Meal TAHA Suresi Türkçe Okunuşu ve Meali

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
TAHA SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ

TAHA Suresi 2. Ayet-i Kerime
TAHA Suresi 2. Ayet-i Kerime
Tâ-Hâ Sûresi Hakkında

Tâhâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 135 âyettir. İsmini birinci âyetinde yer alan “Tâ. Hâ” mukataa harflerinden almıştır. Bazı kaynaklarda surenin “Mûsâ sûresi” ve “Kelîm sûresi” diye isimlendirildiği de görülür. Mushaf tertîbine göre 20, iniş sırasına göre 45. sûredir.

Hz. Ömer’in bu sûre vesilesiyle müslüman olduğu rivayet edilir. Hâdise özetle şöyle vuku bulmuştur:

Başlangıçta İslâm’ın yaman düşmanlarından biri olan Ömer b. Hattab, Resûlullah (s.a.s.)’i öldürmeye kastetmişti. Ömer bu niyetle yola çıktığında bir adama rastlar. Adam ona: “Sen önce kız kardeşinin ve eniştenin müslüman olduğunu bilmelisin” der. Bunu duyan Ömer doğruca kız kardeşinin evine gider. Orada kardeşi Fatma ve eniştesi Said b. Zeyd’in, Habbab b. Eret’in yanında yazılı bir kağıt parçasından bir şeyler öğrendiklerini görür. Fatma ağabeyinin geldiğini görünce kağıt parçasını hemen bir yere saklamaya çalışırsa da, okunanları duyan Ömer onlara sorular sormaya başlar. Daha sonra eniştesini döver ve kocasını korumaya çalışan kız kardeşini yaralar. Sonunda her ikisi de “Evet müslüman olduk, ne yaparsan yap!” derler. Ömer, kız kardeşinin başından akan kandan müteessir ve müteellim olarak: “Okuduğunuz şeyi bana gösterin” der. Kız kardeşi kağıdı yırtmayacağına dair ondan yemin alır ve “Temizlenmeden ona dokunamazsın” der. Bunun üzerine Ömer (r.a.) yıkanır ve Tâhâ sûresinin yazılı olduğu kağıdı okumaya başladığında: “Ne mükemmel bir şey!” diye nâra atmaktan kendini alamaz. Bunu duyan Habbâb, gizlendiği yerden çıkarak: “Allah’a yemin olsun ki, O sana Peygamberi’nin davetini tebliğe hizmet ettirecektir. Çünkü dün Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’in: «Rabbim, ya Hakem b. Hişâm[1] ya da Ömer b. Hattap’la İslâm’ı teyîd eyle!» diye dua ettiğini duydum. Ey Ömer Allah’a dön, Allah’a dön!” telkininde bulunur. Bu sözler o kadar ikna edici olur ki Hz. Ömer Habbab’la birlikte, İslâm’ı kabul etmek üzere Resûlullah (s.a.s.)’in yanına gider ve kelime-i şehâdet getirerek İslâm’la şereflenir. (İbn Hişam, es-Sîre, I, 271 vd.)

[1] Hakem b. Hişâm, Ebû Cehil diye meşhur olan müşriğin ismidir.


Tâ-Hâ Sûresi Konusu

Sûre, Kur’ân-ı Kerîm’in indiriliş gâyesini belirterek, Resûlullah (s.a.s.)’i tesellî ederek ve her şeyin sahibi olan Allah Teâlâ’yı tanıtarak söze başlar. İçinde alınacak çok mühim dersler ve ibretler olan Hz. Mûsâ’nın kıssasını; hususiyle peygamber olduktan sonra hem Firavun hem de kendi kavmiyle olan mücâdelesini uzun uzadıya beyân eder. Arada kıyâmetin dehşetli sahnelerinden manzaralar arzederek münkirleri bekleyen hazin âkıbet ve korkunç azabı hatırlatır. Sonunda kısaca Âdem-İblîs kıssasına temas ederek, Allah’ı zikretmek, O’nu hiç unutmamak, dünyaya gönül bağlamamak, ibâdetlere, bunlar içinde de özellikle namaza fert, aile ve toplum olarak devam etmek, dinin tebliğinde sabır ve sebat göstermek gibi İslâm’ın cihanşumûl kaidelerini telkinle sözü nihâyete erdirir.

Tâ-Hâ Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada yirminci, iniş sırasına göre kırk beşinci sûredir. Meryem sûresinden sonra, Vâkıa sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 130 ve 131. âyetlerin Medine’de nâzil olduğuna dair bir rivayet de vardır. Hz. Ömer’in İslâmiyet’i kabul edişiyle ilgili meşhur rivayette Ömer’in, kız kardeşi ve eniştesinin evine baskın yaptığında işittiği ve çok etkilendiği âyetlerin Tâhâ sûresinin âyetleri olduğu ve bu olayın peygamberliğin beşinci yılında cereyan ettiği dikkate alınarak, genellikle Mekke döneminin ortalarına doğru indiği kabul edilir. Kaynaklarda nüzûlü için belirli bir sebepten söz edilmez. Geldiği dönemin şartları ve sûrenin içeriği, Hz. Peygamber’e ve müminlere teselli verip onların moralini yükseltmeyi amaçladığını göstermektedir.

Tâ-Hâ Sûresi Fazileti

Resûlullah (s.a.s.) buyurur:

“Tâhâ ve Yâsîn sûrelerini işiten melekler şöyle derler: «Bunların kendilerine gönderildiği ümmete ne mutlu, bunları taşıyan gönüllere ne mutlu, bunları okuyan dillere ne mutlu!»” (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’an 20)

TAHA SURESİ OKUNUŞU


Bismillâhirrahmânirrahîm

20/TÂHÂ-1: Tâ, hâ.
Tâ, Hâ.


20/TÂHÂ-2: Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ.
Kur'ân'ı sana meşakkat (güçlük) olsun diye indirmedik.


20/TÂHÂ-3: İllâ tezkireten li men yahşâ.
Huşû sahiplerine zikir (öğüt) olsun diye.


20/TÂHÂ-4: Tenzîlen mimmen halakal arda ves semâvâtil ulâ.
Arzı ve yüksek semaları yaratan tarafından indirilmiştir.


20/TÂHÂ-5: Er rahmânu alel arşistevâ.
Rahmân arşın üzerine istiva etti.


20/TÂHÂ-6: Lehu mâ fis semâvâti ve mâ fîl ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahtes serâ.
Semalarda ve arzda ve ikisinin arasında ve de nemli toprağın altında olanlar, O'nundur.


20/TÂHÂ-7: Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemus sirre ve ahfâ.
Ve sen, sözü açıklasan da (açıklamasan da) muhakkak ki O, gizliyi ve daha gizliyi (ve en gizliyi) bilir.


20/TÂHÂ-8: Allâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul esmâul husnâ.
Allah ki, O'ndan başka İlâh yoktur. En güzel isimler, O'nundur.


20/TÂHÂ-9: Ve hel etâke hadîsu mûsâ.
Sana Musa (A.S)'ın haberi geldi mi?


20/TÂHÂ-10: İz reâ nâren fe kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi kabesin ev ecidu alen nâri hudâ(huden).
Bir ateş gördüğü zaman ailesine şöyle demişti: “Durup bekleyin! Muhakkak ki ben, bir ateş gördüm. Belki ondan, size bir kor (nur) getiririm veya ateşin üzerinde (nurun yanında) hidayeti bulurum.”


20/TÂHÂ-11: Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.
Böylece oraya (ateşin (nurun) yanına) geldiği zaman “Ya Musa!” diye nida olundu.


20/TÂHÂ-12: İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyk(na’leyke), inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Muhakkak ki Ben, Ben senin Rabbinim. Şimdi pabuçlarını çıkar. Şüphesiz sen, mukaddes vadi Tuva'dasın.


20/TÂHÂ-13: Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ve Ben, seni seçtim. Öyleyse vahyolunan şeyi dinle!


20/TÂHÂ-14: İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.
Muhakkak ki Ben, Ben Allah'ım. Benden başka İlâh yoktur. Öyleyse Bana kul ol ve Beni zikretmek için namazı ikame et!


20/TÂHÂ-15: İnnes sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.
Muhakkak ki o saat (kıyâmet saati), gelecektir. Bütün nefslere (herkese), çalışmalarının karşılığının (ceza veya mükâfatlarının) verilmesi için neredeyse onu, Kendimden bile gizleyeceğim.


20/TÂHÂ-16: Fe lâ yesuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.
Öyleyse ona (kıyâmet saatine), inanmayanlar ve hevesine (nefsinin afetlerine) tâbî olanlar, sakın seni ondan (kıyâmet gününe îmân etmekten) alıkoymasın. O taktirde sen (de) helâk olursun.


20/TÂHÂ-17: Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ.
O sağ elindeki nedir, ey Musa?


20/TÂHÂ-18: Kâle hiye asây(asâye), etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ meâribu uhrâ.
“O benim asamdır, ben ona dayanırım (yaslanırım). Ve onunla koyunlarımın üzerine yaprak silkelerim. Benim için onda, daha başka menfaatler (faydalar) da vardır.” dedi.


20/TÂHÂ-19: Kâle elkıhâ yâ mûsâ.
(Allahû Tealâ): “Ey Musa, onu at!” dedi.


20/TÂHÂ-20: Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
Böylece onu attı. O zaman o, hızla hareket eden (koşan) bir yılan olmuştu.


20/TÂHÂ-21: Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehel ûlâ.
“Onu al ve korkma! Onu ilk suretine (durumuna) döndüreceğiz.” dedi.


20/TÂHÂ-22: Vadmum yedeke ilâ cenâhıke tahruc beydâe min gayri sûin âyeten uhrâ.
Elini, (koynunun) yan tarafına koy (sok). Başka bir âyet (mucize) olarak, kusursuz (lekesiz) ve beyaz (nurlu) olarak çıkar.


20/TÂHÂ-23: Li nuriyeke min âyâtinel kubrâ.
Büyük âyetlerimizden (mucizelerimizden) birini, sana göstermemiz içindir.


20/TÂHÂ-24: İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git! Çünkü o, azdı.


20/TÂHÂ-25: Kâle rabbişrah lî sadrî.
(Musa A.S): “Rabbim benim göğsümü şerhet (yar, aç).” dedi.
 
Son düzenleme:

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
20/TÂHÂ-26: Ve yessir lî emrî.
Ve bana işimi kolaylaştır.


20/TÂHÂ-27: Vahlul ukdeten min lisânî.
Ve dilimden düğümü (peltekliği) çöz.


20/TÂHÂ-28: Yefkahû kavlî.
Sözlerimi idrak etsinler.


20/TÂHÂ-29: Vec’al lî vezîren min ehlî.
Ve ailemden bana bir yardımcı kıl.


20/TÂHÂ-30: Hârûne ahî.
Kardeşim Harun.


20/TÂHÂ-31: Uşdud bihî ezrî.
Onunla, gücümü artır (beni güçlendir).


20/TÂHÂ-32: Ve eşrikhu fî emrî.
Ve onu, işimde bana ortak kıl.


20/TÂHÂ-33: Key nusebbihake kesîrâ(kesîren).
Seni, çok tesbih etmemiz için.


20/TÂHÂ-34: Ve nezkureke kesîrâ(kesîren).
Ve Seni, çok zikredelim.


20/TÂHÂ-35: İnneke kunte binâ basîrâ(basîren).
Muhakkak ki Sen, bizi görensin.


20/TÂHÂ-36: Kâle kad ûtîte su’leke yâ mûsâ.
(Allahû Tealâ): “Ey Musa! Sana istediğin verilmiştir.” dedi.


20/TÂHÂ-37: Ve lekad menennâ aleyke merreten uhrâ.
Ve andolsun ki seni, bir kere daha ni'metlendirdik (ni'metlendirmiştik).


20/TÂHÂ-38: İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
Vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik.


20/TÂHÂ-39: Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh(lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.
(Onu sandığa koymasını, sonra onu denize (Nil Nehri'ne) bırakmasını (vahyetmiştik). Böylece deniz, onu sahile atsın, Benim ve onun düşmanı, onu alsın. Ve gözümün önünde (korumam altında) yetiştirilmen için sana, Kendimden muhabbet (sevgi) verdim.


20/TÂHÂ-40: İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluh(yekfuluhu), fe reca’nâke ilâ ummike key takarre aynuhâ ve lâ tahzen(tahzene), ve katelte nefsen fe necceynâke minel gammi ve fetennâke futûnâ(futûnen), fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.
Kızkardeşin (seni izleyerek) yürüyordu. (Seni saraya aldıkları zaman onlara şöyle) diyordu: “Size, ona kefil olacak (emzirip, bakacak) birisine delil olayım mı (bulmanızda yardım edeyim mi)? Böylece seni, annene döndürdük. Onun, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın diye. Ve birisini öldürmüştün. O zaman (da) seni, gamdan (üzüntüden) kurtarmıştık. Ve seni, sınavlarla imtihan ettik. Böylece Medyen halkı içinde senelerce kaldın. Sonra kaderin gereği (takdir edilen zamanda buraya) geldin ya Musa!


20/TÂHÂ-41: Vastana’tuke li nefsî.
Ve Ben, seni (nebî olarak) Kendime seçip, yetiştirdim.


20/TÂHÂ-42: İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
Sen ve kardeşin, âyetlerimle (mucizelerimle) gidin ve Benim zikrimi (Beni zikretmeyi) ihmal etmeyin (daimî zikirde olun).


20/TÂHÂ-43: İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna ikiniz gidin. Muhakkak ki o, azdı.


20/TÂHÂ-44: Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.
O zaman ona, yumuşak söz söyleyin. Böylece o, tezekkür eder (anlar) veya huşû duyar.


20/TÂHÂ-45: Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.
(O ikisi): “Rabbimiz gerçekten biz, onun bize (karşı) ifrata (aşırı) gitmesinden veya azgın davranmasından korkuyoruz.” dediler.


20/TÂHÂ-46: Kâle lâ tehâfâ innenî meakumâ esmau ve erâ.
(Allahû Tealâ): “İkiniz (de) korkmayın! Muhakkak ki Ben, sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” dedi.


20/TÂHÂ-47: Fe’tiyâhu fe kûlâ innâ resûlâ rabbike fe ersil meanâ benî isrâîle ve lâ tuazzibhum, kad ci’nâke bi âyetin min rabbik(rabbike), ves selâmu alâ menittebeal hudâ.
O halde ikiniz ona gidin ve ona şöyle söyleyin: “Muhakkak ki biz, senin Rabbinin iki resûlüyüz. İsrailoğulları'nı artık bizimle beraber gönder ve onlara azap etme! Sana Rabbinden âyet (mucize) getirdik. Ve hidayete tâbî olanlara selâm olsun.”


20/TÂHÂ-48: İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.
Muhakkak ki yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerine azap olduğu bize vahyolundu.


20/TÂHÂ-49: Kâle fe men rabbikumâ yâ mûsâ.
(Firavun şöyle) dedi: “Öyleyse ikinizin Rabbi kimdir, ya Musa?”


20/TÂHÂ-50: Kâle rabbunellezî a’tâ kulle şey’in halkahu summe hedâ.
(Hz. Musa): “Bizim Rabbimiz, herşeye yaradılışını lütfeden (ihsan eden) sonra da hidayete erdirendir.” dedi.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
20/TÂHÂ-51: Kâle fe mâ bâlul kurûnil ûlâ.
(Firavun): “Öyleyse evvelki nesillerin durumu nedir?” dedi.


20/TÂHÂ-52: Kâle ilmuhâ inde rabbî fî kitâb(kitâbin), lâ yadıllu rabbî ve lâ yensâ.
“Onun ilmi, Rabbimin yanında bir kitap (Ümmülkitap)'tadır. Benim Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz.” dedi.


20/TÂHÂ-53: Ellezî ceale lekumul arda mehden ve seleke lekum fîhâ subulen ve enzele mines semâi mââ(mâen), fe ahrecnâ bihî ezvâcen min nebâtin şettâ.
Yeryüzünü size döşek (beşik) yapan, orada sizin için yollar açan ve semadan su indiren O'dur. Sonra da onunla, farklı farklı bitkilerden çiftler çıkardık.


20/TÂHÂ-54: Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Yeyin ve hayvanlarınızı otlatın! Muhakkak ki bunda, akıl sahipleri için elbette âyetler (deliller) vardır.


20/TÂHÂ-55: Minhâ halaknâkum ve fîhâ nuîdukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ.
Sizi, ondan yarattık. Ve sizi, oraya (geri) döndüreceğiz. Ve sizi, oradan bir kere daha çıkaracağız.


20/TÂHÂ-56: Ve lekad ereynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.
Ve andolsun ki; âyetlerimizin (mucizelerimizin) hepsini, ona gösterdik. Buna rağmen yalanladı ve (yalanında) direndi.


20/TÂHÂ-57: Kâle e ci’tenâ li tuhricenâ min ardınâ bi sihrike yâ mûsâ.
“Sen bizi, sihrin ile yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ya Musa?” dedi.


20/TÂHÂ-58: Fe le ne’tiyenneke bi sıhrin mislihî fec’al beynenâ ve beyneke mev’ıden lâ nuhlifuhu nahnu ve lâ ente mekânen suvâ(suven).
Öyleyse biz de sana mutlaka onun gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi (sen), seninle bizim aramızda bir zaman (buluşma zamanı) (ve) bizim ve senin, ihtilâf etmeyeceğimiz uygun bir yer tayin et (seç).


20/TÂHÂ-59: Kâle mev’ıdukum yevmuz zîneti ve en yuhşeren nâsu duhâ(duhan).
(Musa A.S): “Sizin (bizimle) buluşma zamanınız, ziynet (bayram) günü ve insanların toplandığı, duhan (kuşluk) vakti olsun.” dedi.


20/TÂHÂ-60: Fe tevellâ fir’avnu fe cemea keydehu summe etâ.
Böylece firavun döndü (gitti). Arkasından hilelerini topladıktan sonra geldi.


20/TÂHÂ-61: Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alallâhi keziben fe yushıtekum bi azâb(azâbin), ve kad hâbe menifterâ.
Musa (A.S) onlara şöyle dedi: “Size yazıklar olsun! Allah'a yalanla iftira etmeyin yoksa sizi azapla yok eder ve (O'na) iftira eden(ler) heba olmuştur.”


20/TÂHÂ-62: Fe tenâzeû emrehum beynehum ve eserrûn necvâ.
Böylece işlerini (hilelerini), kendi aralarında görüştüler (tartıştılar) ve gizlice konuştular.


20/TÂHÂ-63: Kâlû in hâzâni le sâhirâni yurîdâni en yuhricâkum min ardıkum bi sihrihimâ ve yezhebâ bi tarîkatikumul muslâ.
“Bu ikisi gerçekten iki sihirbazdır. Sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve üstün olan tarikatınızı (yolunuzu, dîninizi), yok etmek istiyorlar.” dediler.


20/TÂHÂ-64: Fe ecmiû keydekum summe’tû saffâ(saffen), ve kad eflehal yevme menista’lâ.
(Firavun şöyle dedi): “Artık hilelerinizi (sihirlerinizi) toplayın. Sonra saf saf (sırayla) gelin. Ve o gün üstün gelen, felâha (kurtuluşa, zafere) ulaşmış olur.”


20/TÂHÂ-65: Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.
“Ya Musa, (asanı) sen mi atarsın yoksa önce atan biz mi olalım?” dediler.


20/TÂHÂ-66: Kâle bel elkû, fe izâ hıbâluhum ve ısıyyuhum yuhayyelu ileyhi min sıhrihim ennehâ tes’â.
(Musa A.S): “Hayır, (siz) atın!” dedi. Böylece (onları attıkları) zaman onların ipleri ve asaları, kendisine, onların sihirlerinden dolayı “hızla hareket ediyor” gibi göründü.


20/TÂHÂ-67: Fe evcese fî nefsihî hîfeten mûsâ.
Bu sebeple Musa (A.S), kendinde bir korku hissetti.


20/TÂHÂ-68: Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.
“Korkma! Muhakkak ki sen, sen üstünsün.” dedik.


20/TÂHÂ-69: Ve elkı mâ fî yemînike telkaf mâ sanaû, innemâ sanaû keydu sâhır(sâhırin), ve lâ yuflihus sâhıru haysu etâ.
Ve sağ elindekini (asanı) at, onların yaptığı şeyleri yutacak. Onların yaptıkları sadece sihirbaz hilesidir ve sihirbazlar, nereden gelirse gelsinler, felâha (kurtuluşa) eremezler.


20/TÂHÂ-70: Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.
Bunun üzerine sihirbazlar secde ederek yere kapandılar. Biz: “Harun ve Musa'nın Rabbine îmân ettik.” dediler.


20/TÂHÂ-71: Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ.
(Firavun): “Size izin vermemden önce ona îmân mı ettiniz? Muhakkak ki o, gerçekten size sihir öğreten, sizin büyüğünüzdür (ustanızdır). Bu durumda mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Ve sizi mutlaka hurma ağacına asacağım. Ve böylece hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcı (imiş) gerçekten bileceksiniz.” dedi.


20/TÂHÂ-72: Kâlû len nu’sireke alâ mâ câenâ minel beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente kâd(kâdin), innemâ takdî hâzihil hayâted dunyâ.
“Bize gelen mucizeler karşısında asla seni tercih etmeyiz (üstün tutmayız). Çünkü bizi, O yarattı. Bu durumda sen, yapacağını yap. Fakat sen, ancak bu dünya hayatında yaparsın.” dediler.


20/TÂHÂ-73: İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfire lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mines sihr(sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.
Muhakkak ki biz, hatalarımızı ve ona karşı sihirden bize zorla (istemeyerek) yaptırdığın şeylerden (dolayı) bizi, mağfiret etsin (affetsin ve günahlarımızı sevaba çevirsin) diye Rabbimize îmân ettik. Ve Allah, daha hayırlıdır ve daha bâkidir (kalıcıdır).


20/TÂHÂ-74: İnnehu men ye’ti rabbehu mucrimen fe inne lehu cehennem(cehenneme), lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.
Muhakkak ki kim Rabbine suçlu olarak gelirse, o taktirde mutlaka cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar.


20/TÂHÂ-75: Ve men ye’tihî mu’minen kad amiles sâlihâti fe ulâike lehumud derecâtul ulâ.
Ve kim salih ameller (nefs tezkiyesi) yapmışsa ve O'na (Allah'a) mü'min olarak gelirse o zaman işte onlar, onlar için yüksek dereceler vardır.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
20/TÂHÂ-76: Cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men tezekkâ.
İçinde ebedî kalacakları, altından nehirler akan adn cennetleri vardır. Ve işte bu, tezkiye olanların (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapanların) mükâfatıdır.


20/TÂHÂ-77: Ve lekad evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ibâdî fadrib lehum tarîkan fîl bahri yebesâ(yebesen), lâ tehâfu dereken ve lâ tahşâ.
Ve andolsun ki Biz, Musa (A.S)'a vahyettik ki: “Kullarımla gece (yola) çıkıp yürü! Sonra da (asanla) vurarak onlar için kuru bir yol aç! (Firavunun size) yetişmesinden korkma ve (suda boğulmaktan da) endişe etme!”


20/TÂHÂ-78: Fe etbeahum fir’avnu bi cunûdihî fe gaşiyehum minel yemmi mâ gaşiyehum.
Böylece firavun ordusuyla onları takip etti. Bunun üzerine deniz, onların üzerine öyle bir kapanışla kapandı ki, onları (tamamen) örterek kapladı (onları suda boğdu).


20/TÂHÂ-79: Ve edalle fir’avnu kavmehu ve mâ hedâ.
Ve firavun, kavmini dalâlette bıraktı ve (kavmini) hidayetten men etti.


20/TÂHÂ-80: Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûril eymene ve nezzelnâ aleykumul menne ves selvâ.
Ey benî İsrail! Sizi düşmanınızdan kurtarmıştık. Ve Tur'un sağ tarafında sizinle (buluşmak üzere) vaadleştik ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.


20/TÂHÂ-81: Kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve men yahlil aleyhi gadabî fe kad hevâ.
Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yeyin. Ve onda (yediğiniz şeylerde) azgınlık (nankörlük) etmeyin. Aksi halde size gazabım iner. Ve kimin üzerine gazabım inerse, artık o heva olmuştur (nefsinin hevasına tâbî olup dalâlete düşmüştür).


20/TÂHÂ-82: Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
Ve muhakkak ki Ben, (mürşidin önünde 12 ihsanla) tövbe edenler ve (ikinci defa) âmenû (kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan mü'min) olanlar ve salih amel (zikir) yapanlar (nefsi ıslâh edici amel işleyenler) için mutlaka Gaffar'ım (onların günahlarını sevaba çevirenim). Sonra onlar, (Benim tarafımdan) hidayete erdirilir (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştırılır).


20/TÂHÂ-83: Ve mâ a’celeke an kavmike yâ mûsâ.
Ey Musa! Seni, kavminden (ayırıp) sana acele ettiren nedir?


20/TÂHÂ-84: Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.
(Musa A.S): “Onlar, onlar benim izim üzerindeler (benim arkamdan geliyorlar). Ve Rabbim ben, Senin rızan için (Sana gelmekte) acele ettim.” dedi.


20/TÂHÂ-85: Kâle fe innâ kad fetennâ kavmeke min ba’dike ve edallehumus sâmiriyy(sâmiriyyu).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki Biz, böylece senin kavmini, senden sonra imtihan etmiştik. Ve Samiri, onları dalâlete düşürdü.” dedi.


20/TÂHÂ-86: Fe recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifâ(esifen), kâle yâ kavmi e lem yaıdkum rabbukum va’den hasenâ(hasenen), e fe tâle aleykumul ahdu em eredtum en yahılle aleykum gadabun min rabbikum fe ahleftum mev’ıdî.
Bunun üzerine Musa (A.S), esefle (üzülerek) gadapla (öfkeyle) kavmine döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz size, güzel bir vaadle vaadetmedi mi? Buna rağmen ahd süresi size uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizin gazabının üzerinize inmesini mi istediniz? Bu sebeple mi vaadimi (sizden aldığım vaadi) yerine getirmediniz?” dedi.


20/TÂHÂ-87: Kâlû mâ ahlefnâ mev’ıdeke bi melkinâ ve lâkinnâ hummilnâ evzâren min zînetil kavmi fe kazefnâhâ fe kezâlike elkâs sâmiriyy(sâmiriyyu).
“Sana vaadettiğimizden kendi isteğimizle dönmedik. Ve lâkin bize, o kavmin ziynetleri (altın süs eşyaları) yüklenmişti. Bu yüzden onları (eritmek üzere ateşe) attık. Sonra Samiri de attı.” dediler.


20/TÂHÂ-88: Fe ahrece lehum ıclen ceseden lehu huvârun fe kâlû hâzâ ilâhukum ve ilâhu mûsâ fe nesiy(nesiye).
Böylece onlar için (ortaya) böğüren bir buzağı heykeli çıkardı. Ve onlara (Samiri ve taraftarları): “Bu, sizin ilâhınız ve Musa'nın da ilâhı, fakat o unuttu.” dediler.


20/TÂHÂ-89: E fe lâ yerevne ellâ yerciu ileyhim kavlen ve lâ yemliku lehum darren ve lâ nef’â(nef’an).
Onlara sözle cevap vermediğini ve onlara zarar veya fayda vermeye malik olmadığını görmüyorlar mı?


20/TÂHÂ-90: Ve lekad kâle lehum hârûnu min kablu yâ kavmi innemâ futintum bih(bihî) ve inne rabbekumur rahmânu fettebiûnî ve etîû emrî.
Ve andolsun ki Harun (A.S) daha önce, onlara şöyle dedi: “Ey kavmim, siz onunla sadece imtihan edildiniz! Ve muhakkak ki Rahmân, sizin Rabbinizdir. Artık bana tâbî olun ve emrime itaat edin.”


20/TÂHÂ-91: Kâlû len nebreha aleyhi âkifîne hattâ yercia ileynâ mûsâ.
“Musa bize dönünceye kadar, ona kendimizi vakfetmekten (ibadet etmekten) asla vazgeçmeyeceğiz.” dediler.


20/TÂHÂ-92: Kâle yâ hârûnu mâ meneake iz reeytehum dallû.
(Musa A.S): “Ey Harun! Onların dalâlete düştüğünü gördüğün zaman (onları uyarmaktan) seni ne men etti?” dedi.


20/TÂHÂ-93: Ellâ tettebian(tettebiani), e fe asayte emrî.
Niçin bana tâbî olmadın? Yoksa emrime isyan mı ettin?


20/TÂHÂ-94: Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi re’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.
(Harun A.S): “Ey annemin oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma (çekme). Gerçekten ben, senin, “İsrailoğulları arasında fırkalar oluşturdun (ikilik, düşmanlık çıkardın) ve sözümü tutmadın (emrimi yerine getirmedin)” demenden korktum.” dedi.


20/TÂHÂ-95: Kâle fe mâ hatbuke yâ sâmiriyy(sâmiriyyu).
“Öyleyse ey Samiri! Senin (onlara) hitabın ne idi (onlara ne söyledin)?” dedi.


20/TÂHÂ-96: Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.
(Samiri): “Ben, onların görmediği şeyi gördüm. Resûl'ün (Cebrail A.S'ın) izinden (ayağının bastığı yerdeki topraktan) bir avuç aldım. Sonra da onu (erimiş madenin içine) attım. Ve böylece (bu), nefsime (bana) güzel göründü.” dedi.


20/TÂHÂ-97: Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefeh(tuhlefehu), vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ(nesfen).
(Musa A.S): “Artık git! Senin için (söz konusu olan), bütün hayatın boyunca “(bana) dokunmayın” demendir. Muhakkak ki senin için asla vazgeçilmeyecek bir vaad (ceza) vardır. Ve ona, ısrarla kendini vakfettiğin (taptığın) ilâhına bak! Onu mutlaka yakacağız. Sonra da elbette onu, toz haline getirerek (küllerini) savurup denize atacağız.” dedi.


20/TÂHÂ-98: İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ hûv(huve), vesia kulle şey’in ilmâ(ilmen).
Sizin İlâhınız sadece Allah'tır ki, O'ndan başka İlâh yoktur. İlim (ilmi) ile herşeyi kaplamıştır (kuşatmıştır).


20/TÂHÂ-99: Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebak(sebaka), ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ(zikren).
İşte böylece geçmiş olan haberleri sana anlatıyoruz. Ve sana katımızdan Zikri (Kur'ân'ı) verdik.


20/TÂHÂ-100: Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kıyâmeti vizrâ(vizren).
Kim ondan yüz çevirirse, o zaman muhakkak ki o, kıyâmet günü (ağır) bir yük (kaybettiği dereceleri) yüklenir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
20/TÂHÂ-101: Hâlidîne fîh(fîhi), ve sâe lehum yevmel kıyâmeti hımlâ(hımlen).
Onlar, onda (o yükün getireceği azabın içinde) ebedî kalacak olanlardır. Ve kıyâmet günü yüklendikleri, onlar için ne kötü (yük)tür.


20/TÂHÂ-102: Yevme yunfehu fîs sûri ve nahşurul mucrimîne yevme izin zurkâ(zurkan).
O gün ki, sur'a üfürülür. Ve mücrimleri, o izin günü morarmış olarak haşredeceğiz (toplayacağız).


20/TÂHÂ-103: Yetehâfetûne beynehum in lebistum illâ aşrâ(aşren).
Onlar aralarında: “(Dünyada) sadece 10 (gün) kaldınız.” diye gizlice konuşacaklar.


20/TÂHÂ-104: Nahnu a’lemu bimâ yekûlûne iz yekûlu emseluhum tarîkaten in lebistum illâ yevmâ(yevmen).
Onların söyledikleri şeyleri Biz, daha iyi biliriz. Yol bakımından onlara emsal olan “sadece bir gün kaldınız” diyecek.


20/TÂHÂ-105: Ve yes’elûneke anil cibâli fe kul yensifuhâ rabbî nesfâ(nesfen).
Ve sana dağ(lar)dan soruyorlar. O zaman onlara de ki: “Rabbim onları savurup atacak.”


20/TÂHÂ-106: Fe yezeruhâ kâan safsafâ(safsafen).
Böylece onu (dağların yerini) boş bir düzlük olarak bırakacaktır.


20/TÂHÂ-107: Lâ terâ fîhâ ivecen ve lâ emtâ(emten).
Orada (dağların yerinde) bir eğrilik ya da bir engebe (alçaklık yükseklik) görmezsin.


20/TÂHÂ-108: Yevme izin yettebiûned dâıye lâ ivece leh(lehu), ve haşeatil asvâtu lir rahmâni fe lâ tesmeu illâ hemsâ(hemsen).
İzin günü, kendisinde eğrilik olmayan davetçiye tâbî olurlar. Rahmân'a karşı sesler kısılır. O zaman hems (hafif fısıltı)dan başka bir şey (ses) işitmezsin.


20/TÂHÂ-109: Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).
İzin günü, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.


20/TÂHÂ-110: Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ(ılmen).
(Allah), onların önündeki(leri) ve arkasındaki(leri) (onların geçmişini ve geleceğini) bilir ve onu, ilim ile ihata edemezler (bilemezler).


20/TÂHÂ-111: Ve anetil vucûhu lil hayyil kayyûm(kayyûmi), ve kad hâbe men hamele zulmâ(zulmen).
Hayy ve Kayyum olan (Allah)'a vechler (herkes), boyun eğdi. Ve zulüm yüklenenler heba (cehennemlik) oldular.


20/TÂHÂ-112: Ve men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ yehâfu zulmen ve lâ hadmâ(hadmen).
Ve mü'min (kalbine îmân yazılmış) olarak salih (nefsi ıslâh edici) amel işleyen kimseler, artık zulümden (kendilerine) haksızlık yapılmasından ve (kazandıkları derecelerin) azaltılmasından korkmasınlar.


20/TÂHÂ-113: Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren).
Ve böylece Kur'ân'ı Arapça olarak indirdik ve O'nda, vaadedilenleri açıkladık. Böylece takva sahibi olurlar veya onlar için bir zikir (ibret) olur.


20/TÂHÂ-114: Fe teâlallâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen).
İşte Hakk ve Melik olan Allah, Yüce'dir. Ve Kur'ân'ın tamamlanması hususunda O'nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de.


20/TÂHÂ-115: Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ(azmen).
Ve andolsun ki Âdem (A.S)'a ahd verdik, fakat o unuttu. Ve onu, azîmli bulmadık.


20/TÂHÂ-116: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.
Ve meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin!” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O (iblis), direndi (secde etmedi).


20/TÂHÂ-117: Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.
Bunun üzerine, (Âdem A.S'a şöyle) dedik: “Ey Âdem! Muhakkak ki bu (şeytan), senin için ve zevcen (eşin) için düşmandır. Sonra sakının (dikkat edin ki) sizin ikinizi (de) cennetten çıkarmasın. O zaman şâkî olursunuz.


20/TÂHÂ-118: İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.
Muhakkak ki senin için orada (cennette) acıkmak ve çıplak kalmak yoktur.


20/TÂHÂ-119: Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.
Ve muhakkak ki sen, orada susamazsın ve (sıcaktan) yanmazsın.


20/TÂHÂ-120: Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceretil huldi ve mulkin lâ yeblâ.
Böylece şeytan, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?”


20/TÂHÂ-121: Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ.
Bunun üzerine ikisi de ondan (o ağaçtan) yediler. O zaman ikisinin de edep yerleri kendilerine açıldı. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Âdem, Rabbine asi oldu, böylece azdı.


20/TÂHÂ-122: Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ.
Sonra Rabbi, onu seçti. Böylece onun tövbesini kabul etti ve onu hidayete erdirdi.


20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”


20/TÂHÂ-124: Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.
Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim (hayat) vardır. Ve kıyâmet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.


20/TÂHÂ-125: Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad kuntu basîrâ(basîran).
(Kıyâmet günü şöyle) dedi: “Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben (daha önce) görüyordum.”
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
20/TÂHÂ-126: Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlikel yevme tunsâ.
(Allahû Tealâ): “İşte böyle, âyetlerimiz sana geldi fakat sen onları unuttun. Ve aynı şekilde (senin yaptığın gibi), o gün (de) sen unutulursun.” dedi.


20/TÂHÂ-127: Ve kezâlike neczî men esrefe ve lem yu’min bi âyâti rabbih(rabbihî), ve le azâbul âhıreti eşeddu ve ebkâ.
İsraf edenleri (haddi aşanları) ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Ve ahiret azabı daha şiddetli ve bâkidir (devamlıdır).


20/TÂHÂ-128: E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Onlar hâlâ hidayete ermediler mi? Onlardan önce nice nesilleri helâk etmemize (rağmen) ki şimdi onlar, onların meskenlerinde dolaşıyorlar. İşte bunda nehy sahipleri (Allah'ın yasaklarına riayet edenler) için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.


20/TÂHÂ-129: Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ(musemmen).
Ve eğer Rabbinden, daha önce (söylenmiş) bir kelime (söz) ve belirlenmiş bir müddet olmasaydı, (onlara) mutlaka bir (ceza) lâzımgelirdi.


20/TÂHÂ-130: Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable gurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbih ve etrâfen nehâri lealleke terdâ.
O halde söylenen şeylere sabret! Ve Rabbini, güneşin tulûundan (doğuşundan) önce, güneşin gurubundan (batışından) önce ve gecenin bir kısmında hamd ile tesbih et. Ve gündüz boyunca da tesbih et. Umulur ki böylece rızaya ulaşırsın.


20/TÂHÂ-131: Ve lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ mettâ’nâ bihî ezvâcen minhum zehretel hayâtid dunyâ li neftinehum fîh(fîhi), ve rızku rabbike hayrun ve ebkâ.
Ve onlardan bazılarına, onları imtihan etmemiz için, (onlarla) metalandırdığımız (faydalandırdığımız) dünya hayatının ziynetlerine gözlerini dikme (imrenme). Ve Rabbinin rızkı daha hayırlıdır ve bâkidir (devamlıdır).


20/TÂHÂ-132: Ve’mur ehleke bis salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ(rızkan), nahnu nerzukuk(nerzukuke), vel âkıbetu lit takvâ.
Ve ehline (ailene ve etrafındakilere) namazı emret ve onun üzerinde (namazda) sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız. Akibet (en güzel sonuç) takva sahiplerinindir.


20/TÂHÂ-133: Ve kâlû lev lâ ye’tînâ bi âyetin min rabbih(rabbihî), e ve lem te’tihim beyyinetu mâ fîs suhufil ûlâ.
“Bize Rabbinden bir âyet getirse olmaz mı? Evvelki sahifelerde beyyineler (ispat vasıtaları, deliller) onlara gelmedi mi?” dediler.


20/TÂHÂ-134: Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
Ondan önce gerçekten Biz onları, azapla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle derlerdi: “Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil (rezil) ve rüsva olmadan önce senin âyetlerine tâbî olsaydık.”


20/TÂHÂ-135: Kul kullun muterebbisun fe terabbesû, fe se ta’lemûne men ashâbus sırâtıs seviyyi ve menihtedâ.
De ki: “Herkes beklemekte, öyleyse siz de bekleyin! Artık kim Sıratı Seviyye (Sıratı Mustakîm) ehlidir (üzerindedir) ve kim hidayete ermiştir, yakında bileceksiniz.”
 
Üst Alt