Hz. Muhammed (sav ) Şiddete rağmen davet

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
ŞİDDETE RAĞMEN DAVET

Şiddete rağmen davet
Şiddete rağmen davet
Yasîn. Hikmetli Kur’an’a andolsun. Sen elbette ki gönderilmiş elçilerdensin. Dosdoğru bir yol üzerinde, üstün ve çok merhametli Allah’ın indirdiği (Kur’an yolu) üzerindesin. Babalan uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için gönderildin. Andolsun, onların çoğuna o söz (cinlerden ve insanlardan bir kısmını cehennem dolduracağım sözü) hak oldu; artık onlar inanmazlar. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik, çenelerine kadar dayanmıştır; onun için kafaları yukarıya kalkıktır. Önlerinden bir set, arkalarından bir set çektik de onları kapattık; artık görmezler. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmediği halde Rabb’inden korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesi bir mağfiret ve güzel bir mükafatla müjdele..[239]

Mekke’nin güçlü ailelerinden olan Haşim oğullarının tepkisinden çekinip Resulüllah’a ilişmekte zorlanan müşrik liderler, Resulûllah’a yapamadıkları zorbalıkları, güçlü bir aileye veya soya mensup olmayan müminlere; köle veya mevalî müminlere yaptılar. Fiilî engelleme ve baskılarla islâm davetini durdurmaya çalıştılar. Can alan işkenceleri, amaçlarına ulaşmakta en önemli araç olarak gördüler. Amaçlarına, o günün şartlarında kısmen de olsa ulaştılar. Can alan, sakat bırakan, akılları durduran işkenceleri, her ne kadar bütün bunlara muhatap olan müminlerin islâm’a bağlılıklarını artırdıysa da; İslâm’a ilgi gösteren veya İslâm’a henüz girmiş bulunan bazı kimseleri kararlarından vazgeçirdi. Onlar, işkenceye uğramaktan korktular. Henüz imanı tadamamış bu kişiler, o şartlar içerisinde imanlarını bir müddet daha ertelemeyi uygun buldular. Ancak elbette ki bütün bunlar ilâhî imtihanın bir gereğiydi. Müşriklerin ellerinden çıkan zorluk ve zorbalıklar, imanlarının gereğini yaparak direnen ve böylelikle kıyamete kadar sürecek bir ümmetin temeli olacak şahsiyetlerin yetişmesine vesile oldu. isimleri kıyamete kadar hayırla anılacak seçkin şahsiyetlerin yetişmesine imkân sağladı. İmanları henüz kalplerinde kök salmamış, islâm’a ilgileri taraf olmak veya eğilim göstermek aşamasını geçememiş kişilerin bu seçkin şahsiyetlere karışması bir süreliğine engellenerek, esas olanların daha mükemmel yetiştirilmesi temin edildi. Böylelikle ümmetin sağlam temelleri, en sağlam kişilerle inşa edilmiş oldu.

İşkence günlerinde İslâm’a katılımlar büyük oranda dujrdu. islâm davetini kabul eden yeni birilerine rastlanmadı. Fakat bu, İslâm’a katılımın hiç olmadığı anlamına gelmedi. İmanları samimi ve güçlü olan şahsiyetler için işkence günleri, imanlanndaki samimiyeti göstermeleri için önemli bir imkân oldu. Bu nedenle işkencelerin had safhada olduğu günlerde birkaç kişi de olsa, islâm’a katılanlar bulundu. Bunlardan en önemlileri Ebû Zerr el-Gıfarî ile Amr b. Abese idi.

Ebû Zer el-Gıfafî

Gifâr kabilesine mensup olan Ebû Zerr’in İslâm’a girmeden önceki hayatı kadar İslâm’a girişi ve sonrası da ilginç ve ibret alınacak olaylarla doludur. Onun İslâm öncesi hayatıyla ilgili olarak bilmen en önemli özelliği, uzun süre ticaret kervanlarının ve Kabe’yi hacca gelenlerin mallarım yağmalayan bir haydut olmasıydı. Ancak daha sonra yaptıklarından pişman olmuş ve durumunu değiştirmişti. Bu öylesine bir değişimdi ki, geçirdiği değişimle sadece sıradan bir insanın yaşantısına sahip olmamış, aynı zamanda putperestliği de terk etmişti. Putlardan nefret eden birisi olmuştu. Bu yeni döneminde, inancının kaynağının ne olduğunu veya kendisini etkileyenin kim olduğunu bilmiyoruz. Fakat, bilinen şey, sahip olduğu değişimin bir hanif olmasıyla sonuçlanmasıydı. Kendi ifadesinden anlaşıldığı üzere, İslâm’a girinceye kadar da namaza benzer bir ibadetle üç yıl süreyle sadece Allah’a ibadet etmişti. Muhtemeldir ki, rükû ve secde ederek ibadet ediyordu; çünkü bunlar Hz. İbrahim’den kalma ibadetin hâlâ devam eden ve Araplar arasında bilinen unsurlarıydı.

Ebû Zerr bir hanif olarak hayatını sürdürdüğü yıllar boyunca çevresindeki insanları kendisi gibi olmaya çağırmış veya en azından bu insanları’ bazı yanlışları konusunda uyarmış olmalı ki, bir gün Mekke’den gelen bir Gıfari; ‘Mekke’de senin dediklerine benzer şeyler söyleyen bir adam var. O kendisinin peygamber olduğunu ve Allah’tan başka ilâh bulunmadığını da söylüyor’ müjdesini verdi. Bu haber Ebû Zerr için çok önemliydi. Büyük bir sevinç ve umutla doldu. Zira, kendisi gibi olanların çok az bulunduğu bir dünyada, birisinin çıkıp şirki reddediyor olması oldukça önemliydi. Ebû Zerr, insanları şirk sapmasından kurtarmanın arzusunu taşıyan birisi olarak, Mekke’deki bu şahsı daha yakından tanımak istedi. Nedendir bilmiyoruz, kendisi gitmek yerine, kardeşi Uneys’i Mekke’ye gönderdi. Uneys’e, Mekke’deki o şahısla konuşup, inanç ve düşüncelerini iyice öğrenmesini tembihledi. Mekke’ye giden Uneys, ResulûUah’la görüşüp konuştu. Ağabeyinin verdiği görevi yapmış birisi olarak Gıfâr’a döndü. Uneys, ağabeyine Mekke’de gördüklerim ve duyduklarını şöyle anlattı: “Mekke’de aynı senin dinine benzer dine mensup birisiyle karşılaştım. Bu şahıs, kendisinin Allah tarafından görevlendirilerek, insanlara gönderildiğim söylüyor. Halfc ise O’nun hakkında kâhin, sihirbaz diyor. O’nu çok dikkatli bir şekilde dinledim. Fakat, sözlerinin şiirle bir ilgisini bulamadım. Sözleri kâhin sözlerine benzemiyor. Ben O’nun doğru şeyler söylediğini sanıyorum. Üstelik O iyiliği, ahlâkî faziletleri emrediyor, insanları kötü şeylerden sakındırıyor’. Kardeşinden işittikleri, Ebû Zerr’in hoşuna gitti. Resulûllah hakkında çok daha ayrıntılı bilgilere sahip olmayı arzuladı. Bunun için de bizzat kendisi gidip, görüşmeye karar verdi. Fazla beklemeden yola çıkıp, coğrafî olarak Mekke’ye, fakat hakikatte sonsuz saadetlere uzanan yolculuğuna başladı.

Ebû Zerr’in Resulûllah’la görüşmek için Mekke’ye geldiği zaman, Mekke’de müminlere yönelik baskı ve işkencelerin had safhada olduğu bir zamandı. Bu nedenle, Mekke’ye doğru yola çıkmadan önce, kardeşi Uneys’in uyarısıyla karşılaşmıştı: ‘Mekke’ye gittiğinde dikkatli ol. Mekke halkı, O’na karşı büyük bir kine sahipler. Bu nedenle sana da bir zararları dokunmasın. Mekke’ye gelen Ebû Zerr çevresini kollamaya ve ResulûUah’la gizlice görüşmenin bir yolunu bulmaya çalıştı. Bu hâl üzere günlerce Mekke’de kaldı. Fakat fırsatım bulup da Resulûllah ile görüşemedi. Çünkü Resulüllah’ı tanımıyor ve kardeşinin uyarısı nedeniyle hiç kimseye sormaya da cesaret edemiyordu. Gündüzleri Mekke’de dolaşıyor, geceleri ise Kabe’nin yakınındaki bir gölgelikte yatıyordu. Bir gece iki kadının Kabe’yi tavaf ettiklerini, tavaflarını bitirince İsaf ve Naile putlarının yanma giderek dua ettiklerini gördü. Bu gördükleri karşısında, putperestliğe karşı sahip olduğu nefretin etkisiyle, duygularına hakim olamadı ve ‘Onları evlendirin’ dedi. Bu sözleriyle, hikayelerini bildiği bu iki puttan hareketle, putperestlikle alay etmeyi arzulamıştı. Hikayeye göre, İsaf ve Naile isimli iki genç, cinsel arzularını tatmin etmek niyetiyle Kabe’ye girmişler ve arzularına kavuşacakları sırada ilâhî bir ceza olarak taşlaşmışlardı. Ebû Zerr, İsaf ve Naile putlarına ibadet eden kadınlara ‘Onları evlendirin’ diyerek; ‘Onlar kendi arzularını bile yerine getiremediklerine göre, sizin arzularınızı nasıl yerine getirecekler? Eğer bir iyilik yapmak istiyorsanız, siz onların arzularım yerine getirerek onlan sevindirin’ demek istemekteydi. Ebû Zerr’in bu sözü ve o sözde bulunan ince alay karşısında öfkelenen kadınlar hakaretler ederek oradan uzaklaştılar. Karanlık yolda ResulûUah’la karşılaştılar. Karşılaştıkları kişinin Resulûllah olduğunu bilmeden, Kabe’de gördükleri adamı O’na şikayet ettiler. Resulûllah, Kabe’ye geldi. Ebû Zerr ile tanışarak onu Ebû Bekir’in evine götürdü. Ebû Zerr o gece Ebû Bekir’in evinde kaldı, Resulûllah ise evine döndü.

Resulûllah o akşam Ebû Zerr ile İslâm hakkında bir şey konuşmadı. Bu konudaki konuşmayı ertesi güne bıraktı. Ertesi gün Hz. Ali, sabah erkenden Kabe’ye gelerek Ebû Zerr ile buluştu. Ebû Zerr, ResulûUah’la görüşebilmek için ne yapması gerektiğini sordu. Ali, kendisini takip etmesini, Resulüllah’a götüreceğini bildirdi. Bu işi de müşriklerin dikkatini çekmemek için bir plan içerisinde gerçekleştirmeye karar verdiler. Plan gereği Ebû Zerr, Ali’yi uzaktan takip edecek, Ali muhtemel bir tehlike karşısında yere eğilerek Ebû Zerr’i uyaracaktı. Ebû Zerr, eğer Ali’nin yere eğildiğini görürse durumunu değiştirmeden yürümeye devam edip Ali’yi geçip gidecekti. Planı uyguladılar ve Ebû Zerr, Resulüllah’ın yanına vardı. Oturup Resulüllah’la uzun ve ayrıntılı bir şekilde konuştu. Görüşmeyi takiben de orada İslâm davetini kabul etti.

Ebû Zerr’in, müminlere yönelik baskı ve işkencelerin had safhada olduğu ve insanların baskı ve işkence korkusundan islâm’dan ve müminlerden uzak durdukları bir dönemde İslâm’a girmesi, Resulüllah’ı çok sevindirdi. Muhtemel tehlikelere karşı Ebû Zerr’i uyararak durumunu Mekke’de açığa vurmamasını, Mekke’yi terk ederek Gıfâr’a dönmesini söyledi. Fakat, Ebû Zerr’in arzusu daha başkaydı. Müslüman olduğunu Mekke’nin bütün müşriklerine karşı ilan etmek istiyordu. Bu isteğini Resulüllah’a bildirdi. Resulüllah bunun büyük bir tehlike olacağını söyledi. Ebû Zer isteğini gerçekleştirmekte kararlıydı. Arzuladığı şeyi yapmak için ölümü dahi göze aldığını söyledi: ‘Ya Resulallah! Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’tan başka ilâh bulunmadığı hakikatini en azılı müşriklerin ortasında haykıracağım. Bu konuda kararlıyım’ dedi. İsrarlı isteği karşısında Resulüllah’ın sessiz kalmasını, isteğinin onaylandığı biçiminde anlayarak, doğruca Kabe’ye gitti ve Müslüman olduğunu ilan edip, bildiği bazı şeyleri bağırarak anlatmaya başladı: Ey Kureyş topluluğu, bütün varlığımla bilir ve size de bildiririm ki, Allah’dan başka ibadet edecek hiçbir Rab yoktur; ancak Allah vardır. Yine samimiyetle ilan ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Resulüdür’. Kabe civarında kalabalık bir halde bulunan müşrikler şaşırdılar. Şaşkınlıklarını üzerlerinden atmalarıyla Ebû Zerr’e saldırmaları bir oldu. Onu öldüresiye dövmeye başladılar. Abbas b. Abdülmuttalib araya girerek müşrikleri yatıştırdı ve Ebû Zerr’i ölümden kurtardı. Esasında, müşriklerin Ebû Zerr’i bırakmaya niyetleri yoktu. Fakat Abbas b. Ab-dülmuttalib’in sözleri karşısında bırakmaktan başka çare bulamadılar. Abbas, onları muhtemel bir tehlikeye karşı uyarıyordu:

‘Siz kimi öldürmeye çalıştığınızı bilmiyor musunuz? Bu adam Gıjâr kabilesindendir. Düşünsenize kervanlarımız Şam’a giderken bu adamın bölgesinden geçiyor.

Vücudundan akan kanlardan, ‘kana bulanmış bir puta benzer hale gelen Ebû Zerr, o haliyle Resulüllah’ın yanma gitti. Resulüllah üzüldü, kendisini bu konuda uyardığını, böyle davranmakla zarar gördüğünü söyledi. Fakat Ebû Zerr, bunu isteyerek yaptığını, üzülmemesini söyleyerek birkaç gün Resulüllah’ın yanında kaldı. Daha sonra Resulüllah’ın ‘Git kavmini uyar. Benden sana gelenleri kavmine tebliğ et. Benim ortaya çıktığımın haberi sana erişince çık yanıma gel [240] demesiyle Gıfâr’a döndü. Gıfâr’a dönünce İslâm davetini bildikleri dahilinde gerçekleştirmeye çalıştı. Onun çabaları nedeniyle, hicreti takiben İslâm toplumuna katılmak için gelen ilk kabilelerden birisi Gıfârlar oldu.

Amr b. Abese

Amr b. Abese de aynen Ebû Zerr gibi islâm’la tanışmadan önce putperestlikten büyük oranda ayrılmış birisiydi. Bunda Ebû Zerr ile anne bir kardeş olmalarının payı olsa gerek. O da Ebû Zerr gibi, islâm’a girmeden önce putlara tapmayan, putperestlikten iğrenen, şirk dininden uzak durmaya özen gösteren birisiydi. Bir gün Teymâ kabilesinden birisi ile karşılaştı ve ondan hak dini öğrenmeye çalıştı. Çünkü bu şahıs ehl-i kitaptan olduğu için onu putperest Araplara göre hakka daha yakın görmüştü. O şahsın anlattıkları, o sıralar Mekke dışındaki kabilelerin Mekke’de olup bitenden büyük oranda haberdar olduklarını anlamamız açısından önemlidir. O şahıs, Amr b. Abese’ye aradığı şeyin Mekke’de olduğunu söyledi. Amr b. Abese, işittikleri nedeniyle, Resulüllah ve İslâm hakkında bilgi alabilmek için Mekke’ye gidip-gelenlerle görüşmeyi düşündü. Fakat uzun bir süre isteğine kavuşamadı. Sonraki günlerden birisinde karşılaştığı ve Mekke’den geldiğini söylediği bir yolcudan bir şeyler öğrenme imkânı elde etti. O yolcudan, Resulüllah hakkında aldığı bilgilere dayanarak, Resulüllah’la görüşmek için Mekke’ye gitmeye karar verdi. Mekke’ye gider gitmez, Resulüllah’ın yerini sordu. Ebû Zerr örneğinden biliyoruz, onun bu durumu esasında tehlikeye davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildi. Ancak soru sorduğu kişi, müşrik dahi olsa, Resulüllah’a yönelik düşmanlığı bulunan birisi olmadığı için, bir tehlikeyle karşılaşmadı. Karşılaştığı kişi, Amr b. Abese’ye, Resulüllah’ı gece yarısı Kabe’yi tavaf ederken görebileceğini söyledi. Amr b. Abese, rastgele birisine Resulüllah’ı sormasının ne kadar tehlikeli olduğunu ve bunu bilmeden yaptığını daha sonra şöyle anlatmıştır; ‘Mekke’ye gidince, her zamanki konakladığım yere indim ve karşılaştığım birisine Resulüllah’ı sordum. Halbuki o sıralar Mekkelilerin Resulüllah’a cür’etli ve şiddetli davrandıkları ve ResulüUah’m da gizlendiği bir zamanmış.

Amr b. Abese, söylendiği üzere Resulüllah’ı gece yarısı Kabe’yi tavaf ederken gördü ve yanma giderek kendisini tanıtıp, konuşmak isteğini bildirdi. Teklifi kabul edilince islâm hakkında bir şeyler sordu. Bundan sonrasını bizzat kendisi şöyle anlatmıştır: ‘Selâm verip yanına yaklaştım. ‘Sen nesin?’ dedim. ‘Ben peygamberim’ dedi. ‘Peygamber nedir?’ dedim, ‘Allah’ın elçisidir’ dedi. ‘Seni kim gönderdi?’ dedim, ‘Allah gönderdi’ dedi. ‘Ne ile gönderdi?’ dedim, ‘Sadece Allah’a kulluk edip, başka bir şeye kulluk etmemek, putları reddetmek, akrabalara yardım etmek, kan dökmemek vazifesiyle gönderdi’ dedi. ‘Sen ne güzel şeylerle gönderilmişsin. Ben senin dediklerini tasdik ediyor ve sana biat ediyorum’ dedim ve elimi uzattım. Orada Müslüman oldum. Sonra ‘Yalnız mısın? Yardımcıların var mı?’ dedim, ‘Bir hür ile bir köle var’ dedi. Bu sırada Ebû Bekir ile Bilâl’i gördüm. ‘Ben de sana tabi oldum. Yanında kalayım mı?’ dedim. ‘Bu günlerde burada kalman uygun olmaz. Tebliğ ettiğim şeylere harsı insanların tutum ve davranışlarında ne kadar şiddetli olduğunu görmüyor musun? Sen şimdi evine dön. Benim gideceğim yere gidip yerleştiğimi duyduğun zaman yanıma gel’ dedi. Daha sonra Resulüllah Medine’ye hicret edince, yanına gidip ‘Beni tanıdın mı?’ diye sordum. ‘Evet tamdım. Sen Mekke’de iken yanıma gelmiştin. Sen o zaman şunları sormuştun değil mi?’ diyerek sorularımı tekrarladı. Ben de ‘Evet bunları sormuştum’ dedim.[241]

[239] Yasin sûresi, 36:1-11
[240] Müslim, Fazileti’l Sahabe 28; Buharı, Menâkıbı’l Ensar 23; Hakim, Müstedrek, III/339; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kûbra, IV/225.
[241] Ahmed, Müsned, IV/112; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, IV/218.
 
Üst Alt