ŞEHADETİNİN 48. YILINDA Malcolm X Malik el-Shabaz
(19 Mayıs 1925 - 21 Şubat 1965) Dr Sami GÖREN (Hukukçu)
En güzel öğüt örnek olmaktır. MALCOM X Malcolm X (Malcolm Little ve daha sonrasında El Hac Malik el-Şahbaz) (Omaha, 19 Mayıs 1925 – New York, 21 Şubat 1965), ABDli siyaset adamı, mücahid ve siyah hakları savunucusudur. “İblis”ten “El Hac MAlik El-ŞahbAz”a, serserilikten Amerikalı Siyah Müslümanların Liderliğine... Ve çok daha ötelere: Şehadete! Bataklıklardan şahikalara yükselen bir hayat... MALCOLM, 19 Mayıs 1925’te Omaha’da dünyaya geldi. Babası bir Baptist Hıristiyan vaizdi. Malcolm “korkak bir zenci değildi babam, o bir doksan boyunda, iriyarı ve kapkara bir adamdı...” der. Babası da, Marcus Garvey gibi Amerikalı siyahların hiçbir zaman gerçek özgürlüğe, bağımsızlığa ve itibara kavuşmayacağına inanmaktaydı. Bu yüzden de Amerika’yı bırakıp, kendi vatanlarına, Afrika’ya dönmeliydi siyahlar. Babası vaazlarında bunu hep belirtiyordu, beyazlar bundan rahatsız olmalıydılar. ki; Malcolm’un doğumuna yakın bir zamanda, babası yokken bir gece evin yanına bir gurup insan gelmiş ve annesine kocasının nerede olduğunu sormuşlar. Annesi de:kocasının evde olmadığını, üç çocuğuyla evde yalnız olduğunu söyleyince, adamlar evin bütün camlarını tuz buz ettikten sonra, Rahip Earl Little’nin, Marcus Garvey’in görüşlerini vaazlarında işleyen, ve gerisin geri Afrika’ya dönüş projesi olan, Omaha’nın zencileri arasında hızla yayılan ve başlarına dert olan vaazlarına daha fazla tahammül edemeyeceklerini hatırlatıp ortadan kaybolmuşlar. Malcolm orada dünyaya geldikten sonra Babası evi Milwauke’ye taşıdı. Burada fazla durmadan Lansing’e taşınıp bir ev aldılar. Babası adeti olduğu üzere orada da Baptist kiliselerini dolaşıp, Hıristiyanlığın esaslarını anlatmaktaydı.. 1929 yılında Malcolm 4 yaşındayken hayatının ilk canlı hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir gece yarısı kendimizi tabanca seslerinin, çığlıkların, duman ve alevlerin ortasında bulduk kendimizi. Korkumuzdan neye uğradığımızı şaşırmıştık. Babam evimizi kundakladıktan sonra kaçmaya çalışan beyazların arkasından ateş açmaya çalışıyordu...Alevler içinde yanan ev üstümüze çökecekti,Annem kucağında yeni doğmuş bebeğiyle kendisini henüz dışarı atmıştı ki;ev etrafa kıvılcımlar saçarak,büyük bir gürültüyle çöktü. Gecenin yarısında don-gömlek dışarıda kalışımızı, feryatlar içinde dövünmemizi hiç unutamıyorum. Olay yerine gelen Polis ve İtfaiyeciler de etrafımıza dizilip evimizin sonuna kadar yanıp kül olmasını bizimle birlikte seyrettiler.” Hayat uçurumda başlar, bütün insanlar için; ancak bu uçurumun boyutları Malcolm için herkesinkinden daha engin ve daha engebeliydi zannedersem.. Bu olaydan sonra doğu Lansing’de kenar mahallelerden birine taşındılar, burada da rahat olamadılar.Bir gece babası ve annesi tartıştıktan sonra, babası evi terk edip gitti, Annesi arkasından seslenmiş ancak babası onu dinlememişti. Babası o gece bir suikasta uğramış, adamlar ölünceye kadar dövdükten sonra, gelip geçen arabalar ezsin diye yolun ortasına atmışlar, polisler gece yarısı evden gelip annesini almışlar ve babasının vücudunu yarısı ezik, bazı kemikleri kırılmış, ölü vaziyette bulmuşlardı. Artık sekiz kardeşle ortada kalmışlardı. Babasının hayat sigortasından kalan parayı aldılar ki, bu beş yüz dolar civarındaydı ve cenaze masraflarıyla bu da tükenmişti. Böylece Ailede maddi çöküntüyle birlikte psikolojik çöküntü de meydana geliyordu.
Malcolm’un Annesi batı Indiana’da dünyaya geldiğinden renk olarak beyaz kadınlarla hiç farkı yoktu. Kasabaya gidip ne iş bulursa yapıyordu, bir gün kardeşlerinden biri Annesine bir şey söylemek için çalıştığı eve gitmiş, işveren çocuğun siyah olduğunu görünce annesini işten kovmuştu. Sekiz çocuğun hayatını devam ettirmekle yükümlü bir annenin duygularını hissetmek için, bu duyguyu yaşamak lazım.. Kardeşlerinin en büyüğü geçimlerine yardım için çalışıyordu, annesi de temizlik v.s... gibi işlerde çalışıyordu. Hayat şartları hiç de kolay değildi, bazen beş kuruşlarını olmadığı zamanlar olurdu hiç bir şey alamazlardı, annesi bir tencere dolusu hindiba ağacı yaprağı kaynatırdı onu yerlerdi, Malcolm’un dediğine göre, bunu duyan arkadaşları: “pişmiş ot yiyorlar” diye onları kızdırırlardı. Bazen de çocuklardan birkaçı Lansing’e bir fırına gidip, beş sente bir çuval dolusu bayat ekmek ve çörekleri aldıktan sonra çuvalı omuzlayıp, iki mil yol teptikten sonra evlerine dönerlerdi. Malcolm bu günlerini şöyle anlatıyor: “Annemiz bu bayat ekmeklerle çok değişik şeyler yapabiliyordu. Domatesle ekmek karıştırılıp kaynatılınca bize yemek oluyordu örneğin.Yumurtamız varsa pide balığı gibi şeyler yapardı bize annem. Ekmek tatlısı yapardı sonra, içine kuru üzüm de koyardı bazen. Ekmeği etinden kat kat fazla olsa da hamburger yediğimiz bile olurdu.Zaten çoğu ekmekten yapılmış olan bu yemekleri bir solukta silip süpürürdük” Yardım kurumundan çeşitli paketler de gelirdi, bunların üzerinde parayla satılmaz ibaresi vardı. Malcolm ve kardeşleri bunu marka zannedecek değildi elbet, bunu yardım alanlar aldığını satmasın diye yazıyorlardı. Bir ara annesi siyah bir adamla evlenmeye kalkışmış; ancak adam bundan vazgeçmişti. nedeni kendisini evde bekleyen sekiz boğazın yükümlülüğünü üstlenmekten korkmuş olmasıydı şüphesiz.! Annesi bu olaydan sonra daha da çöküntüye uğramış, artık kendi kendine konuşmaya bile başlamıştı. Bu arada Malcolm artık 10 yaşındaydı. Kardeşleriyle babasında kalma 22’lik kalibrelik tüfekle tavşan avlayıp yoldan gelip geçenlere satıyorlardı, Bazıları bunu sırf yardım olsun diye alıyordu. Malcolm okuldan sonra doğru eve gideceğine, iki mil yürüdükten sonra Lansing’e gidiyordu dolaşmadık dükkan bırakmıyordu ve aşırdığı şeylerle kendisine güzel bir ziyafet(!) çekiyordu. Kendi deyimleriyle buna “Tilkilik” diyorlardı. Bunun yanında, geceleri bostanlıklara girip bir sepet çilek toplayıp satıyordu. Sıkı çalışırsa günde bir dolar kazanabiliyordu. O günlerinden şöyle bahsediyordu Malcolm “Hızla büyüyüp gelişiyordum; ama bu gelişme kafaca değildi, bedenceydi daha çok. Ben böyle evden uzak kala kala, konu komşunun eşiğini aşındıra aşındıra, dükkanlardan ufak tefek şeyler yürüte yürüte, büyüdükçe, isteklerimi elde etmekte daha da bir saldırgan, daha da bir sabırsız oluyordum giderek.” Aile Refah kurumu Malcolm’un ailesine her geldiğinde annesinin çocuklarına bakamayacağını iyice anladılar ve aileyi dağıtma kararı aldılar. Çocuklar ya çocuk esirgeme kurumuna ya da evlatlık isteyen aile varsa oralara gideceklerdi. Malcolm’u durumu iyi bir aile aldı. Malcolm bu aileyi seviyordu ve bu ailenin oğluyla kardeş gibiydiler. Burada çok iyiydi, fırsatını bulduğunda annesi ve kardeşlerinin ziyaretine gidiyordu. Çok geçmeden devlet, kardeşlerinin hepsini evlatlık olarak dağıtmaya karar verdi. Annesi artık iyice çökmüştü, sonunda bütün kardeşlerini bir yere verdiler. Annesini de Kalamazoo ‘daki akıl hastanesine yatırdılar. Malcolm evlatlık olarak verildiği evde çok iyiydi, bu sırada okulu terk etmeyi kafasına koymuştu. Kendine göre bir iş bulup çalışacaktı; en azından elinde parası olacaktı. Bir gün okulda sınıfa girerken bilinçli olarak şapkasını çıkartmadı. Öğretmeni de ceza olarak sınıfın içinde kendisi dur deyinceye kadar dolaşma cezası verdi. Malcolm da öğretmeni tahtada bir şeyler yazarken, öğretmenin sandalyesine gizlice bir raptiye koydu, öğretmenin sandalyeye oturması ve çığlıklarıyla Malcolm dışarıya fırladı. Bu olayla birlikte Malcolm okuldan atıldı. Ancak olaylar Malcolm’un tasarladığı gibi olmadı. Mahkeme artık bir ıslah evinde kalmasına karar verdi, ıslah evinden önce bir gözetim evinde kalması gerekiyordu.
Malcolm Lansing’den on iki mil uzaktaki Mason’a gitti. Burada orta okul ikinci sınıftan okuluna devam etmeye başladı. Islah evi Malcolm’a çalışması için bir iş bulmuştu; bir lokantada bulaşıkçılık yapacaktı. Bu onun için fevkalade bir şeydi. Kendi parası olacaktı, bir şey ısmarladıklarında o da arkadaşlarına artık bir şeyler ısmarlayabilecekti. Artık yavaş yavaş hayattan zevk almaya başlamıştı. En azından kendi kendine bir şeyler yapabiliyor, aldığı haftalığıyla kendine bir iki çift ayakkabı almış ve bir de yeşil elbise diktirmişti.
Okulda ise çok başarılıydı, sınıftaki çalışkan öğrencilerdendi. İngilizce öğretmenini çok seviyordu; bu öğretmen hayatta başarılı olmanın yollarını ve kendi tecrübelerinden bahsederdi, bu Malcolm’un çok hoşuna giderdi. Malcolm sömestrinden sonra sınıf başkanı seçildi, bu onu çok mutlu etmişti. Sınıf arkadaşları onu çok seviyor, problem olursa Malcolm’la konuşuyorlardı. Malcolm sınıfta tek siyah öğrenciydi. Bir gün baş başa kaldığında çok sevdiği İngilizce öğretmeni sormuştu: “Artık büyüyorsun, ne olmak istersin?” demişti. Malcolm bunu daha önce hiç düşünmemişti. Birden “Avukat olmak istiyorum” deyince İngilizce öğretmeni iyice şaşırmıştı. Malcolm’a: “Biraz gerçekçi olmalısın, sen bir zencisin. Bunun için doğru düşünmen lazım. Niçin bir marangoz olmayı düşünmüyorsun? demişti.
Malcolm kaldığı ıslah evinde de çok seviliyordu; çünkü burada yerleri temizler, ortalıkta yapılması gereken işlerde görevlilere yardımcı olurdu. Sekizinci sınıftayken ıslah evi memurlarının aldığı karar gereği ıslah evinden ayrılması gerekiyordu. Yine bir ailenin yanında kalacaktı. Sene sonu geldiğinde Boston’daki ablası onu yanına davet etti. Malcolm için Boston hayatında değişikliklerin başlangıcıydı.
(19 Mayıs 1925 - 21 Şubat 1965) Dr Sami GÖREN (Hukukçu)
En güzel öğüt örnek olmaktır. MALCOM X Malcolm X (Malcolm Little ve daha sonrasında El Hac Malik el-Şahbaz) (Omaha, 19 Mayıs 1925 – New York, 21 Şubat 1965), ABDli siyaset adamı, mücahid ve siyah hakları savunucusudur. “İblis”ten “El Hac MAlik El-ŞahbAz”a, serserilikten Amerikalı Siyah Müslümanların Liderliğine... Ve çok daha ötelere: Şehadete! Bataklıklardan şahikalara yükselen bir hayat... MALCOLM, 19 Mayıs 1925’te Omaha’da dünyaya geldi. Babası bir Baptist Hıristiyan vaizdi. Malcolm “korkak bir zenci değildi babam, o bir doksan boyunda, iriyarı ve kapkara bir adamdı...” der. Babası da, Marcus Garvey gibi Amerikalı siyahların hiçbir zaman gerçek özgürlüğe, bağımsızlığa ve itibara kavuşmayacağına inanmaktaydı. Bu yüzden de Amerika’yı bırakıp, kendi vatanlarına, Afrika’ya dönmeliydi siyahlar. Babası vaazlarında bunu hep belirtiyordu, beyazlar bundan rahatsız olmalıydılar. ki; Malcolm’un doğumuna yakın bir zamanda, babası yokken bir gece evin yanına bir gurup insan gelmiş ve annesine kocasının nerede olduğunu sormuşlar. Annesi de:kocasının evde olmadığını, üç çocuğuyla evde yalnız olduğunu söyleyince, adamlar evin bütün camlarını tuz buz ettikten sonra, Rahip Earl Little’nin, Marcus Garvey’in görüşlerini vaazlarında işleyen, ve gerisin geri Afrika’ya dönüş projesi olan, Omaha’nın zencileri arasında hızla yayılan ve başlarına dert olan vaazlarına daha fazla tahammül edemeyeceklerini hatırlatıp ortadan kaybolmuşlar. Malcolm orada dünyaya geldikten sonra Babası evi Milwauke’ye taşıdı. Burada fazla durmadan Lansing’e taşınıp bir ev aldılar. Babası adeti olduğu üzere orada da Baptist kiliselerini dolaşıp, Hıristiyanlığın esaslarını anlatmaktaydı.. 1929 yılında Malcolm 4 yaşındayken hayatının ilk canlı hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir gece yarısı kendimizi tabanca seslerinin, çığlıkların, duman ve alevlerin ortasında bulduk kendimizi. Korkumuzdan neye uğradığımızı şaşırmıştık. Babam evimizi kundakladıktan sonra kaçmaya çalışan beyazların arkasından ateş açmaya çalışıyordu...Alevler içinde yanan ev üstümüze çökecekti,Annem kucağında yeni doğmuş bebeğiyle kendisini henüz dışarı atmıştı ki;ev etrafa kıvılcımlar saçarak,büyük bir gürültüyle çöktü. Gecenin yarısında don-gömlek dışarıda kalışımızı, feryatlar içinde dövünmemizi hiç unutamıyorum. Olay yerine gelen Polis ve İtfaiyeciler de etrafımıza dizilip evimizin sonuna kadar yanıp kül olmasını bizimle birlikte seyrettiler.” Hayat uçurumda başlar, bütün insanlar için; ancak bu uçurumun boyutları Malcolm için herkesinkinden daha engin ve daha engebeliydi zannedersem.. Bu olaydan sonra doğu Lansing’de kenar mahallelerden birine taşındılar, burada da rahat olamadılar.Bir gece babası ve annesi tartıştıktan sonra, babası evi terk edip gitti, Annesi arkasından seslenmiş ancak babası onu dinlememişti. Babası o gece bir suikasta uğramış, adamlar ölünceye kadar dövdükten sonra, gelip geçen arabalar ezsin diye yolun ortasına atmışlar, polisler gece yarısı evden gelip annesini almışlar ve babasının vücudunu yarısı ezik, bazı kemikleri kırılmış, ölü vaziyette bulmuşlardı. Artık sekiz kardeşle ortada kalmışlardı. Babasının hayat sigortasından kalan parayı aldılar ki, bu beş yüz dolar civarındaydı ve cenaze masraflarıyla bu da tükenmişti. Böylece Ailede maddi çöküntüyle birlikte psikolojik çöküntü de meydana geliyordu.
Malcolm’un Annesi batı Indiana’da dünyaya geldiğinden renk olarak beyaz kadınlarla hiç farkı yoktu. Kasabaya gidip ne iş bulursa yapıyordu, bir gün kardeşlerinden biri Annesine bir şey söylemek için çalıştığı eve gitmiş, işveren çocuğun siyah olduğunu görünce annesini işten kovmuştu. Sekiz çocuğun hayatını devam ettirmekle yükümlü bir annenin duygularını hissetmek için, bu duyguyu yaşamak lazım.. Kardeşlerinin en büyüğü geçimlerine yardım için çalışıyordu, annesi de temizlik v.s... gibi işlerde çalışıyordu. Hayat şartları hiç de kolay değildi, bazen beş kuruşlarını olmadığı zamanlar olurdu hiç bir şey alamazlardı, annesi bir tencere dolusu hindiba ağacı yaprağı kaynatırdı onu yerlerdi, Malcolm’un dediğine göre, bunu duyan arkadaşları: “pişmiş ot yiyorlar” diye onları kızdırırlardı. Bazen de çocuklardan birkaçı Lansing’e bir fırına gidip, beş sente bir çuval dolusu bayat ekmek ve çörekleri aldıktan sonra çuvalı omuzlayıp, iki mil yol teptikten sonra evlerine dönerlerdi. Malcolm bu günlerini şöyle anlatıyor: “Annemiz bu bayat ekmeklerle çok değişik şeyler yapabiliyordu. Domatesle ekmek karıştırılıp kaynatılınca bize yemek oluyordu örneğin.Yumurtamız varsa pide balığı gibi şeyler yapardı bize annem. Ekmek tatlısı yapardı sonra, içine kuru üzüm de koyardı bazen. Ekmeği etinden kat kat fazla olsa da hamburger yediğimiz bile olurdu.Zaten çoğu ekmekten yapılmış olan bu yemekleri bir solukta silip süpürürdük” Yardım kurumundan çeşitli paketler de gelirdi, bunların üzerinde parayla satılmaz ibaresi vardı. Malcolm ve kardeşleri bunu marka zannedecek değildi elbet, bunu yardım alanlar aldığını satmasın diye yazıyorlardı. Bir ara annesi siyah bir adamla evlenmeye kalkışmış; ancak adam bundan vazgeçmişti. nedeni kendisini evde bekleyen sekiz boğazın yükümlülüğünü üstlenmekten korkmuş olmasıydı şüphesiz.! Annesi bu olaydan sonra daha da çöküntüye uğramış, artık kendi kendine konuşmaya bile başlamıştı. Bu arada Malcolm artık 10 yaşındaydı. Kardeşleriyle babasında kalma 22’lik kalibrelik tüfekle tavşan avlayıp yoldan gelip geçenlere satıyorlardı, Bazıları bunu sırf yardım olsun diye alıyordu. Malcolm okuldan sonra doğru eve gideceğine, iki mil yürüdükten sonra Lansing’e gidiyordu dolaşmadık dükkan bırakmıyordu ve aşırdığı şeylerle kendisine güzel bir ziyafet(!) çekiyordu. Kendi deyimleriyle buna “Tilkilik” diyorlardı. Bunun yanında, geceleri bostanlıklara girip bir sepet çilek toplayıp satıyordu. Sıkı çalışırsa günde bir dolar kazanabiliyordu. O günlerinden şöyle bahsediyordu Malcolm “Hızla büyüyüp gelişiyordum; ama bu gelişme kafaca değildi, bedenceydi daha çok. Ben böyle evden uzak kala kala, konu komşunun eşiğini aşındıra aşındıra, dükkanlardan ufak tefek şeyler yürüte yürüte, büyüdükçe, isteklerimi elde etmekte daha da bir saldırgan, daha da bir sabırsız oluyordum giderek.” Aile Refah kurumu Malcolm’un ailesine her geldiğinde annesinin çocuklarına bakamayacağını iyice anladılar ve aileyi dağıtma kararı aldılar. Çocuklar ya çocuk esirgeme kurumuna ya da evlatlık isteyen aile varsa oralara gideceklerdi. Malcolm’u durumu iyi bir aile aldı. Malcolm bu aileyi seviyordu ve bu ailenin oğluyla kardeş gibiydiler. Burada çok iyiydi, fırsatını bulduğunda annesi ve kardeşlerinin ziyaretine gidiyordu. Çok geçmeden devlet, kardeşlerinin hepsini evlatlık olarak dağıtmaya karar verdi. Annesi artık iyice çökmüştü, sonunda bütün kardeşlerini bir yere verdiler. Annesini de Kalamazoo ‘daki akıl hastanesine yatırdılar. Malcolm evlatlık olarak verildiği evde çok iyiydi, bu sırada okulu terk etmeyi kafasına koymuştu. Kendine göre bir iş bulup çalışacaktı; en azından elinde parası olacaktı. Bir gün okulda sınıfa girerken bilinçli olarak şapkasını çıkartmadı. Öğretmeni de ceza olarak sınıfın içinde kendisi dur deyinceye kadar dolaşma cezası verdi. Malcolm da öğretmeni tahtada bir şeyler yazarken, öğretmenin sandalyesine gizlice bir raptiye koydu, öğretmenin sandalyeye oturması ve çığlıklarıyla Malcolm dışarıya fırladı. Bu olayla birlikte Malcolm okuldan atıldı. Ancak olaylar Malcolm’un tasarladığı gibi olmadı. Mahkeme artık bir ıslah evinde kalmasına karar verdi, ıslah evinden önce bir gözetim evinde kalması gerekiyordu.
Malcolm Lansing’den on iki mil uzaktaki Mason’a gitti. Burada orta okul ikinci sınıftan okuluna devam etmeye başladı. Islah evi Malcolm’a çalışması için bir iş bulmuştu; bir lokantada bulaşıkçılık yapacaktı. Bu onun için fevkalade bir şeydi. Kendi parası olacaktı, bir şey ısmarladıklarında o da arkadaşlarına artık bir şeyler ısmarlayabilecekti. Artık yavaş yavaş hayattan zevk almaya başlamıştı. En azından kendi kendine bir şeyler yapabiliyor, aldığı haftalığıyla kendine bir iki çift ayakkabı almış ve bir de yeşil elbise diktirmişti.
Okulda ise çok başarılıydı, sınıftaki çalışkan öğrencilerdendi. İngilizce öğretmenini çok seviyordu; bu öğretmen hayatta başarılı olmanın yollarını ve kendi tecrübelerinden bahsederdi, bu Malcolm’un çok hoşuna giderdi. Malcolm sömestrinden sonra sınıf başkanı seçildi, bu onu çok mutlu etmişti. Sınıf arkadaşları onu çok seviyor, problem olursa Malcolm’la konuşuyorlardı. Malcolm sınıfta tek siyah öğrenciydi. Bir gün baş başa kaldığında çok sevdiği İngilizce öğretmeni sormuştu: “Artık büyüyorsun, ne olmak istersin?” demişti. Malcolm bunu daha önce hiç düşünmemişti. Birden “Avukat olmak istiyorum” deyince İngilizce öğretmeni iyice şaşırmıştı. Malcolm’a: “Biraz gerçekçi olmalısın, sen bir zencisin. Bunun için doğru düşünmen lazım. Niçin bir marangoz olmayı düşünmüyorsun? demişti.
Malcolm kaldığı ıslah evinde de çok seviliyordu; çünkü burada yerleri temizler, ortalıkta yapılması gereken işlerde görevlilere yardımcı olurdu. Sekizinci sınıftayken ıslah evi memurlarının aldığı karar gereği ıslah evinden ayrılması gerekiyordu. Yine bir ailenin yanında kalacaktı. Sene sonu geldiğinde Boston’daki ablası onu yanına davet etti. Malcolm için Boston hayatında değişikliklerin başlangıcıydı.