ceylannur
Yeni Üyemiz
Ramazan ayı - Oruç ve hikmetleri
Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden azatlık olan Ramazan-ı şerif ayı ve dolayısıyla Oruç ibadetinin eda edildiği mübarek mevsime yaklaşmış bulunmaktayız. Cümle Ümmet-i Muhammed’e hayırlı ve bereketli olsun. Ramazan, yanmak manasına olup, zahirde açlıktan ve susuzluktan yananların, batında günahlarının yanması ve gönüllerin yolsuz ihtiraslardan temizlenmesi manası murad olunur.
Ramazan ayı, ayların efendisidir. Kur’an-ı Kerim bu ayda inmeye başlamıştır. ALLAH’a itaatın ve O’na yaklaşmanın en büyük vesilesi olabilecek bir zaman dilimi, iyilik ve ihsanların coşup taştığı bir aydır. Bağışlanarak rahmet-i ilahiye ve rıza-i Bariye vasıl olma ayıdır. İçerisinde bin aydan hayırlı olan Kadir gecesi mevcuttur; dualar en çok bu mübarek ayda makbuldür.
Ramazan ayının faziletleri ile ilgili bazı hadis-i şerifler şöyledir: “Ayların efendisi Ramazan ayı, günlerin efendisi ise, cuma günüdür.” “Ramazan ayındaki olan şeyleri kullar bilseydi, ramazanın bir yıl olmasını temenni ederlerdi”. “Size bereket ayı Ramazan gelmiştir, o ayda ALLAH sizi bereketiyle kaplamıştır. Size rahmetini indirir, hatalarınızı yok eder, dualarınıza icabet eder; rızası için yaptığınız hayırda yarışmanıza bakar da meleklerine karşı sizinle övünür. Bu sebebledir ki, ALLAH’a karşı hayırlarınızı sergileyiniz.. Gerçek nasipsiz bu ayda ALLAH’ın rahmetinden mahrum olandır”. “Ramazan ayı geldiği zaman, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır, şeytanlar da zincire vurulur”. “Beş vakit namaz, iki cuma ve iki ramazan, büyük günahlardan sakınmak şartıyla, arada işlenen küçük günahlara keffarettirler”. “Ademoğlunun her hayırlı amelinin mükafatı, on’dan yediyüze kadar ulaşır. Ancak oruç, müstesnadır. Çünkü Cenab-ı Hak, ‘Oruç benim içindir, onun karşılığını ben veririm. Çünkü o, yemesini ve şehvetlerini benim için terkeder’ buyurmuştur. Oruçlunun iki sevinç anı vardır: İftarını yaptığı zaman ki sevinci, Rabbini kendinden razı olarak bulacağı andaki sevinci. ALLAH katında oruçlunun ağız kokusu, misk kokusundan daha güzeldir. Oruç cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Biriniz oruçlu iken bir cahil tarafından cahilce bir muameleyle karşı karşıya gelirse; ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin”. “Kim inanarak ve sevabını ALLAH’tan bekleyerek Ramazan ayını değerlendirirse geçmiş günahları afvolunur, bağışlanır”.
Yani Ramazan ayının gecelerini teravih namazı ve sair, zikir, istiğfar ve Kur’an tilavetiyle ihya ederse; bütün bunlara inanarak ve mükâfatını da sadece ALLAH’tan bekleyerek, ihlâsla yerine getirirse, kul haklarının dışındaki haklardan bağışlanmış olur. Kim bilir, ALLAH (cc), borçlu olunan şahısları kendisi razı etmek suretiyle, kul haklarını da bağışlayabilir. Hulasa Ramazan ayının şeref ve faziletinin üstünlüğüne delil olarak, hiçbir ayın ALLAH'a nisbet edilmemesine rağmen Ramazan ayının ALLAH'a nisbet edilerek "Ramazan ayı ALLAH'ın ayı"dır denilmiş olması kâfidir.
İşte bu kadar mübarek ve mukaddes bir ay olan Ramazan ayı içerisinde tutmak mecburiyetinde olduğumuz Oruç ibadeti, İslam dininin üzerine bina edildiği beş esastan biridir. Türkçede oruç diye tabir ettiğimiz bu ibadetin Arap dilindeki karşılığı 'savm' ve 'sıyam' kelimeleridir. Savm ve sıyam, kelime manaları itibariyle, bir şeyden el çekmek, nefsi meylettiği şeylerden uzak tutmak demektir. 'İmsak' bu anlamda kullanılmaktadır.
Dini terim olarak oruç, ilahi emirlerle mükellef (yükümlü) olan bir insanın tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar geçen zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden ibadet niyetiyle uzak durmasıdır. Peygamberimiz (as)'ın Medine'ye hicretinden birbuçuk yıl sonra Şaban ayının 10. günü farz kılınan oruç, akıllı, büluğ çağına ermiş ve Müslüman olan her kadın ve erkek üzerine zaruri bir kulluk borcudur. Hastalık ve müsafirlik gibi meşru mazeretler dışında her mümin bu ibadetin edası ile yükümlüdür.
Oruç, sadece bu ümmete has bir ibadet değildir. Orucu farz kıldığı ayet-i celilede Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde beyan buyurmuştur: "Ey iman edenler! Oruç sizden önceki gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz."
Gelmiş geçmiş ümmetlere de farz olan oruç ibadetinden maksat, insanın kendisini tezkiye etmesi, takva sahibi olmasıdır ki, yukarıdaki ayetin son kısmı bunu ifade etmektedir. Onun için oruç tutan kimse, mümkün mertebe dünya muhabbetinden uzaklaşmaya ve bütün azalarını fenalıklardan korumaya çalışmalıdır.
Biz bu yazımızda Ramazan ayının tesbiti ve Oruç ibadetinin fıkhı ilgilendiren detaylarından ziyade Ramazan ayına hazırlık ve oruç ibadetinin ferdi ve ictimai hikmetleri üzerinde bir nebze durmaya çalışacağız.
Her sahada önderimiz, mürşidimiz Efendimiz (as)'ın Ramazan ayına hazırlanışını takip ederek, konuyu anlamaya çalışmamız en doğrusu diye düşünüyoruz. O'nun nur yumağı örnek hayatına baktığımız zaman, Ramazan hayatının daha Receb ve Şaban aylarının girmesi ile başladığına şahit oluyoruz. Bu aylar yaklaştığında Efendimiz (as) şöyle dua buyururlardı: "ALLAHım, Receb ve Şaban’ı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" Ondan sonra da zaten güzel olan ibadet hayatını ve ahlakını daha da güzelleştirirdi. Bazan bu iki ayda (Receb ve Şaban) öyle çok oruç tutarlardı ki, ehl-i beyt bir daha hiç oruçsuz gün geçirmeyecekler zannederdi. Bazan da oruca o kadar çok ara verirlerdi ki, hiç oruç tutmayacak zannederlerdi. Ama ittifak edilen bir husus vardı ki, o da Peygamberimizin Ramazandan sonra en çok bu iki ayda oruç tuttuğu gerçeği idi.
Ramazan için bu şekilde hazırlıklar yapan Peygamberimiz (as), bir yandan da Ramazan ayının tesbiti için sahabeyi uyarır ve "Ramazan ayının hilalini gördüğünüzde oruç tutunuz, yine hilali gördüğünüzde iftar ve bayram ediniz. Eğer hilal size bulutlu, kapalı bulunursa artık onu takdir ve hesap ediniz" buyururdu.
Rasulullah (sav), her zaman çok cömertti. Ramazan ayı girince cömertliği daha da artardı. Bu cümleden olarak Ramazan ayı girdiğinde yanındaki esirleri bırakır ve her isteyene verirlerdi. Ramazan ayı girdiği zaman ki halini bize Hz. Ayşe validemiz şöyle anlatıyordu: "Ramazan ayı girdiğinde rengi değişir, namazı çoğaltır ve tamamiyle duaya koyulur, rengi şafak gibi olurdu." Yine Hz. Ayşe validemiz bir başka hadiste O'nun Ramazan ayındaki davranışlarını anlatırken şöyle tavsif buyurmuşlardı: "Ramazan ayı girdiğinde elini eteğini toplar, sonra da Ramazan çıkıncaya kadar yatağına girmezlerdi." Hadiste geçen "rengi değişirdi" ifadesinin şerhinde Ahmet Ziyauddin efendi şöyle buyurur: "Yani ibadeti hakkıyla eda edememek korkusundan rengi sararır, kırmızılaşırdı."
Peygamber (as)'ın çoğalttıkları namazlar: Beş vakit namazın sünnetleri, işrak, duha, evvabin, teheccüd ve bir de sadece Ramazan gecelerinde kıldığı ve "kıyam-ı Ramazan" adını verdiği 'Teravih Namazı' idi.
Yine hadislerden Rasulullah (sav)'in Ramazan ayının son on gününde ibadetlerini daha da artırdıklarını, yataklarını dürüp kaldırdıklarını ve ailelerini de ibadete teşvik ettiklerini görüyoruz. O’nun orucun farz kılınmasından sonra terketmediği bir sünneti de İtikaf' a girmesidir. Efendimiz (as), vefat ettikleri seneye kadar Ramazan ayının son on gününü İtikaf yaparak geçirmiş olmasına rağmen son Ramazan ayında yirmi gün itikafta kalmış ve her Ramazan ayında Cebrail (as)'la birlikte Kur'an-ı Kerim'i hatmetmişler; son Ramazan ayında da iki defa hatim yapılmıştı. Ramazan aylarında camilerimizde okunan 'mukabele' sünnetinin temeli budur.
İtikaf sünneti son derece mühim bir sünnettir ve sünnet-i kifayedir. Yani bir bölgede bir kişi bile bu sünneti ifa ederse, sünnet yerine getirilmiş olur. Fakat bir kişi bile bu sünneti eda etmezse, bütün o bölgedeki Müslümanlar mesuliyetten kurtulamazlar. İtikâf sünneti ile alakalı olarak M. Zahid Kotku (rhm)'den bir nakil yapmak istiyoruz: "Bunun sevabını söylemeye gücümüz yetmez. Peygamberimizin sünnetidir. Herkes bir bahane bulur, işim çok diye... Peygamber (sav)'deki işler kadar kimde iş vardı? On sene zarfında 27 adet muharebeye girmiş. Şöyle böyle senede üç adet eder. Miletin işi var. Devletin işi var. Fakirlik var. Zaruretler var. Birçok ihtiyaçlar karşısında yine öyleyken Cenab-ı Peygamber itikâfı bırakmamışlar. Peygamber (sav) her zaman itikaf halinde oldukları halde 'sünnet olsun da ümmetim de bu sünneti icra etsinler, Hakk'ın rızasını kazansınlar' diye itikaf etmişlerdir".
Kısaca da olsa Peygamber efendimiz (as)'ın Ramazan ayına hazırlanış ve Ramazanı ihya sünnetine bakarak biz de içinde bulunduğumuz bu ülkelerde aynı atmosferi, hayatımızda, ailemiz içinde ve toplumda oluşturmak durumundayız; gerçek manada Ramazan ayını ihya etmek istiyorsak. Ramazan ayı rahmetle dopdolu bir aydır. Fakat kıymetini bilen ve takdir edebilenler için!!!
"Oruç, bedenin suya ve toprağa bağlı olan ihtiyaçlarla alakasını keserek, ruhun beşeri kirlerinden arındığı manevi bir arınma mevsimidir. Oruç, kulluğumuzu imandan İslam'a, İslam'dan da takva ve ihsana yükselten bir ibadet halkasıdır. Oruç, mümini hayvani hislerinden ve saptırıcı heveslerinden alıkoyarak, melekler seviyesindeki manevi yüceliğe doğru götüren bir yolculuktur. İnsanın iç dünyasında çöreklenmiş karanlıkları ve dünyaya karşı tutkunlukları eriterek yerine ruhun ilahi hasletlerini yerleştiren bir seferdir".
Oruç tutmakla bir insan, nefsine ilahi iktidar ve iradeyi hâkim kılmış olur. Bundan dolayı da bütün arzu ve ihtiyacına rağmen helal olan yiyecek ve içeceklere bile izinsiz el uzatmama şuurunu kazanır. Bu da Oruc'un ne büyük ve ne kadar önemli bir, insan iradesini geliştirme ve kuvvetlendirme okulu olduğunu ortaya koyar.
Ancak Oruc'un bu fonksiyonunu icra edebilmesi için oruçlunun, yeme, içme ve şehevi arzulara karşı nefsine hâkim olmasının yanında şu hususlara da son derece dikkat etmesi gerekmektedir. Bunlar, karnın ve midenin yemek ve içmekten korunduğu gibi, gözü harama bakmaktan, kulağı gıybetten ve lüzumsuz şeyleri dinlemekten, dili boş ve faydasız sözlerden, bedeni dünyaya meyletmekten ve şer'i şerife muhalif davranmaktan korumaktır. Nitekim Hz. Peygamber (sav): "Oruç tuttuğun zaman, kulağın, gözün, dilin, elin ve sendeki bütün organların oruç tutsun." "Nice oruç tutan kimseler vardır ki, tuttukları oruçtan kendilerine yalnızca açlık ve susuzlukları kalmıştır." buyurmuştur. Oruçlunun gerçek manada oruçlu olması, bütün duyu organlarını Hak'ka ve Hak'kın emirlerine uyar hale getirmesi, O'na karşı gelmekten alıkoyması demektir.
Oruc'un hikmetlerinden biri de; "Başına gelmiyenin hoşuna gidermiş" atalar-sözünün ifadesi istikametinde, ızdırap, çığlık ve çilelerin dört-duvar arasına sıkışıp kalan garip, öksüz ve güçsüzlerin her gün çektikleri sıkıntıların topluma teşmil edilmesidir. Böylece kardeşlik şuurunun tesisi ve yardımlaşmanın yaygınlaştırılması hedef alınmıştır. Varlıklıdan ve imkânı elverenden fukaraya doğru bir şefkat ve merhamet transferinin, zekât, fitre, hayır ve hasenatla başlaması esastır. Mesele yalnız, para ve erzak transferi ile kalmaz. Ayrıca emek transferinin sebeb olduğu sıcak bir kaynaşma, sarsılmaz bir sevgi ve saygı bağı toplumda tesis edilmiş, böylece huzurlu ve istikrarlı bir hayat sağlanmış olur. İşte Ramazan ayı ve Oruç ibadetinin bu manevi atmosferinin verdiği huzur günlerinde, Teşkilatımızın her sene sergilediği sosyal hizmetlerinden 'Zekat, Fitre ve Mazlumlarla Dayanışma' adı altında yaptığı çalışma, Oruç ibadetinin bu hikmetini topluma yayma faaliyeti olarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Her Ramazan ayı içerisinde mümin kardeşlerinin zekâtlarını, fitrelerini ve sair hayır ve hasenatlarını toplayarak, onları ihtiyaç sahiplerine ulaştıran Teşkilatımıza, dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimizden ulaşan tebrik ve takdir beratları, Ramazan ayı ve Oruç ibadetinin hikmetlerinin anlaşıldığı ve bu eğitimin yapıldığının emaresi olarak kabul edilmelidir. Oruç, açgözlülüğün egemenliğini yıkmak için, her yıl bir ay süreyle ziyaret eder. Hayatın akışı içinde kendisini kaybeden insan, oruçla, nasıl bilinçsizce sürüklendiğinin farkına varır ve başka bir iklime, başka bir dünyaya taşınır. Oruçla beden günlük alışkanlıkların dışına çıkarak, akan hayatın getirdiği ruhsal kirlenmelerden arınır, temizlenir. Oruç yalnızca ruhumuzu değil, bütün organlarımızı onarır, yeniler ve kirlerini yok eder. Bu, bereket, rahmet ve bağışlanma ayı olan Ramazan ayını şu şekilde bir program yaparak da daha verimli hale getirme gayreti içerisine girersek bu mübarek dönemi ihya etme fırsatını bulmuş oluruz: “Her şeyden önce, hayatımızı Kur’an ve sünnetin emir ve tavsiyeleri doğrultusunda düzenlemeli, Ramazan ayının manevi iklimi içinde ruhumuzu ve gönlümüzü arındırmalıyız. Her günün orucuna ayrı ayrı niyet etmeliyiz ve niyetlerimizi her türlü riya ve benzeri kötü huylardan temizlemeliyiz. Sahura kalkmaya özen göstermeliyiz. Çünkü bu sünnete uygun bir davranıştır.
Beş vakit namazı cemaatle kılmaya ayrı bir özen gösterip, bu yönde Ramazanın feyzinden istifadeye gayret etmeliyiz. Ramazandan sonra da bu güzel sünneti devamlı kılmalıyız.
Her zamankinden daha dikkatli bir şekilde kötü söz söylememeye, kötü fiil işlememeye, bütün çirkinliklerden uzak durmaya gayret etmeliyiz. Böylece, orucun sadece yeme, içme ve cinsi arzulardan kendini alıkoyma değil, aynı zamanda nefse ve bütün uzuvlara hâkim olma anlamına geldiğini göstermeliyiz. Gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız ve bütün uzuvlarımıza oruç tutturmaya çalışmalıyız.
Müslümanlar arasındaki dostluk ve kardeşlik duygularını pekiştirmenin yollarını arayıp, karşılıklı ziyaretleri artırmalıyız. Hayırları ve yardımları çoğaltarak, her zamankinden daha fazla sevap kazanma yollarını aramalıyız. Ancak, nereye ve kime yardım etmemiz gerektiğinin de şuuru içinde olmalıyız.
Ramazan ayı boyunca Kur’an’la ilgimizi daha da artırmalıyız. Çünkü Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayıdır. En az hergün bir cüz Kur’an okuyarak bir defa hatim yapmalıyız. Kur’an okumasını bilmeyenlerimiz ise, bu Ramazan ayını Kur’an’ı öğrenme ayı olarak planlamalı ve kendi kendimize yüzüne okuma seferberliği ilan etmeliyiz.
İftar sofralarımızda müsafir bulundurmaya gayret etmeliyiz. Bu müsafirlerimiz daha ziyade fakir ve muhtaçlar olmalı. Kendimiz de meşru olan davetlere icabete çalışmalıyız.
Teravih namazlarını kılmaya özel bir itina göstermeliyiz. Cemaat faziletinden de nasibimizi almalıyız. İbadeti oyuncak haline getiren kimselerin arkasında namaz kılmaktan sakınmalı, adab ve erkânına riayet eden imamlar aramalıyız. Sözü sohbeti dinlenen, söylediğini yaşayan kimselerin vaaz ve nasihatlerini dinlemeye özen göstermeliyiz.”
(alıntı)
Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden azatlık olan Ramazan-ı şerif ayı ve dolayısıyla Oruç ibadetinin eda edildiği mübarek mevsime yaklaşmış bulunmaktayız. Cümle Ümmet-i Muhammed’e hayırlı ve bereketli olsun. Ramazan, yanmak manasına olup, zahirde açlıktan ve susuzluktan yananların, batında günahlarının yanması ve gönüllerin yolsuz ihtiraslardan temizlenmesi manası murad olunur.
Ramazan ayı, ayların efendisidir. Kur’an-ı Kerim bu ayda inmeye başlamıştır. ALLAH’a itaatın ve O’na yaklaşmanın en büyük vesilesi olabilecek bir zaman dilimi, iyilik ve ihsanların coşup taştığı bir aydır. Bağışlanarak rahmet-i ilahiye ve rıza-i Bariye vasıl olma ayıdır. İçerisinde bin aydan hayırlı olan Kadir gecesi mevcuttur; dualar en çok bu mübarek ayda makbuldür.
Ramazan ayının faziletleri ile ilgili bazı hadis-i şerifler şöyledir: “Ayların efendisi Ramazan ayı, günlerin efendisi ise, cuma günüdür.” “Ramazan ayındaki olan şeyleri kullar bilseydi, ramazanın bir yıl olmasını temenni ederlerdi”. “Size bereket ayı Ramazan gelmiştir, o ayda ALLAH sizi bereketiyle kaplamıştır. Size rahmetini indirir, hatalarınızı yok eder, dualarınıza icabet eder; rızası için yaptığınız hayırda yarışmanıza bakar da meleklerine karşı sizinle övünür. Bu sebebledir ki, ALLAH’a karşı hayırlarınızı sergileyiniz.. Gerçek nasipsiz bu ayda ALLAH’ın rahmetinden mahrum olandır”. “Ramazan ayı geldiği zaman, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır, şeytanlar da zincire vurulur”. “Beş vakit namaz, iki cuma ve iki ramazan, büyük günahlardan sakınmak şartıyla, arada işlenen küçük günahlara keffarettirler”. “Ademoğlunun her hayırlı amelinin mükafatı, on’dan yediyüze kadar ulaşır. Ancak oruç, müstesnadır. Çünkü Cenab-ı Hak, ‘Oruç benim içindir, onun karşılığını ben veririm. Çünkü o, yemesini ve şehvetlerini benim için terkeder’ buyurmuştur. Oruçlunun iki sevinç anı vardır: İftarını yaptığı zaman ki sevinci, Rabbini kendinden razı olarak bulacağı andaki sevinci. ALLAH katında oruçlunun ağız kokusu, misk kokusundan daha güzeldir. Oruç cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Biriniz oruçlu iken bir cahil tarafından cahilce bir muameleyle karşı karşıya gelirse; ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin”. “Kim inanarak ve sevabını ALLAH’tan bekleyerek Ramazan ayını değerlendirirse geçmiş günahları afvolunur, bağışlanır”.
Yani Ramazan ayının gecelerini teravih namazı ve sair, zikir, istiğfar ve Kur’an tilavetiyle ihya ederse; bütün bunlara inanarak ve mükâfatını da sadece ALLAH’tan bekleyerek, ihlâsla yerine getirirse, kul haklarının dışındaki haklardan bağışlanmış olur. Kim bilir, ALLAH (cc), borçlu olunan şahısları kendisi razı etmek suretiyle, kul haklarını da bağışlayabilir. Hulasa Ramazan ayının şeref ve faziletinin üstünlüğüne delil olarak, hiçbir ayın ALLAH'a nisbet edilmemesine rağmen Ramazan ayının ALLAH'a nisbet edilerek "Ramazan ayı ALLAH'ın ayı"dır denilmiş olması kâfidir.
İşte bu kadar mübarek ve mukaddes bir ay olan Ramazan ayı içerisinde tutmak mecburiyetinde olduğumuz Oruç ibadeti, İslam dininin üzerine bina edildiği beş esastan biridir. Türkçede oruç diye tabir ettiğimiz bu ibadetin Arap dilindeki karşılığı 'savm' ve 'sıyam' kelimeleridir. Savm ve sıyam, kelime manaları itibariyle, bir şeyden el çekmek, nefsi meylettiği şeylerden uzak tutmak demektir. 'İmsak' bu anlamda kullanılmaktadır.
Dini terim olarak oruç, ilahi emirlerle mükellef (yükümlü) olan bir insanın tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar geçen zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden ibadet niyetiyle uzak durmasıdır. Peygamberimiz (as)'ın Medine'ye hicretinden birbuçuk yıl sonra Şaban ayının 10. günü farz kılınan oruç, akıllı, büluğ çağına ermiş ve Müslüman olan her kadın ve erkek üzerine zaruri bir kulluk borcudur. Hastalık ve müsafirlik gibi meşru mazeretler dışında her mümin bu ibadetin edası ile yükümlüdür.
Oruç, sadece bu ümmete has bir ibadet değildir. Orucu farz kıldığı ayet-i celilede Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde beyan buyurmuştur: "Ey iman edenler! Oruç sizden önceki gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz."
Gelmiş geçmiş ümmetlere de farz olan oruç ibadetinden maksat, insanın kendisini tezkiye etmesi, takva sahibi olmasıdır ki, yukarıdaki ayetin son kısmı bunu ifade etmektedir. Onun için oruç tutan kimse, mümkün mertebe dünya muhabbetinden uzaklaşmaya ve bütün azalarını fenalıklardan korumaya çalışmalıdır.
Biz bu yazımızda Ramazan ayının tesbiti ve Oruç ibadetinin fıkhı ilgilendiren detaylarından ziyade Ramazan ayına hazırlık ve oruç ibadetinin ferdi ve ictimai hikmetleri üzerinde bir nebze durmaya çalışacağız.
Her sahada önderimiz, mürşidimiz Efendimiz (as)'ın Ramazan ayına hazırlanışını takip ederek, konuyu anlamaya çalışmamız en doğrusu diye düşünüyoruz. O'nun nur yumağı örnek hayatına baktığımız zaman, Ramazan hayatının daha Receb ve Şaban aylarının girmesi ile başladığına şahit oluyoruz. Bu aylar yaklaştığında Efendimiz (as) şöyle dua buyururlardı: "ALLAHım, Receb ve Şaban’ı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" Ondan sonra da zaten güzel olan ibadet hayatını ve ahlakını daha da güzelleştirirdi. Bazan bu iki ayda (Receb ve Şaban) öyle çok oruç tutarlardı ki, ehl-i beyt bir daha hiç oruçsuz gün geçirmeyecekler zannederdi. Bazan da oruca o kadar çok ara verirlerdi ki, hiç oruç tutmayacak zannederlerdi. Ama ittifak edilen bir husus vardı ki, o da Peygamberimizin Ramazandan sonra en çok bu iki ayda oruç tuttuğu gerçeği idi.
Ramazan için bu şekilde hazırlıklar yapan Peygamberimiz (as), bir yandan da Ramazan ayının tesbiti için sahabeyi uyarır ve "Ramazan ayının hilalini gördüğünüzde oruç tutunuz, yine hilali gördüğünüzde iftar ve bayram ediniz. Eğer hilal size bulutlu, kapalı bulunursa artık onu takdir ve hesap ediniz" buyururdu.
Rasulullah (sav), her zaman çok cömertti. Ramazan ayı girince cömertliği daha da artardı. Bu cümleden olarak Ramazan ayı girdiğinde yanındaki esirleri bırakır ve her isteyene verirlerdi. Ramazan ayı girdiği zaman ki halini bize Hz. Ayşe validemiz şöyle anlatıyordu: "Ramazan ayı girdiğinde rengi değişir, namazı çoğaltır ve tamamiyle duaya koyulur, rengi şafak gibi olurdu." Yine Hz. Ayşe validemiz bir başka hadiste O'nun Ramazan ayındaki davranışlarını anlatırken şöyle tavsif buyurmuşlardı: "Ramazan ayı girdiğinde elini eteğini toplar, sonra da Ramazan çıkıncaya kadar yatağına girmezlerdi." Hadiste geçen "rengi değişirdi" ifadesinin şerhinde Ahmet Ziyauddin efendi şöyle buyurur: "Yani ibadeti hakkıyla eda edememek korkusundan rengi sararır, kırmızılaşırdı."
Peygamber (as)'ın çoğalttıkları namazlar: Beş vakit namazın sünnetleri, işrak, duha, evvabin, teheccüd ve bir de sadece Ramazan gecelerinde kıldığı ve "kıyam-ı Ramazan" adını verdiği 'Teravih Namazı' idi.
Yine hadislerden Rasulullah (sav)'in Ramazan ayının son on gününde ibadetlerini daha da artırdıklarını, yataklarını dürüp kaldırdıklarını ve ailelerini de ibadete teşvik ettiklerini görüyoruz. O’nun orucun farz kılınmasından sonra terketmediği bir sünneti de İtikaf' a girmesidir. Efendimiz (as), vefat ettikleri seneye kadar Ramazan ayının son on gününü İtikaf yaparak geçirmiş olmasına rağmen son Ramazan ayında yirmi gün itikafta kalmış ve her Ramazan ayında Cebrail (as)'la birlikte Kur'an-ı Kerim'i hatmetmişler; son Ramazan ayında da iki defa hatim yapılmıştı. Ramazan aylarında camilerimizde okunan 'mukabele' sünnetinin temeli budur.
İtikaf sünneti son derece mühim bir sünnettir ve sünnet-i kifayedir. Yani bir bölgede bir kişi bile bu sünneti ifa ederse, sünnet yerine getirilmiş olur. Fakat bir kişi bile bu sünneti eda etmezse, bütün o bölgedeki Müslümanlar mesuliyetten kurtulamazlar. İtikâf sünneti ile alakalı olarak M. Zahid Kotku (rhm)'den bir nakil yapmak istiyoruz: "Bunun sevabını söylemeye gücümüz yetmez. Peygamberimizin sünnetidir. Herkes bir bahane bulur, işim çok diye... Peygamber (sav)'deki işler kadar kimde iş vardı? On sene zarfında 27 adet muharebeye girmiş. Şöyle böyle senede üç adet eder. Miletin işi var. Devletin işi var. Fakirlik var. Zaruretler var. Birçok ihtiyaçlar karşısında yine öyleyken Cenab-ı Peygamber itikâfı bırakmamışlar. Peygamber (sav) her zaman itikaf halinde oldukları halde 'sünnet olsun da ümmetim de bu sünneti icra etsinler, Hakk'ın rızasını kazansınlar' diye itikaf etmişlerdir".
Kısaca da olsa Peygamber efendimiz (as)'ın Ramazan ayına hazırlanış ve Ramazanı ihya sünnetine bakarak biz de içinde bulunduğumuz bu ülkelerde aynı atmosferi, hayatımızda, ailemiz içinde ve toplumda oluşturmak durumundayız; gerçek manada Ramazan ayını ihya etmek istiyorsak. Ramazan ayı rahmetle dopdolu bir aydır. Fakat kıymetini bilen ve takdir edebilenler için!!!
"Oruç, bedenin suya ve toprağa bağlı olan ihtiyaçlarla alakasını keserek, ruhun beşeri kirlerinden arındığı manevi bir arınma mevsimidir. Oruç, kulluğumuzu imandan İslam'a, İslam'dan da takva ve ihsana yükselten bir ibadet halkasıdır. Oruç, mümini hayvani hislerinden ve saptırıcı heveslerinden alıkoyarak, melekler seviyesindeki manevi yüceliğe doğru götüren bir yolculuktur. İnsanın iç dünyasında çöreklenmiş karanlıkları ve dünyaya karşı tutkunlukları eriterek yerine ruhun ilahi hasletlerini yerleştiren bir seferdir".
Oruç tutmakla bir insan, nefsine ilahi iktidar ve iradeyi hâkim kılmış olur. Bundan dolayı da bütün arzu ve ihtiyacına rağmen helal olan yiyecek ve içeceklere bile izinsiz el uzatmama şuurunu kazanır. Bu da Oruc'un ne büyük ve ne kadar önemli bir, insan iradesini geliştirme ve kuvvetlendirme okulu olduğunu ortaya koyar.
Ancak Oruc'un bu fonksiyonunu icra edebilmesi için oruçlunun, yeme, içme ve şehevi arzulara karşı nefsine hâkim olmasının yanında şu hususlara da son derece dikkat etmesi gerekmektedir. Bunlar, karnın ve midenin yemek ve içmekten korunduğu gibi, gözü harama bakmaktan, kulağı gıybetten ve lüzumsuz şeyleri dinlemekten, dili boş ve faydasız sözlerden, bedeni dünyaya meyletmekten ve şer'i şerife muhalif davranmaktan korumaktır. Nitekim Hz. Peygamber (sav): "Oruç tuttuğun zaman, kulağın, gözün, dilin, elin ve sendeki bütün organların oruç tutsun." "Nice oruç tutan kimseler vardır ki, tuttukları oruçtan kendilerine yalnızca açlık ve susuzlukları kalmıştır." buyurmuştur. Oruçlunun gerçek manada oruçlu olması, bütün duyu organlarını Hak'ka ve Hak'kın emirlerine uyar hale getirmesi, O'na karşı gelmekten alıkoyması demektir.
Oruc'un hikmetlerinden biri de; "Başına gelmiyenin hoşuna gidermiş" atalar-sözünün ifadesi istikametinde, ızdırap, çığlık ve çilelerin dört-duvar arasına sıkışıp kalan garip, öksüz ve güçsüzlerin her gün çektikleri sıkıntıların topluma teşmil edilmesidir. Böylece kardeşlik şuurunun tesisi ve yardımlaşmanın yaygınlaştırılması hedef alınmıştır. Varlıklıdan ve imkânı elverenden fukaraya doğru bir şefkat ve merhamet transferinin, zekât, fitre, hayır ve hasenatla başlaması esastır. Mesele yalnız, para ve erzak transferi ile kalmaz. Ayrıca emek transferinin sebeb olduğu sıcak bir kaynaşma, sarsılmaz bir sevgi ve saygı bağı toplumda tesis edilmiş, böylece huzurlu ve istikrarlı bir hayat sağlanmış olur. İşte Ramazan ayı ve Oruç ibadetinin bu manevi atmosferinin verdiği huzur günlerinde, Teşkilatımızın her sene sergilediği sosyal hizmetlerinden 'Zekat, Fitre ve Mazlumlarla Dayanışma' adı altında yaptığı çalışma, Oruç ibadetinin bu hikmetini topluma yayma faaliyeti olarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Her Ramazan ayı içerisinde mümin kardeşlerinin zekâtlarını, fitrelerini ve sair hayır ve hasenatlarını toplayarak, onları ihtiyaç sahiplerine ulaştıran Teşkilatımıza, dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimizden ulaşan tebrik ve takdir beratları, Ramazan ayı ve Oruç ibadetinin hikmetlerinin anlaşıldığı ve bu eğitimin yapıldığının emaresi olarak kabul edilmelidir. Oruç, açgözlülüğün egemenliğini yıkmak için, her yıl bir ay süreyle ziyaret eder. Hayatın akışı içinde kendisini kaybeden insan, oruçla, nasıl bilinçsizce sürüklendiğinin farkına varır ve başka bir iklime, başka bir dünyaya taşınır. Oruçla beden günlük alışkanlıkların dışına çıkarak, akan hayatın getirdiği ruhsal kirlenmelerden arınır, temizlenir. Oruç yalnızca ruhumuzu değil, bütün organlarımızı onarır, yeniler ve kirlerini yok eder. Bu, bereket, rahmet ve bağışlanma ayı olan Ramazan ayını şu şekilde bir program yaparak da daha verimli hale getirme gayreti içerisine girersek bu mübarek dönemi ihya etme fırsatını bulmuş oluruz: “Her şeyden önce, hayatımızı Kur’an ve sünnetin emir ve tavsiyeleri doğrultusunda düzenlemeli, Ramazan ayının manevi iklimi içinde ruhumuzu ve gönlümüzü arındırmalıyız. Her günün orucuna ayrı ayrı niyet etmeliyiz ve niyetlerimizi her türlü riya ve benzeri kötü huylardan temizlemeliyiz. Sahura kalkmaya özen göstermeliyiz. Çünkü bu sünnete uygun bir davranıştır.
Beş vakit namazı cemaatle kılmaya ayrı bir özen gösterip, bu yönde Ramazanın feyzinden istifadeye gayret etmeliyiz. Ramazandan sonra da bu güzel sünneti devamlı kılmalıyız.
Her zamankinden daha dikkatli bir şekilde kötü söz söylememeye, kötü fiil işlememeye, bütün çirkinliklerden uzak durmaya gayret etmeliyiz. Böylece, orucun sadece yeme, içme ve cinsi arzulardan kendini alıkoyma değil, aynı zamanda nefse ve bütün uzuvlara hâkim olma anlamına geldiğini göstermeliyiz. Gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız ve bütün uzuvlarımıza oruç tutturmaya çalışmalıyız.
Müslümanlar arasındaki dostluk ve kardeşlik duygularını pekiştirmenin yollarını arayıp, karşılıklı ziyaretleri artırmalıyız. Hayırları ve yardımları çoğaltarak, her zamankinden daha fazla sevap kazanma yollarını aramalıyız. Ancak, nereye ve kime yardım etmemiz gerektiğinin de şuuru içinde olmalıyız.
Ramazan ayı boyunca Kur’an’la ilgimizi daha da artırmalıyız. Çünkü Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayıdır. En az hergün bir cüz Kur’an okuyarak bir defa hatim yapmalıyız. Kur’an okumasını bilmeyenlerimiz ise, bu Ramazan ayını Kur’an’ı öğrenme ayı olarak planlamalı ve kendi kendimize yüzüne okuma seferberliği ilan etmeliyiz.
İftar sofralarımızda müsafir bulundurmaya gayret etmeliyiz. Bu müsafirlerimiz daha ziyade fakir ve muhtaçlar olmalı. Kendimiz de meşru olan davetlere icabete çalışmalıyız.
Teravih namazlarını kılmaya özel bir itina göstermeliyiz. Cemaat faziletinden de nasibimizi almalıyız. İbadeti oyuncak haline getiren kimselerin arkasında namaz kılmaktan sakınmalı, adab ve erkânına riayet eden imamlar aramalıyız. Sözü sohbeti dinlenen, söylediğini yaşayan kimselerin vaaz ve nasihatlerini dinlemeye özen göstermeliyiz.”
(alıntı)