ceylannur
Yeni Üyemiz
Sağlıkta Mizaç ve İnancın Rolü
Bir çoğumuz çevremizdeki insanlardan ve arkadaşlarımızdan biliriz ki, kimi insanlar daha kolay hasta olurlar veya hastalıkları çok çabuk atlatamazlar. Bazılarımız ise; aynı çevre şartlarında hasta olmaz veya hastalıktan çabuk kurtulur. Hastalık da, şifa da muhakkak ki ALLAH'tandır. Ancak irademizin hakkını vererek hasta olmamak ve hastalıktan kurtulmak üzere sebeplere müracaat eder, şifayı ALLAH'tan bekleriz.
Sağlık ve hastalık konusunda; mizaç ve karakter modelinin, vesveseli veya tevekkül sahibi olmanın, huzurlu ve stresli yaşamanın, telkine ve inanmaya yatkın bir kişilik tipinin çok büyük tesirleri olduğu anlaşılmıştır.
İmmün (bağışıklık) sistemini güçlendiren hususiyetler, sadece fiziko-kimyevî ilâçlardan değil, aynı zamanda kişilik, mizaç, karakter vasıflarımızdan, inançlarımızdan ve hayata bakış istikametimizden de gelmektedir.
İmmün sistemini güçlendiren ve zayıflatan özellikler, dinamik bir yapıda olduğundan, belli aralıklarda güçlendirilmeye veya zayıflatılmaya açıktırlar. İnsanın hayat tarzı, dünya görüşü ve inancı, doğuştan kendisine verilmiş immün sistem kapasitesini güçlendirebilir veya zayıflatabilir. İmmün sistemi güçlü kılan hususiyetler, neticede insanın sağlıklı kalmasına ve sağlığını sürdürmesine önemli ölçüde yardım eder. Araştırmacılar immün sistemini güçlendiren yedi temel kişilik özelliği belirlemişlerdir. Kişilik özelliklerimiz ve duygularımız, sağlık ve hastalık durumuna katkıda bulunan önemli vasıflardır. Bunun dışında genetik yapımız, beslenme tarzımız da ciddi seviyelerde katkıda bulunur. İmmün sistemini güçlendiren özellikler, öncelikle biyolojik bedene tesir eden fiziko-kimyevî moleküllerdir. İkinci plânda duygular, sonra düşünceler, hayatın mânâsının zenginliği, insanlararası münasebetler, ruhî-mânevî dünyanın derinliği ve hepsinin birlikte ortaya çıkardığı beden, duygular, zihin-ruh bütünlüğünün ağ yapısı gelir. İmmün sistemi güçlü kılan bu özelliklerin kendini hakkıyla göstermesi için her birinin şuurunda olunmalıdır.
Zihin-ruh-beden etkileşimli ağ yapısı
Aşırı yoğun veya yeterince dinlenmeden çalıştığımızda, ailemizde derin üzüntülü hâdiseler olduğunda, genellikle vücut direncimiz düşer ve hastalanırız. Bu gözlemler; bize, düşüncelerimizin, ruh ve duygularımızın sağlığımız üzerine güçlü tesirleri olduğunu gösterir.
Meselâ hayatımız sağlıklı; zihnen, bedenen ve ruhen iyi durumda isek, soğuk algınlığına nadiren yakalanırız. Öte yandan çözemediğimiz problemlerle karşılaştığımızda ve stresli bir hayat sürdüğümüzde, kolayca gribe yakalanırız. İşyerindeki patronumuzdan, ailemizden ve işimizden baskılar arttığında tansiyonumuz yükselir. Kendimizi bitkin, yorgun ve depresyonda hissettiğimizde hasta oluruz veya enfeksiyonlara yatkın hâle geliriz. Kapasitemizin üstünde iş veya performans beklentileri olduğunda başımız ağrımaya başlar. Ailemizden birini kaybettiğimizde veya yakınlarımızdan birisi ciddi bir hastalığa yakalandığında sorumluluklarımız artar; dünyayı sırtımızda taşıdığımızı hissederiz. Bu durum bizde bel, sırt ve boyun ağrılarını tetikler. Uzun süreli bir münasebetimiz veya dostluğumuz sona erdiğinde, gözyaşlarımızı tutamayız; direncimiz kırılır, solunum yolu enfeksiyonlarına maruz kalırız. Bu ve benzeri tecrübeler, zihin durumumuzun ve ruh haletimizin, fizikî ve genel sağlığımızı devam ettirmede kritik bir faktör olduğunu anlamamıza yardım eder. Bugün bu gerçekler, modern tıp tarafından tamamıyla kabul edilmese bile, önümüzdeki yıllarda tıp eğitiminin önemli bir parçası haline gelecektir. Ayrıca zihin-beden münasebetlerinden doğan hastalıklarda, psikolojik faktörlerin önemi giderek artmaktadır. Zihin durumunun, hastalıklara karşı bizi koruyucu ve hastalıkları iyileştirici immün sistemine tesir ettiği, bugün açık bir şekilde ortaya konmuştur. İmmün sistem, insan vücudunun emniyet sistemini oluşturur ve bu sistem hem genel yönetim merkezi, hem polis kuvveti, hem de ağır harp sanayii olarak iş görür. Bu mükemmel ordu kendinden olanı ve olmayanı ayırt edebilecek bir tanıma sistemi ile donatılmıştır. Biyolojik işlemlerin ince ayarının yapılabilmesi için Rabbimiz; bu sistemi vazifelendirerek, iç ve dış çevre arasındaki dengeyi korumuştur. Mikroplarla harpten sonra, kalan artıkların temizlenme işi de bu sisteme aittir.
Bağışıklık sistemi, kendi içinde bağımsız çalışan bir sistem midir?
Nasıl bir zamanlar Atlantik ile Pasifik okyanuslarının birbirinden bağımsız olduğu söyleniyordu. Ancak sıcak ve soğuk su akıntılarının bulunmasıyla, bu okyanusların birbiriyle bağlantılı olduğu ortaya çıkarıldı. Benzer şekilde son yıllarda zihin veya düşünce gücünün, hastalığa yakalanmada veya iyileştirmede önemli rol oynadığına dair reddi imkânsız veriler elde edilmiştir. Bu tespitler, bize bağışıklık sisteminin beyindeki sinir sistemi ile bağlantılı olduğunu ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilediklerini göstermektedir. İnsandaki diğer biyolojik sistemlerle bağlantılı olan, onlarla çapraz konuşmalar yapabilen ve kontrol edilebilen bir ağ sistemi yapısında yaratıldığı anlaşılan bağışıklık sistemi ile beyin ve hormonal sistem arasındaki bağlantıyı araştırmak üzere interdisipliner bilim dalları olan psikonöro-immünoloji ve psikonöro-endokronoloji dalları kurulmuştur. Bu bilim dalları, zihin ve bedeni yöneten veya koordine eder gibi görünen sebepler olan bütün biyolojik sistemlerin, birbirinden ayrılamaz bir bütün oluşturduğunu ortaya çıkarmıştır. Biyolojik sistemler ve organlar, vücudumuzda birbirinden bağımsız olarak iş görmemektedirler. Bir başka ifadeyle; hücrelerdeki faaliyetler, sinir sistemi, endokrin sistem, immün sistem; sürekli birbirleriyle konuşan ve diyalog halinde olan alt birimlerdir. Bu birimleri birbirinden bağımsız olarak ele alıp çalışmak, organizmayı anlayamamak demektir. Birbirleriyle sürekli iletişim halinde olan bu sistemler, vücudun bütünlüğünü sağlarlar; vücudu zararlı tesirlerden ve düşmanlardan korurlar. Günümüzde bağışıklık konusunda uzman pek çok kişiyi şaşırtan nokta, düşüncelerimizin ve duygularımızın ortaya çıkışında rol alan nöro-kimyasalların, vücudumuzun bağışıklık sisteminin de çalışmasında rolü olan moleküller olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu açıdan beyindeki nöronlar tarafından salgılanan nöro-transmitterler, sadece beyinde iş görmez; vücuda yayılarak mesajlarını bağışıklık sistemi dahil, pek çok sisteme iletirler. Meseleye bu zaviyeden yaklaşıldığında, insanların duygularının bedene yansımada rol alan kimyevî moleküller, beden sağlığımıza da doğrudan tesir etmektedirler. İnsanlar; davranışlarını, düşünce ve hislerini değiştirdiklerinde, immün sistem dahil fizyolojik cevaplarını da değiştirirler. Bizler iman ve irade ile biyolojik yapımızı etkileyebiliriz ama onu bütünüyle değiştirip yeniden inşa edemeyiz. Bu açıdan insanlar, hissî cevaplarını, bütün bedenlerini kullanarak üretirler. Dolayısıyla insanın beden dili, onun duygularını belli ölçüde yansıtır. Duyguların penceresinden baktığımızda, beden ve zihin ayrımının olmadığını görürüz. Duygular, zihin ve beden arasındaki bütünlüğü ve münasebeti gösteren güzel birer örnektir. Günümüzde ileri görüşlü doktorlar, hastalıkları iyileştirmede, yardımcı teknik olarak zihin-beden tekniklerini (zihindeki olumsuz düşünceleri arındırma, olumlu düşünme, iyi ve güzel şeyleri hayal etme veya zihinde canlandırma, belâ ve musibetlerin arkasındaki güzellikleri ve hikmetleri görmeye çalışma, sağlıklı bir tevekkül ve kader anlayışının hasta kişiye anlatımı, hastalıklardaki hikmet ve faydaları anlatan sohbetler vb) kullanmaktadırlar. Zihin-beden bütünlüğüne dayalı tıp anlayışı olan bu yaklaşım, kişinin zihin ve düşünce dünyasını sakinleştirme, bedeni stresten uzaklaştırma, duyguların ifade edilmesini sağlama, negatif düşünceleri pozitif düşüncelerle ve bakış açılarıyla değiştirme, vücudun fonksiyonlarını kontrol edebilme, istekleri yönetebilme, iradeyi kontrol edebilme gibi teknikleri ve egzersizleri ihtiva etmektedir. Kronik ağrı ve hastalıkları olan pek çok kişi, bu yardımcı iyileştirici metotlardan oldukça fayda görmektedirler. Zihin-beden bütünlüğüne dayalı tıp anlayışının kullandığı metotlar içinde, kontrollü hayal kurma veya zihinde canlandırma, hipnoz, sinir dili programlaması (NLP), grup halinde sohbetle tedavi, davranış terapisi, algılamanın yeniden yapılandırılması, ferdî psikoterapi, stres yönetimi, aromaterapi, olumlu düşünce telkinleri, halka formunda gerçekleştirilen beden hareketleri, müzik ve sohbet meclisleri yer almaktadır. Bediüzzaman'ın Hastalar Risalesi; zihin-beden bütünlüğüne dayalı yardımcı iyileştirici teknikleri ihtiva eden, hem yan etkisi olmayan, hem de faydası kesin olan önemli bir eserdir. Hastalar, bu kitapçığı veya benzer kitapları okuduklarında veya diğer insanlarla hastalıkların nimet olan yönlerini keşfedici sohbetler yaptıklarında, immün sistemleri müspet yönde aktive edilmekte ve kullanılan ilâçların ve tedavi yöntemlerinin tesirleri artmakta, kısa sürede ciddi neticeler alınmaktadır. Zihin ve beden bütünlüğünün nasıl sağlandığı ve devam ettirildiği tam olarak bilinmemektedir. Bilinen şey şu ki, yukarıda sayılan teknikler, stresi azaltmakta, insanları gevşetmekte, onlara yapıcı, olumlu güzel düşünceler ve duygular yaşatmaya vesile olmaktadır. Bu teknikler, yardımcı yöntemler olarak AIDS, kanser, kalb hastalıkları, alerjiler, sırt-bel ağrıları ve başağrılarının tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Kişilik özelliklerimiz zihin-beden bütünlüğünün sağlanmasında, değişen şartlara uyum sağlamada ve stresle mücadelede son derece önemli rol oynamaktadır. Çünkü mizaç tipleri, zihin-beden sisteminin bütününde gözlenen motifleri içine almaktadır. Bazı kişilik özellikleri; bazı hastalıklara davetiye çıkarırken, bazı hastalıklara karşı da koruyucu tesiri göstermektedir. Sağlığı koruyucu ve devam ettirici kişilik ve karakter özellikleri ile, sağlığı bozucu kişilik ve karakter özellikleri, son yıllarda çok sık konuşulmaya başlanan önemli bir kavramdır. İnsan benliğini ve kişiliğini oluşturan temel özellikler, ağ yapısı içinde immün sistemin güçlülüğünü ve zayıflığını da belirleyici rol oynamaktadır.
Sağlıklı bir hayatı teşvik eden psikolojik faktörler nelerdir?
Son yıllarda umutlu bir hayat beklentisinin, kendini kontrol edebilme duygusunun ve öfke kontrol edebilmenin sağlığı devam ettirmede ciddi bir kişilik ve karakter hususiyeti olduğu vurgulandı. Diğer yandan ümitsizlik, çaresizlik, depresyon, öfkesini kontrol edememe, endişe, panik, moral bozukluğu gibi psikolojik hallerin sağlığı bozduğu bilinmektedir. İyileştirici zihnin iki yönünden biri; duygusallık, diğeri davranış boyutudur. Duyguların iyileştirici özelliği, bütün duyguları olumlu-olumsuz ifade edebildiğimizde ortaya çıkar. İnsan; yapıcı şekilde öfkesini, üzüntüsünü ve korkularını ifade etme imkânı elde ederse, ümitsizliğe, depresyona, öğrenilmiş çaresizliğe ve pasifliğe düşmekten korunmuş olur. Ayrıca bağışıklık sistemini de zayıflatacak menfî durumlardan korunulur. Sonuçta da, zihin ve ruh sağlığını sürdürme imkânı elde eder. Bu açıdan sadece müspet duyguları değil, menfî duyguları da kişinin kendi içinde saklamadan karşı tarafa güzel bir yolla ve kırıcı olmadan ifade edebilmesi sağlığı koruyucudur.
Müspet duygular (huzur, sürur, sevinç ve ümit gibi) sağlığı korumada doğrudan faydalıdır. Deri kanserine yakalanmış fertler içinde duygularını açıkca ifade edebilen tiplerin daha fazla kanserli hücreleri yok edici immün hücreye ve daha yavaş çoğalan bir tümöre sahip oldukları gözlenmiştir. Kısacası, duyguların ifade edilmesi sağlığımızı korumada önemli bir faktördür. İyileştirici zihnin davranış boyutu ise, olumlu tutum ve davranışlar sergilemede gösterilen iradî kararlılıktır. Kişinin duygularını ifade ettikten sonra gösterdiği tutum ve davranışlar da son derece önemlidir. Bundan dolayı menfî hisler yaşamamıza sebep olan çevrelerden uzak durmaya karşı tedbirler almalıyız. Bizi sinirlendiren, korkutan, kaygılandıran kişilerden ve mekânlardan uzak durmaya çalışmalıyız. Peygamber Efendimiz (sas)'in davranış ve sözleri bu zaviyeden incelendiğinde bu hususiyetler çok açık olarak görülmektedir.
Kişinin; duygularını işleme ve onlara uygun cevaplar üretmesini sağlayan şey ise, onun kişilik tipindeki özelliklerdir. Farklı kişiliklerin; belirli duyguları yaşama derecesi ve stresle başa çıkma stratejileri farklı farklıdır. Kişilik tipimizi karakterize eden özellikler kısmen doğuştan ve kısmen de 0-6 yaş arasındaki yetiştirilme tarzımızdan kaynaklanmaktadır. Kişi her ne kadar iradeye ve seçme hakkına sahip olsa da, doğuştan getirdiği ve çocukluk döneminde belli bir şekle sokulan mizaç tipinin reaksiyon aralığı içinde hayatını düzenlemek zorundadır. Meselâ; kişilik tipinde çekiniklik, tasdik arama ve ihtilaf çıkarmama özelliği var ise, kişi kendisine yapılan haksızlıklar karşısında çok mücadeleci bir tutum sergilemeyecektir. Ancak kişide atılganlık, kararlılık ve sebat özellikleri var ise, kişi kendi haklarını korkusuzca savunacak ve mücadeleden vazgeçmeyecektir. Kişi uysal ve teslimiyetçi bir kişilik özelliğine sahip ise, romantik münasebetleri koptuktan sonra, ümitsizliğe düşecektir. Eğer kişide iyimserlik var ise; daima hayata karşı ümitli tutum sergiliyorsa, üzülse de yaşama sevincini kaybetmeyecektir.
İnsanlar kişilik özelliklerini değiştirebilirler mi?
Elbette belli sınırlar içinde immün sistemi güçlendiren özelliklerini geliştirebilirler. Çünkü bu özellikler belli ölçüde değişime açıktır. Ne hissettiğimiz ve hislerimizi nasıl ifade ettiğimiz, bizim kişilik tipimizdeki nakışlarda saklıdır. Aynı şekilde stres altında kaldığımızda nasıl bir tutum ve davranış sergileyeceğimiz de kişiliğimizle kısmen belirlenmiştir. Yaratılışımızdaki ruhî-zihnî ve bedenî kıstaslar belli duyguları hissetmemize yatkınlık sağlarken, belli hisleri de bloke eder.
Ancak unutulmamalıdır ki, günümüzde zihin-beden bilimi oldukça gençtir. Moleküler seviyede zihin-beden bağlantılarını ortaya çıkaran araştırmalar oldukça azdır. Düşünce ve duygularımızın hücreleri, dokuları ve organları; hangi yolları sebepler zincirine takarak etkilediğinin anlaşılmasında daha öğrenilecek ve keşfedilecek çok şey vardır. En azından hangi hastalıklarda hangi yardımcı tekniklerin daha tesirli olduğunu tam olarak bilemiyoruz.
Dr. Selim AYDIN
Bir çoğumuz çevremizdeki insanlardan ve arkadaşlarımızdan biliriz ki, kimi insanlar daha kolay hasta olurlar veya hastalıkları çok çabuk atlatamazlar. Bazılarımız ise; aynı çevre şartlarında hasta olmaz veya hastalıktan çabuk kurtulur. Hastalık da, şifa da muhakkak ki ALLAH'tandır. Ancak irademizin hakkını vererek hasta olmamak ve hastalıktan kurtulmak üzere sebeplere müracaat eder, şifayı ALLAH'tan bekleriz.
Sağlık ve hastalık konusunda; mizaç ve karakter modelinin, vesveseli veya tevekkül sahibi olmanın, huzurlu ve stresli yaşamanın, telkine ve inanmaya yatkın bir kişilik tipinin çok büyük tesirleri olduğu anlaşılmıştır.
İmmün (bağışıklık) sistemini güçlendiren hususiyetler, sadece fiziko-kimyevî ilâçlardan değil, aynı zamanda kişilik, mizaç, karakter vasıflarımızdan, inançlarımızdan ve hayata bakış istikametimizden de gelmektedir.
İmmün sistemini güçlendiren ve zayıflatan özellikler, dinamik bir yapıda olduğundan, belli aralıklarda güçlendirilmeye veya zayıflatılmaya açıktırlar. İnsanın hayat tarzı, dünya görüşü ve inancı, doğuştan kendisine verilmiş immün sistem kapasitesini güçlendirebilir veya zayıflatabilir. İmmün sistemi güçlü kılan hususiyetler, neticede insanın sağlıklı kalmasına ve sağlığını sürdürmesine önemli ölçüde yardım eder. Araştırmacılar immün sistemini güçlendiren yedi temel kişilik özelliği belirlemişlerdir. Kişilik özelliklerimiz ve duygularımız, sağlık ve hastalık durumuna katkıda bulunan önemli vasıflardır. Bunun dışında genetik yapımız, beslenme tarzımız da ciddi seviyelerde katkıda bulunur. İmmün sistemini güçlendiren özellikler, öncelikle biyolojik bedene tesir eden fiziko-kimyevî moleküllerdir. İkinci plânda duygular, sonra düşünceler, hayatın mânâsının zenginliği, insanlararası münasebetler, ruhî-mânevî dünyanın derinliği ve hepsinin birlikte ortaya çıkardığı beden, duygular, zihin-ruh bütünlüğünün ağ yapısı gelir. İmmün sistemi güçlü kılan bu özelliklerin kendini hakkıyla göstermesi için her birinin şuurunda olunmalıdır.
Zihin-ruh-beden etkileşimli ağ yapısı
Aşırı yoğun veya yeterince dinlenmeden çalıştığımızda, ailemizde derin üzüntülü hâdiseler olduğunda, genellikle vücut direncimiz düşer ve hastalanırız. Bu gözlemler; bize, düşüncelerimizin, ruh ve duygularımızın sağlığımız üzerine güçlü tesirleri olduğunu gösterir.
Meselâ hayatımız sağlıklı; zihnen, bedenen ve ruhen iyi durumda isek, soğuk algınlığına nadiren yakalanırız. Öte yandan çözemediğimiz problemlerle karşılaştığımızda ve stresli bir hayat sürdüğümüzde, kolayca gribe yakalanırız. İşyerindeki patronumuzdan, ailemizden ve işimizden baskılar arttığında tansiyonumuz yükselir. Kendimizi bitkin, yorgun ve depresyonda hissettiğimizde hasta oluruz veya enfeksiyonlara yatkın hâle geliriz. Kapasitemizin üstünde iş veya performans beklentileri olduğunda başımız ağrımaya başlar. Ailemizden birini kaybettiğimizde veya yakınlarımızdan birisi ciddi bir hastalığa yakalandığında sorumluluklarımız artar; dünyayı sırtımızda taşıdığımızı hissederiz. Bu durum bizde bel, sırt ve boyun ağrılarını tetikler. Uzun süreli bir münasebetimiz veya dostluğumuz sona erdiğinde, gözyaşlarımızı tutamayız; direncimiz kırılır, solunum yolu enfeksiyonlarına maruz kalırız. Bu ve benzeri tecrübeler, zihin durumumuzun ve ruh haletimizin, fizikî ve genel sağlığımızı devam ettirmede kritik bir faktör olduğunu anlamamıza yardım eder. Bugün bu gerçekler, modern tıp tarafından tamamıyla kabul edilmese bile, önümüzdeki yıllarda tıp eğitiminin önemli bir parçası haline gelecektir. Ayrıca zihin-beden münasebetlerinden doğan hastalıklarda, psikolojik faktörlerin önemi giderek artmaktadır. Zihin durumunun, hastalıklara karşı bizi koruyucu ve hastalıkları iyileştirici immün sistemine tesir ettiği, bugün açık bir şekilde ortaya konmuştur. İmmün sistem, insan vücudunun emniyet sistemini oluşturur ve bu sistem hem genel yönetim merkezi, hem polis kuvveti, hem de ağır harp sanayii olarak iş görür. Bu mükemmel ordu kendinden olanı ve olmayanı ayırt edebilecek bir tanıma sistemi ile donatılmıştır. Biyolojik işlemlerin ince ayarının yapılabilmesi için Rabbimiz; bu sistemi vazifelendirerek, iç ve dış çevre arasındaki dengeyi korumuştur. Mikroplarla harpten sonra, kalan artıkların temizlenme işi de bu sisteme aittir.
Bağışıklık sistemi, kendi içinde bağımsız çalışan bir sistem midir?
Nasıl bir zamanlar Atlantik ile Pasifik okyanuslarının birbirinden bağımsız olduğu söyleniyordu. Ancak sıcak ve soğuk su akıntılarının bulunmasıyla, bu okyanusların birbiriyle bağlantılı olduğu ortaya çıkarıldı. Benzer şekilde son yıllarda zihin veya düşünce gücünün, hastalığa yakalanmada veya iyileştirmede önemli rol oynadığına dair reddi imkânsız veriler elde edilmiştir. Bu tespitler, bize bağışıklık sisteminin beyindeki sinir sistemi ile bağlantılı olduğunu ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilediklerini göstermektedir. İnsandaki diğer biyolojik sistemlerle bağlantılı olan, onlarla çapraz konuşmalar yapabilen ve kontrol edilebilen bir ağ sistemi yapısında yaratıldığı anlaşılan bağışıklık sistemi ile beyin ve hormonal sistem arasındaki bağlantıyı araştırmak üzere interdisipliner bilim dalları olan psikonöro-immünoloji ve psikonöro-endokronoloji dalları kurulmuştur. Bu bilim dalları, zihin ve bedeni yöneten veya koordine eder gibi görünen sebepler olan bütün biyolojik sistemlerin, birbirinden ayrılamaz bir bütün oluşturduğunu ortaya çıkarmıştır. Biyolojik sistemler ve organlar, vücudumuzda birbirinden bağımsız olarak iş görmemektedirler. Bir başka ifadeyle; hücrelerdeki faaliyetler, sinir sistemi, endokrin sistem, immün sistem; sürekli birbirleriyle konuşan ve diyalog halinde olan alt birimlerdir. Bu birimleri birbirinden bağımsız olarak ele alıp çalışmak, organizmayı anlayamamak demektir. Birbirleriyle sürekli iletişim halinde olan bu sistemler, vücudun bütünlüğünü sağlarlar; vücudu zararlı tesirlerden ve düşmanlardan korurlar. Günümüzde bağışıklık konusunda uzman pek çok kişiyi şaşırtan nokta, düşüncelerimizin ve duygularımızın ortaya çıkışında rol alan nöro-kimyasalların, vücudumuzun bağışıklık sisteminin de çalışmasında rolü olan moleküller olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu açıdan beyindeki nöronlar tarafından salgılanan nöro-transmitterler, sadece beyinde iş görmez; vücuda yayılarak mesajlarını bağışıklık sistemi dahil, pek çok sisteme iletirler. Meseleye bu zaviyeden yaklaşıldığında, insanların duygularının bedene yansımada rol alan kimyevî moleküller, beden sağlığımıza da doğrudan tesir etmektedirler. İnsanlar; davranışlarını, düşünce ve hislerini değiştirdiklerinde, immün sistem dahil fizyolojik cevaplarını da değiştirirler. Bizler iman ve irade ile biyolojik yapımızı etkileyebiliriz ama onu bütünüyle değiştirip yeniden inşa edemeyiz. Bu açıdan insanlar, hissî cevaplarını, bütün bedenlerini kullanarak üretirler. Dolayısıyla insanın beden dili, onun duygularını belli ölçüde yansıtır. Duyguların penceresinden baktığımızda, beden ve zihin ayrımının olmadığını görürüz. Duygular, zihin ve beden arasındaki bütünlüğü ve münasebeti gösteren güzel birer örnektir. Günümüzde ileri görüşlü doktorlar, hastalıkları iyileştirmede, yardımcı teknik olarak zihin-beden tekniklerini (zihindeki olumsuz düşünceleri arındırma, olumlu düşünme, iyi ve güzel şeyleri hayal etme veya zihinde canlandırma, belâ ve musibetlerin arkasındaki güzellikleri ve hikmetleri görmeye çalışma, sağlıklı bir tevekkül ve kader anlayışının hasta kişiye anlatımı, hastalıklardaki hikmet ve faydaları anlatan sohbetler vb) kullanmaktadırlar. Zihin-beden bütünlüğüne dayalı tıp anlayışı olan bu yaklaşım, kişinin zihin ve düşünce dünyasını sakinleştirme, bedeni stresten uzaklaştırma, duyguların ifade edilmesini sağlama, negatif düşünceleri pozitif düşüncelerle ve bakış açılarıyla değiştirme, vücudun fonksiyonlarını kontrol edebilme, istekleri yönetebilme, iradeyi kontrol edebilme gibi teknikleri ve egzersizleri ihtiva etmektedir. Kronik ağrı ve hastalıkları olan pek çok kişi, bu yardımcı iyileştirici metotlardan oldukça fayda görmektedirler. Zihin-beden bütünlüğüne dayalı tıp anlayışının kullandığı metotlar içinde, kontrollü hayal kurma veya zihinde canlandırma, hipnoz, sinir dili programlaması (NLP), grup halinde sohbetle tedavi, davranış terapisi, algılamanın yeniden yapılandırılması, ferdî psikoterapi, stres yönetimi, aromaterapi, olumlu düşünce telkinleri, halka formunda gerçekleştirilen beden hareketleri, müzik ve sohbet meclisleri yer almaktadır. Bediüzzaman'ın Hastalar Risalesi; zihin-beden bütünlüğüne dayalı yardımcı iyileştirici teknikleri ihtiva eden, hem yan etkisi olmayan, hem de faydası kesin olan önemli bir eserdir. Hastalar, bu kitapçığı veya benzer kitapları okuduklarında veya diğer insanlarla hastalıkların nimet olan yönlerini keşfedici sohbetler yaptıklarında, immün sistemleri müspet yönde aktive edilmekte ve kullanılan ilâçların ve tedavi yöntemlerinin tesirleri artmakta, kısa sürede ciddi neticeler alınmaktadır. Zihin ve beden bütünlüğünün nasıl sağlandığı ve devam ettirildiği tam olarak bilinmemektedir. Bilinen şey şu ki, yukarıda sayılan teknikler, stresi azaltmakta, insanları gevşetmekte, onlara yapıcı, olumlu güzel düşünceler ve duygular yaşatmaya vesile olmaktadır. Bu teknikler, yardımcı yöntemler olarak AIDS, kanser, kalb hastalıkları, alerjiler, sırt-bel ağrıları ve başağrılarının tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Kişilik özelliklerimiz zihin-beden bütünlüğünün sağlanmasında, değişen şartlara uyum sağlamada ve stresle mücadelede son derece önemli rol oynamaktadır. Çünkü mizaç tipleri, zihin-beden sisteminin bütününde gözlenen motifleri içine almaktadır. Bazı kişilik özellikleri; bazı hastalıklara davetiye çıkarırken, bazı hastalıklara karşı da koruyucu tesiri göstermektedir. Sağlığı koruyucu ve devam ettirici kişilik ve karakter özellikleri ile, sağlığı bozucu kişilik ve karakter özellikleri, son yıllarda çok sık konuşulmaya başlanan önemli bir kavramdır. İnsan benliğini ve kişiliğini oluşturan temel özellikler, ağ yapısı içinde immün sistemin güçlülüğünü ve zayıflığını da belirleyici rol oynamaktadır.
Sağlıklı bir hayatı teşvik eden psikolojik faktörler nelerdir?
Son yıllarda umutlu bir hayat beklentisinin, kendini kontrol edebilme duygusunun ve öfke kontrol edebilmenin sağlığı devam ettirmede ciddi bir kişilik ve karakter hususiyeti olduğu vurgulandı. Diğer yandan ümitsizlik, çaresizlik, depresyon, öfkesini kontrol edememe, endişe, panik, moral bozukluğu gibi psikolojik hallerin sağlığı bozduğu bilinmektedir. İyileştirici zihnin iki yönünden biri; duygusallık, diğeri davranış boyutudur. Duyguların iyileştirici özelliği, bütün duyguları olumlu-olumsuz ifade edebildiğimizde ortaya çıkar. İnsan; yapıcı şekilde öfkesini, üzüntüsünü ve korkularını ifade etme imkânı elde ederse, ümitsizliğe, depresyona, öğrenilmiş çaresizliğe ve pasifliğe düşmekten korunmuş olur. Ayrıca bağışıklık sistemini de zayıflatacak menfî durumlardan korunulur. Sonuçta da, zihin ve ruh sağlığını sürdürme imkânı elde eder. Bu açıdan sadece müspet duyguları değil, menfî duyguları da kişinin kendi içinde saklamadan karşı tarafa güzel bir yolla ve kırıcı olmadan ifade edebilmesi sağlığı koruyucudur.
Müspet duygular (huzur, sürur, sevinç ve ümit gibi) sağlığı korumada doğrudan faydalıdır. Deri kanserine yakalanmış fertler içinde duygularını açıkca ifade edebilen tiplerin daha fazla kanserli hücreleri yok edici immün hücreye ve daha yavaş çoğalan bir tümöre sahip oldukları gözlenmiştir. Kısacası, duyguların ifade edilmesi sağlığımızı korumada önemli bir faktördür. İyileştirici zihnin davranış boyutu ise, olumlu tutum ve davranışlar sergilemede gösterilen iradî kararlılıktır. Kişinin duygularını ifade ettikten sonra gösterdiği tutum ve davranışlar da son derece önemlidir. Bundan dolayı menfî hisler yaşamamıza sebep olan çevrelerden uzak durmaya karşı tedbirler almalıyız. Bizi sinirlendiren, korkutan, kaygılandıran kişilerden ve mekânlardan uzak durmaya çalışmalıyız. Peygamber Efendimiz (sas)'in davranış ve sözleri bu zaviyeden incelendiğinde bu hususiyetler çok açık olarak görülmektedir.
Kişinin; duygularını işleme ve onlara uygun cevaplar üretmesini sağlayan şey ise, onun kişilik tipindeki özelliklerdir. Farklı kişiliklerin; belirli duyguları yaşama derecesi ve stresle başa çıkma stratejileri farklı farklıdır. Kişilik tipimizi karakterize eden özellikler kısmen doğuştan ve kısmen de 0-6 yaş arasındaki yetiştirilme tarzımızdan kaynaklanmaktadır. Kişi her ne kadar iradeye ve seçme hakkına sahip olsa da, doğuştan getirdiği ve çocukluk döneminde belli bir şekle sokulan mizaç tipinin reaksiyon aralığı içinde hayatını düzenlemek zorundadır. Meselâ; kişilik tipinde çekiniklik, tasdik arama ve ihtilaf çıkarmama özelliği var ise, kişi kendisine yapılan haksızlıklar karşısında çok mücadeleci bir tutum sergilemeyecektir. Ancak kişide atılganlık, kararlılık ve sebat özellikleri var ise, kişi kendi haklarını korkusuzca savunacak ve mücadeleden vazgeçmeyecektir. Kişi uysal ve teslimiyetçi bir kişilik özelliğine sahip ise, romantik münasebetleri koptuktan sonra, ümitsizliğe düşecektir. Eğer kişide iyimserlik var ise; daima hayata karşı ümitli tutum sergiliyorsa, üzülse de yaşama sevincini kaybetmeyecektir.
İnsanlar kişilik özelliklerini değiştirebilirler mi?
Elbette belli sınırlar içinde immün sistemi güçlendiren özelliklerini geliştirebilirler. Çünkü bu özellikler belli ölçüde değişime açıktır. Ne hissettiğimiz ve hislerimizi nasıl ifade ettiğimiz, bizim kişilik tipimizdeki nakışlarda saklıdır. Aynı şekilde stres altında kaldığımızda nasıl bir tutum ve davranış sergileyeceğimiz de kişiliğimizle kısmen belirlenmiştir. Yaratılışımızdaki ruhî-zihnî ve bedenî kıstaslar belli duyguları hissetmemize yatkınlık sağlarken, belli hisleri de bloke eder.
Ancak unutulmamalıdır ki, günümüzde zihin-beden bilimi oldukça gençtir. Moleküler seviyede zihin-beden bağlantılarını ortaya çıkaran araştırmalar oldukça azdır. Düşünce ve duygularımızın hücreleri, dokuları ve organları; hangi yolları sebepler zincirine takarak etkilediğinin anlaşılmasında daha öğrenilecek ve keşfedilecek çok şey vardır. En azından hangi hastalıklarda hangi yardımcı tekniklerin daha tesirli olduğunu tam olarak bilemiyoruz.
Dr. Selim AYDIN