MURATS44
Özel Üye
Batılı güçler tarafından masa başında cetvellerle belirlenen sınırlar ve siyasi hâkimiyet alanları ile eksik de olsa başarıyla uygulanan anlaşma, “böl ve yönet” taktiğinin de hayata geçirilmiş bir örneği...
Rusya’nın onayı ve 9-16 Mayıs 1916 tarihlerinde mektup teatisiyle İngiltere-Fransa arasında sağlanan anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun, Anadolu ve Ortadoğu topraklarının paylaşımını içeren gizli bir anlaşma Sykes-Picot. Fransa adına François Georges Picot, İngiltere adına ise Sir Mark Sykes’in imza koydukları bir uzlaşı olmasından dolayı, onların adı ile anılan bu anlaşma, bölgenin kaderi üzerinde bugüne ulaşan kalıcı etkiler bıraktı.
Milli Mücadele’den sonra kurulan “Türkiye Cumhuriyeti” hudutları dışında kalan, Misak-ı Milli sınırlarına dâhil yerlerle birlikte, Ortadoğu’da manda idaresi şeklinde ihdas edilen devletçikler, Batılı güçler tarafından masa başında cetvellerle belirlenen sınırlar ve siyasi hâkimiyet alanları ile eksik de olsa başarıyla uygulanan anlaşma, “böl ve yönet” taktiğinin de hayata geçirilmiş bir örneği. Bu açıdan bugün, Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da sınır değişikliklerine yol açacak boyuta varan gelişmelerin de temeli.
François Georges Picot ve Sir Mark Sykes
Dünyanın en önemli ve stratejik noktalarında bulunan, İstanbul-Çanakkale Boğazları, Süveyş Kanalı, Babü’l-Mendeb Boğazı, Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi gibi geçiş yollarıyla birlikte 20.yüzyıl başlarından itibaren önemli bir enerji kaynağı haline gelen petrolün çıktığı Orta Doğu, başta İngiltere olmak üzere sömürgeci güçlerin hedefi haline geldi. Bölgenin kontrolünü ele geçirme planları yapan İngilizler, 1909 yılında göreve atanan ve o dönemden itibaren Osmanlı Hükümeti’ni, Arap aşiretlerinin isyanıyla tehdit ederek, güç ve iktidar peşinde koşan Mekke Şerifi Hüseyin ile temasa geçtiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na katılmasından sonra daha da arttırılan bu temaslarla Arap sülale ve aşiretlerini ayaklandırmak için olabildiğince çalışıldı. Yapılan görüşmelerde Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in tüm Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ı içine alan bir devlet kurmasını, Lübnan’ı hariç bırakarak destekleyen İngiltere, 1915 yılının Kasım ayında bu görüşmeler hakkında Fransa’yı bilgilendirirken, aynı yılın Aralık ayında Necid Emiri İbn Suud ile de Kuveyt hariç Basra Körfezi’nin güney kıyılarını kapsayan bir bağımsızlık antlaşması yaptı. Yani Mekke Şerifi Hüseyin’e vaat ettiği topraklarda Necd Emiri İbn Suud’un da hâkimiyetini tanıdı. Bu iki yüzlü politika ile İngiltere, bölgedeki halkları birbirlerine düşman edecek tohumları ekiyordu.
1916 yılına gelindiğinde Irak Cephesi’ndeki muharebeler şiddetle sürmekteydi ve Osmanlı kuvvetleri, Halil Kut Paşa’nın komutası altında İngilizleri, Kutü’l-Amare’de büyük bir yenilgiye uğratmıştı. İşte bu zaferin hemen ardından Ortadoğu’yu paylaşmak için İngiltere ve Fransa arasında yapılan görüşmeler Sykes-Picot Anlaşması ile neticelendi. Bu anlaşmaya göre; “Suriye’nin kıyı bölgesiyle Adana ve Mersin Fransa’ya veriliyordu. Basra ve Bağdat vilâyetleriyle Hayfa ve Akkâ limanları İngiltere’ye bırakılıyor, Dicle ve Fırat sularının etki bölgelerinde ortak kullanımı garanti ediliyordu. İskenderun serbest liman ve Filistin uluslararası bölge oluyordu. Arabistan toprakları, Akkâ-Kerkük çizgisiyle ikiye bölünerek kuzey kısmı Fransız, güney kısmı İngiliz nüfuzuna bırakılıyordu. Musul vilâyetini içine alan Fransız nüfuz alanı İran sınırına kadar uzanıyordu. İngiltere’nin etki alanı ise Filistin’den Mezopotamya’ya kadar geniş bir bölgeyi kapsıyordu. İngiltere ve Fransa kendi nüfuz bölgelerinde Arap devletleri kurmayı ve bunları korumayı taahhüt ediyordu. Bitlis, Erzurum, Trabzon ve Van’ı kapsayan bölgeler ise Rusya’ya bırakılıyordu.” Böylece, İngiltere, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e vaat ettiği toprakları bu defa da Fransa ile paylaşıyordu.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin ise bu anlaşmadan habersiz “Büyük Arabistan Krallığı” hülyalarıyla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyanını 1916 Haziran’ında başlattı. Bu olay, daha sonra ders kitaplarına girecek, Müslümanlar arasına fitne sokacak ve Batılı güçlerin de kulaklara fısıldadığı “Büyük Arap İhaneti” yalanının temelini oluşturdu. Fakat gerçek çok farklıydı. Bu gerçeği savaşın başından itibaren Hicaz Cephesi’nde ve Medine’de bulunan, Feridun Kandemir, “Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler” adlı eserinde:
I. Dünya Savaşı devam ederken yapılan ve bazı bölgelerdeki değişikliklerle Lozan Antlaşması’nda kabul edilen sınırların temelini oluşturan Sykes-Picot Anlaşması, Rusya’da gerçekleşen “1917 Bolşevik Devrimi”nden sonra, Çarlık diplomasisinin gizli belgelerinin açıklanması ile öğrenildi. Bu, ve bu gibi anlaşmaları tamamlayan kararlarla, Tevhid’in, birliğin temsilcisi olması gereken Müslümanlar arasına, milliyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik, asabiyetler, çıkarlar empoze edilerek birbirlerinden ayıran yapay sınırlar çizildi. Irak, Suriye, Ürdün, Kuveyt, Hicaz Krallığı gibi manda devletlerin sosyal, siyasal, kültürel denge gözetilmeksizin ihdas edilmesi, bölgeyi bugün de devam eden yüz yıllık süreçte kan, gözyaşı ve kargaşa ortamına sürükledi.
Rusya’nın onayı ve 9-16 Mayıs 1916 tarihlerinde mektup teatisiyle İngiltere-Fransa arasında sağlanan anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun, Anadolu ve Ortadoğu topraklarının paylaşımını içeren gizli bir anlaşma Sykes-Picot. Fransa adına François Georges Picot, İngiltere adına ise Sir Mark Sykes’in imza koydukları bir uzlaşı olmasından dolayı, onların adı ile anılan bu anlaşma, bölgenin kaderi üzerinde bugüne ulaşan kalıcı etkiler bıraktı.
Milli Mücadele’den sonra kurulan “Türkiye Cumhuriyeti” hudutları dışında kalan, Misak-ı Milli sınırlarına dâhil yerlerle birlikte, Ortadoğu’da manda idaresi şeklinde ihdas edilen devletçikler, Batılı güçler tarafından masa başında cetvellerle belirlenen sınırlar ve siyasi hâkimiyet alanları ile eksik de olsa başarıyla uygulanan anlaşma, “böl ve yönet” taktiğinin de hayata geçirilmiş bir örneği. Bu açıdan bugün, Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da sınır değişikliklerine yol açacak boyuta varan gelişmelerin de temeli.
François Georges Picot ve Sir Mark Sykes
Dünyanın en önemli ve stratejik noktalarında bulunan, İstanbul-Çanakkale Boğazları, Süveyş Kanalı, Babü’l-Mendeb Boğazı, Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi gibi geçiş yollarıyla birlikte 20.yüzyıl başlarından itibaren önemli bir enerji kaynağı haline gelen petrolün çıktığı Orta Doğu, başta İngiltere olmak üzere sömürgeci güçlerin hedefi haline geldi. Bölgenin kontrolünü ele geçirme planları yapan İngilizler, 1909 yılında göreve atanan ve o dönemden itibaren Osmanlı Hükümeti’ni, Arap aşiretlerinin isyanıyla tehdit ederek, güç ve iktidar peşinde koşan Mekke Şerifi Hüseyin ile temasa geçtiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na katılmasından sonra daha da arttırılan bu temaslarla Arap sülale ve aşiretlerini ayaklandırmak için olabildiğince çalışıldı. Yapılan görüşmelerde Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in tüm Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ı içine alan bir devlet kurmasını, Lübnan’ı hariç bırakarak destekleyen İngiltere, 1915 yılının Kasım ayında bu görüşmeler hakkında Fransa’yı bilgilendirirken, aynı yılın Aralık ayında Necid Emiri İbn Suud ile de Kuveyt hariç Basra Körfezi’nin güney kıyılarını kapsayan bir bağımsızlık antlaşması yaptı. Yani Mekke Şerifi Hüseyin’e vaat ettiği topraklarda Necd Emiri İbn Suud’un da hâkimiyetini tanıdı. Bu iki yüzlü politika ile İngiltere, bölgedeki halkları birbirlerine düşman edecek tohumları ekiyordu.
1916 yılına gelindiğinde Irak Cephesi’ndeki muharebeler şiddetle sürmekteydi ve Osmanlı kuvvetleri, Halil Kut Paşa’nın komutası altında İngilizleri, Kutü’l-Amare’de büyük bir yenilgiye uğratmıştı. İşte bu zaferin hemen ardından Ortadoğu’yu paylaşmak için İngiltere ve Fransa arasında yapılan görüşmeler Sykes-Picot Anlaşması ile neticelendi. Bu anlaşmaya göre; “Suriye’nin kıyı bölgesiyle Adana ve Mersin Fransa’ya veriliyordu. Basra ve Bağdat vilâyetleriyle Hayfa ve Akkâ limanları İngiltere’ye bırakılıyor, Dicle ve Fırat sularının etki bölgelerinde ortak kullanımı garanti ediliyordu. İskenderun serbest liman ve Filistin uluslararası bölge oluyordu. Arabistan toprakları, Akkâ-Kerkük çizgisiyle ikiye bölünerek kuzey kısmı Fransız, güney kısmı İngiliz nüfuzuna bırakılıyordu. Musul vilâyetini içine alan Fransız nüfuz alanı İran sınırına kadar uzanıyordu. İngiltere’nin etki alanı ise Filistin’den Mezopotamya’ya kadar geniş bir bölgeyi kapsıyordu. İngiltere ve Fransa kendi nüfuz bölgelerinde Arap devletleri kurmayı ve bunları korumayı taahhüt ediyordu. Bitlis, Erzurum, Trabzon ve Van’ı kapsayan bölgeler ise Rusya’ya bırakılıyordu.” Böylece, İngiltere, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e vaat ettiği toprakları bu defa da Fransa ile paylaşıyordu.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin ise bu anlaşmadan habersiz “Büyük Arabistan Krallığı” hülyalarıyla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyanını 1916 Haziran’ında başlattı. Bu olay, daha sonra ders kitaplarına girecek, Müslümanlar arasına fitne sokacak ve Batılı güçlerin de kulaklara fısıldadığı “Büyük Arap İhaneti” yalanının temelini oluşturdu. Fakat gerçek çok farklıydı. Bu gerçeği savaşın başından itibaren Hicaz Cephesi’nde ve Medine’de bulunan, Feridun Kandemir, “Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler” adlı eserinde:
BİLGİ
“Lakin bu isyanın sebebi neydi? Araplar İstiklal mi istiyorlardı? Hayır, Araplar bütün bu harp boyunca Türklerle omuz omuza Çanakkale’den itibaren her cephede savaştılar. Hatta İstiklal Savaşı’mızda Aydın Cephesi’nde, Mehmetçiklerle yan yana Yunanlılarla boğuşarak, canlarını veren Araplar vardı. Ve ilk Cihan Harbi’nde, Araplarla meskun hiçbir yerde, ne Irak, ne Suriye, ne Lübnan, ne Yemen, ne Filistin’de Türklere isyan eden tek bir Arap görülmedi. İsyan eden, sadece Mekke Emiri Şerif Hüseyin’di… Şerif Hüseyin’in bu isyanda kullandığı Araplar da, Hicaz çöllerinde öteden beri göçebe hayatı yaşayan ve talan ile geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz fakir fukara bedeviler, yani Urbanlardı. Mekke, Taif, Cidde gibi şehir ve kasabalardaki Araplar isyana katılmadıkları gibi Şerif Hüseyin de zaten bunlardan asker almak teşebbüsünde bulunmamıştı. Urban ve Şeyhleri fakirlikleri dolayısıyla paradan başka birşey bilmezlerdi. Şerif Hüseyin gibi İngilizler de bunu bildikleri için, para gücüyle ancak bunlardan faydalanmışlardı. Ve isyanı sonuna kadar bunlarla yürütmüşlerdi.” Şeklinde ifade etmişti.
I. Dünya Savaşı devam ederken yapılan ve bazı bölgelerdeki değişikliklerle Lozan Antlaşması’nda kabul edilen sınırların temelini oluşturan Sykes-Picot Anlaşması, Rusya’da gerçekleşen “1917 Bolşevik Devrimi”nden sonra, Çarlık diplomasisinin gizli belgelerinin açıklanması ile öğrenildi. Bu, ve bu gibi anlaşmaları tamamlayan kararlarla, Tevhid’in, birliğin temsilcisi olması gereken Müslümanlar arasına, milliyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik, asabiyetler, çıkarlar empoze edilerek birbirlerinden ayıran yapay sınırlar çizildi. Irak, Suriye, Ürdün, Kuveyt, Hicaz Krallığı gibi manda devletlerin sosyal, siyasal, kültürel denge gözetilmeksizin ihdas edilmesi, bölgeyi bugün de devam eden yüz yıllık süreçte kan, gözyaşı ve kargaşa ortamına sürükledi.
KAYNAK
Cevdet Küçük, “Sykes-Picot”, Dia, c.38, İstanbul, 2010. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, 2010. Feridun Kandemir, Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, İstanbul, 2007. Atatürk Araştırma Merkezi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, c.1, Ankara, 2006. İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.4. İstanbul, 2011.