Tarihte TÜRK adı

MURATS44

Özel Üye
Türk adı
Türk adı

Bugün ilim dünyasında, umumiyetle, “Türk” adının M.S. VI. yüzyıl ortasında Göktürkler tarafından kurulmuş olan devlet (552-744) ile ortaya çıktığı kabul olunmaktadır[1]. Buna göre, “Türk” adı ilk olarak Çin yıllığı Çou-şu’da, Göktürk birliğini göstermek üzere 542 yılında[2] ve Batı Wei İmparatoru T’ai-tsu tarafından Göktürk Şefi Bumın’a elçi gönderilmesi münasebetiyle de 545 yılında görünmektedir[3].

I. Türk Adının Eskiliği Hakkında İleri Sürülen Görüşler
Türk adı Çin tarihi vesikalarında böyle ortaya çıkmakla beraber, Türk soyundan gelen ve Türkçe konuşan topluluklar şüphesiz çok eskiden beri mevcut bulunuyordu. Asya Hunları (Çin kaynaklarında, Hsiyung-nu), Batı Hunları (Avrupa Hunları), Kuzey Çin’de Tabgaçlar (Çin kaynaklarında, T’o-pa) ile aynı sahanın çeşitli bölgelerinde küçük devletler kuran “Hsiyung-nu imparatorları”na bağlı toplulukların ekseriyeti ana dilleri Türkçe olan ve Türk soyundan gelen topluluklar idi[4]. Türklerin böylece tarihte büyük yer tutan eski bir millet olduğu düşüncesi birçok tarihçi ve dilciyi “Türk” adının pek eski bir maziye sahip olabileceği hükmüne götürmüş ve bunlar “Türk” adını en eski tarih kaynaklarında aramak yoluna girmişlerdir.
Meselâ, ünlü tarihçi J. V. Hammer, Herodotos’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targitaların Türk olduğunu tahmin etmişti ki, ona göre, “Türk” ismi ilk olarak bu kavmin adında geçmiş olmalı idi[5]. Keza V. Hammer Tevrat’taki Togharma adını da “Türk” ismi ile ilgili görmekte idi[6]. Herodotos’ta “Türk” adını arayanlardan biri de Avusturyalı bilgin Tomaschek’tir. Bu da Grek tarihçisinin “İskit” arazisinde gösterdiği kavimlerden Tyrkae’i (Jyrkae) Türk kabul etmişti[7]. Linguistique esasa dayanarak değil, fakat benzetme yolu ile “Türk” adının pek eski devirlerde izlerini bulmaya çalışanlar daha çoktur. Meselâ, bir Fransız şarkiyatçısı, Plinius ile P. Mela’da Turcae şeklinde geçdiği iddia olunan kavmi Türklerle aynı saymış,[8] F. V. Erdmann, Thrak adını “Türk” ile aynîleştirmiş,[9] V. de St. Martin ile meşhur J. Marquart eski Hint kaynaklarındaki Turukha veya Türüşka (yahud Turuşka) adını “Türk” ile birleştirmek istemişlerdir,[10] Ön Asya çivi yazılı metinlerde ülke adı olarak görülen Tourki ile ve Asurca çive yazılı vesikalardaki Turukku okunabilen kavim adı ile “Türk” sözünün münasebeti düşünülmüş,[11] “Türk” isminin Arapçadan uydurma Turkor kelimesinden çıktığı iddia olunmuştur[12].
Türk adının çok eskiden beri mevcut olduğu kanaatinin hakim bulunduğu zamanlarda bu ad tabiatıyla eski Çin kaynaklarında da aranmıştır. Böylece Çin yıllıklarında M.Ö. 2. bin ortalarından itibaren göründüğü söylenen Tik kavminin adının, telaffuz bakımından “Türk”e yakınlığı sebebi ile, “Türk” kelimesinin Çincedeki ilk şekli olduğu ileri sürülmüştür[13]. Bu fikir, bazı Türk tarihçilerine cazip gelmiş görünmektedir[14]. Fakat Tik-Türk münasebeti daha önce W. Koppers, P. Pelliot vb. gibi mütehassıslar tarafından şüphe ile karşılanmış,[15] A. V. Gabain tarafından kabul edilmemiş[16] ve W. Eberhard’ın tetkikleri de Tik’in Türk ile alakasızlığını ortaya koymuş bulunuyordu[17].
İslam kaynaklarında ise “Türk” adının dikkat çekici bir durumu vardır. Bilindiği gibi, İslam literatüründe Hicrete kadar olan dünya tarihi daha ziyade bir hülâsa mahiyetindedir. Bu eserler İslamiyet öncesi İran, İsrail, Grek, Cahiliye-Arap tarihlerini kısaca ve birbirine müvazi şekilde kaydederler. İslamiyet’ten önceki Türk tarihi hakkında bilgi veren İslam kaynakları ile bunlardan nakiller yapan meselâ Süryani müelliflerin eserlerinde, bilahare Türklüğü sabit olan kavimlerin ve hanedanların Türk olduklarının belirtilmesi dikkate değer bir noktadır ki, bu nevi malumat arasında bizi burada ilgilendiren bahis iki rivayet manzumesine dayanır:
İran, yani Zend-Avesta rivayetleri,
İsrail, yani Tevrat rivayetleri.
Tevrat’a dayanan rivayetlerde “Türk”ün Nuh neslinden olduğu kabul edilir[18]. Bir kısım kaynaklarda Türk, Nuh’un üç oğlundan Yafes’in oğlu olarak gösterilir[19]. Böylece o zaman mevcut bulundukları tasavvur olunan kavimler arasında Türk’e verilen ehemmiyet belirmektedir. Bazı müellifler de Türk’ü Yafes’in doğrudan doğruya oğlu değil, fakat torunu veya onun neslinden biri saymaktadırlar[20].
Ancak Nuh ile ilgili rivayetin muahhar olduğu ve “Türk” adının bu rivayete Türklerin (daha doğrusu Göktürklerin ve onlardan itibaren Türk soyundan gelen diğer toplulukların) VIII-X. yüzyıllarda İslam dünyasında kendilerini hissettirecek derecede rol oynamağa başladıkları zamanlarda ilave edildiği anlaşılıyor. Zira elimizdeki, aslına en yakın olarak tespit edilen Tevrat metinlerinde Türk, ne şahıs (ata), ne de kavim adı olarak yer almamaktadır[21]. O halde Tevrat rivayetinde istinaden İslam kaynaklarında ve bunlardan nakillerde bulunan Süryani kaynaklarında kaydedilen “Türk” adı sonraki bir devreye ait olmak gerekir. “Türk” adı yanında zikredilen çeşitli isimlerdeki Türk boyları da bunu gösterir.
Diğer taraftan aynı İslam kaynakları İran rivayetlerini naklederken de “Türk”ten bahsetmişlerdir. Avesta’nın Ebu’l-beşer (insan cinsinin babası ki, Tevrat’ta Adem mukabilidir.) olarak tanıttığı Kayümars’dan (Kayumareta) ve Tevrat rivayetindeki Nuh zamanına rastlayan Camşüd’den sonra, İran rivayeti şöyle devam eder: Hükümdar Farüdün geniş ülkesini üç oğlu: Salm (Sarm), İrac, Atvac veya Tuvac (doğrusu, Turac) arasında taksim etti[22] ve Türk, Çin ülkeleri Turac’a düştü[23]. Bu arada zuhur eden taht kavgalarında İrac diğer kardeşleri tarafından öldürüldü. İrac’ın yerine Seçen oğlu Minüçiür (Manüçithra) babasının intikamını almak üzere “Türk” ülkesine yürüdü ve Turac neslinden Afrasiyab ile çarpıştı. Çetin savaşlardan sonra, iki memleket arasında hudut ok atmak suretiyle tespit edildi: Bir İranlı tarafından Teberistan’dan atılan ok[24] Belh nehri (Ceyhun, Amu-derya) üzerine düştü. Bu sebeble bu nehir iki ülke arasında sınır sayıldı[25]. Bundan sonra İran rivayetlerinde artık Türk ülkesinden “Turan”, Fars ülkesinden de “İran” tabirleri ile bahsedilmiştir[26].
İran-Turan harpleri, bilindiği gibi, meşhur destan şairi Firdevsi’nin (ölm. 1021) Şehname’sine başlıca mevzu teşkil etmiştir[27]. Firdevsi’nin büyük mübalağalarla anlattığı bu savaşların[28] tamamıyla hayal mahsulü olduğu, İranlıların kendileri için eski Hint-Avrupa mitolojisinden zengin ve renkli bir mazi, İran hükümdarlarının iyiliklerini, adaletini ve imar faaliyetlerini göstermek maksadıyla bir sürü vekayi icat ettikleri ilmi araştırmalar neticesinde anlaşılmıştır. Meselâ burada İran hükümdarı olarak zikredilen Farüdün (veya Afrüdün) Hint-İran mitolojisinde Thraetaona adı ile geçen bir ilah olduğu gibi, Afrasiyab da aynı ilâhlar zümresinden savaş tanrısıdır ve asıl adı Frangrasyan’dır[29].
Minuçihr öldükten sonra, “Türk hükümdarı” Afrasiyab[30] İran’a girdi, Azerbaycan’ı, istila ederek Babil’e kadar ilerledi. İran’ı, bu durumdan Minuçihr’in torunu Zav b. Şahmasb kurtardı. Şahmasb gençliğinde “Türk ülkesi”ne gitmiş orada Türk hükümdarlarından birinin kızı ile evlenmişti. Bu Türk prensesinden doğan Zav birçok başarılı savaşlar yaparak “Afrasyab al-Türkî”yi uzaklaştırdı. Afrasyab’ın İran topraklarında 12 yıl kaldığını bildiren bu rivayete göre, İran’ın kurtuluşu hadisesi büyük sevince vesile oldu ve bayram telâkki edildi[31]. Bundan sonra, hükümdar olarak, Kaykubad ve Kaykavus’u müteakib, Siyavuş geldi. Bu da Afrasiyab’ın kızı ile evlenmişti[32]. İşte İran-Turan savaşlarının asıl kahramanı bu evlenmeden doğan KayHusrav’dır. KayHusrav, Afrasiyab’ın kuvvetlerini ağır mağlubiyetlere uğrattı, 50-60 bin kişiyi telef etti, 30 bin kişi esir aldı. Bu arada Türk kumandanlarından çoğu öldü. Oğlu da mağlup olarak ölen Afrasyab bizzat sefere çıktı ise de 100 bin kişilik telefat verdikten sonra, Azerbaycan’a çekildi, saklandı; Fakat yakalanarak KayHusrav’e getirildi ve öldürüldü[33].
Bu son savaşlarda bir hakikat mevcut gibi görünüyor. Zira eski Grek kaynaklarında, adı geçen İran hükümdarına ait bazı izlere tesadüf edildiği bildirilmektedir. Herodotos’ta ilk Ahameniş kralı olarak zikredilen zatın Kyrus (KayHusrav adının Grekçe şekli) adını taşıdığı, “Turan” hükümdarı Afrasyab’ın da Herodotos’un Med kralı olarak tanıttığı Astiag olduğu beyan edilmiştir ki, buna göre Ahameniş Devri İranlıları Medyalıları “Turanlı” saymakta ve Med ülkesi “Turan”a dahil bulunmakta idi[34].
Diğer taraftan KayHusrav ile çarpışan Afrasyab’ın Saka hükümdarı olduğu da ileri sürülmüştür[35]. Bu takdirde eski İskitlerle ilgili bulunan Sakların bir Türk kolu olduğunu kabul etmek icap eder[36].
Burada gerek Medyalılar, gerek Sakalar hakkında ileri sürülen tahminlerdeki tarihî gerçek payını tayin etmek müşkül ise de, bahis mevzuu “Afrasyab”ın hakikaten bir Türk hükümdarı olduğu şüphesiz görünmektedir. Çünkü onun büyük ve muazzez hatırası Asya Türkleri arasında asırlarca yaşamış[37] ve tabiatıyla İran rivayetlerindeki uydurma ad altında değil, fakat, Türk ananesine göre, Tunga Alp Er şeklindeki Türkçe adı ve unvanı ile tanınan bu ulu Türk hükümdarı namına Türkler yüzlerce yıl yoğlar, törenler tertip etmişlerdir[38].
Böylece Türk-İran münasebetlerindeki Afrasyab adlı hükümdarın belki milattan önce asırlarda rol oynamış büyük bir Türk başbuğu olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bizi burada alâkadar eden cihet, bütün İslâm kaynaklarının Afrasyab’ı daima “Türk” olarak zikretmiş olmalarıdır. Bununla beraber, İslâm kaynaklarındaki rivayetlerin de, tespit bakımından, gerçek mehazleri Vahb b. Munabbih olsa dahi, VIII. yüzyıl başlarından daha geriye gitmediği unutulmamalıdır[39].
İslami devir kaynaklarından önce yazılmış Arapça eserler içinde “Türk” adının ilk geçtiği yer olarak Cahiliye Devri’nin meşhur Arap şairi Al-Nabi’a al-Zubyanİ’nin (ölm. 595-612 yılları arası) Divan’ı gösterilmiştir[40]. Buna göre, Arapça yazılmış eserler arasında “Türk” adının ilk defa VI. Yüzyılın sonlarına doğru zikredilmiş olduğunu kabul etmek lâzımdır.
Bizans literatüründe ise, Türklerin eski Troyalılarla münasebete getirilmiş olması dikkat çekicidir. Bu husus İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya giden Bizanslı Th. Gazes ile İtalyan hümanisti F. Filelfo arasında teati edilen mektuplarda görünüyor. Bu mektuplardan anlaşılıyor ki, XV. asır Türkleri eski Troyalıların neslinden sayılmaktadır: Türkler Bizans başkentini zapt etmek suretiyle, Troya’yı hile ile ele geçiren Greklerin torunlarından, atalarının intikamını almışlardır[41]. Bu gibi telâkkilerin doğuşunda şüphesiz “Türk” adının eski şeklinin “Troia” olduğu zannı rol oynamıştır. Bilindiği gibi, Bizans müellifleri arasında “Türk” adı ilk defa, Göktürkler dolayısı ile, Aghatias tarafından zikredilir[42].


Dipnotlar:

[1] Batı literatüründe umumiyetle, doğrudan doğruya, “Türkler”, “Türk Devleti” diye zikredilen bu topluluk ve siyasî teşekküle biz, bunu diğer Türk topluluk ve devletlerinden ayırmak üzere, Göktürkler, Göktürk Devleti vb. demekteyiz. Yalnız, Türk dilini tarihî tasnifinde “Eski Türkçe” bölümünde, Uygurcadan önceki safha olarak yer alan bu Türk toplumunun diline Batı literatüründe Göktürkçe (Kök-Türkçe) adı verilmektedir (Gök kelimesinin o çağdaki telâffuzu kök’tür). Bu tabir, ilk defa W. Bang tarafından kullanılmış (bkz., W. Bang, Über die Köktürkische Inschrift… Leipzig, 1896; ayn. müell., Zu den Kök-Türk Inschriften, T’oung Pao, 1896, s. 255 vdd. ayn. müell., Köktürkisches… WZKM. 1897, XI, s. 192 vdd., vb…), daha sonra Türk dili mütehassıslarının çoğu tarafından devam ettirilmiştir (mesela, A. v. Le Coq, Köktürkischen aus Turfan, Berlin, 1909; J. Németh, Die Köktürkischen Grabinschiften… KCsA, II, 1-2, 1926, s. 134 vdd; R. R. Arat, Türk Şivelerinin Tasnifi, TM, X, 953, s. 96, 119; A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, I, İstanbul, 1958, s. 49, 99, vd; A. Dilaçar, Türk Diline Genel Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 74, 92 vd).

Bilindiği gibi, “Kök-Türk” tabirini bizzat bahis mevzuu Türkler kendileri kullanmışlardır (H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, I, 1936, s. 30: Kül-Tegin, I. D, 3; Bilge, II D, 4). “Kök-Türk” tabirinin mânası hakkında bkz., W. Thomsen, Turcica, 1916, s. 19-25; O. Pritsak, Qara, Studie zur Türkischen Rechtssymbolik, Z. V. Togan Arm., İstanbul, 1953, s. 259; R. Graud, L’Empire des Turcs’ céleates, Paris, 1960, s. 15, 25.
[2] Bkz., Lin Mau-Tsai, die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken, I, Wiesbaden, 1958, s. 28.
[3] Liu M.-Tsai, aynı eser I, s. 6; II (1958), s. 490, not, 22. Göktürk devleti’nin kuruluş tarihi olarak gösterilen 552 senesi Bumin’ın resmen İl-Hagan unvanını aldığı yıldır. Fakat gerçekte bu devletin daha önceki tarihlerde müstakil hüviyette bulunduğunu Çin ile elçi teatisi ortaya koymaktadır. Nitekim Bumin kendi elçilerini Wei imparatoruna 546’da göndermiştir (aynı eser, I, s. 7). Göktürk Hakanı İşbara (ölm. 587)’ya göre, bu devlet 535’te kurulmuştur (bkz., L. M. Ts. aynı eser I, 52; II, 528).
[4] Liu Juan, Liu Ç’ung (304-318), Çe-Li (329-334), Çe-Hu (343-349), Pei Liang (397-439), bkz., B. Szâsz, A hunok torténete… Bp. 1943, s. 87 vd. A. Caferoğlu, aynı eser I, s. 62-78. 304-439 yılları arasındaki Asya Hun sülâleleri için bkz., W. Eberhard, Çin Tarihi, 1947, s. 182; Selçuklulardan önce Orta Asya ve Orta Doğu’da Türkler için bkz., R. N. Frye-A. Sayılı, Belleten, sayı, 37, 1946, s. 103 vd.
[5] J. v. Hammer, Geschichte d. Osmanische Reiches, I, 1832, s. 1.
[6] Göst. yr.
[7] W. Tomaschek, Kritik der ältesten Nachrichten über den Skytischen, Wien, 1887.
[8] G. de Rialle, Mémoire sur l’Asie centrale, 1875, bkz., Türklük (mecmua), I, 1, 1939. İstanbul, s. 74 vd.
[9] Bkz., J. Németh, Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4, 1927, s. 277.
[10] V. de St. Martin, Dictionnaire de Géographie, VI, 1899; J. Marquart, Erân{ahr, 1901, bkz., H. N. Orkun, Türkçülüğün Tarihi, İstanbul, 1944, s. 10 vd.
[11] Bkz., H. Koşay, Z. V. Togan Arm, s. 35.
[12] I. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, 1932, s. 151.
[13] J. J. de Groot, Die Hunnen der Vorchristlichen Zeit, Berlin-Leipzig, 1921, s. 4 vd. Daha bkz., L. Ligeti, KCsA, II, 1-2, 1926, s. 2. Burada Tikler Asya Hunları ile bir sayılmış, daha doğrusu, Tik=Türk aynîliği üzerinde durulmuştur. Tikler hakkında tafsilât için bkz., B. Szâsz, aynı eser, s. 49, 74, 474, 479, 513.
[14] Meselâ, H. N. Orkun, Türk Sözünün Aslı, İstanbul, 1940, s. 11-18; Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, 1946, İstanbul, s. 386.
[15] Bkz., W. Koppers, Cihan Tarihinin Işığında İlk Türklük ve İlk İndo-Germenlik, Belleten, sayı, 20, 1941, s. 475, n. 6 (Almancası, aynı yer, s. 486, n. 6).

[16] A. v. Gabain, Hun-Türk münasebetleri, II. Türk tarih kongresi (1937) zabıtları, 1943, s. 900 vd; Ayn. müell., Hunnisch-Türkische Beziehungen, Z. V. Togan Arm., s. 18.
[17] W. Eberhard, Çin’in şimal komşuları, Ankara, 1942, s. 117. Esasen “Türk” adının Çincede iki heceli olarak tespit edilmiş oluşu bu görüşü değerden düşürmeğe kâfidir (aşağıya bkz.,). “Türk” adına dair buraya kadar zikredilen iddiaların linguistique bir temele dayanmadığı hakkında bkz., J. Németh, Die Probleme der türkischen Urzeit, BOH, V, Bp. 1947, s. 91-98; ayrıca bkz., Aynı müell., Türklüğün eski çağı, Türkçe tercüme Ş. Baştav, Ülkü, sayı, 90, 1940, s. 518.
[18] Bilindiği gibi, aslında Tevrat’a göre Nuh, Tufandan sonra bütün insanların atası durumundadır.
[19] Al-TabarN, TarNH al-Umam va’l-MulNk, I, Kahire, 1357, s. 139; İbn al-AşNr, Al-Kâmil, I, Kahire, 1348, s. 44, Rivayetin kaynağı ilk İslâm tarih rivayetçisi sayılan Vahb b. Munabbih’tir. (ölm. 728)
[20] Al-Mas’NdN, MurNc al-zahab, I, Kahire, 1367, s. 131. İbn Hurdadbih ve GardNzN’ye (ölm. 440=1048/1049) göre (Zayn al-aHbar, neşr. ve Macarcaya terc. G. Kuun, Gırdezi a Törökökröl, KSz, II 1901, s. 2), Tufandan sonra Nuh dünyayı üç oğlu arasında taksim ettiği zaman Ye’cüc-Me’cüc (bkz., Eİ, Gog-Magog, Şaklab bkz., İA bu mad.), Çin havalisi ve “Türk”, Yafes’in hissesine düşmüştür.
Burada, “Türk” başka bir yoldan Yafes’e bağlanmaktadır. Süryani Mihael (ölm. 1200) Tourkaye kavminin Yafes soyundan olduğunu belirtmekle iktifa eder (J.-B. Chabot, Chronique de Michel le Syrien, III, 1905, s. 149). Barhebraeus (ölm. 1286)’a göre (Abû’l-Farac Tarihi, I, Türk. terc. Ö. R. Doğrul, Ankara, 1945, s. 75) ise, doğudan batıya doğru bütün kuzey bölgesi, Alan memleketi, Medya, Türkler vb. Yafes’in oğullarına ait olmuştur.
Bu rivayet, Orta Çağ Türk müellifleride de görülür: Kaşgarlı Mahmud, DLT, neşr. ve terc. B. Atalay,
I, 350 vd. Daha bkz., Ebülgazi Bahadır Han, Türk Şeceresi, Anadolu Türkçesine çeviren, Dr. R. Nur, 1925, s. 13.
[21] Bkz., Kitab-ı Mukaddes, yani Ahd-i atik ve Ahd-ı cedid, Der Saadet, 1922, bahsin geçtiği yer: Tekvin, X, 2. E. Blochet’ye göre, Yâfes’in oğlu Türk, Moğol tarihini yazan Müslüman tarihçiler tarafından ilave edilmiştir (MTM, I, 1, 1331, s. 126, n. 1). Fakat bu ilâve çok daha eski İslam tarihlerinde görülüyor. Ancak XIII. yüzyıldan sonraki şecerelerde bir de Moğol adı eklenmiştir.
[22] Al-TabarN, I, n. 178; Al-Mas’NdN, I, 224 vdd., 238 vd.; İbn al-AşNr, I, 47.
[23] “Turac’ın bir adı da Tur’dur (şur vezninde), Faridun’un büyük oğludur… Maveraünnehir’den Çin ve Maçin’e kadar onun hissesidir. Tur aynı zamanda Turan (Türk) vilayetinin adıdır” Tercüme-i Burhan-i Watı, 1287, I, 1, s. 67. Tur adı, menşei ve manası hakkında bkz., V. Minorsky Eİ, mad. Turan.
[24] Rivayete göre, iki tarafın orduları Taberistan’da Amul şehrinde (bkz., Yakut, Mu’cam al-buldan, I, 2, 68 vd.) idi.
[25] Bu rivayete göre, ok atma hadisesi Tur-mah (=Ok ayı, İran şemsi takviminde, 4. ay)’ın 13. günü
(2 Ağustos) vuku bulmuş, bundan dolayı kutlu addolunan bugün “Mecusi”lerin bayram günü olmuştur (Terc. Burhan-i Watı, I, 2, s. 73). Aynı takvimde ayların 13. günleri “Tur” diye anılır. (göst. yr).
[26] Bu rivayete göre, İran adı İrac’dan, Turan adı da Turac (=Tür) isminden gelmektedir. Gerçek manası ve coğrafî mevkii üzerinde çok durulmuş olan “Turan” tâbiri hakkında bkz., J. Marquart, Erân{ahr, s. 153 vdd.; W. Barthold, Cugrâfyâ-yi Târihi-i İrân, Farsçaya terc. H. Sardadvar, Tahran, 1308 ş. s. 5 vd.; Ayn. müell., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul, 1927, s. 77, vd. E. Oberhummer, Der Name Turan, Turan, Bp. 1918, 4, s. 193-208; H. N. Orkun, Türkçülüğün Tarihi, s. 10 vd.; R. N. Erye-A. Sayılı, Belleten, sayı, 37, s. 118-121; A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, I, s. 12 vd;
I. Minorsky Eİ, mad. Turan.
[27] Ferdowsi’s Shahnameh. A Revision of Vullers edition… I-IX., Tahran, 1934-1935; Şahnameh, neşr. M. Ramaîani, 1310-1312 ş.; Türkçeye terc. N. Lugal, Şehname, I-III, 1945-1949 (Şark-İslam klasikleri, n. 10); İA, mad. Firdevsi.
[28] Rivayetleri Al-Tabari’den nakleden büyük tarihçi İbn al-Aşır bile mübalağalara işaret etmekte ve yukarıdaki ok atma münasebetiyle şöyle demektedir:
“Bir ok atışının bu kadar mesafeye varması Farsların yaptığı uydurmaların en şaşılacaklarındandır” (Al-Kamil, I, s. 93).
[29] A. Christensen, Les Kayanides, Copenhague, 1932, s. 28, bkz., Z. Şafa, Hamasa-saraİ dar İran, Tahran, 1324 ş, s. 575, 577.
[30] Efrasyab b. Fuşanc b. Rustam b. Turk, Al-Tabari, I, 133; “Afrasyab b. Fuşanc b. Rustam, Malik al-Turk” İbn al-Aşır, I, s. 116.
[31] Al-Tabari’ye göre (ayn. eser, I, s. 320) İranlılar Navruz ve Mihrican bayramlarından sonra üçüncü olarak bu hadiseyi kutlarlar.
[32] Rivayete göre, Türk prensesinin adı Vispanfrya (Frangis) idi (bkz., Z. Şafa, ayn. eser. s. 576).
Al-Tabari’ya göre (ayn, esr. I, s. 361), düğün Türk şehirlerinden birinde yapılmıştı. Narşahi, Afrasyab’ın başkentini Buhara’nın kuzeyindeki Ramiyan şehri olarak gösterir (bkz., R. N. Frye- A. Sayılı, ayn. esr. s. 121). Kaşgarlı Mahmud’a göre (DLT, III, s. 368), Afrasyab’ın başkenti Kaşgar idi (daha bkz., W. Barthold, Dersler, s. 78).
[33] İranlılara büyük zaferler bahşeden bu rivayetlerde Afrasyab adlı Türk hükümdarının uzun zaman yaşamış olması (birkaç asır!) icap etmektedir. Fakat her ne kadar Türk hükümdarları değişiyorsa da, İranlılar onları daima merhametsiz harp tanrısı “Afrasyab” adı ile anıyorlardı.
Son İran muvaffakiyetinden sonra da Afrasyab’ın kardeşi ve oğulları ile KayHusrav kuvvetleri arasında sürüp gittiği İbn al-Aşır tarafından bildirilen bu savaşlar (Al-Kamil, I, s. 137 vd.)’ın heyet-i umumiyesi hakkında bkz., Hönd-mir, Habib al-siyar, I, Tahran, 1333 ş. s. 185-200; Dr. R. Nur, Şehnamede İran-Turan cenkleri, Türk Bilik Revüsü, IV, Kahire, 1934.
[34] Bkz., M. Şemseddin Günaltay, İran Tarihi, I, Ankara, 1948, s. 103-125. Eğer Afrasyab=Astiag görüşü doğru ise, “Turan” sahasının doğu Anadolu-Kuzey İran-Maveraünnehir’in doğusu istikametinde uzanan bir mevhum hattın kuzeyindeki ülkeler olduğunu kabul etmek gerekir.
[35] Z. V. Togan, Umumi Türk tarihine giriş, s. 36.

[36] Fakat bu husus sarih değildir (Son olarak bkz., K. H. Menges, Early Slavo-Iranian Contacts and Iranian Influences in slavic Nlythology, Z.V. Togan arm. s. 468 vdd.).
[37] Mesela büyük Türk hanedanları kendilerini “Afrasyab”a nispet etmişlerdir. Karahanlılar “Al*i Afrasyab, Nabira-i Afrasyab” diye tanındığı gibi (bkz., İA, mad. Karahanlılar), Selçuklu ailesi de Afrasyab,’a bağlanmaktadır (bkz., İA, mad. Selçuklular). Diğer taraftan Karabalgasun Uygur kitabesinde adı geçen Uygur hükümdarı Bögü Han Uygurlar tarafından “Afrasyab” olarak tanınmıştır
(Tarih-i Cihanguşay, I, GMS, 1912, s. 40). Al-Mas’idi’ye göre (ayn. esr. I, 132, 271) Göktürk hanları da Afrasyab neslinden idi.
[38] Bkz., Göktürklerde: Eski Türk yazıtları, I, s. 50, 63. Uygurlarda: Eski Uygur şehirlerinden Bezeklik’de bir mâbedin duvarında Er Tunga’nın muharebe ve ölümü tasvir edilmiştir (M. F. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1926, s. 57; R. N. Frye – A. Sayılı, ayn. esr. s. 120). Karahanlılarda: Kutadgu Bilig (neşr. R. R. Arat, I, metin, 1947, s. 43, bugünkü Türkçeye terc. R. R. Arat, II, 1958, s. 31): “Türk beyleri arasında meşhur olanı Tunga Alp Er idi. İranlılar ona Afrasyab derler”. Selçuklularda: Kaşgarlı Mahmud, DLT. III, 368: “Türklerin büyük hakanı Afrasyab’ın asıl Türk adı Tunga Alp Er’dir”.
[39] Al-Tabari dışında, Balazuri ve Narşaihi’de VII. asır 2. yarısında Türkler için bkz., R. N. Frye-A. Sayılı, ayn. esr. s. 105 vd.
[40] T. Kowalski, Die ältesten Erwähnungen der Türken in der Arabischen Literatur, KCsA, II, 1-2, 1926, s. 38-41; H.
Derenbourg, Le Divan de Nabigha Dhobyani, Paris, 1869, s. 93, Frans. terc. s. 144. Al-Nabiga ve ölüm tarihi hakkında bkz., A. Ateş, Şarkiyat Mecmuası, II, İstanbul, 1958, s. 29-32.

[41] Tafsilen bkz., Gy. Moravcsik, Byzantinische Humanisten über den Volkname “Türk”, KCsA, II, 5, 1930, s. 381-385.
Türkler-Troyalılar münasebeti hakkında daha bkz. R. S. Atabinen, II. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, 1948, s. 543-556. Burada Atilla zamanında (434-453) Batı Hun İmparatorluğu’na bağlanmış olan Turcilinglerin (bunlar hak. bkz., B. Szâsz, ayn. esr. s. 180, 201, 307) Türk oldukları, “Türklerle Latinlerin müşterek Troya menşei” ve “Türk” adının Avrupa’da ilk defa rahip Hieronymus’un (VII. asır) eserinde geçtiği meseleleri ileri sürülmüş, diğer taraftan H. J. Graf (Yngve Tyrkia Conungr: Türklerin kralı Yngve, bkz. Z. V. Togan Arm. s. 30 vdd.) da Troya meselesinden başka, eski Alman, İskandinav dillerinde Torchi (“Türk” ve Torhotus “Türklerin kralı”) sözlerini bahis mevzuu etmiştir.
[42] Aqathias (ölm. 582)’in Göktürklerden bahseden eseri 552-556 yılları vekayiini ihtiva eder. Bk. Gy. Morcvesik Byzontinoturcica, 1, 1043, s. 104 vd.)

 

MURATS44

Özel Üye
II. “Türk” Adının Telaffuzu

Türk adının eski telaffuzu meselesinde bugün varılan netice, bu adın eksikliğine dair yukarıda sıraladığımız görüşlerin isabet derecesini tayin bakımından büyük ehemmiyet taşımaktadır.
Bilindiği gibi, Göktürklerden bahseden ilk Çin kaynakları “Türk” adını oldukça farklı bir şekilde zapt etmişlerdir: T’u-küe[43]. Burada -Çincede r sesinin bulunmamasından sarfı nazar- dikkati çeken nokta “Türk” adının çift heceli olarak tespit edilmiş olmasıdır. Tanınmış Fransız sinologu P. Pelliot bu Çince işaretin “Türküt” okunması gerektiğini ve bunun da “Türk” kelimesinin, Moğolca cemi eki +t ile yapılmış, çoğul şekli olduğunu ileri sürmüştür[44]. Ancak +t cemi ekinin yalnız Moğolcaya mahsus olmayıp, Göktürklerden önce bile Türk dilinde kullanıldığı[45] ve İlk ve Orta Çağlarda çok üstün bir kültür dili olan Türkçeden devlet, hukuk, teşkilât tabirlerinin Moğolcaya geçmesinin de gösterdiği üzere,[46] daha ziyade Türkçenin Moğolcaya tesirinin bahis mevzuu olabileceği hatırlanmalıdır. Nitekim son araştırmalardan birinde, “Türkler” şekline tekabül ettiği söylenen Çince işaretin sonunda +t değil, Türkçede diğer bir cemi eki olan +z bulunduğu, buna göre de Çince kelimenin “Türküz” okunması icap ettiği beyan edilmiştir[47]. Fakat bu suretle, “Türk” adının Çincede daima çoğul şekil ile (Türkler!) kullanıldığı peşinen kabul olunmaktadır ki, bu herhâlde mümkün değildir. Diğer taraftan, Çincedeki çift heceli şeklin hakikatte “Türk” adının müfret halindeki karşılığı olduğunu, binaenaleyh bu adın vaktı ile iki heceli olarak telâffuz edildiğini gösteren emareler vardır.
Bu hususta en kuvvetli delil bizzat Türklerin yazdığı Göktürk kitabeleridir. Kitabelerde “Türk” adı hem “Türk”, hem de “Türük” olarak iki şekilde geçmektedir[48]. Anlaşıldığına göre, önceleri çift heceli telâffuz edilen ad Göktürkler Devrinde tek heceli şekliyle birlikte iki türlü telâffuz olunmuş, bilahare yalnız “Türk” şeklini almıştır.
Söyleniş bakımından üzerinde durulan bir husus da Türk kelimesindeki vokalin ses değeridir. Araplar ve İranlılar bu kelimeyi “Turk” telaffuz ederler: Bilad al-Turk, malik al-Turk, Turkan vb. XI.-XII. asırlardan kalma ilk Rus vekayinamelerinde “Türk” adı Tork, Torki (Türk, Türkler) şeklinde tespit edilmiştir[49]. Bu dillerde esasen ü sesi mevcut olmadığı için izahta herhangi bir güçlük yoktur. Fakat kelimenin Süryani kaynaklarında Toukaye olarak[50] ve fonetik alfabe sistemi olan Grekçede Tourkos (Tourcos Tourcoi) şeklinde zapt edilmiş oluşu dikkate şayandır[51]. Hatta yukarıda adları geçen iki hümanist arasında “Türk” adının telaffuzu hakkına fikir teatisi olmuş, F. Filelfo Milano’dan yazdığı
1 Temmuz 1472 tarihli mektubunda Roma’da bulunan Th. Gazes’ten “Türk” adını niçin u ile değil de ü ile yazdığını sormuş ve bu münakaşadan Türklerin Troya menşeli oldukları meselesi ortaya çıkmıştı[52]. Burada bizi ilgilendiren husus, Th. Gazes’in kaydı dışında, bütün Grek literatüründe adın “turk” şeklinde olmasıdır.
Halbuki kelimenin aslında Türk olarak söylendiğini gösteren alametler vardır. Adın Orhun kitabelerindeki yazılışında ilk hecenin vokali u veya o değil, fakat ö ve çok defa ü sesini vermektedir. Ancak Türk şeklindeki son harfin q (‘) oluşu yabancıların dilinde u’lu telaffuza yol açmış olabilir. Buna göre de, Batıdaki yabancı vesikalara adın tek heceli şekli ile intikal ettiğini kabul etmek lazımdır[53].
Göktürk kitabelerinde ilk hecedeki vokalin hem ü, hem de ö olabileceğini görmüştük. Kelimenin Çincedeki karşılığında doğru söylenişin hangisi olduğunu tespit mümkün olamamıştır. Bu mesele üzerinde duran L. Bazin, fonetik yazı sistemi olduğu için vokallerin değeri kolayca tayin edilebilen Brahmi yazılı bir metindeki Türk kelimesine istinaden, bahis mevzuu vokalin ö olduğunu ve iki hecelilik durumu dolaysı ile de, “Türk” adının asıl telaffuzunun “Törük” olması gerektiğini belirtmiştir[54]. Bu bilgine göre, adın ilk şekli Török veya Törük olup,[55] kitabelerdeki Türük şekli ikinci hecedeki ü’nün regressif bir tesirle ilk hecedeki ö’yü ü’ye kalbetmesinden doğmuş (mesela, Anadolu lehçesinde, yörük’ten yürük vb. gibi) ve iki heceli şekli son hecesindeki vokalde bilare düşerek “Türk” telaffuzu meydana gelmiş, (mesela, erk’ten erk, börük’ten börk vb. gibi), böylece “Türk” adı telaffuz itibarıyla şu inkişafı takip etmiştir: Törük> Türük> Türk[56].
Türk adının telaffuzu üzerindeki bu mütaalalarla ulaşılan neticeler bizi tarih yönünden şu mühim hükümlere götürmektedir:
1- “Türk” adının Göktürk çağından eski devirlerdeki telaffuzu iki heceli ve “Törük” şeklinde olduğuna göre, türlü kaynaklarda ve çeşitli vesikalarda “Türk” ile ilgili gösterilen, yukarıda sıraladığımız isimlerin, “Türk” adının çok muahhar telâffuzu ile sadece dıştan benzerlikler gösteren yabancı kelimeler olması icap eder.
2- Çincedeki T’u-küe kitabelerdeki iki heceli şekli aksettirse bile bu, nihayet Türük’e tekabül etmekte, yani daha eski şekil olan “Törük”e nazaran muahhar bir telâffuz durumunda olduğundan, “Türk” adının ilk defa VI. yüzyılda meydana çıktığı ve önce Çin kaynaklarında göründüğü fikri kabule şayan olmamak gerekir.
3- Bir kelimenin bünye değişikliğine uğramasının uzun zaman isteyen bir husus olduğu, bilhassa özel adların gelişmesinde bu zaman payının daha uzun olacağı dikkate alınırsa, “Türk” adının şimdiye kadar sanıldığından belki asırlarca önce mevcut bulunduğu düşünülebilir. Türk kelimesinin cins ismi olarak mevcudiyetinin ise daha da eski olacağı aşikârdır[57].
Dipnotlar:
[43] Çin kaynaklarındaki “Türk” sözünü gösteren işaret mütehassıslar tarafından çeşitli tarzlarda okunmuştur: E. Chavannes (Documents sur les Toukiue-Turcs-occidentaux, Petersbourg, 1900): Toukiue; P. Pelliot (T’oung Pao, XVI, 1915, s. 685 vd.): T’ou-kiue; W. Eberhard (Çin’in şimal komşuları, Ankara, 1942, s. 86 vdd.): Tu-cüe; A. v. Gabain (Hunnisch-Türkische Beziehungen, A. V. Togan Arm. s. 17 vdd.): T’u-kiu; P. A. Boodberg (Semitic and Oriental Studies, XI, 1951): T’u-chüeh; B. Ögel (Doğu Göktürkleri hakkında notlar, Belleten, sayı, 81, 1957, s. 84, 109): T’u-chüeh; Liu Mau-Tsai (ayn. esr.); T’u-küe. Son okunuş tarzı L. M. Tsai’ninkidir.

[44] P. Pelliot, L’Origines de T’ou-kiue, nom chinois des Turcs, TP. XVI, s. 687 vddd. A. v. Gabain’e göre (göst. yr.): “Türkit”.
[45] Bkz., L. Bazin, Recherches sur les parlers T’o-pa, TP. XXXIX, 1950, s. 228 vdd, krş. A. v. Gabain, Hunnisch-Türkische Beziehungen, s. 27. Orhun kitabelerinde +t ile cemilenmiş sözler vardır: Tarkat (tarhanlar), toygut (toygunlar=devletin ileri gelenleri), oğlut (oğlanlar) vb. Bkz. Eski Türk yazıtları, I, 30, 54, 174; II, 111, vb.
[46] İ. Kafesoğlu, Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi, Tarih Dergisi, sayı, 8, İstanbul, 1953, s. 116-124.
[47] P. A. Boodberg, Threc Notes on the T’u-chüeh Turks, Semitic and Orient Studies, California, XI, krş. L. M. Tsai, ayn. esr. II, s. 488. Türkçede cemi eki olarak +z ve diğer ekleri için bkz. A. Caferoğlu, ayn. esr. s. 134.
[48] “Türk” C^Æ) için bkz. Eski Türk yazıtları, metin, I, s. 101 (1, 2. satır, ilk kelimenin yarısı; 2. ilk kelimenin yarısı; 3. ilk satır, 5. kelime), s. 103 (9, son satır, son kelime), s. 107 (20, 2. str. 3. kelimenin son yarısı), s. 129 (3. ilk str. 4. kelime). “Türük” (0″^Æ) için bkz. Ayn. esr., metin, I, s. 23 (1 c 1, ilk str. sağdan 4. kelime; 1c3, ilk str. 5. kelime), s. 25 (1c7, ilk str. 3. kelime) vb.. Son hecedeki +ük harfinin Yenisey varyantı oln B ile: I, s. 117 (46, 2. str. 2. kelimenin ilk yarısı; 52, ilk str. 5. kelime) vb..
W. Thomsen Göktürk kitabelerindeki bu çift telâffuz üzerine daha 1922’de dikkati çekmişti (bkz. TM., III, s. 82). Kül-Tegin ve Bilge kitabelerinde kelime daima “Türük” şeklinde geçtiği için son zamanlardaki araştırmalarda iki heceli telâffuz ilk plana alınmış görünmektedir (meselâ, bkz. R. Giraud, L’Empire des Turcs célestes, Paris, 1960).
[49] Bkz. H. Antal, Az orosz évkônyvek Magyar vonatkozasai, Bp. 1916, s. 89, 159, 161, 235. Bu Türkler, Oğuzların Karadeniz kuzeyinden Balkanlar’a inen kısmıdır (A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937, s. 10, 17 vb.; L. Rasonyi, Dünya Tarihinde Türklük, Ankara, 1942, s. 124, 135). Bunlar Bizans kaynaklarında Uz diye geçer.
[50] Michel le Ayrien, III, s. 149.
[51] Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, II, s. 269 vd.

[52] Tafsilât için bkz. Gy. Moravcsik, KCsA. II, 5, 1930, s. 381-388; “Türk” sözü ile ilgili Grekçe metin için bkz. Ayn. müell. Byzantinoturcica, II, s. 274.
[53] Bizanslı Th. Gazes’in doğru olarak “Türk” yazması onun bu adı İstanbul’un fethini müteakip bizzat Türklerden duymuş olmasıyla ilgili olabilir.
[54] L. Bazin, Notes sur les mots “Oğuz” et “Türk”, Oriens, VI, 2, 1953, s. 315-322. Müellif burada görüşünü takviye etmek üzere Macarcada “Türk” adının Török şeklinde yaşamakta olduğuna dikkati çeker.
[55] “Türk” adının Çince şeklini son zamanlarda “Törküt” olarak okuma tecrübesi (b. H. W. Haussig, Byzantion, XIII, 1954, s.311) bu fikri kuvvetlendirmektedir.
[56] L. Bazin, göst. yr.
[57] “Türk”e Török diyen Macarların Türklerle münasebeti hayli eskidir: “Dilimizin gösterdiğine göre, Macarların cetleri milâttan binlerce sene evvel Ural dağlarının yakınında ve bu dağların Avrupa tarafında Fin-Ugor kavimlerinin cetleriyle birlikte yaşamışlardır. Fin-Ugorların batısında herhâlde İndo-Germenler, doğu cihetinde de Türklerin cetleri bulunuyordu. Müteaddit gramer uygunluğu ve bazı müşterek kelimelerin mevcudiyeti Ural ana-kavminin her iki komşu ile olan münasebetin hatırasını muhafaza etmiştir” (F. Eckhart, Magyarorszâg tôrténete, Türkçe terc. Macaristan Tarihi, 1949, Ankara, s. 3). IV.-V. Asırlarda Türk-Macar münasebetleri hakkında: L. Ligeti, Az urali Magyar özhaza, bkz. A magyarsâg östör^nete, Bp. 1943, s. 36-70; daha bkz. aşağıda, n. 80-81.
 

MURATS44

Özel Üye
III. “Türk” Ne Demektir?

Tarihte “Türk” adına birçok manalar verilmiştir. Göktürk Devri’ndeki Sui-şu adlı Çin kaynağına göre, T’u-küe, Türk dilinde miğfer manasına gelir. Çünkü Türkler adlarını, Altay bölgesinde, eteklerinde oturdukları, miğfer biçiminde yükselen dağın şeklinden almışlardır[58]. Hunlar ve Türkler hakkındaki büyük eserini 1756-1758’de yazmış olan De Guignes’ten beri[59] Orta Asya tarihi ile meşgul olan Batılı bilginlerden çoğu “Türk” sözünün miğfer demek olduğu hususundaki Çin tefsirine ehemmiyet vermiş ve kendi açılarından bu kaydı izaha çalışmışlardır: J. Klaproth (1826) T’u-küe’yi “takye” ile,[60] J. Schmidt (1824) “dugulga” (miğfer) ile,[61] Gobelentz (1837) ve Schott (1849) Farsça “targ” (miğfer)[62] ile, J. J. Hess (1918), Türklerin silâh imalcisi bir kavim olduğunu ileri sürerek, keza “targ” ile, B. Munkacsi (1921) “dugulga”nın aslı olduğunu iddia ettiği T’u-küe (kendisine göre, doğru okunuş: Tu-lu-ke) sözünü yine “miğfer” ile münasebete getirmiş,[63] S. W. Koelle “Türk” kelimesinin kökünü tur-, tir- addederek, bunu “çekmek, cezp etmek” manasına bağlamış,[64] kelimenin aslının “Turku” olduğunu beyan eden K. Fiok, bunun “İskit” dilinde “Deniz kıyısında oturan adam” manasında olduğunu ileri sürmüştür[65].
İslâm kaynaklarında da bunlara benzer garip izahlara tesadüf olunur. İbn al-Fakih al- Hamadani’ye (ölm. 930’a doğru) göre,[66] Türkler, Ye’cüc-Me’cüc seddinin arkasında “terk” edilmiş oldukları için bu adı almışlardır. Gardizi (ölm. 1048-1049) de Nuh’un oğlu Yâfes’e düşen arazi arasında “Türk diyarı” insandan hali, “terk edilmiş” durumda bulunduğu için Türklere bu adın verildiğini kaydeder[67].
“Türk” adının bir de XI. asırda Kaşgarlı Mahmud’un zikrettiği bir izah tarzı vardır. Bu ünlü Türk dilcisi, Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini belirttiği “Türk” adının “Olgunluk çağı” demek olduğunu ifade etmiştir[68].
Türk adının izahında ilk ilmî tecrübenin A. Vambery tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Buna göre, “Türk”, Türkçede “türemek” manasında olan türe-, veya törü-’den iştikak etmiş olup, “yaratılmış, mahlûk” manasına gelir[69]. Bizde Ziya Gökalp’a göre, “Türk”, “türeli” demektir[70]. Türk tarihine dair tetkikleri ile meşhur W. Barthold da: “Türk kelimesinin Orhun kitabelerinde bir çok defa kullanılan “törü” (kanun, âdet, kanunla düzelmiş, birlik kazanmış halk) kelimesi ile münasebettar olduğunu farz etmek mümkündür”[71] demek suretiyle “Türk” adına Gökalp’ınkine yakın bir mana vermektedir.
Fakat “Türk” adının çok başka bir mana taşıdığı Orta Çağ Türk vesikalarından anlaşılmıştır. Bu hususta ilk kaynağı ortaya koyan Alman Türkolog F. W. K. Müller’in Uygur metinlerinde, cins ismi halinde, tespit ettiği “türk” kelimesi “kuvvet, -li güç -lü” manasına gelmektedir[72]. Buradaki “Türk” kelimesinin kavim adı olan “Türk” ile aynı olduğunu ilk defa A. v. Le Coq ileri sürmüş[73] ve büyük Türkolog W. Thomsen de bunu kabulde tereddüt etmemiştir[74]. Daha sonra Gy. Németh kavim adı olarak “Türk”ün “güc,-lü; kuvvet,-li” demek olduğunu Türklerde ad verme usulüne istinaden ve analojiler göstererek ispat etmiştir[75].
Ancak bu, “Türk” adının lugat manası olup, etimolojisi değildir. Kelimeyi etimoloji bakımından yine törü+ köküne bağlamanın mümkün olduğu düşünülmüştür. L. Bazin “Türk” adını törü+mek’ten (Anadolu lehçesinde türemek) neşet ettiğini kabul ederek, adın son telaffuz tarzına doğru geliştikçe mana itibarıyla da şu nüansları kaydettiğini söylemiştir: “Türk” adı ilk şekli ile “var olmuş, şekil kazanmış” manasında iken, sonra “gelişmiş”, daha sonra, “tamamıyla gelişmiş” mefhumlarını ifade etmiş, nihayet telâffuz “Türk” şeklini aldığı zaman “kuvvet, güç” manasını kazanmıştır[76]. Böylece, menşe hususunda Vambery ile birleşen L. Bazin mana bakımından Nemeth’in ispatını takviye etmiş durumdadır ki; “Türk” adının menşe ve manası hakkında varılan bu netice, cins ismi olduğu gibi, millet adı olarak da “Türk” sözünün çok eski bir maziye sahip bulunduğunu bir kere daha ortaya koyan bir mahiyet taşır[77].

IV. “Türk” Adının Yaygınlığı
“Türk” adının Göktürklerden itibaren süratle yayıldığı dikkati çeker. Bu hâdise, Göktürk İmparatorluğu’na bağlı, Türk soyundan gelen, çeşitli boyların (kavimlerin) aynı zamanda “Türk” adını almaları ve bunların yabancılar tarafından hep “Türk” umumi adı altında tanınmış olmaları ile ilgilidir. Göktürk hakimiyetinin çökmesini müteakip bu soydaş kavimler (boylar) ayrı devletler kurdukları veya çeşitli istikametlerde muhaceret ettikleri zaman, kendi hususi adları yanında, toplayıcı ad olarak “Türk” ismini de kullanmışlardı. Mesela Batı Göktürk idaresinde bulunan Karluklarla daha birkaç küçük Türk grubu tarafından kurulan Karahanlı Devleti’nden İslâm kaynaklarında umumiyetle “Türk Hanları” diye bahsedildiği gibi, Orta Asya eski Türk ülkelerinden muhtelif tarihlerde İslâm memleketlerine gelenler de aynı kaynaklarda hep “Atrak” (müfredi, “Turk”) diye anılmıştır. Ayrıca, vaktiyle Göktürk İmparatorluğu’nda yer almış olan Oğuzlar da daha sonra “Türk” adını muhafaza etmişlerdir. Bu suretle, Rus yıllıklarında “Tork ve Torki” diye zikredilen Oğuzlardan başka, Selçuklulardan zamanımıza kadar, diğer Oğuz oymakları tarafından tesis edilen birçok devletler aynı zamanda “Türk” adını taşımışlardır. Diğer Türk grupları tarafından kurulan devletlerde de “Türk” adı unutulmamıştır (meselâ, Harezmşahlar, Mısır Kölemen Devleti vb.).

“Türk” adının, Türk soyundan gelen kavimlerin hepsine şamil milli bir isim olarak yayılmasını W. Barthold Müslümanların eseri saymaktadır: “Araplar birçok kavimlerin, VII.-VIII. asırlarda muharebeler yaptıkları Türklerle aynı dili konuştuklarını görerek, bunların hepsine Türk demişler, İslâmiyet’i kabul eden Türkler de gittikçe bu adı benimsemişlerdir”[78]. Barthold bu görüşüne, “Türk” adının İslamiyet hudutları dışında pek intişar etmediğini, meselâ ne Rusların ne de batı Avrupalıların Peçeneklere veya Kumanlara “Türk” demediklerini ve İslâmiyet’i kabul eden Türklerin hepsinin de kendi dillerine “Türkçe” demediklerini de ilâve eder[79]. Halbuki “Türk” adının tahminden ve Barthold tarafından zikredilen hususların gerektirdiği genişlikten çok daha yaygın olduğu muhakkaktır. Bazan Göktürklerden önceki devirlere giden bu yaygınlıkta Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri keyfiyetinin tesiri olmayacağı aşikardır. Daha 420 yılında, İran’ın kuzey sahalarındaki “Altaylı” kavimlere Perslerin umumi olarak “Türk” demeleri[80] dışında, Bizans kaynaklarında sarahatle belirtildiği üzere, Sabırlar (VI. asır),[81] Hazarlar (IX. asır), Macarlar (IX-XI. asır), Vardarlılar (XI-XVI. asır), Selçuklular, Mısır Türk Kölemen Devleti, Osmanlılar aynı zamanda “Türk” adı ile zikredilmişlerdir[82]. Hatta coğrafi terim olarak “Türkiye” (Turkia) adı da Orta Çağlarda çok geniş sahaları göstermekte idi. VI. yüzyılda Orta Asya için kullanılan Türkiye tabiri,[83] IX.-X. asırlarda Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan Hazar ve Macar ülkeleri için kullanılmış (Doğu Türkiye=Hazar memleketi; Batı Türkiye=Macaristan),[84] XII. yüzyıldan itibaren de Anadolu’nun adı olmuştur[85]. Mısır Kölemen Devleti toprakları da Türkiye diye anılıyordu[86].

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu
Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 6 S.308-315
Dipnotlar:

[58] O. Franke, Beiträge aus Chinesischen Quellen zur kenntniss der Türkvölker… Berlin, 1904, s. 13; L. M. Tsai, ayn. esr. I, 40, II, s. 490, n. 16. Diğer bir Çin kaynağı olan Çou şu’da T’u-küe’nin hükümdar unvanı olduğu bildirilmiştir (ayn. esr., I, s. 6).

[59] De Guignes, Hunların, Türklerin … tarih-i umumisi, Türkçe tercüme H. Cahid (Yalçın), II, İstanbul, 1923, s. 271.
[60] J. Klaproth, Tableaux historiques de l’Asie, Paris, s. 115. Lous Bozin, Le Turcs de Mots, des Hammes, Budapest, 199.
[61] Bkz. J. Németh, Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4, 1927, s. 275 vdd.
[62] Bkz.: a.g.e.

[63] Bkz.: a.g.e.
[64] Bkz.: a.g.e.
[65] Bkz.: a.g.e.
[66] AHbar, al-buldan, BGA, V, 1885, s. 299.
[67] Zayn al-ahbar, gös. yr., s. 2. İslâm kaynaklarındaki bu izahta, “Türk” ve “terk” kelimelerinin Arap harfleriyle yazılışında birbirinin aynı oluşu rol oynamış görünmektedir.
[68] DLT, I, s. 353.
[69] H. Vambéry, Die primitive Cultur des Türko-Tatarischen Volkes, Leipzig, 1879, s. 51. Fakat bu izaha Németh tarafından birkaç noktada itiraz edilmiştir (J. Németh, Der Volksname “Türk”, göst. yr; daha bkz. H. N. Orkun, Türk sözünün aslı s. 23).
[70] Ziya Gökalp, Türk medeniyeti tarihi, I, İstanbul, 1341, s. 26. Gökalp’e göre “türe” teamül ve adet (la coutume) karşılığıdır. Z. Gökalp “Eski Türklerde içtimaî teşkilat ile mantıki tasnifler arasında tenazür” adlı uzun makalesinde, (MTM, I, 3, 1331, s. bilhassa 449-454) yazdığına göre, Türklerin ilk İçtimai şekli “büyücülük” devridir ki, burada 4’lü teşkilât ile Şamanizm hâkim bulunur. Şamanizm ise, bir yandan Totemizm ile bir yandan da “maderi semiye) (clan maternel) ile alâkalıdır. Daha sonra, Türkler arasında yeni bir din başlamıştır (Oğuz Han menkıbesinde Oğuz Han’ın getirdiği yenilik bu yeni dinin zuhurunu haber vermektedir). 6’lı, 8’li ve 24’lü teşkilatın görüldüğü ve “peder-şahi” aileye dayanan bu devir “türecilik” devridir. İşte “Türk” adının manası buradan çıkmaktadır. Sondaki +k ek olup, kelimenin bütün olarak manası “türeli”, yani türe dinine malik demektir.
[71] W. Barthold, Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, s. 27.
[72] F. W. K. Müller, Uigurica, II, 1911, s. 10, 15, 97. Buradaki Türkçe metin için bkz. H. N. Orkun, Türk sözünün aslı, s. 24. Ayrıca A. Caferoğlu, Uygur sözlüğü, III, İstanbul, 1938, s. 201; R. Rahmeti Arat, Eski Türk şiiri, Ankara, 1965, s. 388.
[73] Bkz. W. Thomsen-Festschrift, 1912, s. 151.
[74] TM, III, s. 82.
[75] Der Volksname “Türk”, s. 275-281. Burada belirtildiğine göre, eski Türklerde kuvvet, cesaret, fazilet, sağlamlık vb. ifade eden kelimelerin kavim, boy, oymak adları olarak kullanılması yaygın bir âdetti. Meselâ, Peçenek oymaklarından birinin adı Kangar (kahraman), diğer birinin adı Erdem (fazilet) idi. Oğuzlardan Kayı oymağının adı “katı, kuvvetli”, Salur oymağının adı “muharip”, Şor Türklerinden Karan oymağının adı “cesur, kahraman” manalarına geliyordu. Yine Oğuzlardan Kınık oymağının adı “kuvvetli, sağlam” manasında idi (bkz. L. Râsonyi, Török adatok a Magyar etymologiâi szötârhoz, Bp. 1941, s. 31. Kelimenin Kınığ şekliyle “gayretli heyecanlı, çalışkan” manasına geldiği de söylenmiştir (bkz. R. R. Arat, ayn. esr. s. 403). W. Thomsen “Türk” kelimesini, hükümdar neslinin, yani Göktürk hükümdar ailesinin adı kabul eder (TM, III, s. 82). Nemeth’e göre ise, önce oymak adı olan “Türk”, sonra bütün Türk kavminin adı olmuştur (A honfoglalö Magyarsâg kialaulâsa, Bp. 1930, s. 49).
[76] L. Bazin, Notes sur les mots ”Oğuz” et “Türk”, s. 321 vd.
[77] “Türk” adının şimdiye kadar umumiyetle sanıldığından eski olması ihtimali hakkında bkz. Mustafa Köymen, Hsiung-nuların Tu-ku (T’u-ko) kabilesi, DTC Fakültesi Dergisi, III, 1, Ankara, 1944, s. 51-59, Almanca terc. s. 59-68. Burada “Türk” adının Asya Hun imparatoru Mao-tun’un hükümdar olduğu tarihten (M.Ö. 209) beri mevcut olabileceği ihtimali üzerine dikkat çekilmiştir. Bununla beraber, Tu-Ku veya T’u-ko adının Türkçe “tuğlug” (tuğ taşıyan kabile) tarzında L. Bazin’in bir izah tecrübesi de vardır (bkz. H. W. Haussig, ayn. esr., s. 350, n.)
[78] W. Barthold, Dersler, s. 27.
[79] Bkz. W. Barthold, ayn. esr. s. 27 vd.
[80] H. W. Haussig, Theophylaktos excurs über die Skytischen Völker, Byzantion, XIII, 1954, s. 311 ve not, 93-95.

[81] Bizans tarihçisi İ. Antiocheus (eserini 610’da yazmıştır) 515 yılındaki bir hâdise münasebeti ile “Türk” sözünü zikretmişti.
(Bk. H. W. Haussig, ayn. esr. s. 310, n. 92) Bu hadise Sabır Türklerinin Karadeniz civarına yaptığı akındır (Gy. Moravcsik, Bizantinoturcica, I, 173). Bizanslı tarihçi bu münasebetle Tourngonu (Türk-Hun) tabirini zikreder ki, bu tabir Haussig’e göre (göst. yr.) “Kudretli Hun” demektir. Böylece tabirin bir şahıs adından ziyade, o şahsın mensup olduğu aileyi veya kavmi (kudretli Hunlar) şeklinde gösterdiği anlaşılmaktadır.
[82] Bkz. Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, II, 269, vdd. Macarlara İslâm, Ermeni, Alman kaynaklarında da “Türk” denildiği hakkında bkz. Gy. Nemeth, A honfoglalö… s. 196-203.
[83] Menandros’da ToNrcia bkz. A magyarok slödeiröl es a honfoglalasrol, Bp. 1958, s. 40.
[84] G. Nemeth, A honfoglalö., s. 201 vd.
[85] Bkz., İA, mad. Selçuklular.
[86] Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, II, 269.
 
Üst Alt