MURATS44
Özel Üye
Bugün ilim dünyasında, umumiyetle, “Türk” adının M.S. VI. yüzyıl ortasında Göktürkler tarafından kurulmuş olan devlet (552-744) ile ortaya çıktığı kabul olunmaktadır[1]. Buna göre, “Türk” adı ilk olarak Çin yıllığı Çou-şu’da, Göktürk birliğini göstermek üzere 542 yılında[2] ve Batı Wei İmparatoru T’ai-tsu tarafından Göktürk Şefi Bumın’a elçi gönderilmesi münasebetiyle de 545 yılında görünmektedir[3].
I. Türk Adının Eskiliği Hakkında İleri Sürülen Görüşler
Türk adı Çin tarihi vesikalarında böyle ortaya çıkmakla beraber, Türk soyundan gelen ve Türkçe konuşan topluluklar şüphesiz çok eskiden beri mevcut bulunuyordu. Asya Hunları (Çin kaynaklarında, Hsiyung-nu), Batı Hunları (Avrupa Hunları), Kuzey Çin’de Tabgaçlar (Çin kaynaklarında, T’o-pa) ile aynı sahanın çeşitli bölgelerinde küçük devletler kuran “Hsiyung-nu imparatorları”na bağlı toplulukların ekseriyeti ana dilleri Türkçe olan ve Türk soyundan gelen topluluklar idi[4]. Türklerin böylece tarihte büyük yer tutan eski bir millet olduğu düşüncesi birçok tarihçi ve dilciyi “Türk” adının pek eski bir maziye sahip olabileceği hükmüne götürmüş ve bunlar “Türk” adını en eski tarih kaynaklarında aramak yoluna girmişlerdir.
Meselâ, ünlü tarihçi J. V. Hammer, Herodotos’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targitaların Türk olduğunu tahmin etmişti ki, ona göre, “Türk” ismi ilk olarak bu kavmin adında geçmiş olmalı idi[5]. Keza V. Hammer Tevrat’taki Togharma adını da “Türk” ismi ile ilgili görmekte idi[6]. Herodotos’ta “Türk” adını arayanlardan biri de Avusturyalı bilgin Tomaschek’tir. Bu da Grek tarihçisinin “İskit” arazisinde gösterdiği kavimlerden Tyrkae’i (Jyrkae) Türk kabul etmişti[7]. Linguistique esasa dayanarak değil, fakat benzetme yolu ile “Türk” adının pek eski devirlerde izlerini bulmaya çalışanlar daha çoktur. Meselâ, bir Fransız şarkiyatçısı, Plinius ile P. Mela’da Turcae şeklinde geçdiği iddia olunan kavmi Türklerle aynı saymış,[8] F. V. Erdmann, Thrak adını “Türk” ile aynîleştirmiş,[9] V. de St. Martin ile meşhur J. Marquart eski Hint kaynaklarındaki Turukha veya Türüşka (yahud Turuşka) adını “Türk” ile birleştirmek istemişlerdir,[10] Ön Asya çivi yazılı metinlerde ülke adı olarak görülen Tourki ile ve Asurca çive yazılı vesikalardaki Turukku okunabilen kavim adı ile “Türk” sözünün münasebeti düşünülmüş,[11] “Türk” isminin Arapçadan uydurma Turkor kelimesinden çıktığı iddia olunmuştur[12].
Türk adının çok eskiden beri mevcut olduğu kanaatinin hakim bulunduğu zamanlarda bu ad tabiatıyla eski Çin kaynaklarında da aranmıştır. Böylece Çin yıllıklarında M.Ö. 2. bin ortalarından itibaren göründüğü söylenen Tik kavminin adının, telaffuz bakımından “Türk”e yakınlığı sebebi ile, “Türk” kelimesinin Çincedeki ilk şekli olduğu ileri sürülmüştür[13]. Bu fikir, bazı Türk tarihçilerine cazip gelmiş görünmektedir[14]. Fakat Tik-Türk münasebeti daha önce W. Koppers, P. Pelliot vb. gibi mütehassıslar tarafından şüphe ile karşılanmış,[15] A. V. Gabain tarafından kabul edilmemiş[16] ve W. Eberhard’ın tetkikleri de Tik’in Türk ile alakasızlığını ortaya koymuş bulunuyordu[17].
İslam kaynaklarında ise “Türk” adının dikkat çekici bir durumu vardır. Bilindiği gibi, İslam literatüründe Hicrete kadar olan dünya tarihi daha ziyade bir hülâsa mahiyetindedir. Bu eserler İslamiyet öncesi İran, İsrail, Grek, Cahiliye-Arap tarihlerini kısaca ve birbirine müvazi şekilde kaydederler. İslamiyet’ten önceki Türk tarihi hakkında bilgi veren İslam kaynakları ile bunlardan nakiller yapan meselâ Süryani müelliflerin eserlerinde, bilahare Türklüğü sabit olan kavimlerin ve hanedanların Türk olduklarının belirtilmesi dikkate değer bir noktadır ki, bu nevi malumat arasında bizi burada ilgilendiren bahis iki rivayet manzumesine dayanır:
İran, yani Zend-Avesta rivayetleri,
İsrail, yani Tevrat rivayetleri.
Tevrat’a dayanan rivayetlerde “Türk”ün Nuh neslinden olduğu kabul edilir[18]. Bir kısım kaynaklarda Türk, Nuh’un üç oğlundan Yafes’in oğlu olarak gösterilir[19]. Böylece o zaman mevcut bulundukları tasavvur olunan kavimler arasında Türk’e verilen ehemmiyet belirmektedir. Bazı müellifler de Türk’ü Yafes’in doğrudan doğruya oğlu değil, fakat torunu veya onun neslinden biri saymaktadırlar[20].
Ancak Nuh ile ilgili rivayetin muahhar olduğu ve “Türk” adının bu rivayete Türklerin (daha doğrusu Göktürklerin ve onlardan itibaren Türk soyundan gelen diğer toplulukların) VIII-X. yüzyıllarda İslam dünyasında kendilerini hissettirecek derecede rol oynamağa başladıkları zamanlarda ilave edildiği anlaşılıyor. Zira elimizdeki, aslına en yakın olarak tespit edilen Tevrat metinlerinde Türk, ne şahıs (ata), ne de kavim adı olarak yer almamaktadır[21]. O halde Tevrat rivayetinde istinaden İslam kaynaklarında ve bunlardan nakillerde bulunan Süryani kaynaklarında kaydedilen “Türk” adı sonraki bir devreye ait olmak gerekir. “Türk” adı yanında zikredilen çeşitli isimlerdeki Türk boyları da bunu gösterir.
Diğer taraftan aynı İslam kaynakları İran rivayetlerini naklederken de “Türk”ten bahsetmişlerdir. Avesta’nın Ebu’l-beşer (insan cinsinin babası ki, Tevrat’ta Adem mukabilidir.) olarak tanıttığı Kayümars’dan (Kayumareta) ve Tevrat rivayetindeki Nuh zamanına rastlayan Camşüd’den sonra, İran rivayeti şöyle devam eder: Hükümdar Farüdün geniş ülkesini üç oğlu: Salm (Sarm), İrac, Atvac veya Tuvac (doğrusu, Turac) arasında taksim etti[22] ve Türk, Çin ülkeleri Turac’a düştü[23]. Bu arada zuhur eden taht kavgalarında İrac diğer kardeşleri tarafından öldürüldü. İrac’ın yerine Seçen oğlu Minüçiür (Manüçithra) babasının intikamını almak üzere “Türk” ülkesine yürüdü ve Turac neslinden Afrasiyab ile çarpıştı. Çetin savaşlardan sonra, iki memleket arasında hudut ok atmak suretiyle tespit edildi: Bir İranlı tarafından Teberistan’dan atılan ok[24] Belh nehri (Ceyhun, Amu-derya) üzerine düştü. Bu sebeble bu nehir iki ülke arasında sınır sayıldı[25]. Bundan sonra İran rivayetlerinde artık Türk ülkesinden “Turan”, Fars ülkesinden de “İran” tabirleri ile bahsedilmiştir[26].
İran-Turan harpleri, bilindiği gibi, meşhur destan şairi Firdevsi’nin (ölm. 1021) Şehname’sine başlıca mevzu teşkil etmiştir[27]. Firdevsi’nin büyük mübalağalarla anlattığı bu savaşların[28] tamamıyla hayal mahsulü olduğu, İranlıların kendileri için eski Hint-Avrupa mitolojisinden zengin ve renkli bir mazi, İran hükümdarlarının iyiliklerini, adaletini ve imar faaliyetlerini göstermek maksadıyla bir sürü vekayi icat ettikleri ilmi araştırmalar neticesinde anlaşılmıştır. Meselâ burada İran hükümdarı olarak zikredilen Farüdün (veya Afrüdün) Hint-İran mitolojisinde Thraetaona adı ile geçen bir ilah olduğu gibi, Afrasiyab da aynı ilâhlar zümresinden savaş tanrısıdır ve asıl adı Frangrasyan’dır[29].
Minuçihr öldükten sonra, “Türk hükümdarı” Afrasiyab[30] İran’a girdi, Azerbaycan’ı, istila ederek Babil’e kadar ilerledi. İran’ı, bu durumdan Minuçihr’in torunu Zav b. Şahmasb kurtardı. Şahmasb gençliğinde “Türk ülkesi”ne gitmiş orada Türk hükümdarlarından birinin kızı ile evlenmişti. Bu Türk prensesinden doğan Zav birçok başarılı savaşlar yaparak “Afrasyab al-Türkî”yi uzaklaştırdı. Afrasyab’ın İran topraklarında 12 yıl kaldığını bildiren bu rivayete göre, İran’ın kurtuluşu hadisesi büyük sevince vesile oldu ve bayram telâkki edildi[31]. Bundan sonra, hükümdar olarak, Kaykubad ve Kaykavus’u müteakib, Siyavuş geldi. Bu da Afrasiyab’ın kızı ile evlenmişti[32]. İşte İran-Turan savaşlarının asıl kahramanı bu evlenmeden doğan KayHusrav’dır. KayHusrav, Afrasiyab’ın kuvvetlerini ağır mağlubiyetlere uğrattı, 50-60 bin kişiyi telef etti, 30 bin kişi esir aldı. Bu arada Türk kumandanlarından çoğu öldü. Oğlu da mağlup olarak ölen Afrasyab bizzat sefere çıktı ise de 100 bin kişilik telefat verdikten sonra, Azerbaycan’a çekildi, saklandı; Fakat yakalanarak KayHusrav’e getirildi ve öldürüldü[33].
Bu son savaşlarda bir hakikat mevcut gibi görünüyor. Zira eski Grek kaynaklarında, adı geçen İran hükümdarına ait bazı izlere tesadüf edildiği bildirilmektedir. Herodotos’ta ilk Ahameniş kralı olarak zikredilen zatın Kyrus (KayHusrav adının Grekçe şekli) adını taşıdığı, “Turan” hükümdarı Afrasyab’ın da Herodotos’un Med kralı olarak tanıttığı Astiag olduğu beyan edilmiştir ki, buna göre Ahameniş Devri İranlıları Medyalıları “Turanlı” saymakta ve Med ülkesi “Turan”a dahil bulunmakta idi[34].
Diğer taraftan KayHusrav ile çarpışan Afrasyab’ın Saka hükümdarı olduğu da ileri sürülmüştür[35]. Bu takdirde eski İskitlerle ilgili bulunan Sakların bir Türk kolu olduğunu kabul etmek icap eder[36].
Burada gerek Medyalılar, gerek Sakalar hakkında ileri sürülen tahminlerdeki tarihî gerçek payını tayin etmek müşkül ise de, bahis mevzuu “Afrasyab”ın hakikaten bir Türk hükümdarı olduğu şüphesiz görünmektedir. Çünkü onun büyük ve muazzez hatırası Asya Türkleri arasında asırlarca yaşamış[37] ve tabiatıyla İran rivayetlerindeki uydurma ad altında değil, fakat, Türk ananesine göre, Tunga Alp Er şeklindeki Türkçe adı ve unvanı ile tanınan bu ulu Türk hükümdarı namına Türkler yüzlerce yıl yoğlar, törenler tertip etmişlerdir[38].
Böylece Türk-İran münasebetlerindeki Afrasyab adlı hükümdarın belki milattan önce asırlarda rol oynamış büyük bir Türk başbuğu olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bizi burada alâkadar eden cihet, bütün İslâm kaynaklarının Afrasyab’ı daima “Türk” olarak zikretmiş olmalarıdır. Bununla beraber, İslâm kaynaklarındaki rivayetlerin de, tespit bakımından, gerçek mehazleri Vahb b. Munabbih olsa dahi, VIII. yüzyıl başlarından daha geriye gitmediği unutulmamalıdır[39].
İslami devir kaynaklarından önce yazılmış Arapça eserler içinde “Türk” adının ilk geçtiği yer olarak Cahiliye Devri’nin meşhur Arap şairi Al-Nabi’a al-Zubyanİ’nin (ölm. 595-612 yılları arası) Divan’ı gösterilmiştir[40]. Buna göre, Arapça yazılmış eserler arasında “Türk” adının ilk defa VI. Yüzyılın sonlarına doğru zikredilmiş olduğunu kabul etmek lâzımdır.
Bizans literatüründe ise, Türklerin eski Troyalılarla münasebete getirilmiş olması dikkat çekicidir. Bu husus İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya giden Bizanslı Th. Gazes ile İtalyan hümanisti F. Filelfo arasında teati edilen mektuplarda görünüyor. Bu mektuplardan anlaşılıyor ki, XV. asır Türkleri eski Troyalıların neslinden sayılmaktadır: Türkler Bizans başkentini zapt etmek suretiyle, Troya’yı hile ile ele geçiren Greklerin torunlarından, atalarının intikamını almışlardır[41]. Bu gibi telâkkilerin doğuşunda şüphesiz “Türk” adının eski şeklinin “Troia” olduğu zannı rol oynamıştır. Bilindiği gibi, Bizans müellifleri arasında “Türk” adı ilk defa, Göktürkler dolayısı ile, Aghatias tarafından zikredilir[42].
Dipnotlar:
[1] Batı literatüründe umumiyetle, doğrudan doğruya, “Türkler”, “Türk Devleti” diye zikredilen bu topluluk ve siyasî teşekküle biz, bunu diğer Türk topluluk ve devletlerinden ayırmak üzere, Göktürkler, Göktürk Devleti vb. demekteyiz. Yalnız, Türk dilini tarihî tasnifinde “Eski Türkçe” bölümünde, Uygurcadan önceki safha olarak yer alan bu Türk toplumunun diline Batı literatüründe Göktürkçe (Kök-Türkçe) adı verilmektedir (Gök kelimesinin o çağdaki telâffuzu kök’tür). Bu tabir, ilk defa W. Bang tarafından kullanılmış (bkz., W. Bang, Über die Köktürkische Inschrift… Leipzig, 1896; ayn. müell., Zu den Kök-Türk Inschriften, T’oung Pao, 1896, s. 255 vdd. ayn. müell., Köktürkisches… WZKM. 1897, XI, s. 192 vdd., vb…), daha sonra Türk dili mütehassıslarının çoğu tarafından devam ettirilmiştir (mesela, A. v. Le Coq, Köktürkischen aus Turfan, Berlin, 1909; J. Németh, Die Köktürkischen Grabinschiften… KCsA, II, 1-2, 1926, s. 134 vdd; R. R. Arat, Türk Şivelerinin Tasnifi, TM, X, 953, s. 96, 119; A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, I, İstanbul, 1958, s. 49, 99, vd; A. Dilaçar, Türk Diline Genel Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 74, 92 vd).
Bilindiği gibi, “Kök-Türk” tabirini bizzat bahis mevzuu Türkler kendileri kullanmışlardır (H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, I, 1936, s. 30: Kül-Tegin, I. D, 3; Bilge, II D, 4). “Kök-Türk” tabirinin mânası hakkında bkz., W. Thomsen, Turcica, 1916, s. 19-25; O. Pritsak, Qara, Studie zur Türkischen Rechtssymbolik, Z. V. Togan Arm., İstanbul, 1953, s. 259; R. Graud, L’Empire des Turcs’ céleates, Paris, 1960, s. 15, 25.
[2] Bkz., Lin Mau-Tsai, die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken, I, Wiesbaden, 1958, s. 28.
[3] Liu M.-Tsai, aynı eser I, s. 6; II (1958), s. 490, not, 22. Göktürk devleti’nin kuruluş tarihi olarak gösterilen 552 senesi Bumin’ın resmen İl-Hagan unvanını aldığı yıldır. Fakat gerçekte bu devletin daha önceki tarihlerde müstakil hüviyette bulunduğunu Çin ile elçi teatisi ortaya koymaktadır. Nitekim Bumin kendi elçilerini Wei imparatoruna 546’da göndermiştir (aynı eser, I, s. 7). Göktürk Hakanı İşbara (ölm. 587)’ya göre, bu devlet 535’te kurulmuştur (bkz., L. M. Ts. aynı eser I, 52; II, 528).
[4] Liu Juan, Liu Ç’ung (304-318), Çe-Li (329-334), Çe-Hu (343-349), Pei Liang (397-439), bkz., B. Szâsz, A hunok torténete… Bp. 1943, s. 87 vd. A. Caferoğlu, aynı eser I, s. 62-78. 304-439 yılları arasındaki Asya Hun sülâleleri için bkz., W. Eberhard, Çin Tarihi, 1947, s. 182; Selçuklulardan önce Orta Asya ve Orta Doğu’da Türkler için bkz., R. N. Frye-A. Sayılı, Belleten, sayı, 37, 1946, s. 103 vd.
[5] J. v. Hammer, Geschichte d. Osmanische Reiches, I, 1832, s. 1.
[6] Göst. yr.
[7] W. Tomaschek, Kritik der ältesten Nachrichten über den Skytischen, Wien, 1887.
[8] G. de Rialle, Mémoire sur l’Asie centrale, 1875, bkz., Türklük (mecmua), I, 1, 1939. İstanbul, s. 74 vd.
[9] Bkz., J. Németh, Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4, 1927, s. 277.
[10] V. de St. Martin, Dictionnaire de Géographie, VI, 1899; J. Marquart, Erân{ahr, 1901, bkz., H. N. Orkun, Türkçülüğün Tarihi, İstanbul, 1944, s. 10 vd.
[11] Bkz., H. Koşay, Z. V. Togan Arm, s. 35.
[12] I. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, 1932, s. 151.
[13] J. J. de Groot, Die Hunnen der Vorchristlichen Zeit, Berlin-Leipzig, 1921, s. 4 vd. Daha bkz., L. Ligeti, KCsA, II, 1-2, 1926, s. 2. Burada Tikler Asya Hunları ile bir sayılmış, daha doğrusu, Tik=Türk aynîliği üzerinde durulmuştur. Tikler hakkında tafsilât için bkz., B. Szâsz, aynı eser, s. 49, 74, 474, 479, 513.
[14] Meselâ, H. N. Orkun, Türk Sözünün Aslı, İstanbul, 1940, s. 11-18; Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, 1946, İstanbul, s. 386.
[15] Bkz., W. Koppers, Cihan Tarihinin Işığında İlk Türklük ve İlk İndo-Germenlik, Belleten, sayı, 20, 1941, s. 475, n. 6 (Almancası, aynı yer, s. 486, n. 6).
[16] A. v. Gabain, Hun-Türk münasebetleri, II. Türk tarih kongresi (1937) zabıtları, 1943, s. 900 vd; Ayn. müell., Hunnisch-Türkische Beziehungen, Z. V. Togan Arm., s. 18.
[17] W. Eberhard, Çin’in şimal komşuları, Ankara, 1942, s. 117. Esasen “Türk” adının Çincede iki heceli olarak tespit edilmiş oluşu bu görüşü değerden düşürmeğe kâfidir (aşağıya bkz.,). “Türk” adına dair buraya kadar zikredilen iddiaların linguistique bir temele dayanmadığı hakkında bkz., J. Németh, Die Probleme der türkischen Urzeit, BOH, V, Bp. 1947, s. 91-98; ayrıca bkz., Aynı müell., Türklüğün eski çağı, Türkçe tercüme Ş. Baştav, Ülkü, sayı, 90, 1940, s. 518.
[18] Bilindiği gibi, aslında Tevrat’a göre Nuh, Tufandan sonra bütün insanların atası durumundadır.
[19] Al-TabarN, TarNH al-Umam va’l-MulNk, I, Kahire, 1357, s. 139; İbn al-AşNr, Al-Kâmil, I, Kahire, 1348, s. 44, Rivayetin kaynağı ilk İslâm tarih rivayetçisi sayılan Vahb b. Munabbih’tir. (ölm. 728)
[20] Al-Mas’NdN, MurNc al-zahab, I, Kahire, 1367, s. 131. İbn Hurdadbih ve GardNzN’ye (ölm. 440=1048/1049) göre (Zayn al-aHbar, neşr. ve Macarcaya terc. G. Kuun, Gırdezi a Törökökröl, KSz, II 1901, s. 2), Tufandan sonra Nuh dünyayı üç oğlu arasında taksim ettiği zaman Ye’cüc-Me’cüc (bkz., Eİ, Gog-Magog, Şaklab bkz., İA bu mad.), Çin havalisi ve “Türk”, Yafes’in hissesine düşmüştür.
Burada, “Türk” başka bir yoldan Yafes’e bağlanmaktadır. Süryani Mihael (ölm. 1200) Tourkaye kavminin Yafes soyundan olduğunu belirtmekle iktifa eder (J.-B. Chabot, Chronique de Michel le Syrien, III, 1905, s. 149). Barhebraeus (ölm. 1286)’a göre (Abû’l-Farac Tarihi, I, Türk. terc. Ö. R. Doğrul, Ankara, 1945, s. 75) ise, doğudan batıya doğru bütün kuzey bölgesi, Alan memleketi, Medya, Türkler vb. Yafes’in oğullarına ait olmuştur.
Bu rivayet, Orta Çağ Türk müellifleride de görülür: Kaşgarlı Mahmud, DLT, neşr. ve terc. B. Atalay,
I, 350 vd. Daha bkz., Ebülgazi Bahadır Han, Türk Şeceresi, Anadolu Türkçesine çeviren, Dr. R. Nur, 1925, s. 13.
[21] Bkz., Kitab-ı Mukaddes, yani Ahd-i atik ve Ahd-ı cedid, Der Saadet, 1922, bahsin geçtiği yer: Tekvin, X, 2. E. Blochet’ye göre, Yâfes’in oğlu Türk, Moğol tarihini yazan Müslüman tarihçiler tarafından ilave edilmiştir (MTM, I, 1, 1331, s. 126, n. 1). Fakat bu ilâve çok daha eski İslam tarihlerinde görülüyor. Ancak XIII. yüzyıldan sonraki şecerelerde bir de Moğol adı eklenmiştir.
[22] Al-TabarN, I, n. 178; Al-Mas’NdN, I, 224 vdd., 238 vd.; İbn al-AşNr, I, 47.
[23] “Turac’ın bir adı da Tur’dur (şur vezninde), Faridun’un büyük oğludur… Maveraünnehir’den Çin ve Maçin’e kadar onun hissesidir. Tur aynı zamanda Turan (Türk) vilayetinin adıdır” Tercüme-i Burhan-i Watı, 1287, I, 1, s. 67. Tur adı, menşei ve manası hakkında bkz., V. Minorsky Eİ, mad. Turan.
[24] Rivayete göre, iki tarafın orduları Taberistan’da Amul şehrinde (bkz., Yakut, Mu’cam al-buldan, I, 2, 68 vd.) idi.
[25] Bu rivayete göre, ok atma hadisesi Tur-mah (=Ok ayı, İran şemsi takviminde, 4. ay)’ın 13. günü
(2 Ağustos) vuku bulmuş, bundan dolayı kutlu addolunan bugün “Mecusi”lerin bayram günü olmuştur (Terc. Burhan-i Watı, I, 2, s. 73). Aynı takvimde ayların 13. günleri “Tur” diye anılır. (göst. yr).
[26] Bu rivayete göre, İran adı İrac’dan, Turan adı da Turac (=Tür) isminden gelmektedir. Gerçek manası ve coğrafî mevkii üzerinde çok durulmuş olan “Turan” tâbiri hakkında bkz., J. Marquart, Erân{ahr, s. 153 vdd.; W. Barthold, Cugrâfyâ-yi Târihi-i İrân, Farsçaya terc. H. Sardadvar, Tahran, 1308 ş. s. 5 vd.; Ayn. müell., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul, 1927, s. 77, vd. E. Oberhummer, Der Name Turan, Turan, Bp. 1918, 4, s. 193-208; H. N. Orkun, Türkçülüğün Tarihi, s. 10 vd.; R. N. Erye-A. Sayılı, Belleten, sayı, 37, s. 118-121; A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, I, s. 12 vd;
I. Minorsky Eİ, mad. Turan.
[27] Ferdowsi’s Shahnameh. A Revision of Vullers edition… I-IX., Tahran, 1934-1935; Şahnameh, neşr. M. Ramaîani, 1310-1312 ş.; Türkçeye terc. N. Lugal, Şehname, I-III, 1945-1949 (Şark-İslam klasikleri, n. 10); İA, mad. Firdevsi.
[28] Rivayetleri Al-Tabari’den nakleden büyük tarihçi İbn al-Aşır bile mübalağalara işaret etmekte ve yukarıdaki ok atma münasebetiyle şöyle demektedir:
“Bir ok atışının bu kadar mesafeye varması Farsların yaptığı uydurmaların en şaşılacaklarındandır” (Al-Kamil, I, s. 93).
[29] A. Christensen, Les Kayanides, Copenhague, 1932, s. 28, bkz., Z. Şafa, Hamasa-saraİ dar İran, Tahran, 1324 ş, s. 575, 577.
[30] Efrasyab b. Fuşanc b. Rustam b. Turk, Al-Tabari, I, 133; “Afrasyab b. Fuşanc b. Rustam, Malik al-Turk” İbn al-Aşır, I, s. 116.
[31] Al-Tabari’ye göre (ayn. eser, I, s. 320) İranlılar Navruz ve Mihrican bayramlarından sonra üçüncü olarak bu hadiseyi kutlarlar.
[32] Rivayete göre, Türk prensesinin adı Vispanfrya (Frangis) idi (bkz., Z. Şafa, ayn. eser. s. 576).
Al-Tabari’ya göre (ayn, esr. I, s. 361), düğün Türk şehirlerinden birinde yapılmıştı. Narşahi, Afrasyab’ın başkentini Buhara’nın kuzeyindeki Ramiyan şehri olarak gösterir (bkz., R. N. Frye- A. Sayılı, ayn. esr. s. 121). Kaşgarlı Mahmud’a göre (DLT, III, s. 368), Afrasyab’ın başkenti Kaşgar idi (daha bkz., W. Barthold, Dersler, s. 78).
[33] İranlılara büyük zaferler bahşeden bu rivayetlerde Afrasyab adlı Türk hükümdarının uzun zaman yaşamış olması (birkaç asır!) icap etmektedir. Fakat her ne kadar Türk hükümdarları değişiyorsa da, İranlılar onları daima merhametsiz harp tanrısı “Afrasyab” adı ile anıyorlardı.
Son İran muvaffakiyetinden sonra da Afrasyab’ın kardeşi ve oğulları ile KayHusrav kuvvetleri arasında sürüp gittiği İbn al-Aşır tarafından bildirilen bu savaşlar (Al-Kamil, I, s. 137 vd.)’ın heyet-i umumiyesi hakkında bkz., Hönd-mir, Habib al-siyar, I, Tahran, 1333 ş. s. 185-200; Dr. R. Nur, Şehnamede İran-Turan cenkleri, Türk Bilik Revüsü, IV, Kahire, 1934.
[34] Bkz., M. Şemseddin Günaltay, İran Tarihi, I, Ankara, 1948, s. 103-125. Eğer Afrasyab=Astiag görüşü doğru ise, “Turan” sahasının doğu Anadolu-Kuzey İran-Maveraünnehir’in doğusu istikametinde uzanan bir mevhum hattın kuzeyindeki ülkeler olduğunu kabul etmek gerekir.
[35] Z. V. Togan, Umumi Türk tarihine giriş, s. 36.
[36] Fakat bu husus sarih değildir (Son olarak bkz., K. H. Menges, Early Slavo-Iranian Contacts and Iranian Influences in slavic Nlythology, Z.V. Togan arm. s. 468 vdd.).
[37] Mesela büyük Türk hanedanları kendilerini “Afrasyab”a nispet etmişlerdir. Karahanlılar “Al*i Afrasyab, Nabira-i Afrasyab” diye tanındığı gibi (bkz., İA, mad. Karahanlılar), Selçuklu ailesi de Afrasyab,’a bağlanmaktadır (bkz., İA, mad. Selçuklular). Diğer taraftan Karabalgasun Uygur kitabesinde adı geçen Uygur hükümdarı Bögü Han Uygurlar tarafından “Afrasyab” olarak tanınmıştır
(Tarih-i Cihanguşay, I, GMS, 1912, s. 40). Al-Mas’idi’ye göre (ayn. esr. I, 132, 271) Göktürk hanları da Afrasyab neslinden idi.
[38] Bkz., Göktürklerde: Eski Türk yazıtları, I, s. 50, 63. Uygurlarda: Eski Uygur şehirlerinden Bezeklik’de bir mâbedin duvarında Er Tunga’nın muharebe ve ölümü tasvir edilmiştir (M. F. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1926, s. 57; R. N. Frye – A. Sayılı, ayn. esr. s. 120). Karahanlılarda: Kutadgu Bilig (neşr. R. R. Arat, I, metin, 1947, s. 43, bugünkü Türkçeye terc. R. R. Arat, II, 1958, s. 31): “Türk beyleri arasında meşhur olanı Tunga Alp Er idi. İranlılar ona Afrasyab derler”. Selçuklularda: Kaşgarlı Mahmud, DLT. III, 368: “Türklerin büyük hakanı Afrasyab’ın asıl Türk adı Tunga Alp Er’dir”.
[39] Al-Tabari dışında, Balazuri ve Narşaihi’de VII. asır 2. yarısında Türkler için bkz., R. N. Frye-A. Sayılı, ayn. esr. s. 105 vd.
[40] T. Kowalski, Die ältesten Erwähnungen der Türken in der Arabischen Literatur, KCsA, II, 1-2, 1926, s. 38-41; H.
Derenbourg, Le Divan de Nabigha Dhobyani, Paris, 1869, s. 93, Frans. terc. s. 144. Al-Nabiga ve ölüm tarihi hakkında bkz., A. Ateş, Şarkiyat Mecmuası, II, İstanbul, 1958, s. 29-32.
[41] Tafsilen bkz., Gy. Moravcsik, Byzantinische Humanisten über den Volkname “Türk”, KCsA, II, 5, 1930, s. 381-385.
Türkler-Troyalılar münasebeti hakkında daha bkz. R. S. Atabinen, II. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, 1948, s. 543-556. Burada Atilla zamanında (434-453) Batı Hun İmparatorluğu’na bağlanmış olan Turcilinglerin (bunlar hak. bkz., B. Szâsz, ayn. esr. s. 180, 201, 307) Türk oldukları, “Türklerle Latinlerin müşterek Troya menşei” ve “Türk” adının Avrupa’da ilk defa rahip Hieronymus’un (VII. asır) eserinde geçtiği meseleleri ileri sürülmüş, diğer taraftan H. J. Graf (Yngve Tyrkia Conungr: Türklerin kralı Yngve, bkz. Z. V. Togan Arm. s. 30 vdd.) da Troya meselesinden başka, eski Alman, İskandinav dillerinde Torchi (“Türk” ve Torhotus “Türklerin kralı”) sözlerini bahis mevzuu etmiştir.
[42] Aqathias (ölm. 582)’in Göktürklerden bahseden eseri 552-556 yılları vekayiini ihtiva eder. Bk. Gy. Morcvesik Byzontinoturcica, 1, 1043, s. 104 vd.)