Hatem Tâî hakkında, sırf dillere destan iyilikseverliği ve cömertliği için "Allah onun için özel bir makam ihdas edecek" mealinde bir müjde veren Rasulullah, Rachel Corrie’yi nereye koyardı dersiniz?
Bu sorunun cevabı var. Çünkü bu olayın bir benzeri Saadet Asrında yaşanmış. Olayın kahramanı Yahudilerin eşrafından bilgin bir zat olan Muhayrık. Muhayrık, bir çok ilki gerçekleştiren biri. Bu ilklerin başında "İslam’da malı ilk vakfedilen kişi" ünvanı geliyor. Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre, bu zat, Uhud savaşının yapılacağı gün Hz. Peygamber’e gelir ve safında savaşmak istediğini söyler. Hz. Peygamber bu isteği kabul eder. Zengin biri olan Muhayrık, orada bulunan herkesi tanık tutarak tüm malını Allah yolunda vakfeder. Bunu gerçekleştirmek için de malları üzerindeki tüm tasarruf yetkisinin Hz. Peygamber’e ait olduğunu ilan eder.
Savaş sona erdiğinde görülür ki, Uhud şehitlerinin cesetleri arasında Muhayrık’ın cesedi de vardır. Hz. Peygamber onun naşını, Uhud şehitliğinin bir kenarına defnettirir.
Onun hakkında söylediği şu sözü kaynaklarımız ittifakla naklederler: "O Yahudilerin en hayırlılarından biriydi."
Selman Maltaş