Sabrın Hakikatı

Mevsimsiz Kar

Aktif Üyemiz
Sabır insana mahsûstur. Hayvanlarda sabır yoktur. Çünkü çok noksandırlar. Meleklerin ise sabra ihtiyaç, yoktur. Çünkü çok kamildirler ve şehvetten emindirler. O halde hayvan şehvete, isteklere esirdir. Onu şehvetten, istekten başka hâli yoktur. Melekler ise, Allahü Teala’nın aşkına gömülmüşlerdir. Onlar için bu aşka hiçbir engel yoktur ki, o enge­li def etmede sabretsinler. Amma insan başlangıçta, hayvanlar sıfatında yaratılmıştır. Elbise, süs, oyun ve çalgı şehvetlerini (arzularını) ona mu­sallat eylediler. Sonra, bulûğ zamanında, kendisine meleklerin nurundan bir nûr verilip, o nûr ile işlerin sonunu görür. Hattâ ona iki melek de verildi. Hayvanlarda ise bu yoktur. Melek ona hidâyet eder ve doğru yo­lu gösterir Bu onun nurundan kendisine geçen nûr sebebiyle, işlerin so­nunu anlar ve işlerin ne için olduğunu bilir. İşte bu nur ile kendini ve Rabbini tanır ve bulunduğu anda tatlı iseler de, şehvetlerin sonunun helâk olduğunu bilir. Yine bilir ki; rahat ve iyiliği çabuk geçer ve uzun bitmeyen sıkıntılar kalır. Bu hidâyet hayvanda yoktur. Fakat bu hidâyet de, yetişmez. Ziyan ve zararda olduğunu bilip, bunu giderecek kudreti yoksa ne faydası olur? Tıpkı bir hastanın, hastalığın kendine zararlı, ol­duğunu bildiği halde, bu hastalığı gidermemesine benzer. Bunun için Allahü Teâlâ diğer meleği, kuvvet ve kudret vermesi ve kendisi için zararlı bildiği şey'den sakınması için ona verdi. İçinde bir arzu, şehvetini yaptırmak istediği gibi, gelecekteki bir zararı önlemek için şehvete mu­halefet eden ikinci bir arzu da meydana gelir. Karşı koyan bu arzu me­lektendir. Birincisi, yani şehvetlerini yaptırmak arzusu şeytanın askerindendir. Biz bu şehvete uymayan ve arzu ve kuvvete dînî sebeb diyoruz. Şehvet kuvvetine ve arzusuna da hevâ diyoruz. O hâlde bu iki asker ara­sında daima kavga vardır. Biri yap, diğeri yapma der. İnsan ise bu iki ar­zu ve kuvvet arasında kalmıştır. Eğer din sebebi, yani dîn kuvveti heva­nın, yâni nefsin arzularına kavgada diretirse ve bunda devam ederse bu­na sabır denir.

Bil ki, îman tek şey değildir. Birçok dalları ve kısımları vardır. Ni­tekim hadîs-i şerifte:

“İman yetmiş bu kadar babdır. En büyüğü “Lâilâhe ill
allah.gif
” kelimesidir. En küçüğü de yoldaki dikenleri kaldırmaktır”. Bu kısımları çok ise de, aslı üç cinstir: Marifetler, hâller ve ameller. Dinde hiçbir mertebe bu üç şey'in dışında kalmaz. Meselâ tevbenin aslı, pişmanlıktır. Bu kalbe ait bir hâldir. Aslı marifettir. Günâhın öldürücü zehir olduğunu bilmektir. Neticesi, günâhdan el çekmek ve hayırlı amel­lerle meşgûl olmaktır. O halde, bu hâl, bu marifet (böyle bilmek) ve bu amelin üçü de imandandır. İman da bu üçünden ibarettir. Fakat mari­fete, bilmeye tahsis edebilir. Çünkü onun aslıdır. Hâl ise marifetten meydana gelir. Hâlden de amel meydana gelir. O halde marifet ağaç gi­bidir. Kalbin marifet sebebi ile değişmesi, ağacın dal vermesi; bu hâller­den meydana gelen ameller de, meyveleri gibidir. O halde îmân iki şey­dir Görme ve yapma. Yapma ise sabırsız olmaz. O halde sabır îmânın yarısıdır. Sabır ise iki kısımdır: Biri şehvete (arzulara) sabır, diğeri ise kızmaya sabırdır. Oruç ise arzûlar kısmından olan sabırdır. O halde oruç da sabrın yarısıdır. Diğer taraftan olduğu gibi amelle bakılırsa, îman ondan ibaret olur. Mü'minin ameli ise sıkıntılara sabır ve nîmete şükürdür. Bu sebepten de sabır îmanın varışıdır. Şükür de îmânın yarısıdır.

CAMİU’S-SAĞİR - SABIR
 
Üst Alt