faruk islam
Özel Üye
22.12. SURİYE'YE YOLCULUK VE RAHİP BAHİRA İLE GÖRÜŞME KONUSUNDAKİ RİVAYETLER
Bir defasında Ebu Tâlib bir ticaret kafilesiyle birlikte Suriye'ye hareket ediyordu. Rasûlullah (a.s.) o zaman 12 yaşında idi[7]. Amcasının seyahate gideceğini görünce O'na sarıldı ve İbn Sa'd'in rivâyetine göre kendisine şöyle yalvarmaya başladı: "Amcacığım, siz beni kime bırakıyorsunuz. Benim ne annem var ne babam." Bunu duyunca Ebu Tâlib'in yüreği sızladı ve şöyle dedi: "Vallahi, ne ben Muhammed (a.s.)'i kendimden uzaklaştıracağım, ne de O benden uzaklaşacaktır. O, benimle gelecektir". Ve O'nu yanına aldı. Ticaret kafilesi Suriye'nin Busrâ mevkiine varıp Rahip Bahira'nın manastırına uğradı. Rahip Bahira gelen giden kafilelerle pek ilgilenmezdi. Ama bu defa geleneğini bozarak kafilenin yanına geldi. Kendileri için yemek hazırlattı ve herkesi yemeğe davet etti. Bahira'nın yemeğine herkes gitti, ama yaşı küçük olduğu için Hz. Muhammed geride bırakıldı. Rahip Bahira, Mekkelilere sordu; "herkes geldi mi?" Mekke'liler dediler ki, "yaşı küçük olan bir çocuğu çadırda bıraktık." Rahip dedi ki: "Onu da getirin". Bir Kureyşli, "vallahi, Muhammed'in bizimle beraber yemek yememesi iyi bir şey değil" dedi ve çadıra gidip O'nu, getirdi. Hz. Muhammed (a.s.)'in sofraya gelmesinden sonra Rahip Bahira kendisine dikkatle baktı ve daha sonra yanına gelip şöyle konuştu: "Sen Lât ve Uzza üzerine yemin ederek söz ver sorduğum her şeye cevap vereceksin." Hz. Muhammed (a.s.), "Ben Lât ve Uzza üzerine yemin edemem. Zira onlardan nefret ettiğim kadar başka bir şeyden nefret etmem" diye cevap verdi, daha sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- O halde, Allah rızası için söz ver, sorduğum her soruya cevap vereceksin.
- Söz veriyorum.
Rahip Bahira daha sonra Hz. Muhammed (a.s.)'in hayat hikâyesi, şahsiyeti, tabiatı, uykusu ve diğer konularda bilgi edinmek istedi ve Hz. Peygamber (a.s.) sorduğu sorulara cevap verdi. Rahip bundan sonra Hz. Peygamber (a.s.)'i tepeden tırnağa kadar süzdü. O'nu iyice inceledikten sora Ebu Tâlib'e dönerek, "bu çocuk neyinizdir?" diye sordu. "Oğlumdur" diye cevap verdi, Ebu Tâlib. "Olamaz, bunun babası sağ olamaz" diye karşılık verdi rahip. Sonra ikisi arasında şöyle bir konuşma geçti:
-Haklısınız, bu benim oğlum değil, yeğenimdir.
-Babasına ne oldu?
-Bu zavallı çocuk anne karnında iken babası vefat etti.
-Vallahi, sen talihli bir insansın. Yeğenini memleketine götür ve O'nu Yahudilerden koru. Korkarım, eğer Yahudiler bu çocukta sezdiklerimi sezerlerse O'na bir kötülük yapabilirler. Çünkü senin bu yeğenin bir gün büyük bir insan olacaktır.
Bu öğüt üzerine Ebu Tâlib ve arkadaşları Suriye'deki işlerini çabucak bitirip Hz. Muhammed (a.s.) ile birlikte Mekke'ye döndüler.
Olup bitenler bundan ibarettir. Ama oryantalistler bu olayı menfur maksatlarına alet etmişlerdir. Bu küçük hadise üzerine tahmin ve kıyasların koskoca binasını yapmışlardır ve Hz. Muhammed (a.s.)'in bütün bilgilerini Hıristiyan rahiplerinden elde ettiğini iddia etmişlerdir. Maalesef bizde, yani müslümanlarda bu tahmin ve kıyasları kuvvetlendirecek mahiyette bazı rivayet ve söylentiler dolaşmaya başlamıştır. Bu tür yanlış fikir ve tahminlerin kesinlikle reddedilmesi gerekmektedir. Çünkü bu fikir ve inanç Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğine gölge düşürecek niteliktedir. Bu kitabın birinci cildinde bu konuya ayrıntılı biçimde değinmiştik. Burada bu konuya başka bir açıdan yaklaşmaya çalışacağız.
Aslında, ömrünün çoğunu ibadet, dua ve murakabe ile geçirmek suretiyle manevî ve ruhani yeteneklerini bir hayli geliştirmiş olan derviş, zahid ve abid bir rahibin, bazı bereket ve diğer olağanüstü belirtileri gördükten sonra Kureyşlilerin ticaret kafilesinde büyük bir şahsiyetin bulunduğunu sezmesi, öyle garipsenecek bir şey değildir. Rahip Bahira'nın tahminlerinin, Hz. Muhammed (a.s.)'i gördükten sonra daha da kesinleşmiş olduğu söylenebilir. Rahip, ayrıca Yahudilerin ikinci bir millet olduğunu ve Arabistan'ın ümmilerinden ve İsmail oğullarından büyük bir şahsiyetin doğacağını hazmedemeyeceklerini düşünerek Hz. Muhammed (a.s.)'in bu milletten korunmasını da istemiş olabilir. Ancak, bu rahibin, müjdelenen peygamberin Hz. Muhammed (a.s.) olacağına kanaat getirdiğini söyleyemeyiz. Şüphesiz, Yahudi ve Hıristiyanlara ait dini kitaplarda bir peygamberin geleceği ve adının da Muhammed olacağı kayıtlıydı. Fakat Rahip Bahira'nın, görünürde herhangi bir işaret yokken, müjdelenen peygamberin 12 yaşındaki Muhammed adlı çocuğun olacağına derhal karar kıldığı da söylenemez.
Bu hususta müslüman muhaddis ve siyer yazarlarının anlattıkları rivayete de gözatmak yerinde olacaktır. Tirmizî, Beyhaki (Fid Delail) İbni Asakir, Hakim, Ebu Nuaym, Ebu Bekr el-Haraiti ve İbni Ebi Şeybe'nin Hz. Ebu Muşa Eş'ari (r.a.)'ye dayanarak naklettikleri hadis şöyledir: "Rahip Bahira, Hz. Muhammed (a.s.)'in elini tutarak, bu Seyyid'ul Murselin'dir, Seyyid'ul Alemin'dir. Bunu Cenab-ı Allah kısa bir zamanda Rahmet'ul-Alemin olarak meb'us edecektir' dedi. Kendisine soruldu. (Tirmizî ve bazı diğer muhaddislere göre, Kureyşli şeyh ve kabile reisleri kendisine sordular). 'Siz bunu nereden öğrendiniz?' O dedi ki, 'siz buraya gelirken gözlerimle gördüm, her ağaç ve her taş secdede idi. Ağaç ve taşlar bir peygamberden başka kimseye secde etmezler. Ayrıca ben O çocuğu, sırtında iki omzunun ortasında bulunan peygamberlik mühründen tanıdım. Bizim kutsal kitaplarımızda da O'ndan bahsedilmiştir.' Rahip daha sonra Ebu Tâlib'e şöyle dedi. 'Bu çocuğa Yahudilerden bir tehdit gelebilir. Onun için kendisini geri gönderin.' İbn Ebi Şeybe'nin Hz. Musa Eş'ari'ye dayanarak naklettiği rivayette, Hz. Muhammed (a.s.)'in rahibin yanına gelirken bir bulut parçasının kendisini güneşten koruduğu belirtilmiştir. Aynı hadis ve rivayetlere göre Rahib Bahira'nın ısrarı üzerine Ebu Talip, Rasûlullah (a.s.)'ı, Hz. Ebu Bekr ve Hilali Habeşi'nin refakatinde Mekke'ye geri gönderdi. Fakat bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Zira, o sırada Ebu Bekr henüz 10 yaşında idi ve Hz. Bilal (r.a.) daha da küçüktü. Evvela, 12 yaşındaki bir çocuğun kendisinden daha küçük yaştaki çocukların, "koruması" altında yola çıkarılması dikkat çekicidir, ikincisi, Hz. Bilal'in o sırada Abdulmuttalib'in sülalesiyle hiçbir ilgisi yoktu. Dolayısıyla Abdulmuttalib ailesi kendisine herhangi bir vazife veremezdi. Aynı yolculukla ilgili bir rivayet daha var. Buna göre, 7 Bizanslı, Hz. Muhammed (a.s.)'i öldürmek niyetiyle Bahira'nın manastırına vardılar. Bahira kendilerine oraya gelme sebeplerini sordu. Bizanslılar dediler ki: "Duyduğumuza göre müjdelenen peygamber bu ay içinde buraya gelecektir. Hükümetimiz bu sebeple çeşitli bölgelere adamlar yollamıştır. Biz işte bu adamlardanız". Bahira kendilerine şöyle dedi: "Siz ne zannediyorsunuz? Allah'ın yapmak istediği bir şeyi kimse engelleyebilir mi?" O adamlar, "hayır" diye cevap verdiler ve kötü niyetlerinden vazgeçtiler.
Bu rivâyetin doğru olduğunu kabul edersek, Hazreti Peygamber (a.s.) henüz 12 yaşında iken, hem kendisi, hem Kureyşliler ve hatta Bizanslılar kadar herkesin kendisinin peygamber olacağını bildikleri sonucu ortaya çıkar.
Bu olaydan 13 yıl sonra, Hz. Muhammed (a.s.) 25 yaşında iken bir ticaret yolculuğu daha yapmıştı. Yanında Hz. Hatice'nin malları bulunuyordu. Ebu Sa'id Nisaburi'nin "Şerefül Mustafa" isimli kitabında yer alan rivayete göre bu yolculuk sırasında Hz. Peygamber (a.s.) Rahip Bahira ile tekrar buluştu. Bu buluşma sırasında Bahira, kelime-i şehâdet getirerek Allah’ın tek olduğuna ve Hz. Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna tanıklık ettiğini belirtti ve ekledi: "Siz, Hz. Îsa İbn Meryem'in müjdelediği ümmi peygambersiniz. Bundan dolayıdır ki, İbni Mende ve Ebu Nuaym, Bahira'yı sahabeler arasında saymışlardır. Hafız Zehebi ise, "Tecrid'üs Sahâbe'de Bahira'nın, Hz. Muhammed (a.s.)'e, peygamberliğinden önce iman etmiş olduğunu yazmıştır.
Hz. Muhammed (a.s.)'in bu ikinci Suriye yolculuğuyla ilgili olarak anlatılan rivayetlerden biri de şöyledir. Rasûlullah (a.s.) Busra'da bir ağacın gölgesinde dinlenirken yakınlarda bulunan bir manastırdan Nestura isimli rahip çıkageldi. Nestura, Hz. Muhammed (a.s.)'e refaket eden Hz. Hatice'nin uşağı Meysere'ye yaklaşarak ağacın dibinde kimin yatmakta olduğunu sordu. Meysere, "Bir Kureyşli Harem sahiplerinden biri". Vakıdi ve İbn İshâk'ın rivayetlerine göre Nestura şunları söyledi: "Vallahi, bu ağacın altında, Hz. Îsa (a.s.)'dan bu yana (yani 600 sene) bir peygamberden başka kimse dinlenmemiştir." Ebu Sa'id, "Şerefül Mustafa"da bu rivayete şu satırları eklemiştir: Nestura daha sonra, Rasûlullah (a.s.)’ın yanına geldi, başını ve ayağını öptü ve şöyle dedi: "Sizin Allah’ın rasulü olduğunuza şehâdet ediyorum. Siz, Hz. Îsa'nın müjdelediği peygambersiniz. Hz. Îsa demişti ki, bu ağacın altında Ümmi peygamber, Haşimi, Arabi, Mekki, Havuz ve Şefaat Sahibi ve Liva-yı Hamd sahibinden başka kimse kalmayacaktır." Meysere bu olayı aklından çıkarmadı. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) Busra'nın çarşılarına alışverişe çıktı. Çarşıda bir malın fiyatı konusunda ihtilaf zuhur etti. Malı satan kişi, Rasûlullah (a.s.)'ın Lât ve Uzza üzerine yemin etmesini istedi. Rasûlullah (a.s .) dedi ki, ben hiçbir zaman yemin etmedim. Bunun üzerine o adam, Rasûlullah (a.s.)'ın teklif ettiği fiyatı ses çıkarmadan kabul eni ve Meysere'yi bir yana götürüp kulağına şunları fısıldadı: "Bu mutlaka bir peygamberdir. Elinde canım olan zata yemin ederek söylüyorum, mukaddes kitaplarımızdaki zikri geçen peygamber budur." Meysere bu hadiseyi aklına iyice yerleştirdi.
Ebu Nuaym'ın rivâyetine göre Suriye yolculuğu sırasında Meysere iki meleğin Hz. Muhammed (a.s.)'i gölge gibi izlediklerini gördü. Hz. Muhammed (a.s.) kafilesiyle birlikte Mekke'ye döndüğü zaman öğle vaktiydi. Hz. Hatice o sırada balkonda idi. O da Hz. Muhammed (a.s.) deve üzerinde gelirken iki meleğin O'nu gölgelediğini gördü. Ebu Nuaym'ın dışındaki diğer muhaddis ve tarihçiler buna şu satırları da ilâve etmişlerdir. Hz. Hatice, yanındaki diğer kadınlara da bu manzarayı gösterdi ve hepsi şaşıp kaldılar. Daha sonra Meysere eve gelince Hz. Hatice kendisine gördüğünü anlattı. Meysere dedi ki: "Ben bunları Suriye yolculuğu boyunca gördüm" ve bu arada gördüklerini ve duyduklarını da Hz. Hatice'ye anlattı. Bunlar arasında Rahip Nestura ve çarşıdaki adamın dedikleri de yer alıyordu.
Bu rivayetlerin doğru olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, Hz. Muhammed (a.s.)'in, peygamberliğe fiilen tayin edilmesinden 15 sene önce bir kez daha kendisinin peygamber olacağını öğrendiğini de teslim etmek zorunda kalacağız. Hatta, sadece Hz. Muhammed (a.s.)'in, kendisi değil, Meysere, Hz. Hatice, onun yanındaki hanımlar, Hz. Muhammed (a.s.)'in, Suriye'ye kadar beraber yolculuk ettiği kafilenin diğer fertleri ve Mekke'deki diğer bazı kimselerini de bunu öğrendiklerin kabul etmeliyiz. Zira, Meysere, Hz. Hatice ve diğer bazı kadınlar gibi Mekke'nin diğer birçok sakinlerinin de Hz. Muhammed'i gölgeleyen iki meleği görmeleri ihtimal dahilindedir.
Gerçi yukarıda naklettiğimiz rivayet ve hadisler dürüst, hatırı sayılır, muteber ve ilmi dehaları tartışılmaz pek muhterem zevata aittir. Fakat bunlar pek çok yönden nazar-ı dikkate alınamaz ve doğru sayılamaz. Bir kerre, bu rivayet ve hadisler Kur'an-ı Kerim'in talimatına ve ruhuna aykırıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Resul-ü Ekrem (a.s.)'e şöyle hitap edilmiştir:
"Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun" (Kasas; 86)
"Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin". (Şura; 52)
Bu âyet-i kerimeler gösteriyor ki peygamberlik payesine yükselmeden önce Hz. Muhammed Mustafa (a.s.) kendisinin peygamber olacağını bilmiyordu. Ve bunu başka kimse değil, bizzat Cenab-ı Hak söylemektedir. Şayet Hz. Peygamber (a.s.) henüz 12 yaşında iken peygamber olacağını öğrenmiş ve 25 yaşında iken bu bilgisi yenilenmiş olsaydı, kendisine bir Kitab'ın geleceğini ve insanların kendisine iman edeceğini de umabilirdi. Böyle bir durumda hem kitaptan hem imandan habersiz olması söz konusu olamazdı.
Yukarıdaki rivayetler, Hz. Muhammed (a.s.)'e ilk defa vahy'in gelmesi ve bundan sonra kendisi ve Hz. Hatice arasında geçen konuşma ile ilgili muteber ve güvenilir hadis kitaplarında yer alan doğru hadislerle de ters düşüyor. Eğer Hz. Muhammed 28 yıldan beri kendisinin peygamber olacağını ve vahy geleceğini bilmiş olsaydı, Hira mağarasında ve daha sonra evde onca şaşkın ve sarsılmış olabilir miydi? Bu tam O'nun bildiği ve beklediği şey değil miydi? Hz. Hatice'nin, Hira'da Hz. Muhammed (a.s.)'in başından geçenler üzerine söyledikleri sözler, 15 yıldan beri O'nun peygamber olacağını bildiği için başka türlü olmayacak mıydı? Gayet tabii ki, O da beklenen bir şeyin meydana geldiğini söyleyecekti
Bir defasında Ebu Tâlib bir ticaret kafilesiyle birlikte Suriye'ye hareket ediyordu. Rasûlullah (a.s.) o zaman 12 yaşında idi[7]. Amcasının seyahate gideceğini görünce O'na sarıldı ve İbn Sa'd'in rivâyetine göre kendisine şöyle yalvarmaya başladı: "Amcacığım, siz beni kime bırakıyorsunuz. Benim ne annem var ne babam." Bunu duyunca Ebu Tâlib'in yüreği sızladı ve şöyle dedi: "Vallahi, ne ben Muhammed (a.s.)'i kendimden uzaklaştıracağım, ne de O benden uzaklaşacaktır. O, benimle gelecektir". Ve O'nu yanına aldı. Ticaret kafilesi Suriye'nin Busrâ mevkiine varıp Rahip Bahira'nın manastırına uğradı. Rahip Bahira gelen giden kafilelerle pek ilgilenmezdi. Ama bu defa geleneğini bozarak kafilenin yanına geldi. Kendileri için yemek hazırlattı ve herkesi yemeğe davet etti. Bahira'nın yemeğine herkes gitti, ama yaşı küçük olduğu için Hz. Muhammed geride bırakıldı. Rahip Bahira, Mekkelilere sordu; "herkes geldi mi?" Mekke'liler dediler ki, "yaşı küçük olan bir çocuğu çadırda bıraktık." Rahip dedi ki: "Onu da getirin". Bir Kureyşli, "vallahi, Muhammed'in bizimle beraber yemek yememesi iyi bir şey değil" dedi ve çadıra gidip O'nu, getirdi. Hz. Muhammed (a.s.)'in sofraya gelmesinden sonra Rahip Bahira kendisine dikkatle baktı ve daha sonra yanına gelip şöyle konuştu: "Sen Lât ve Uzza üzerine yemin ederek söz ver sorduğum her şeye cevap vereceksin." Hz. Muhammed (a.s.), "Ben Lât ve Uzza üzerine yemin edemem. Zira onlardan nefret ettiğim kadar başka bir şeyden nefret etmem" diye cevap verdi, daha sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- O halde, Allah rızası için söz ver, sorduğum her soruya cevap vereceksin.
- Söz veriyorum.
Rahip Bahira daha sonra Hz. Muhammed (a.s.)'in hayat hikâyesi, şahsiyeti, tabiatı, uykusu ve diğer konularda bilgi edinmek istedi ve Hz. Peygamber (a.s.) sorduğu sorulara cevap verdi. Rahip bundan sonra Hz. Peygamber (a.s.)'i tepeden tırnağa kadar süzdü. O'nu iyice inceledikten sora Ebu Tâlib'e dönerek, "bu çocuk neyinizdir?" diye sordu. "Oğlumdur" diye cevap verdi, Ebu Tâlib. "Olamaz, bunun babası sağ olamaz" diye karşılık verdi rahip. Sonra ikisi arasında şöyle bir konuşma geçti:
-Haklısınız, bu benim oğlum değil, yeğenimdir.
-Babasına ne oldu?
-Bu zavallı çocuk anne karnında iken babası vefat etti.
-Vallahi, sen talihli bir insansın. Yeğenini memleketine götür ve O'nu Yahudilerden koru. Korkarım, eğer Yahudiler bu çocukta sezdiklerimi sezerlerse O'na bir kötülük yapabilirler. Çünkü senin bu yeğenin bir gün büyük bir insan olacaktır.
Bu öğüt üzerine Ebu Tâlib ve arkadaşları Suriye'deki işlerini çabucak bitirip Hz. Muhammed (a.s.) ile birlikte Mekke'ye döndüler.
Olup bitenler bundan ibarettir. Ama oryantalistler bu olayı menfur maksatlarına alet etmişlerdir. Bu küçük hadise üzerine tahmin ve kıyasların koskoca binasını yapmışlardır ve Hz. Muhammed (a.s.)'in bütün bilgilerini Hıristiyan rahiplerinden elde ettiğini iddia etmişlerdir. Maalesef bizde, yani müslümanlarda bu tahmin ve kıyasları kuvvetlendirecek mahiyette bazı rivayet ve söylentiler dolaşmaya başlamıştır. Bu tür yanlış fikir ve tahminlerin kesinlikle reddedilmesi gerekmektedir. Çünkü bu fikir ve inanç Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğine gölge düşürecek niteliktedir. Bu kitabın birinci cildinde bu konuya ayrıntılı biçimde değinmiştik. Burada bu konuya başka bir açıdan yaklaşmaya çalışacağız.
Aslında, ömrünün çoğunu ibadet, dua ve murakabe ile geçirmek suretiyle manevî ve ruhani yeteneklerini bir hayli geliştirmiş olan derviş, zahid ve abid bir rahibin, bazı bereket ve diğer olağanüstü belirtileri gördükten sonra Kureyşlilerin ticaret kafilesinde büyük bir şahsiyetin bulunduğunu sezmesi, öyle garipsenecek bir şey değildir. Rahip Bahira'nın tahminlerinin, Hz. Muhammed (a.s.)'i gördükten sonra daha da kesinleşmiş olduğu söylenebilir. Rahip, ayrıca Yahudilerin ikinci bir millet olduğunu ve Arabistan'ın ümmilerinden ve İsmail oğullarından büyük bir şahsiyetin doğacağını hazmedemeyeceklerini düşünerek Hz. Muhammed (a.s.)'in bu milletten korunmasını da istemiş olabilir. Ancak, bu rahibin, müjdelenen peygamberin Hz. Muhammed (a.s.) olacağına kanaat getirdiğini söyleyemeyiz. Şüphesiz, Yahudi ve Hıristiyanlara ait dini kitaplarda bir peygamberin geleceği ve adının da Muhammed olacağı kayıtlıydı. Fakat Rahip Bahira'nın, görünürde herhangi bir işaret yokken, müjdelenen peygamberin 12 yaşındaki Muhammed adlı çocuğun olacağına derhal karar kıldığı da söylenemez.
Bu hususta müslüman muhaddis ve siyer yazarlarının anlattıkları rivayete de gözatmak yerinde olacaktır. Tirmizî, Beyhaki (Fid Delail) İbni Asakir, Hakim, Ebu Nuaym, Ebu Bekr el-Haraiti ve İbni Ebi Şeybe'nin Hz. Ebu Muşa Eş'ari (r.a.)'ye dayanarak naklettikleri hadis şöyledir: "Rahip Bahira, Hz. Muhammed (a.s.)'in elini tutarak, bu Seyyid'ul Murselin'dir, Seyyid'ul Alemin'dir. Bunu Cenab-ı Allah kısa bir zamanda Rahmet'ul-Alemin olarak meb'us edecektir' dedi. Kendisine soruldu. (Tirmizî ve bazı diğer muhaddislere göre, Kureyşli şeyh ve kabile reisleri kendisine sordular). 'Siz bunu nereden öğrendiniz?' O dedi ki, 'siz buraya gelirken gözlerimle gördüm, her ağaç ve her taş secdede idi. Ağaç ve taşlar bir peygamberden başka kimseye secde etmezler. Ayrıca ben O çocuğu, sırtında iki omzunun ortasında bulunan peygamberlik mühründen tanıdım. Bizim kutsal kitaplarımızda da O'ndan bahsedilmiştir.' Rahip daha sonra Ebu Tâlib'e şöyle dedi. 'Bu çocuğa Yahudilerden bir tehdit gelebilir. Onun için kendisini geri gönderin.' İbn Ebi Şeybe'nin Hz. Musa Eş'ari'ye dayanarak naklettiği rivayette, Hz. Muhammed (a.s.)'in rahibin yanına gelirken bir bulut parçasının kendisini güneşten koruduğu belirtilmiştir. Aynı hadis ve rivayetlere göre Rahib Bahira'nın ısrarı üzerine Ebu Talip, Rasûlullah (a.s.)'ı, Hz. Ebu Bekr ve Hilali Habeşi'nin refakatinde Mekke'ye geri gönderdi. Fakat bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Zira, o sırada Ebu Bekr henüz 10 yaşında idi ve Hz. Bilal (r.a.) daha da küçüktü. Evvela, 12 yaşındaki bir çocuğun kendisinden daha küçük yaştaki çocukların, "koruması" altında yola çıkarılması dikkat çekicidir, ikincisi, Hz. Bilal'in o sırada Abdulmuttalib'in sülalesiyle hiçbir ilgisi yoktu. Dolayısıyla Abdulmuttalib ailesi kendisine herhangi bir vazife veremezdi. Aynı yolculukla ilgili bir rivayet daha var. Buna göre, 7 Bizanslı, Hz. Muhammed (a.s.)'i öldürmek niyetiyle Bahira'nın manastırına vardılar. Bahira kendilerine oraya gelme sebeplerini sordu. Bizanslılar dediler ki: "Duyduğumuza göre müjdelenen peygamber bu ay içinde buraya gelecektir. Hükümetimiz bu sebeple çeşitli bölgelere adamlar yollamıştır. Biz işte bu adamlardanız". Bahira kendilerine şöyle dedi: "Siz ne zannediyorsunuz? Allah'ın yapmak istediği bir şeyi kimse engelleyebilir mi?" O adamlar, "hayır" diye cevap verdiler ve kötü niyetlerinden vazgeçtiler.
Bu rivâyetin doğru olduğunu kabul edersek, Hazreti Peygamber (a.s.) henüz 12 yaşında iken, hem kendisi, hem Kureyşliler ve hatta Bizanslılar kadar herkesin kendisinin peygamber olacağını bildikleri sonucu ortaya çıkar.
Bu olaydan 13 yıl sonra, Hz. Muhammed (a.s.) 25 yaşında iken bir ticaret yolculuğu daha yapmıştı. Yanında Hz. Hatice'nin malları bulunuyordu. Ebu Sa'id Nisaburi'nin "Şerefül Mustafa" isimli kitabında yer alan rivayete göre bu yolculuk sırasında Hz. Peygamber (a.s.) Rahip Bahira ile tekrar buluştu. Bu buluşma sırasında Bahira, kelime-i şehâdet getirerek Allah’ın tek olduğuna ve Hz. Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna tanıklık ettiğini belirtti ve ekledi: "Siz, Hz. Îsa İbn Meryem'in müjdelediği ümmi peygambersiniz. Bundan dolayıdır ki, İbni Mende ve Ebu Nuaym, Bahira'yı sahabeler arasında saymışlardır. Hafız Zehebi ise, "Tecrid'üs Sahâbe'de Bahira'nın, Hz. Muhammed (a.s.)'e, peygamberliğinden önce iman etmiş olduğunu yazmıştır.
Hz. Muhammed (a.s.)'in bu ikinci Suriye yolculuğuyla ilgili olarak anlatılan rivayetlerden biri de şöyledir. Rasûlullah (a.s.) Busra'da bir ağacın gölgesinde dinlenirken yakınlarda bulunan bir manastırdan Nestura isimli rahip çıkageldi. Nestura, Hz. Muhammed (a.s.)'e refaket eden Hz. Hatice'nin uşağı Meysere'ye yaklaşarak ağacın dibinde kimin yatmakta olduğunu sordu. Meysere, "Bir Kureyşli Harem sahiplerinden biri". Vakıdi ve İbn İshâk'ın rivayetlerine göre Nestura şunları söyledi: "Vallahi, bu ağacın altında, Hz. Îsa (a.s.)'dan bu yana (yani 600 sene) bir peygamberden başka kimse dinlenmemiştir." Ebu Sa'id, "Şerefül Mustafa"da bu rivayete şu satırları eklemiştir: Nestura daha sonra, Rasûlullah (a.s.)’ın yanına geldi, başını ve ayağını öptü ve şöyle dedi: "Sizin Allah’ın rasulü olduğunuza şehâdet ediyorum. Siz, Hz. Îsa'nın müjdelediği peygambersiniz. Hz. Îsa demişti ki, bu ağacın altında Ümmi peygamber, Haşimi, Arabi, Mekki, Havuz ve Şefaat Sahibi ve Liva-yı Hamd sahibinden başka kimse kalmayacaktır." Meysere bu olayı aklından çıkarmadı. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) Busra'nın çarşılarına alışverişe çıktı. Çarşıda bir malın fiyatı konusunda ihtilaf zuhur etti. Malı satan kişi, Rasûlullah (a.s.)'ın Lât ve Uzza üzerine yemin etmesini istedi. Rasûlullah (a.s .) dedi ki, ben hiçbir zaman yemin etmedim. Bunun üzerine o adam, Rasûlullah (a.s.)'ın teklif ettiği fiyatı ses çıkarmadan kabul eni ve Meysere'yi bir yana götürüp kulağına şunları fısıldadı: "Bu mutlaka bir peygamberdir. Elinde canım olan zata yemin ederek söylüyorum, mukaddes kitaplarımızdaki zikri geçen peygamber budur." Meysere bu hadiseyi aklına iyice yerleştirdi.
Ebu Nuaym'ın rivâyetine göre Suriye yolculuğu sırasında Meysere iki meleğin Hz. Muhammed (a.s.)'i gölge gibi izlediklerini gördü. Hz. Muhammed (a.s.) kafilesiyle birlikte Mekke'ye döndüğü zaman öğle vaktiydi. Hz. Hatice o sırada balkonda idi. O da Hz. Muhammed (a.s.) deve üzerinde gelirken iki meleğin O'nu gölgelediğini gördü. Ebu Nuaym'ın dışındaki diğer muhaddis ve tarihçiler buna şu satırları da ilâve etmişlerdir. Hz. Hatice, yanındaki diğer kadınlara da bu manzarayı gösterdi ve hepsi şaşıp kaldılar. Daha sonra Meysere eve gelince Hz. Hatice kendisine gördüğünü anlattı. Meysere dedi ki: "Ben bunları Suriye yolculuğu boyunca gördüm" ve bu arada gördüklerini ve duyduklarını da Hz. Hatice'ye anlattı. Bunlar arasında Rahip Nestura ve çarşıdaki adamın dedikleri de yer alıyordu.
Bu rivayetlerin doğru olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, Hz. Muhammed (a.s.)'in, peygamberliğe fiilen tayin edilmesinden 15 sene önce bir kez daha kendisinin peygamber olacağını öğrendiğini de teslim etmek zorunda kalacağız. Hatta, sadece Hz. Muhammed (a.s.)'in, kendisi değil, Meysere, Hz. Hatice, onun yanındaki hanımlar, Hz. Muhammed (a.s.)'in, Suriye'ye kadar beraber yolculuk ettiği kafilenin diğer fertleri ve Mekke'deki diğer bazı kimselerini de bunu öğrendiklerin kabul etmeliyiz. Zira, Meysere, Hz. Hatice ve diğer bazı kadınlar gibi Mekke'nin diğer birçok sakinlerinin de Hz. Muhammed'i gölgeleyen iki meleği görmeleri ihtimal dahilindedir.
Gerçi yukarıda naklettiğimiz rivayet ve hadisler dürüst, hatırı sayılır, muteber ve ilmi dehaları tartışılmaz pek muhterem zevata aittir. Fakat bunlar pek çok yönden nazar-ı dikkate alınamaz ve doğru sayılamaz. Bir kerre, bu rivayet ve hadisler Kur'an-ı Kerim'in talimatına ve ruhuna aykırıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Resul-ü Ekrem (a.s.)'e şöyle hitap edilmiştir:
"Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun" (Kasas; 86)
"Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin". (Şura; 52)
Bu âyet-i kerimeler gösteriyor ki peygamberlik payesine yükselmeden önce Hz. Muhammed Mustafa (a.s.) kendisinin peygamber olacağını bilmiyordu. Ve bunu başka kimse değil, bizzat Cenab-ı Hak söylemektedir. Şayet Hz. Peygamber (a.s.) henüz 12 yaşında iken peygamber olacağını öğrenmiş ve 25 yaşında iken bu bilgisi yenilenmiş olsaydı, kendisine bir Kitab'ın geleceğini ve insanların kendisine iman edeceğini de umabilirdi. Böyle bir durumda hem kitaptan hem imandan habersiz olması söz konusu olamazdı.
Yukarıdaki rivayetler, Hz. Muhammed (a.s.)'e ilk defa vahy'in gelmesi ve bundan sonra kendisi ve Hz. Hatice arasında geçen konuşma ile ilgili muteber ve güvenilir hadis kitaplarında yer alan doğru hadislerle de ters düşüyor. Eğer Hz. Muhammed 28 yıldan beri kendisinin peygamber olacağını ve vahy geleceğini bilmiş olsaydı, Hira mağarasında ve daha sonra evde onca şaşkın ve sarsılmış olabilir miydi? Bu tam O'nun bildiği ve beklediği şey değil miydi? Hz. Hatice'nin, Hira'da Hz. Muhammed (a.s.)'in başından geçenler üzerine söyledikleri sözler, 15 yıldan beri O'nun peygamber olacağını bildiği için başka türlü olmayacak mıydı? Gayet tabii ki, O da beklenen bir şeyin meydana geldiğini söyleyecekti