MURATS44
Özel Üye
Risale-i Nur'da Cifr ve Ebced (Mahiyeti, Hakikati, Delilleri) Mukaddeme Ebced veya Cifir ilmi, menşe itibarıyla İslâm'ın öz kaynağından gelmediği gibi, İslâm'ın birinci sınıf ilimlerinden de değildir. Buna göre, herkesin onu öğrenmesi ve uğraşması lâzım olan bir şey de değildir. Amma İslâm'ın reddetmediği hususî ve sırlı ilimlerden bir ilim olup, müsait ve müstaid bazı zâtların hususî şekilde meşgul olmalarına izin verilmiş ve bazı âlimlerin özel şekilde uğraştıkları ve onunla bazı gaybî istihraçları karine ve emarelere bina ederek bulup çıkardıkları bir ilim çeşididir.
Kim ne derse desin, bu ilim, esas ve menşe itibariyle İslâm'dan direkt gelmediği halde, Resul-i Ekrem tarafından haramiyetine hükmedilip red ve yasak edilen bir ilim tarzı değildir. Öyle ise asliyeti İslâm'dan gelmemiş olmakla birlikte, bâtıl ve merdud da değildir. Zira, bugün İslâm'ın tâdil ve tensik ettiği fiilî, amelî ve kavlî bir çok işler ve hâller vardır ki; menşei İslâmiyet'ten evvel var olan şeylerdir.
Meselâ: Kölelik ve cariyelik mefhumu, İslâm'dan önce de var olduğu halde, İslâm dini onu tâdil edip en ehvene indirmiştir. Keza evlenmek ve sakal bırakmak gibi fiiller dahi İslâm'dan evvel de mevcuttu. Lâkin islâm dini bunları en güzel şekle ve insanlığa yakışır bir tarza getirdi. Keza yazı ve harf işi dahi İslâm'dan evvel vardı ve hakeza...
Demek her şey, her mes'ele ve her hâl bizzat İslâm'ın öz kaynağından gelmiş olması şart değildir. Yeter ki, cahilî âdetler gibi bazı pis ve kerih şeyler tarzında olup İslâmca reddedilmiş olmasın.
Faraza, Ebced ve Cifir ilmi, İslâm'dan önce bazı Yahudî ve Hıristiyan âlimleri tarafından bazı şarlatanlıklarda kullanılmış olsa dahi, lâkin İslâm'a girdikten sonra, yani bu ilim İslâmlaşınca, başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Gazalî ve Beyazıd-ı Bistamî gibi İslâm büyükleri onu çok hayırlı ve menfaatli işlerde istimal ettiler ve onu hakikî gaye ve hedefine yönlendirerek nurlandırdılar. Bu dediklerimizin ispatı gelecektir.
Hem Ebced ve Cifir, İslâm'a girdikten sonra da, bazı nâ-ehillerce su-i isti'mal edilip asıl mecrasından saptırılmış da olabilir. Amma bu, onun asliyetine ve hayırlı cihetine bir zararı dokundurmaz. Çünkü her meslekte nâ-ehillerin karışması ile, onun bazı taraflarını kötü ve dûn işlerde isti'mal etmiş olabilirler. Lâkin hiçbir zaman o gibi su-i isti'mal fiilleri noktasından o mesleğin veya o ilmin esas kıymetine ve hayırlı kaidelerine bakılmaz ve bakılmaması lâzımdır.
Bununla beraber, Cifir ve Ebced ilmine bazı İslâm âlimleri tarafından itiraz edilmiş ve hatta reddedilmiş de olabilir. Hatta bazıları yanlış olarak: "Onunla uğraşmak haramdır" demiş de olabilirler. Amma bu mes'elede İslâm âlimlerinin cumhuru ne demişler, onu bilmek lâzımdır. Evet cumhur-u ulemanın fikri, Cifır ilmi hakkında müspet olduğu ilerde ispatlanacaktır.
"Hadîs ilmi" bölümünde kaydettiğimiz gibi; çeşitli meşrep ve meslek sahipleri olan İslâm âlimleri, âdeta her şeye, her meseleye itiraz edebilmişler. Hatta İmam-ı A'zam'a ve İmam-ı Şafiî'ye bile bazı hususlarda haksız olarak ağır ittihamlarla itiraz eden âlimler de bulunmuş. Lâkin sonra cumhur-u ulemaca tebeyyün etmiş ki; o gibi mu'terizlerin itirazları meseleyi ve hakikat-ı hâli bilmemelerinden ve kavrayamamalarından ileri gelmiş bir su-i zandan ibaret olduğu anlaşılmıştır.
Öyle ise, her mes'elede ve her ilimde mutlaka ihtisas, meleke ve rüsûh lâzımdır. Bir kimse ihtisası dışındaki bir meseleye itiraz etse de, gabavetinin neticesi olur. Eğer birisi, yani bir âlim: "Ben islâm'ın bütün ilim dallarını en iyi şekilde biliyorum!" deyip dava etse, herhalde cehaletini ilân etmiş olur. O halde herkes mütehassıs olduğu ilminden konuşabilir. Yani haddini bilip aşmaması lâzımdır.Abdulkadir Badıllı
Kim ne derse desin, bu ilim, esas ve menşe itibariyle İslâm'dan direkt gelmediği halde, Resul-i Ekrem tarafından haramiyetine hükmedilip red ve yasak edilen bir ilim tarzı değildir. Öyle ise asliyeti İslâm'dan gelmemiş olmakla birlikte, bâtıl ve merdud da değildir. Zira, bugün İslâm'ın tâdil ve tensik ettiği fiilî, amelî ve kavlî bir çok işler ve hâller vardır ki; menşei İslâmiyet'ten evvel var olan şeylerdir.
Meselâ: Kölelik ve cariyelik mefhumu, İslâm'dan önce de var olduğu halde, İslâm dini onu tâdil edip en ehvene indirmiştir. Keza evlenmek ve sakal bırakmak gibi fiiller dahi İslâm'dan evvel de mevcuttu. Lâkin islâm dini bunları en güzel şekle ve insanlığa yakışır bir tarza getirdi. Keza yazı ve harf işi dahi İslâm'dan evvel vardı ve hakeza...
Demek her şey, her mes'ele ve her hâl bizzat İslâm'ın öz kaynağından gelmiş olması şart değildir. Yeter ki, cahilî âdetler gibi bazı pis ve kerih şeyler tarzında olup İslâmca reddedilmiş olmasın.
Faraza, Ebced ve Cifir ilmi, İslâm'dan önce bazı Yahudî ve Hıristiyan âlimleri tarafından bazı şarlatanlıklarda kullanılmış olsa dahi, lâkin İslâm'a girdikten sonra, yani bu ilim İslâmlaşınca, başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Gazalî ve Beyazıd-ı Bistamî gibi İslâm büyükleri onu çok hayırlı ve menfaatli işlerde istimal ettiler ve onu hakikî gaye ve hedefine yönlendirerek nurlandırdılar. Bu dediklerimizin ispatı gelecektir.
Hem Ebced ve Cifir, İslâm'a girdikten sonra da, bazı nâ-ehillerce su-i isti'mal edilip asıl mecrasından saptırılmış da olabilir. Amma bu, onun asliyetine ve hayırlı cihetine bir zararı dokundurmaz. Çünkü her meslekte nâ-ehillerin karışması ile, onun bazı taraflarını kötü ve dûn işlerde isti'mal etmiş olabilirler. Lâkin hiçbir zaman o gibi su-i isti'mal fiilleri noktasından o mesleğin veya o ilmin esas kıymetine ve hayırlı kaidelerine bakılmaz ve bakılmaması lâzımdır.
Bununla beraber, Cifir ve Ebced ilmine bazı İslâm âlimleri tarafından itiraz edilmiş ve hatta reddedilmiş de olabilir. Hatta bazıları yanlış olarak: "Onunla uğraşmak haramdır" demiş de olabilirler. Amma bu mes'elede İslâm âlimlerinin cumhuru ne demişler, onu bilmek lâzımdır. Evet cumhur-u ulemanın fikri, Cifır ilmi hakkında müspet olduğu ilerde ispatlanacaktır.
"Hadîs ilmi" bölümünde kaydettiğimiz gibi; çeşitli meşrep ve meslek sahipleri olan İslâm âlimleri, âdeta her şeye, her meseleye itiraz edebilmişler. Hatta İmam-ı A'zam'a ve İmam-ı Şafiî'ye bile bazı hususlarda haksız olarak ağır ittihamlarla itiraz eden âlimler de bulunmuş. Lâkin sonra cumhur-u ulemaca tebeyyün etmiş ki; o gibi mu'terizlerin itirazları meseleyi ve hakikat-ı hâli bilmemelerinden ve kavrayamamalarından ileri gelmiş bir su-i zandan ibaret olduğu anlaşılmıştır.
Öyle ise, her mes'elede ve her ilimde mutlaka ihtisas, meleke ve rüsûh lâzımdır. Bir kimse ihtisası dışındaki bir meseleye itiraz etse de, gabavetinin neticesi olur. Eğer birisi, yani bir âlim: "Ben islâm'ın bütün ilim dallarını en iyi şekilde biliyorum!" deyip dava etse, herhalde cehaletini ilân etmiş olur. O halde herkes mütehassıs olduğu ilminden konuşabilir. Yani haddini bilip aşmaması lâzımdır.Abdulkadir Badıllı