Sözün içerisinde bir dane saklıdır
SÖZ, SADECE AĞIZDAN ÇIKAN BASİT kelimeler dizini değildir.
Arkasında yılların birikmiş hissiyatı, kültürü ve hayat tarzı saklıdır. Bir sözün, bu gün anladığımız manaya gelmesi için, yılların ya da yüzyılların geçmesi gerekmiştir. Söz, her bir yüzyılın sinema perdesinde, farklı anlamlarla sahneye çıkmıştır. Asırların söze yüklediği anlamların birikiminden, sözün bu günkü anlamı ortaya çıkmıştır.
Sözün özü, ilahi hikmet tarafından beslenmiştir. Bir dildeki harfler, rastgele dizilmediği gibi, kelimeler de cümleler de rast gele dizili değildir. Her bir dilin ve içindeki ahengin, bu denli düzen ve intizam içinde oluşu, İlahi hikmet tarafından düzenlendiğine işaret etmektedir. Başka bir deyişle, diller ‘O’nun ayetlerindendir’. Hatta daha ileri gidip diyebiliriz ki, diller gibi dilin içindeki ‘söz’ler de O’nun ayetlerindendir. Ki bu yüzden söz, hiçbir zaman, bir kalıba sığan bir görüntü sergilememiştir. Hep gelişmiştir, hep zenginleşmiş ve dili zenginleştirmiştir. Bizim sözlerimiz ‘O’nu ifade ettiği ölçüde zenginleşmiş ve ulvileşmiştir. Bizim O’nu anlamamız, O’nun sözünü anlamamızda saklıdır.
‘Söz’deki zenginliğimiz, Onun bize bahşettiği anlama lütfundan dolayıdır. Her birimizin anladığı farklı olsa da, farklılıklarımızın çokluğu ‘Onun sözü’nün zenginliğini anlatır.
‘İbarelerimiz farklı da olsa, O’nun bir olan hüsnüne(güzelliğine) işaret eder’
İbarelerimizin farklılığı, söze yüklediğimiz anlamın farklılığına işaret eder.
Sözlerimiz, sadece içinde bir çok harfleri barındıran bir kelimeler yumağı değil.
Söz, kimi zaman bir harf olur; kainatı içine alır, masivayı ifade eden ‘Huve’nin ‘waw’ı gibi. Böylece, bir harf içinde kainat saklanır; masiva, ‘waw’ olur.
Bazen içinde yasin suresini barındıran iki harf olur: ‘Ya sin’
Söz vardır, içinde bir ağaç saklı olan bir çekirdek gibi; söz vardır, kendisi kocaman bir dağ gibi de olsa cansız ve anlamsız.
Sözlerimizin çoğu anlamsız; azı anlamlı. ‘İlahi söz’ün ise, çoğunu anlamaktan aciz anlamlar barındırıyor cansız sözlerimiz. Söze hayat veren, manaların, tecessüm etmesi ve cansız sözlerimizi canlandırmasıdır. Nasıl ki, cansız bedenler ‘sevgi’yle canlanır. Bir mana üflenmesine muhtac sözlerimiz de, mananın ruhuyla canlanır. ‘İlim denilen çömleklerde pişirilir; hikmet denilen büyük küplerde saklanır; anlam süzgeciyle süzülüp; âb-ı hayat gibi bir mânâyı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşî etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.’
Söz vardır, içinde hakikati barındıran bir mecaz; söz vardır içinde mecazı barındıran bir hakikat. Birincisinden müteşabihat çıkar; ikincisinden muhkem ayetler. ‘Söz’ün mecazından hakikatine gidemeyen bir söz, ‘Söz’ün anlamını idrak etmiş olmaz. Muhkemin hakikatini de kendi hayatında mecaza dönüştüremeyen bir söz de ‘anlam’ı idrak etmiş olmaz.
Söz vardır, sözünde durur, sahibini emin kılar. Söz vardır, sözünde durmaz, sahibini ümitsizlik çukuruna yuvarlar. Emin olmanın ümidi, ümitsizlik ile başlar kavgaya. İçimiz, sözlerimizin savaş meydanına dönüşür. Ümidimiz, ümitsizlikle çatışmaya başlar; galip gelen, sözlerimize bayrağını dikip bizi fetheder. Ümitsizlik, küfrün kalesine dönüştürür sözlerimizi; ümidimiz, bayrağını dalgalandırır imanımızın semalarında.
Sözlerimiz, bizi ele verir. İçimiz, dışımız bir değilse, sözde kalır dediklerimiz. Bu durumda yaptıklarımız, sözümüzü yalanlar. O zaman bütün sevgi sözlerimiz, boşa yorar kalbimizi. Ağzımızda sevgi sözcükleri, kalbimizde nefret tohumları. Eğer sözümüz, sevgimize itaatsiz ise, bütün sevgi sözcükleri kalbimizin nefretlerini dışa vurur. Eğer sözümüz gerçekten sevgimizi yansıtıyorsa, içimizdeki nefret tohumları ıslah olup,
sevgiyle itaat eder, sevgiye itaat eder; sonra da Sonsuz Sevgiliye itaat eder. Sevgiye boyun eğmeyen sözün, boyun eğeceği, kendi nefsidir. Sevgiliye boyun eğince, söz, itaat olur, göz kalbin sevgisini yansıtır.
Bazen de söz, abartır her şeyi. Yaradanda görmesi gereken özellikleri yaradılana verir.
Yaradılanı anlayamayan bir söz, Yaradanı da anlamaz. İçinde Yaradanın özelliklerini barındıran bir söz, Yaradanı anlamazsa, Yaradılanı Yaradan sanır. Bu sanıyla söz, kendisini ve diğerlerini ölümsüz sanır. Ölüm gelir, her ikisini de alıp götürür. Söz uçar, ölüm kalır.
Kimi zaman da söz, vefa olur, insanları bağlar birbirine. Sözlerle, kalpler bir birine bağlanıp kenetlenir. Bir çok kere de söz, kalbi kırar, hem de bir daha hiç tamir edilemeyecek şekilde. Kalbi kolaylıkla kıran bir söz, istediği kadar güçlü olsun, bazen kalbi ebediyyen tamir edemez. Bir söz, yakar yılların birikimini. Bir söz yıkar yıllarca can ciğer dostluğu. Kimi zaman da eziyet olur söz. Çekilmez olur birimiz, diğerimiz için. Bir söz ederiz ki, en yakınımızı hayat boyu, sözlerimizin ağırlığını sırtımızda taşıyıp, ömür boyu zillet çekeriz. Kemiksiz bir dilin sıkıntısını başımız, akılsız bir başın sıkıntısını da bütün hayatımız çeker.
Sözün gücü bazen, bir taşı yerinden kımıldatamaz; bazen ayı ikiye böler. Söz vardır her şeyi yoktan var eder: ‘Ol’ emri gibi. Bazen de söz, her şeyi vardan yok eder kıyamet gibi. Böylece söz, varlık olup bedenlerimize girer. Bazen de kainatı yerinden oynatır ve kıyameti kopartır; insanı öldürür; söz kıyamet olur, ölüm halini alır. Kimi zaman söz, insanı yeniden diriltir; hesaba çekildiğinde insanı, yüceltir; sahibini cehenneme gönderir; kimi zaman da İlahi Lutfu kazanıp Cennete yol verir.
Sözün gücü, eşyada ve olaylarda gizlidir. Yaratılış, bir konuşmadır. Yaratılan ise bir söz(kelam)dür. Önemli olan bu sözlere yüklediğimiz anlamdır. Bahar, Güneş, Ay, mevsimler, gündüz, gece, hayat vs. her şey bir sözdür. Sözlerle birlikte yaşıyoruz; sözlerin içinde yaşıyoruz. Hayatımız, Biri’nin sözüdür. Bir’e işaret etmeli.
Sözlerimizde, en az bir hakikatin danesi bulunmalı. Sözlerimiz, yaptıklarımızı ve yazdıklarımızı dönüştüremiyorsa, bu ‘dane’miz hakikatten nasibi yoktur. Ne kadar saparsak sapalım, en fazla olacağımız Ya cebriye Ya mutezile. Dediklerimiz ne kadar sapkın olursa olsun, içinde bir hakikat danesini taşımalı. Sözlerimiz bizi mutezile de yapsa, cebriye de yapsa, içinde bir hakikat danesini, kırıntısını taşımalı. Ne olacağımızdan korkacağımıza, sözlerimizde hakikat danesi olup olmadığından korkmalı.
Söz vardır, konuşanı gösterir; söz vardır konuşulanı. Hep konuşunca ‘ben ben’ diyen bir yazı, konuşanı gösterir. Parmak, aya işaret etmesine rağmen, sözün aya değil, parmağa işaret etmesi de öyle. Sözlerimiz ve yazılarımız bizi, ‘Onun sözü’ne ulaştırmalı; parmaklarımız O’na işaret etmeli.Onun sözünden O’na ulaşmalı. Eğer yazdıklarımdan Ona veya O’nun sözüne ulaştıysanız, sözlerimi yeniden okuyun. Eğer ulaşamadıysanız, bırakın, sözlerim uçup gitsin.Ahmet Nazlı
Moderatör tarafında düzenlendi: