Nur Hanım
Aktif Üyemiz
Günümüzde, herhangi bir sıkıntıya maruz kalan Müslüman kardeşlerimizin pek çoğu, hemen bu sıkıntıya karşılık siteme başvurmaktadırlar ne yazık ki. Hatta bazen bu sitem o kadar şiddetli bir hal alır ki, imanlı kardeşlerimizi isyana dahi götürebilmektedir. Oysaki Müslüman diye nitelendirilen kardeşlerimizin bu sıkıntılara karşı daha fazla dirayetli olmaları gerekir. Neden mi? Zira, yaradan tarafından bu kardeşlerimize sunulmuş, en büyük nimet olan iman var. İman varsa o halde güç var, kuvvet var. Peki, iman olmasına rağmen niçin bu sitem? Niçin bu isyan? Hani güç? Hani kuvvet? Gelin şimdi hep beraber bu soruların cevabını bulmak için tefekkür seferine çıkalım.
Evvela, geçici olan imtihan dünyasında çeşitli musibetlere şikayet edip, isyan eden kardeşlerimiz, Müslüman olanlardan mı yoksa sadece Müslüman kimliğini taşıyanlardan mı? Öncelikle bunu iyi bir şekilde ayırt etmemiz gerekir. Çünkü Müslüman olmak başka, Müslümanca bir hayat yaşamayıp sadece Müslüman kimliğini taşıyanlardan olmak başka. Bu iki olgu tamamen birbirinden farklıdır. Biri Allah’tan gelen her şeye tamamen teslim olup razı gösterenlerden öbürü en ufak bir sıkıntıya tahammül edemeyip isyan edenlerden. Peki, şimdi biz kendimizi sorgulayalım, biz hangilerinden olanlarız? Hem Müslüman kimliği taşıyıp hem Müslüman olanlardan mı yoksa Müslüman kimliği taşıyıp ancak Müslümanca yaşamayanlardan mı?
Sıkıntılara zemin hazırlayan bir çağda yaşayıp sıkıntı yaşamamak neredeyse olanaksızdır. Hepimiz ister istemez belli dönemlerde çeşitli sıkıntılara, musibetlere, felaketlere maruz kalmışızdır ve kalacağızdır belki de. Bu gayet tabii bir şeydir. İnsanoğlu dünyaya imtihan edilmek için gönderilmiştir nihayetinde. Elbette belli dönemler de türlü türlü belalarla, felaketlerle, musibetlerle istemese dahi karşı karşıya kalacaktır. Hepimizin bildiği üzere cennetin yolu yokuştur, sarptır öyle çıkmakta kolay değildir. Çaba gerektirir, her şeyden önce sabır gerektirir. Her şey güllük gülistanlık olursa nasıl imtihan edilmiş olacak insanoğlu?
Allah bazen insanı güzelliklerle imtihan eder bazen de çeşitli sıkıntılarla. Önemli olanı ise insanın sıkıntı yaşadığı bu dönemlerde sabretmesidir. Eski İslam alimlerinden çoğu sabrı: “Başa gelen dert ve elemi şikayet etmemek” şeklinde tanımlamışlardır. Biz, Müslümanlar olarak sabırlı olduğumuzu her fırsatta dile getiriyoruz oysaki; ancak çeşitli sıkıntılara uğradığımız zaman her fırsatta dile getirmiş olduğumuz bu sabrı ve anlamını unutuyoruz maalesef. Hatta sıkıntı anında bağırıp çağırıyoruz, bazen de sınırı aşıp “Allah’ım neden bu başıma geldi, neden beni bu hale getirdin, madem bu sıkıntıyı verecektin neden beni yarattın.” şeklinde söylemlerde bulunarak farkında olmadan da olsa Allah’a isyan ediyoruz.
Büyük İslam alimlerinin ve evliyaullahların hayatına detaylıca baktığımız da birçok sıkıntıyla karşılaşmış olduklarını görürüz. Ancak hiçbir zaman kendilerinin yaşamış oldukları bu sıkıntıdan şikayet duyduklarını görmeyiz, duymayız. Niçin mi? Çünkü onlar, Allah tarafından gelen her şeye teslim olup razı gösterenlerden. Onlar, Allah tarafından gönderilen sıkıntılara da teslimiyet göstermekte, güzelliklere de teslimiyet göstermekte. Yunus Emre’nin ulemadan biri olarak dile getirmiş olduğu ve günümüze kadar ulaşan unutulmayan mısraları bu durumu gayet veciz bir şekilde ifade etmektedir:
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken
Kahrında hoş lütfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Allah’a tam anlamıyla teslim olup, Yunus gibi “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilme teslimiyetini kaçımız gösteriyoruz acaba? Nitekim, Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz”buyurmaktadır. İnsanın nasıl davranması gerektiğini gayet açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır bu ayet.
Acizliğimizle neyi biliyoruz ki hemen bir sıkıntı, felaket, musibet anında halimizden şikayet ediyoruz, isyan ediyoruz? Başımıza gelen musibet, felaket, bela diye nitelendirdiğimiz sıkıntılar belki de bizim için hayra açılan bir yol olacaktır. Belki de bu sıkıntılar hiç ummadığımız en güzel sonuçlara ulaştıracaktır bizi. Ancak biz, bu gibi durumlar da acizliğimizi unutup, kendi kafamıza göre hareket edip hem kendimizi hem de başkalarının hayatlarını mahvedecek derekeye gelebiliyoruz ne yazık ki.
Osmanlı alimlerinden olan Süleyman b. Ceza hazretleri, Eyyühel-veled adlı eserinde bela ve musibet anında ne yapmamız gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Her musibet ve belaya sabretmek, şikayet etmemek lazımdır. Zira sabrı bulunmayan insanların dinleri kolaylıkla helak olur, gider. Dert ve belalara sabredenlere, bunları Allah-u Teala’dan bilip ona yalvaranlara sevap vardır.”
Süleyman b. Ceza hazretlerinin bu anlamlı ifadeleri bizim için çok kıymetli bir ifadedir. Gerçekten etrafımıza şöyle bir göz gezdirdiğimiz de sabırlı olmayan insanların bu fani dünyada daha çok yıprandıklarını görmüş oluruz. Zira sabırlı olmayan insanlar hiçbir zaman sıkıntı çekmek istemezler, her şeyin en iyisinin olmasını isterler; ancak bu istekleri yerine getirilmediği veyahut hiç beklemedikleri bir sıkıntıyla karşılaştıkları vakit deyim yerindeyse kolu, kanadı kırılmış bir şekilde kederlerle, üzüntülerle hemhal olurlar. Oysaki bu dünyanın geçici bir dünya olduklarını hakkıyla idrak etmiş olsalar idi çekmiş oldukları keder, üzüntünün boş olduklarını anlar ve Allah katında bu sıkıntılara sabrederek derecelerinin yükseldiğini bilir ona göre hareket ederlerdi. Ama bundan bihaber oldukları için elemlerden kurtulamayıp sevaplardan da mahrum kalmaktadırlar.
Evet, musibetler karşısında dik durmak, ona karşı sabretmek elbette zordur. Ama şu da bilinmelidir ki, dünyanın geçici olduğunu hiç hatrımızda çıkarmamakla birlikte bu musibetlere karşı sabır göstermenin sevabı da kat’iyyen çoktur. Şu ayet, bir Müslümanın musibet anında nasıl davranması gerektiğini çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: “(Ey Muhammed!) Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiği zaman; “Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” derler. ” “Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” gerçeğini Müslüman bir kimsenin daima aklında tutması ve ona göre hareket etmesi elzemdir.
Dünyaya gönderilme sebebini unutmayıp her daim hatırımızda tutmayı ve ona göre hayatta karşılaştığımız musibetlere de aklı selim bir şekilde yaklaşmayı nasip etsin yüce Rabbimiz hepimize.
Son olarak, Peygamber efendimizin bu konuyla ilgili hadisiyle naçizane yazımızı noktalayalım:
“Ne acayiptir müminin işi! Gerçekten onun her işi hayırdır. Bu hal, müminden başka hiçbir kimse için böyle değildir. Eğer ona sevinç verici bir şey isabet ederse şükreder. Bu da kendisi için bir hayır olur. Eğer ona zarar ve ziyan verecek bir şey isabet ederse sabreder, bu da kendisi için hayır olur”
Evvela, geçici olan imtihan dünyasında çeşitli musibetlere şikayet edip, isyan eden kardeşlerimiz, Müslüman olanlardan mı yoksa sadece Müslüman kimliğini taşıyanlardan mı? Öncelikle bunu iyi bir şekilde ayırt etmemiz gerekir. Çünkü Müslüman olmak başka, Müslümanca bir hayat yaşamayıp sadece Müslüman kimliğini taşıyanlardan olmak başka. Bu iki olgu tamamen birbirinden farklıdır. Biri Allah’tan gelen her şeye tamamen teslim olup razı gösterenlerden öbürü en ufak bir sıkıntıya tahammül edemeyip isyan edenlerden. Peki, şimdi biz kendimizi sorgulayalım, biz hangilerinden olanlarız? Hem Müslüman kimliği taşıyıp hem Müslüman olanlardan mı yoksa Müslüman kimliği taşıyıp ancak Müslümanca yaşamayanlardan mı?
Sıkıntılara zemin hazırlayan bir çağda yaşayıp sıkıntı yaşamamak neredeyse olanaksızdır. Hepimiz ister istemez belli dönemlerde çeşitli sıkıntılara, musibetlere, felaketlere maruz kalmışızdır ve kalacağızdır belki de. Bu gayet tabii bir şeydir. İnsanoğlu dünyaya imtihan edilmek için gönderilmiştir nihayetinde. Elbette belli dönemler de türlü türlü belalarla, felaketlerle, musibetlerle istemese dahi karşı karşıya kalacaktır. Hepimizin bildiği üzere cennetin yolu yokuştur, sarptır öyle çıkmakta kolay değildir. Çaba gerektirir, her şeyden önce sabır gerektirir. Her şey güllük gülistanlık olursa nasıl imtihan edilmiş olacak insanoğlu?
Allah bazen insanı güzelliklerle imtihan eder bazen de çeşitli sıkıntılarla. Önemli olanı ise insanın sıkıntı yaşadığı bu dönemlerde sabretmesidir. Eski İslam alimlerinden çoğu sabrı: “Başa gelen dert ve elemi şikayet etmemek” şeklinde tanımlamışlardır. Biz, Müslümanlar olarak sabırlı olduğumuzu her fırsatta dile getiriyoruz oysaki; ancak çeşitli sıkıntılara uğradığımız zaman her fırsatta dile getirmiş olduğumuz bu sabrı ve anlamını unutuyoruz maalesef. Hatta sıkıntı anında bağırıp çağırıyoruz, bazen de sınırı aşıp “Allah’ım neden bu başıma geldi, neden beni bu hale getirdin, madem bu sıkıntıyı verecektin neden beni yarattın.” şeklinde söylemlerde bulunarak farkında olmadan da olsa Allah’a isyan ediyoruz.
Büyük İslam alimlerinin ve evliyaullahların hayatına detaylıca baktığımız da birçok sıkıntıyla karşılaşmış olduklarını görürüz. Ancak hiçbir zaman kendilerinin yaşamış oldukları bu sıkıntıdan şikayet duyduklarını görmeyiz, duymayız. Niçin mi? Çünkü onlar, Allah tarafından gelen her şeye teslim olup razı gösterenlerden. Onlar, Allah tarafından gönderilen sıkıntılara da teslimiyet göstermekte, güzelliklere de teslimiyet göstermekte. Yunus Emre’nin ulemadan biri olarak dile getirmiş olduğu ve günümüze kadar ulaşan unutulmayan mısraları bu durumu gayet veciz bir şekilde ifade etmektedir:
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken
Kahrında hoş lütfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Allah’a tam anlamıyla teslim olup, Yunus gibi “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilme teslimiyetini kaçımız gösteriyoruz acaba? Nitekim, Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz”buyurmaktadır. İnsanın nasıl davranması gerektiğini gayet açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır bu ayet.
Acizliğimizle neyi biliyoruz ki hemen bir sıkıntı, felaket, musibet anında halimizden şikayet ediyoruz, isyan ediyoruz? Başımıza gelen musibet, felaket, bela diye nitelendirdiğimiz sıkıntılar belki de bizim için hayra açılan bir yol olacaktır. Belki de bu sıkıntılar hiç ummadığımız en güzel sonuçlara ulaştıracaktır bizi. Ancak biz, bu gibi durumlar da acizliğimizi unutup, kendi kafamıza göre hareket edip hem kendimizi hem de başkalarının hayatlarını mahvedecek derekeye gelebiliyoruz ne yazık ki.
Osmanlı alimlerinden olan Süleyman b. Ceza hazretleri, Eyyühel-veled adlı eserinde bela ve musibet anında ne yapmamız gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Her musibet ve belaya sabretmek, şikayet etmemek lazımdır. Zira sabrı bulunmayan insanların dinleri kolaylıkla helak olur, gider. Dert ve belalara sabredenlere, bunları Allah-u Teala’dan bilip ona yalvaranlara sevap vardır.”
Süleyman b. Ceza hazretlerinin bu anlamlı ifadeleri bizim için çok kıymetli bir ifadedir. Gerçekten etrafımıza şöyle bir göz gezdirdiğimiz de sabırlı olmayan insanların bu fani dünyada daha çok yıprandıklarını görmüş oluruz. Zira sabırlı olmayan insanlar hiçbir zaman sıkıntı çekmek istemezler, her şeyin en iyisinin olmasını isterler; ancak bu istekleri yerine getirilmediği veyahut hiç beklemedikleri bir sıkıntıyla karşılaştıkları vakit deyim yerindeyse kolu, kanadı kırılmış bir şekilde kederlerle, üzüntülerle hemhal olurlar. Oysaki bu dünyanın geçici bir dünya olduklarını hakkıyla idrak etmiş olsalar idi çekmiş oldukları keder, üzüntünün boş olduklarını anlar ve Allah katında bu sıkıntılara sabrederek derecelerinin yükseldiğini bilir ona göre hareket ederlerdi. Ama bundan bihaber oldukları için elemlerden kurtulamayıp sevaplardan da mahrum kalmaktadırlar.
Evet, musibetler karşısında dik durmak, ona karşı sabretmek elbette zordur. Ama şu da bilinmelidir ki, dünyanın geçici olduğunu hiç hatrımızda çıkarmamakla birlikte bu musibetlere karşı sabır göstermenin sevabı da kat’iyyen çoktur. Şu ayet, bir Müslümanın musibet anında nasıl davranması gerektiğini çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: “(Ey Muhammed!) Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiği zaman; “Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” derler. ” “Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” gerçeğini Müslüman bir kimsenin daima aklında tutması ve ona göre hareket etmesi elzemdir.
Dünyaya gönderilme sebebini unutmayıp her daim hatırımızda tutmayı ve ona göre hayatta karşılaştığımız musibetlere de aklı selim bir şekilde yaklaşmayı nasip etsin yüce Rabbimiz hepimize.
Son olarak, Peygamber efendimizin bu konuyla ilgili hadisiyle naçizane yazımızı noktalayalım:
“Ne acayiptir müminin işi! Gerçekten onun her işi hayırdır. Bu hal, müminden başka hiçbir kimse için böyle değildir. Eğer ona sevinç verici bir şey isabet ederse şükreder. Bu da kendisi için bir hayır olur. Eğer ona zarar ve ziyan verecek bir şey isabet ederse sabreder, bu da kendisi için hayır olur”
Moderatör tarafında düzenlendi: