Hazret-i Mevlânâ’nın Gönül Deryâsında Sır ve Hikmet İncileri
Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsından, en güzel isimlerinden biri Hakîm’dir. Rabbimiz, sonsuz hikmet sahibidir. Sözünde, fiilinde, kararında, hükmünde mutlaka temâşâ edilecek, saymakla bitmez muazzam hikmetler, sırlar ve derin ibretler vardır. Hâşâ, O’nun hiçbir fiilinde gayesizlik, tesadüfîlik yoktur. Muhteşem bir âhenk ve nizam ile yaratılan kâinatta her zerre, nice sır ve hikmetlerle lebâlebdir.
Kâinâtın gözbebeği ve âlemin hulâsası (zübde-i âlem) olan insan da, aynı şekilde sır ve hikmetlerle dolu bir muammâdır. İnsan ve Kâinât’ı okumak için müstesnâ bir rehber olan Kur’ân-ı Hakîm de sırların keşfi için bir anahtardır.
İnsanın ilim ve tahsil yolunda asıl gayesi, işte bu üç «kitâbullâh»ı okumaktır. Kur’ân-ı Kerim’de insanlığa ilk emir olan;
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” fermanı bizden bunu ister.
Fakat bunları okuyabilmek, görebilmek kalbî bir kıvam ister. Tezkiye ister.
Nitekim; «Oku!»emriyle başlayan sûre, insanın düştüğü; «tuğyan, kibir, yalan, küfür, günah» gibi kirletici bâdirelere dikkat çeker; «namaz, hidâyet, emr-i bi’l-mâruf, takvâ» çarelerini gösterir ve şu emirle hitâma erer:
“Secde et ve yaklaş!”
İç dünyasını, kibir, günah, yalan gibi hastalıklardan temizleyen ve hidâyetle, takvâ ile secdelerle tezyin eden kişi Allâh’a yaklaşmaya başlar. Onun gözleri önünde mârifetullah dîvânı açılmaya başlar. Kâinattaki sayısız varlıklar, ancak ârifler için dil kesilir ve hiç durmaksızın anlatır, anlatır, anlatır.
Kâinatta, hayat kaynağı olan «su» da bin bir hikmet barındırır.
Suyun mâcerasını bir düşünelim.
Yağmur bulutlarından toprağa düşen su; bazen münbit bir arazide canlıların neşv ü nemâ bulmasına vesile olurken, bazen de kayalık veya killi bir arazide veya çölde heder olup gitmektedir. Buna mukabil bazen de toprağın üstünde neticesi görünmese bile, yer altında birikerek şifâlı bir kaynak suyu hâline gelmekte ve toprağı yarıp yeryüzüne çıkmak için gün saymaktadır. Toprağın üstünde kalan su; insanlara hizmet etmekte, onların yiyeceğinde, içeceğinde, temizliğinde ve türlü şekillerde ihtiyaçlarının giderilmesinde kullanılmakta ve bazen bu yüzden kirlenmektedir. Fakat o kirli su, güneşin hararetiyle gökyüzüne doğru tebahhur etmekte (buharlaşmakta), sonra bulut bulut kümelenip tekrar yeryüzüne rahmet olarak yağmaktadır.
Bu müthiş deveranda Allâh’ın sonsuz ilmini tefekkür etmemiz için de derin hikmetler vardır.
Bir düşünelim:
İçtiğimiz bir bardak su, var olduğu günden beri, kaç defa buhar olup gökyüzüne çıktı, sonra da rahmet olarak yeryüzüne indi, hangi tohumların içinde yemiş oldu, nerelerde gezdi, hangi bedenlere dâhil oldu! Bundan sonra kim bilir daha neler olacak?!. Bu mâcera yazılmaya kalkılsa -ki tam olarak bilmemiz de mümkün değildir- ciltler dolusu kitaplar yazılır da yine de yazılacakların sonu gelmez. Fakat Rabbimiz, her zerresinin kaderini bilir, takdir eder ve yaratır.
Bu mâceranın temizlik buudu ise insana büyük bir derstir. Hazret-i Mevlânâ, suyu hâl lisânıyla konuşturarak şöyle anlatır:
“Su; yeryüzü muhtaçlarını ve yetimlerini besler, susuzluktan kuruyup kalmış olan susuzlara hayat bahşeder. Lâkin arılığı, duruluğu kalmayıp, kirlenip bulanınca, su da bizim gibi yeryüzünde kirlendiği için huzursuz olur, şaşırıp kalır. İçten içe feryâda başlar;
«Yâ Rabbi!» der: «Sen bana ne verdinse, onların hepsini dağıttım, hepsini verdim; şimdi ben yoksul kaldım. Sermayemi, elimde bulunan her şeyi temize de döktüm, pise de… Ey sermaye veren Rabbim, bana daha da fazlasını ihsân et.»
Bu feryatlar, bu yalvarışlar üzerine Cenâb-ı Hak buluta der ki:
«Onu hırpalamadan hoş bir yere götür.» Güneşe de;
«Çabuk onu hararetinle göklere yükselt!..» diye ferman buyurur. Onu çeşit çeşit yollara sürer. Onu göklerde temizledikten sonra bazen yağmur, bazen kar, bazen de dolu hâlinde yeryüzüne yağdırır. Sonunda onu kıyısı olmayan, sınırsız denize ulaştırır.”
Her mevsim şahit olduğumuz bu tabiî hâdiseyi nakleden Hazret-i Mevlânâ, mânâ yoluyla insana;
«Suların semâda temizlendiği gibi sen de Cenâb-ı Hakk’a yaklaşarak kendini bütün nefsânî kirlerden arıt. Böylece sen de yağmur gibi ol; bereket ve rahmet saç!» demektedir.
Su insan için büyük bir remizdir.
İnsan, sudan yaratılmıştır, vücudunun mühim bir kısmı sudur ve hayâtiyetini sürdürmek için suya muhtaçtır.
İnsan ki, anne karnında küçücük bir su damlası olarak hayata başlar, doğar, büyür ve nihayet insanların arasına karışır. Su gibi temiz olan fıtratındaki letâfet ve güzellikler, hayat yolculuğunda nefsâniyet ve günah kirleriyle lekelenmeye başlar. Bu hâldeki insana Hazret-i Mevlânâ şöyle seslenir:
“Ey yiğit; durgun bir suda bir sûret, bir akis görürsen o, dışarıda bulunan kişinin yansımasıdır! Fakat suyun duru olması, içinde pisliğin bulunmaması için de, beden ırmağının kötü huylardan temizlenmesi şarttır!
Suda bulanıklık, kirlilik, çer çöp kalmamalı ki, o suya insanın yüzü aksetsin, görünsün!
Ey mânâdan yoksul zavallı, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? (Toprak ve sudan yaratıldın, toprak ve su ile rızıklanıyorsun.)
Ey gönül! Suyu topraktan, pislikten, çer çöpten temizlemelisin! Lâkin sen; her an uyku, yemek ve içmekle, şu hayat ırmağına daha fazla toprak serpmekte, bulanıklığını artırmaktasın! Hâlbuki senin iç âlemin, gönlün temizlenmemiş; gönül evin şeytanla, maymunla, canavarlarla dolu! Orada bir hayal baş gösterse, görünse, o hayalin hangi pusudan baş çıkardığını nereden anlayacaksın? (Şeytanın iğvâlarını, hakikatten nasıl ayırt edeceksin?) İçteki hayallerin süpürülmesi, gönlün temizlenmesi için bedenin tezkiyeyle, zühd ile, riyâzat ile zayıflaması, hayale dönmesi gerekir!”
Su da, suyun temizlenmesi de bizi hakikate götürmesi hedeflenen birer mecazdır. Asıl hakikat, gönül temizliğidir. Hazret-i Mevlânâ; insanın su ile vücudunu maddî kirlerden temizlerken, mânevî kirleri de tefekkür etmesini ve bu hususta Cenâb-ı Hak’tan yardım istemesini tavsiye eder:
“Abdest alırken her uzuv için ayrı bir duâ okunacağı hadiste buyurulmuştur. (Meselâ) buruna su verirken Ganî Allah’tan cennet kokusu istenir.
Ey mümin; sen, gönülden Allâh’a yalvar da, o koku seni alsın, cennete götürsün! Gül kokusu, gül bahçesinin kılavuzudur!
Pislikten temizlenirken de sözün;
«Yâ Rabbî; Sen, beni şu pislikten arıt!» sözü olsun! Maddî kirleri yıkarken;
«Yâ Rabbî! Benim elim; vücudumu ancak bu kadar yıkayıp temizleyebildi. Fakat elim; rûhumu, gönlümü temizlemekten, yıkayıp arıtmaktan âcizdir.
Ey kerem sahibi Allâh’ım; elimin ulaşamadığı gönlümün temizliğini de sen lutfet! Allâh’ım! Ben dış yüzümü pislikten arıttım, temizledim; iç pisliklerden de bu nâçiz dostunu Sen yıka. Sen tezkiye eyle!» diye duâ et.”
İnsan; işlediklerinin pişmanlığı içinde Cenâb-ı Hakk’a niyâz edip gözyaşlarıyla günahlarını temizlemeye çalışırsa, bu sayede terakkî ederek mânevî saflık ve kemâle ulaşır. Artık bu mertebede insan, Cenâb-ı Hakk’ın emri ve izni ile bir «rahmet» olarak insanların gönüllerine bereket saçmaya başlar. Artık o, insanların ıslah ve kemâline hizmet için vazifeli bir rahmet ve hidâyet menbaıdır.
«İnsan-Su» teşbihinin hikmetleri sonsuzdur:
İnsanın aslı saf ve temizdir. Necâset, kir ve lekeler, ona sonradan bulaşır. Ama bunlar ârızîdir. Kalıcı olan, ruhtaki asâlet ve temizliktir.
Su; temizlenmenin yolunu lisân-ı hâl ile, güneşin nazarında yanmak (nedâmet), benliğinden soyunmak (itiraf, tevâzu, zühd) ve göklere çıkmak (Hakk’a inâbe) olarak gösterir.
Necip Fazıl da sudaki hikmetleri şöyle dile getirir:
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.
İnsanlar habersizken yolların verâsından,
Gökle toprak arası su şaşmaz mecrâsından.
Su kesiksiz hareket, zikir, âhenk, şırıltı;
Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.
Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar;
Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar.
Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;
Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen…
Bu dünya insanlığa mânevî hamam olsa;
Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa…
Su duâdır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
Onun madeni gökte altınlar gibi sarf et!
Bu sebeple insan, üzerine bulaşan kirleri temizlemek sûretiyle irâdî olarak olgunluk basamaklarını çıkar ve yücelir. Belli bir makama yükseldikten sonra da; suyun yağmur olup yağdığı, akarsu olup her yere rahmet taşıdığı gibi, iç dünyasını temizlemiş insan da insanları tezkiye etme hizmetine koşar. O âdetâ bittecrübe bildiği bir hususu öğretecek bir muallim olur.
Su berraklaştıkça ayna gibi yansıtıcı olur. Bu sâfiyeti elde eden insanlar; Hazret-i Muhammed Mustafâ –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i yansıtan berrak aynalar gibi, dupduru, pırıl pırıl olmalıdır. Yani su gibi hayat verici, şifâlı, ferahlatıcı ve yeşertici olmalıdır. Kurdun, kuşun, herkesin içebildiği bir sebil gibi veya insanlara ibâdet şevki veren bir şadırvan gibi olmalıdır.
Halk arasındaki şu darb-ı mesel ne güzeldir:
“Su gibi aziz ol!”
Cenâb-ı Hak, hayâtiyet sahibi her şeyi su ile yarattığını bildirir. Suda nice sırlar vardır:
“Su; yeni bitmiş, yerden başkaldırmış çayır, çimene, ekine yağar. Yahut da yıkanmamış bir yüzü yıkar, temizler. Yahut elsiz, ayaksız gemiyi hamal gibi başının üstünde taşır, denizlerde yürütür. Suda yüz binlerce ilâç gizlidir. Çünkü ekserî ilâçlar onun feyzi ile yetişen bitkilerden elde edilir. Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczâhâne gibi ırmakta akar durur.”
Hakikaten, su kimyevî formülüyle basitçe iki hidrojen bir oksijen olarak bilinse de; latîf yapısı ve gerçekleştirdiği uzun yolculuğu sebebiyle, insanların ve bütün mahlûkÄtın ihtiyaç duyduğu gözle görülmez mineralleri de taşır. Bazen su, bu hikmetle aynı zamanda ilâç ve gıda da olur.
Bilhassa;
Hiçbir su kaynağında görülmeyen nitelikleri bulunan zemzemin bazı özellikleri;
Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre, dünyada içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan tek su zemzem. Yani mikrobik hastalıklara karşı etkili olan florürleri barındırıyor.
Batıda yapılan lâboratuvar çalışmalarına göre zemzem, diğer sulara nazaran çok daha az kükürt ihtivâ ediyor.
Diğer tüm sulara oranla çok daha fazla mineral barındırıyor bu sebeple çok daha besleyici.
Açsanız açlığınızı, susuzsanız susuzluğunuzu gideren tek su. (Ebû Zer Hazretleri bu hakikati tecrübe etmişti. İki ay boyunca sadece zemzem ile yaşamış, hattâ kilo almıştı.)
Yüksek kalsiyum ve magnezyum tuzu ihtivâ etmesi sebebiyle, yorgun insanların yorgunluğunun gitmesini sağlıyor.
Alman kimyacıların yaptığı çalışma neticesinde; normal bir su ile karıştırıldığında katıldığı suya baskın gelip, bütününü mayalayarak diğer suyu da zemzeme çeviriyor.
Zemzem Araştırma Merkezi kayıtlarına göre zemzem kuyusundan saniyede 8.000 litre su çekiliyor. Bu, günde 691,2 bin litre zemzem demektir. 24 saat boyunca su çekilip, 11 dakika durulduğunda kuyu eski seviyesine geliyor.
Su kristalleri üzerine araştırmalar yapan Japon bilim adamı Dr. Masaru Emotu ise Zemzem üzerinde yaptığı araştırmaların neticesinde şunları söylüyor:
“Zemzem’de büyük bir enerji var. Başkasını değiştirir ama kendi değişmez. Zemzemin kristal düzeni ve yapısı çok farklı, çan sesini duyduklarında kararıyorlar. Her bir kristalin Kâbe-i Muazzama’ya benzeyen bir doku yapısı var. Kur’ân-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığı ve netleştiğini tespit ettim. Fizikî ve kimyevî özellikleri bakımından yeryüzündeki bütün sulardan farklı. Çevresinde cereyan eden bütün değişimleri hâfızasına alıyor. Yapısı çok farklı. Bu, onu dünyadaki diğer elementlerin efendisi yapıyor.”(Kemal ÖZER, Hangi Suyu İçmeli?, s. 55-56)
Zemzem nedir?
Allâh’ın Hazret-i İbrahim’in sıdkına, Hazret-i Hâcer’in teslîmiyetine ikrâmı… Çölün ortasında ne kadar istifade edilse tükenmeyen bir rahmet pınarı…
Rabbimiz; tevhid, teslîmiyet ve tevekkül ehline, dünyada zemzem ikram ettiği gibi, âhirette de inşâallah, zemininden nehirler akan cennetler ikram buyuracak.
Rabbimiz bizleri âhirette de Havz-ı Kevser etrafında Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in livâsı altında buluştursun. Meleklerin;
“Selâm size tertemiz geldiniz!” diyerek iltifatlarla karşıladığı bahtiyar kullarından eylesin.
İçinde yaşadığımız dünyadaki kir pastan arınarak semâlara yükselen su gibi rûhumuzu ve gönlümüzü de tertemiz bir şekilde yüce huzûruna erdirsin.
Âmîn!..Osman Nuri Topbaş
SONSUZ HİKMET SAHİBİ
Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsından, en güzel isimlerinden biri Hakîm’dir. Rabbimiz, sonsuz hikmet sahibidir. Sözünde, fiilinde, kararında, hükmünde mutlaka temâşâ edilecek, saymakla bitmez muazzam hikmetler, sırlar ve derin ibretler vardır. Hâşâ, O’nun hiçbir fiilinde gayesizlik, tesadüfîlik yoktur. Muhteşem bir âhenk ve nizam ile yaratılan kâinatta her zerre, nice sır ve hikmetlerle lebâlebdir.
Kâinâtın gözbebeği ve âlemin hulâsası (zübde-i âlem) olan insan da, aynı şekilde sır ve hikmetlerle dolu bir muammâdır. İnsan ve Kâinât’ı okumak için müstesnâ bir rehber olan Kur’ân-ı Hakîm de sırların keşfi için bir anahtardır.
İnsanın ilim ve tahsil yolunda asıl gayesi, işte bu üç «kitâbullâh»ı okumaktır. Kur’ân-ı Kerim’de insanlığa ilk emir olan;
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” fermanı bizden bunu ister.
Fakat bunları okuyabilmek, görebilmek kalbî bir kıvam ister. Tezkiye ister.
Nitekim; «Oku!»emriyle başlayan sûre, insanın düştüğü; «tuğyan, kibir, yalan, küfür, günah» gibi kirletici bâdirelere dikkat çeker; «namaz, hidâyet, emr-i bi’l-mâruf, takvâ» çarelerini gösterir ve şu emirle hitâma erer:
“Secde et ve yaklaş!”
İç dünyasını, kibir, günah, yalan gibi hastalıklardan temizleyen ve hidâyetle, takvâ ile secdelerle tezyin eden kişi Allâh’a yaklaşmaya başlar. Onun gözleri önünde mârifetullah dîvânı açılmaya başlar. Kâinattaki sayısız varlıklar, ancak ârifler için dil kesilir ve hiç durmaksızın anlatır, anlatır, anlatır.
Kâinatta, hayat kaynağı olan «su» da bin bir hikmet barındırır.
ŞIRIL ŞIRIL BİR DESTAN
Suyun mâcerasını bir düşünelim.
Yağmur bulutlarından toprağa düşen su; bazen münbit bir arazide canlıların neşv ü nemâ bulmasına vesile olurken, bazen de kayalık veya killi bir arazide veya çölde heder olup gitmektedir. Buna mukabil bazen de toprağın üstünde neticesi görünmese bile, yer altında birikerek şifâlı bir kaynak suyu hâline gelmekte ve toprağı yarıp yeryüzüne çıkmak için gün saymaktadır. Toprağın üstünde kalan su; insanlara hizmet etmekte, onların yiyeceğinde, içeceğinde, temizliğinde ve türlü şekillerde ihtiyaçlarının giderilmesinde kullanılmakta ve bazen bu yüzden kirlenmektedir. Fakat o kirli su, güneşin hararetiyle gökyüzüne doğru tebahhur etmekte (buharlaşmakta), sonra bulut bulut kümelenip tekrar yeryüzüne rahmet olarak yağmaktadır.
Bu müthiş deveranda Allâh’ın sonsuz ilmini tefekkür etmemiz için de derin hikmetler vardır.
Bir düşünelim:
İçtiğimiz bir bardak su, var olduğu günden beri, kaç defa buhar olup gökyüzüne çıktı, sonra da rahmet olarak yeryüzüne indi, hangi tohumların içinde yemiş oldu, nerelerde gezdi, hangi bedenlere dâhil oldu! Bundan sonra kim bilir daha neler olacak?!. Bu mâcera yazılmaya kalkılsa -ki tam olarak bilmemiz de mümkün değildir- ciltler dolusu kitaplar yazılır da yine de yazılacakların sonu gelmez. Fakat Rabbimiz, her zerresinin kaderini bilir, takdir eder ve yaratır.
Bu mâceranın temizlik buudu ise insana büyük bir derstir. Hazret-i Mevlânâ, suyu hâl lisânıyla konuşturarak şöyle anlatır:
“Su; yeryüzü muhtaçlarını ve yetimlerini besler, susuzluktan kuruyup kalmış olan susuzlara hayat bahşeder. Lâkin arılığı, duruluğu kalmayıp, kirlenip bulanınca, su da bizim gibi yeryüzünde kirlendiği için huzursuz olur, şaşırıp kalır. İçten içe feryâda başlar;
«Yâ Rabbi!» der: «Sen bana ne verdinse, onların hepsini dağıttım, hepsini verdim; şimdi ben yoksul kaldım. Sermayemi, elimde bulunan her şeyi temize de döktüm, pise de… Ey sermaye veren Rabbim, bana daha da fazlasını ihsân et.»
Bu feryatlar, bu yalvarışlar üzerine Cenâb-ı Hak buluta der ki:
«Onu hırpalamadan hoş bir yere götür.» Güneşe de;
«Çabuk onu hararetinle göklere yükselt!..» diye ferman buyurur. Onu çeşit çeşit yollara sürer. Onu göklerde temizledikten sonra bazen yağmur, bazen kar, bazen de dolu hâlinde yeryüzüne yağdırır. Sonunda onu kıyısı olmayan, sınırsız denize ulaştırır.”
Her mevsim şahit olduğumuz bu tabiî hâdiseyi nakleden Hazret-i Mevlânâ, mânâ yoluyla insana;
«Suların semâda temizlendiği gibi sen de Cenâb-ı Hakk’a yaklaşarak kendini bütün nefsânî kirlerden arıt. Böylece sen de yağmur gibi ol; bereket ve rahmet saç!» demektedir.
Su insan için büyük bir remizdir.
İnsan, sudan yaratılmıştır, vücudunun mühim bir kısmı sudur ve hayâtiyetini sürdürmek için suya muhtaçtır.
İnsan ki, anne karnında küçücük bir su damlası olarak hayata başlar, doğar, büyür ve nihayet insanların arasına karışır. Su gibi temiz olan fıtratındaki letâfet ve güzellikler, hayat yolculuğunda nefsâniyet ve günah kirleriyle lekelenmeye başlar. Bu hâldeki insana Hazret-i Mevlânâ şöyle seslenir:
İNSAN GÖRÜNSÜN İSTERSEN!
“Ey yiğit; durgun bir suda bir sûret, bir akis görürsen o, dışarıda bulunan kişinin yansımasıdır! Fakat suyun duru olması, içinde pisliğin bulunmaması için de, beden ırmağının kötü huylardan temizlenmesi şarttır!
Suda bulanıklık, kirlilik, çer çöp kalmamalı ki, o suya insanın yüzü aksetsin, görünsün!
Ey mânâdan yoksul zavallı, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? (Toprak ve sudan yaratıldın, toprak ve su ile rızıklanıyorsun.)
Ey gönül! Suyu topraktan, pislikten, çer çöpten temizlemelisin! Lâkin sen; her an uyku, yemek ve içmekle, şu hayat ırmağına daha fazla toprak serpmekte, bulanıklığını artırmaktasın! Hâlbuki senin iç âlemin, gönlün temizlenmemiş; gönül evin şeytanla, maymunla, canavarlarla dolu! Orada bir hayal baş gösterse, görünse, o hayalin hangi pusudan baş çıkardığını nereden anlayacaksın? (Şeytanın iğvâlarını, hakikatten nasıl ayırt edeceksin?) İçteki hayallerin süpürülmesi, gönlün temizlenmesi için bedenin tezkiyeyle, zühd ile, riyâzat ile zayıflaması, hayale dönmesi gerekir!”
Su da, suyun temizlenmesi de bizi hakikate götürmesi hedeflenen birer mecazdır. Asıl hakikat, gönül temizliğidir. Hazret-i Mevlânâ; insanın su ile vücudunu maddî kirlerden temizlerken, mânevî kirleri de tefekkür etmesini ve bu hususta Cenâb-ı Hak’tan yardım istemesini tavsiye eder:
“Abdest alırken her uzuv için ayrı bir duâ okunacağı hadiste buyurulmuştur. (Meselâ) buruna su verirken Ganî Allah’tan cennet kokusu istenir.
Ey mümin; sen, gönülden Allâh’a yalvar da, o koku seni alsın, cennete götürsün! Gül kokusu, gül bahçesinin kılavuzudur!
Pislikten temizlenirken de sözün;
«Yâ Rabbî; Sen, beni şu pislikten arıt!» sözü olsun! Maddî kirleri yıkarken;
«Yâ Rabbî! Benim elim; vücudumu ancak bu kadar yıkayıp temizleyebildi. Fakat elim; rûhumu, gönlümü temizlemekten, yıkayıp arıtmaktan âcizdir.
Ey kerem sahibi Allâh’ım; elimin ulaşamadığı gönlümün temizliğini de sen lutfet! Allâh’ım! Ben dış yüzümü pislikten arıttım, temizledim; iç pisliklerden de bu nâçiz dostunu Sen yıka. Sen tezkiye eyle!» diye duâ et.”
İnsan; işlediklerinin pişmanlığı içinde Cenâb-ı Hakk’a niyâz edip gözyaşlarıyla günahlarını temizlemeye çalışırsa, bu sayede terakkî ederek mânevî saflık ve kemâle ulaşır. Artık bu mertebede insan, Cenâb-ı Hakk’ın emri ve izni ile bir «rahmet» olarak insanların gönüllerine bereket saçmaya başlar. Artık o, insanların ıslah ve kemâline hizmet için vazifeli bir rahmet ve hidâyet menbaıdır.
«İnsan-Su» teşbihinin hikmetleri sonsuzdur:
SUYUN ŞİFRELERİ
İnsanın aslı saf ve temizdir. Necâset, kir ve lekeler, ona sonradan bulaşır. Ama bunlar ârızîdir. Kalıcı olan, ruhtaki asâlet ve temizliktir.
Su; temizlenmenin yolunu lisân-ı hâl ile, güneşin nazarında yanmak (nedâmet), benliğinden soyunmak (itiraf, tevâzu, zühd) ve göklere çıkmak (Hakk’a inâbe) olarak gösterir.
Necip Fazıl da sudaki hikmetleri şöyle dile getirir:
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.
İnsanlar habersizken yolların verâsından,
Gökle toprak arası su şaşmaz mecrâsından.
Su kesiksiz hareket, zikir, âhenk, şırıltı;
Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.
Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar;
Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar.
Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;
Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen…
Bu dünya insanlığa mânevî hamam olsa;
Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa…
Su duâdır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
Onun madeni gökte altınlar gibi sarf et!
Bu sebeple insan, üzerine bulaşan kirleri temizlemek sûretiyle irâdî olarak olgunluk basamaklarını çıkar ve yücelir. Belli bir makama yükseldikten sonra da; suyun yağmur olup yağdığı, akarsu olup her yere rahmet taşıdığı gibi, iç dünyasını temizlemiş insan da insanları tezkiye etme hizmetine koşar. O âdetâ bittecrübe bildiği bir hususu öğretecek bir muallim olur.
Su berraklaştıkça ayna gibi yansıtıcı olur. Bu sâfiyeti elde eden insanlar; Hazret-i Muhammed Mustafâ –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i yansıtan berrak aynalar gibi, dupduru, pırıl pırıl olmalıdır. Yani su gibi hayat verici, şifâlı, ferahlatıcı ve yeşertici olmalıdır. Kurdun, kuşun, herkesin içebildiği bir sebil gibi veya insanlara ibâdet şevki veren bir şadırvan gibi olmalıdır.
Halk arasındaki şu darb-ı mesel ne güzeldir:
“Su gibi aziz ol!”
Cenâb-ı Hak, hayâtiyet sahibi her şeyi su ile yarattığını bildirir. Suda nice sırlar vardır:
“Su; yeni bitmiş, yerden başkaldırmış çayır, çimene, ekine yağar. Yahut da yıkanmamış bir yüzü yıkar, temizler. Yahut elsiz, ayaksız gemiyi hamal gibi başının üstünde taşır, denizlerde yürütür. Suda yüz binlerce ilâç gizlidir. Çünkü ekserî ilâçlar onun feyzi ile yetişen bitkilerden elde edilir. Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczâhâne gibi ırmakta akar durur.”
Hakikaten, su kimyevî formülüyle basitçe iki hidrojen bir oksijen olarak bilinse de; latîf yapısı ve gerçekleştirdiği uzun yolculuğu sebebiyle, insanların ve bütün mahlûkÄtın ihtiyaç duyduğu gözle görülmez mineralleri de taşır. Bazen su, bu hikmetle aynı zamanda ilâç ve gıda da olur.
Bilhassa;
ZEMZEM
Hiçbir su kaynağında görülmeyen nitelikleri bulunan zemzemin bazı özellikleri;
Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre, dünyada içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan tek su zemzem. Yani mikrobik hastalıklara karşı etkili olan florürleri barındırıyor.
Batıda yapılan lâboratuvar çalışmalarına göre zemzem, diğer sulara nazaran çok daha az kükürt ihtivâ ediyor.
Diğer tüm sulara oranla çok daha fazla mineral barındırıyor bu sebeple çok daha besleyici.
Açsanız açlığınızı, susuzsanız susuzluğunuzu gideren tek su. (Ebû Zer Hazretleri bu hakikati tecrübe etmişti. İki ay boyunca sadece zemzem ile yaşamış, hattâ kilo almıştı.)
Yüksek kalsiyum ve magnezyum tuzu ihtivâ etmesi sebebiyle, yorgun insanların yorgunluğunun gitmesini sağlıyor.
Alman kimyacıların yaptığı çalışma neticesinde; normal bir su ile karıştırıldığında katıldığı suya baskın gelip, bütününü mayalayarak diğer suyu da zemzeme çeviriyor.
Zemzem Araştırma Merkezi kayıtlarına göre zemzem kuyusundan saniyede 8.000 litre su çekiliyor. Bu, günde 691,2 bin litre zemzem demektir. 24 saat boyunca su çekilip, 11 dakika durulduğunda kuyu eski seviyesine geliyor.
Su kristalleri üzerine araştırmalar yapan Japon bilim adamı Dr. Masaru Emotu ise Zemzem üzerinde yaptığı araştırmaların neticesinde şunları söylüyor:
“Zemzem’de büyük bir enerji var. Başkasını değiştirir ama kendi değişmez. Zemzemin kristal düzeni ve yapısı çok farklı, çan sesini duyduklarında kararıyorlar. Her bir kristalin Kâbe-i Muazzama’ya benzeyen bir doku yapısı var. Kur’ân-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığı ve netleştiğini tespit ettim. Fizikî ve kimyevî özellikleri bakımından yeryüzündeki bütün sulardan farklı. Çevresinde cereyan eden bütün değişimleri hâfızasına alıyor. Yapısı çok farklı. Bu, onu dünyadaki diğer elementlerin efendisi yapıyor.”(Kemal ÖZER, Hangi Suyu İçmeli?, s. 55-56)
Zemzem nedir?
Allâh’ın Hazret-i İbrahim’in sıdkına, Hazret-i Hâcer’in teslîmiyetine ikrâmı… Çölün ortasında ne kadar istifade edilse tükenmeyen bir rahmet pınarı…
Rabbimiz; tevhid, teslîmiyet ve tevekkül ehline, dünyada zemzem ikram ettiği gibi, âhirette de inşâallah, zemininden nehirler akan cennetler ikram buyuracak.
Rabbimiz bizleri âhirette de Havz-ı Kevser etrafında Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in livâsı altında buluştursun. Meleklerin;
“Selâm size tertemiz geldiniz!” diyerek iltifatlarla karşıladığı bahtiyar kullarından eylesin.
İçinde yaşadığımız dünyadaki kir pastan arınarak semâlara yükselen su gibi rûhumuzu ve gönlümüzü de tertemiz bir şekilde yüce huzûruna erdirsin.
Âmîn!..Osman Nuri Topbaş
Moderatör tarafında düzenlendi: