TERCİH VE AYRILIŞ
Muhammed, ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandiracaktir. [49] Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki O artık öldü. Her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölmez, O, her zaman diridir. (Hz. Ebû Bekir) Ayrılış Hazırlığı Resulüllah 15 Mart günü Medine’ye döndü. Takip eden günler sakin günlerdi. Ancak önemli bir durum yaşanıyor ve Veda haccmdan beri vahiy gelmiyordu. Fakat Resulüllah’ta vahyin gelmemesinden kaynaklanan herhangi bir telaş veya sıkıntı gözlenmiyordu. Bu şekilde yaklaşık iki ay geçti. Mayıs ayının başlarıydı. Eşi Aişe’nin odasında bir grup Müslümanla oturup, konuştu. Konuştuğu grupta yer alanlardan birisi Abdullah b. Mesud idi. O, toplantıda konuşulanları şöyle anlatmıştır: ‘Resulümün, Sevgilimin, vefatında bir ay önce bizi annemiz Aişe’nin odasında topladı. ‘Hoş geldiniz’ dedi. Bir süre dikkatli bir şekilde bizleri süzdü. Bu sırada gözlerinin yaşardığını fark ettik. Bizler için dua etti. ‘Allah size ömür ve selâmet versin. Allah sizi rahmeüyle esirgesin. Allah sini horusun. Allah sizlere iyilik versin. Allah sizi yükseltsin’ dedi. Sonra bazı tavsiyelerde bulundu. Tavsiye olarak “Sizlere Allah’ı sakınmanızı ve Allah’tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Ben sizlere Allah tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcı ve sakındırıcıyım. Dikkat edin! Allah’a başkaldıran kimseler olmayın. Hatırlayın ki, Allah, kitabında ‘îşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.[50] ‘Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir? [51] buyurdu’ dedi. [52] Konuşma sırasında söz ölümden açıldı. Orada bulunanlar kendisine ölümle ve ölümüyle ilgili bir şeyler sordular. O da anlattı. Bir ara duygulandı ve ağladı. Orada bulunanlar da ağladılar. Abdullah b. Mesud, Resulüllah’ın bu toplantı sırasında esasen kendi ölümünün yaklaştığını bildirdiğini, ancak bunu o zaman anlayamadıklarını sözlerine eklemiştir.
Yine aynı günlerde Uhud’a gitti. Şehitler için dua etti. Uhud’dan dönünce mescitte oturmakta olan bir grup Müslümana ‘Ben sizlerin benden sonra şirke döneceğinizden korkmuyorum. Fakat size dünyanın kapıları açılır ve dünyanın aldatıcılığına kapılıp birbirinizi kıskanırsınız. O kıskançlıkla birbirinizi öldürmeye kalkarsınız diye korkuyorum [53] dedi. Korktuğunun gerçekleşmemesi için nasihat etti, dikkatli olmalarını, birer Müslüman olarak akıllı ve sorumluluğunu bilen kimseler olmalarını istedi.
Mayıs’ın sonlarıydı. Üç gece Medine’nin kabristanı olan Bakî’ül Garkad’e gidip, dua etti. Kabristana ilk gidişine eşi Aişe şahit oldu. O, Resulüllah’ın bir gece sessizce yatağından kalkıp dışarı çıktığını, merak ederek kendisini İzlediği zaman, kabristana gittiğini, orada bir süre durup dua ettiğini ve ‘Sizlere selâm olsun! Sizler bizden önce gitmiş bulunuyorsunuz. İnşaattan biz de sizlere katılacağız. Ey Allahım! Onların mükafatlarından bizi mahrum etme! Onlardan sonra bizleri fitneye uğratma [54] dediğini bildirmiştir. Kabristana ziyaretinin diğer ikisini ise hizmetiyle ilgilenen azatlı kölelerden Müveyhibe şahit oldu. Müveyhibe, bir gece Resulüllah’ın kendisini çağırttığını ve kabristana giderken kendisine eşlik etmesini istediğini söylemiştir. Müveyhibe’nin anlattığına göre; Resulûllah kabristana gidince ‘Ey kabir halkı! Allah’ın selâm; üzerinize olsun. Sizin içinde sabahladığınız şey, insanların içinde sabahladığı şeylerden daha hayırlı olduğunu bir bilseniz. Birbiri ardınca karanlık geceler geliyor. Allah sizi onlardan kurtardı [55] diyerek dua etti. Sonra Müveyhibe’ye dönüp ‘Bir kula dünya ile cennet verilip bunlardan birisinin seçmesi istendi. O kul cenneti seçti dedi. Müveyhibe ‘o kul’ ile kimi kastettiğini anladığı için ‘Anam babam sana kurban olsun. Hem dünyayı hem de ahireti isteseydin’ deyince ‘Hayır! Vallahi ben Rabbime ve cennete kavuşmayı her şeye tercih ediyorum [56] dedi.
Bütün bunlar Müslümanlar için şaşırtıcıydı. Konuştuğu konularla ve kabristan ziyaretleriyle Resulüllah’da anlam veremedikleri bazı değişikliklerin gerçekleştiğini fark ediyorlardı. Özellikle her zamankinden daha sık ölümünden bahsetmeye başlamış olması dikkatlerini çekiyordu. Esasen bu durum hac sırasında başlamıştı. Hacdaki bütün konuşmalarında konuyu kendi ölümüne getirip, her fırsatta yüz bini aşkın Müslümanla vedalaşmıştı. Yine hac sırasında vahyohman bir ayet ise birçok kişiye o sırada hiç akıllarında olmayan ve hiçbir şekilde istemedikleri bir konuyu düşündürmüştü. Söz konusu ayet Arafat’ta hacılara yaptığı konuşmadan hemen sonra vahyolmuştu. Ayette ‘Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dîninizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim [57] deniliyordu. Resulûllah ayeti okuduğu zaman Ebû Bekir ağlamaya başlamış, niçin ağladığı sorulunca da ‘Bu ayet Resulüllah’ın ecelinin geldiğinden bahsediyor gibi’ demişti. Hac dönüşünde, Gadir-i Hum’daki konuşmasında da ‘Ey insanlar.’ Haberiniz olsun ki ben ancak bir insanım. Çok geçmez, Rabbimin elçisi gelecek ve ben onun davetine uyacağım’ demişti. Bütün bunlar, Müslümanların hiç düşünmek istemedikleri bir şeye işaret ediyordu; Resulüllah’ın vefatının yaklaştığına. Fakat bu can yakan, yüreklere dayanılmaz acılar veren bir düşünceydi. Hiç kimse böylesi bir düşünceyi değil seslendirmek, zihninde yer bulmasına bile dayanamıyordu. Bu nedenle de hiç kimse Resulüllah’ın bu sözleriyle ve yaptıklarıyla ilgili şeyleri gündeme getirip, bir anlam vermeye çalışmıyordu. Üstelik düşüncelerinin yanlış olduğuna emindiler. Resulûllah gözlerinin önündeydi; sağlıklıydı. Görünür bir hastalığı yoktu. Henüz ihtiyar da sayılmazdı; 63 yaşındaydı.
Sefer Hazırlığı
Müslümanlardan bir çoğunun zihninde Resulüllah’ın durumuyla ilgili acı veren düşüncelerin yer edindiği günlerin birisinde, Mayıs ayının son günlerinde, Resulüllah’ın bir çağrısı ile sevindiler. Resulûllah, bir sefer için hazırlanılmasını istiyordu. Tebük seferinde olduğu gibi bu defa da nereye gidileceğini önceden açıkladı. Hedefte Suriye bölgesi vardı. Herkes çok sevindi. Resulûllah ile birlikte sefere çıkmak onlar için paha biçilmez bir zenginlikti, mutluluktu, şerefti. Ancak ertesi gün hiç beklemedikleri bir şey oldu. Resulûllah, Usâme b. Zeyd’i yanma çağırıp, kendisini kumandan tayin ettiğini bildirdi. Filistin’deki Belkâ ve Dârûm bölgelerine kadar gitmesini söyleyip, sefer ile ilgili bazı tavsiyelerde bulundu. Anlaşıldı ki, kendisi sefere katılmayacaktı.
Resulûllah, Usâme’ye komutan olduğunu bildirdiği gece bir kez daha Bakî kabristanına gitti. Kabristanda uzun süre kalıp, dua etti. Evine döndüğü zaman başının ağrıdığını söyledi. Eşi ilgilendi. Ateşi vardı. Geceyi rahatsız bir şekilde geçirdi. Sabah olunca tekrar Usâme’yi çağırttı. Eliyle bağladığı sancağı Usâme’ye verdi ve ‘Allah yolunda, Allah’ın adı ile savaşmaya gidin. O kâfirlerle savaşın. Savaşın fakat söz verdiğiniz zaman sözünüzü tutun. Çocukları ve kadınları öldürmeyin. Eğer düşmanla karşılaşmazsanız, karşılaşmayı temenni etmeyin. Bilemezsiniz, belki de bu haynnızadır. Onlarla karşılaşmak belki ‘de sizin için bir musibettir. Allah’a dua edip ‘Allahım bize yardım et. Düşmanlarımızın hakkından gel. Onların bize zarar vermelerini önle’ deyin. Düşmanlarınız gürültü yapacak, bağırıp çağıracaklardır. Sakın sükunet ve vakarınızı bozmayın. Sizler de onlar gibi bağırıp, çağırmayın [58] dedi. Sonra mücahitler için dua etti ve Usâme’ye, mücahitlerin sefere çıkmadan önce toplanmaları için karargâhı Medine’nin beş kilometre dışındaki Cüruf bölgesinde kurmasını söyledi.
Usâme, Resulüllah’ın verdiği sancağı götürüp Cüruf e dikti. Müslümanlar bunun anlamını bilirlerdi. Bu ‘hazırlanın ve buraya toplanın’ demekti. Herkesin toplanması birkaç gün alırdı. Daha ilk anda birçok Müslüman Cürüfte toplandı. Gündüzleri Cürüfde bekleşiyor, akşam olunca evlerine dönüyorlardı. Resulüllah’ın isteği olduğu için hiç kimse seferden geride kalmak istemiyordu. Herkeste tatlı bir telaş vardı. Hiç kimse Tebük seferinden geride kalan münafıkların veya mazeretsiz şekilde geride kalıpta affedildiklerini bildiren ayetler vahyolununcaya kadar büyük sıkıntılar çeken Kâ’b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî ve Hilâl b. Umeyye’nin durumuna düşmek istemiyordu.
Hastalık
Müslümanların sefer hazırhklarıyla uğraştığı günler içinde Resulûllah’ın rahatsızlığı arttı; şiddetli baş ağrısı ve yüksek ateşi vardı. Hastalanmasının üzerinden birkaç gün geçti. Durumu gittikçe ağırlaşıyordu. Eşleri her an yanında bulunuyor, her türlü ihtiyacıyla ilgileniyorlardı. Ûmm-ü Habibe, o günlerin birisinde Habeşistan hatıralarından bahsetmeye başladı. Amacı zihinleri dağıtıp, üzüntüleri biraz olsun gidermekti. Zira Resulûllah’ın hastalığı nedeniyle hepsi pek üzgündü. Ümm-ü Habibe, Habeşistan hatıralarından bahsederken bir tespitini aktardı. Halkın, ölmüş büyüklerinin kabri üzerine bina inşa ettiklerini ve o binayı ibadethane edindiklerini söyledi. Konuşmaları dinleyen Resulüllah, Ümm-ü Habibe’nin anlattıklarını duyunca, konuşmaya katıldı: ‘Doğru! Onlar sevdikleri birisi ölünce onun üzerine bir mabet inşa ederler. Onlar bu yaptıkları nedeniyle yaratıkların en kötüsü olan kimselerdir’ dedi. Sonra, önemli bir uyarı da bulundu: ‘Sizden önceki bazı kimseler peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini ibadethane edindiler. Sizler sakın kabirleri ibadethane haline getirmeyin. Sizi böyle bir şey yapmaktan men ediyorum.[59] Bu sözleriyle, hastalığının büyük ıstırap verdiği anda bile, Müslümanları her türlü yanlıştan, şirkten sakmdırmayı ne kadar önemsediğini bir kez daha gösterdi. O zor anında bile aklında insanlar vardı; insanlığın esenliği vardı. Bu esenliği engelleyen şirke, zulme, kötülüğe, ahlâksızlığa karşı dikkatli ve hassastı.
Günlerden birisinde baş ağrısından ve yüksek ateşten çok muzdarip oldu. O sırada ziyaretine Ebû Said el-Hudri geldi. Resulüllah yatıyordu ve üzerinde ince bir şilte örtülüydü. Ebû Said, yatağın hemen yanma oturup, şilteyi düzeltmek istediğinde Resulûllah’ın ateşinin şilte üzerinden hissedilecek kadar yüksek olduğunu fark etti. ‘Ateşin ne kadar da yüksek!’ dedi. Sesinde, bir peygamberin, seçkin bir insanın böyle şiddetli bir şekilde hastalanmasına şaşırmış olmanın izi vardı. Resulüllah bu değerli sahabesinin şaşırma nedenim anladı. ‘Bana sıkıntı ağırlaştırıldı. Ama mükafatım da fazla olacak’ dedi. Ebû Said ‘Ey Allah’ın Resulü! En şiddetli sıkıntıya uğrayanlar kimlerdir?’ diye sorunca ‘Peygamberlerdir’ dedi. Ebû Said tekrar sordu ‘Peygamberlerden sonra kimler? Bu sefer cevabı ‘Salihler [60] oldu. Benzer konuşma bir başka sahabeyle de tekrarlandı. Bu sefer ziyaretine gelen Abdullah b. Mesud’du. Ona ‘Müslümanlar için hastalıklar, günahları için kefarettir; günahları yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi dökülüp, azalır [61] dedi ve hastalığı nedeniyle üzülmemesini istedi.
Hastalığının seyri çok değişkendi; bazen oldukça rahatlıyor, bazen ise ateşler içerisinde yanıyor, hastalığının ağırlığından baygınlık geçiriyordu. Hastalığının ağvrlaştığı günlerden birisiydi. Yatsı namazı için ezan okundu ve Müslümanlar kendisini beklemeye başladılar. Durumu namaz kıldıramayacak kadar ağırdı. Öte yandan, o varken hiç kimse imam olmak istemiyordu. Bir ara ‘Müslümanlar namazlarını kıldılar mı?’ diye sordu. ‘Ey Allah’ın Resulü! Hayır! Seni bekliyorlar’ denildi. Su getirilmesini, vücuduna su dökülmesini istedi. Dediğini yaptılar. Yerinden kalkmaya çalıştı, ama kalkamadı. Bitkindi, bayıldı. Kısa bir süre sonra kendine gelince, namazın kılınıp kılınmadığını tekrar sordu. Kılınmadığı söylendi. Vücuduna tekrar su dökülmesini istedi. Su döktüler. Kalkmaya çalıştı ama yine bayıldı. Bu durum üç kez tekrar etti. Yerinden kalkamayacağım ve namaz kıldırama yacağmı anlayınca ‘Ebû Bekir’e söyleyin, insanlara namazlarını kıldırsın’ dedi. Aişe, ‘Ey Allah’ın Resulü! O çok yufka yüreklidir. Ağlamaktan namaz kıldıramaz. Senin makamında durup namaz kıldırmak ona çok ağır gelir. İzin ver Ömer kıldırsın’ dedi. Bu sırada Hafsa’ya bakmış ve onun da kendisine taraf olmasını isteyen bir bakış atmıştı. Hafsa söze karışıp, Aişe’ye destek verdi; namazı Ömer’in kıldırmasının daha doğru olacağını söyledi. Resulüllah, görüşünü değiştirmedi. Ebû Bekir’e söylenmesini ve namazı onun kıldırmasını bildirdi. Ama iki eşi Ömer’de ısrar ediyorlardı. Resulüllah kızdı, ‘Susun! Sizler Yusufun yanındaki kadınlar gibisiniz’ dedi. Odada bulunanlardan bir başka kişiyle Ebû Bekir’e haber göndererek namazı kıldırmasını bildirdi. Ebû Bekir üzgündü, ama yapacağı bir şey yoktu. Öne geçip, namaza durdu. Daha ilk rekatta ağlamaya başladı. Ağlamaktan Kur’an okuyamıyor, namaz kıldıramıyordu. Namaza devam edemeyeceğini anlayınca geri çekildi. Namazı kıldırmayı Ömer’e teklif etti. Fakat Ömer bu teklifi kabul etmedi. Resulûllah’ın isteğine aykırı davranmaktan çekiniyordu. Cemaatten birisi olan Abdullah b. Zem’a, durumu bildirmek için Resulûllah’ın bulunduğu odaya gitti. O sırada Resulüllah bayılmış, kendisinde değildi. Abdullah, mescitteki durumu Hafsa’ya söyledi. Hafsa, Aişe’nin de desteğiyle ‘Ömer’e söyleyin, o kıldırsın’ dedi. Abdullah geri dönerek ‘Ömer! Namazı sen kıldıracaksın’ dedi. Ömer bu isteğin Resulüllah’a ait olduğunu zannedip öne geçti ve namaza durdu. Ömer namaz kıldırırken Resulüllah kendisine geldi. Ömer’in sesini işitip, onun namaz kıldırdığım anlayınca ‘Bu Ömer değil mi?’ diye sordu. Eşlerinden birisi Ebû Bekir’in namazı kıldiramadığmı, bu nedenle Hafsa’nm isteği üzerine Ömer’in imam olduğunu söyledi. Resulüllah ‘Hayır! Olmaz! Ebû Bekir nerede? Ebû Bekir’e söyleyin namazı o kıldırsın. îşin böyle olmasına ne Allah ne de Müslümanlar razı olurlar [62] dedi. Durum hemen mescide bildirildi. Fakat namaz bitmişti. Ömer durumdan haberdar olunca çok üzüldü; ‘Keşke bu namazı kıldırmamış olsaydım’ deyip, kendisini yanılttığım düşündüğü Abdullah b. Zem’a’ya çıkıştı. Ona, neden böyle yaptığını sordu. O, Hafsa’nın böyle söylediğini, Hafsa’nın Resulüllah’m iznini bildirdiğini sandığını söyledi. Artık yapılacak bir şey yoktu. Ömer üzüldü ve kızma kızmış bir halde susup, sesini çıkarmadı. O sırada içeride Hafsa, Aişe’nin oyununa geldiğini düşünüyor ve ‘Zaten bana ondan hayır gelecek değil ya!’ diyerek yaptığı hatadan dolayı üzüntüsünü arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Aişe ise daha sonraki yıllarda, o sıralar babasının imamlığım istememe nedeni olarak, henüz sağ iken Resulüllah’ın yerine geçerek namaz kıldıracak kimseye Müslümanların iyi gözle bakmayacaklarını düşündüğünü, babasını bu konuma düşmekten korktuğu için imam olarak başkasını teklif ettiğini anlatmıştır. Fakat Resulüllah’ın isteği üzerine o günden itibaren Ebû Bekir imam olup, namazları kıldırmaya başladı.
Ebû Bekir’in öğle namazını kıldırdığı bir gündü. Resulüllah kendisini biraz iyi hissetti. Abbas ve Ali’nin yardımıyla mescide geldi. Müslümanlar Resulüllah’m mescide geldiğim fark edince sevindiler, Ebû Bekir geri çekilmeye niyetlendi. Resulüllah eliyle namaza devam etmesini işaret etti. Sonra gidip Ebû Bekir’in hemen yanına oturdu. Oturduğu yerden, cemaatten birisi olarak Ebû Bekir’e uyarak namazını kıldı. Aynı durum bir başka gün bir sabah namazı sırasında da yaşandı.
Hastalığının altıncı günüydü. Aralarında Ömer’in de bulunduğu birkaç kişi ziyaretine geldiler. Resulüllah yatıyordu. Hastalığın şiddetinden sıkıntı içerisindeydi. Bir ara ‘Sisin için bir şeyler yazdırayım da benden sonra yolunuzu şaşırmayın’ dedi. Herkes şaşırdı. Ümmeti için vasiyette bulunacağı anlaşılıyordu. Ama bu uygun bir zaman mıydı? Resulüllah ağır hasta bir halde, yarı baygın bir durumda yatıyor ve kendisinden sonra nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili bir şeyler yazdırmak istediğini söylüyordu. Bazıları buna gerek olmadığını söylediler. Diğer bazıları, isteğinin yerine getirilmesi gerektiğini savundu. Fikir birliği yoktu. Taraflar aralarında tartışmaya başladılar. Ömer söze karışıp ‘Elimizde Allah’ın kitabı var. Bu bize yeter’ dedi. O sırada Resulüllah’m sesi duyuldu: ‘Yanımdan kalkıp gidin, Beni kendi halime bırakın. Benim yanımda böyle tartışmanız doğru değil’. Fakat Ömer’in görüşüne de itiraz etmemesi dikkat çekiciydi. Bir ara Ebû Bekir ile Abbas mescitten çıkarak Medine sokaklarında gezinmeye başladılar. Üzgündüler, çaresizdiler. Medine sokaklarından gezinirlerken evlerden birisinden gelen ağıtları duydular. Evin yanma gidince bir grup Mûslümanın ağlaştıklarını gördüler. Bunun sebebini sorduklarında “Resulüllah için ağlıyoruz. Onunla birlikte olduğumuz günleri hatırladık’ dediler. Ebû Bekir gidip, Müslümanların bu durumunu Resulüllah’a bildirdi: Tnsardan bazı kadınlar ve erkekler toplanmışlar ağlaşıyorlar’ dedi. Resulüllah ‘Neden ağlıyorlar?’ diye sorunca ‘Senin öleceğini düşünüp onun için ağlıyorlar’ dedi. Resulüllah ile Ebû Bekir arasında bu konuşma gerçekleşirken içeri Fadl b. Abbas girdi. O sırada Resulüllah’ın ağnları azalmış, ateşi biraz olsun düşmüştü. Fadl’a seslenerek ‘Elimden tuf deyip, yatağından kalkmasına yardım edilmesini istedi. Fadl’ın yardımıyla mescide girdi. Minberin basamağına oturdu. Fadl’a ‘halka seslen, gelsinler’ dedi. Biraz sonra mescit Müslümanlarla doldu. Resulüllah, kelime-i tevhidi söyledikten, Allah’a hamd ettikten sonra ‘Ey insanlar.’ Bana söylendiğine göre sizler peygamberinizin öleceğinden korkuyörmüşsünüz. Benden önce gönderilip de toplumu içinde temelli kalmış bir peygamber var mı ki ben temelli kalayım. İyi bilin ki ben de Rabbime kavuşacağım; sizler de kavuşacaksınız. Sizlere ilk muhacirlere karşı hayırlı olmanızı, onlardan da birbirlerine karşı hayırlı olmalarını istiyorum. Sizlere Ensar’ı emanet ediyorum. Allah’tan sakınmanızı ve onlara karşı iyi davranmanızı isfiyorum. Biliyorsunuz ki onlar malları bizimle paylaştılar. Siklere darlıkta da bollukta da yardım ettiler. Onlar bana sırdaş ve sığmak oldular. Ey Muhacirler.’ Sizler çoğaldığınız, başka insanlar da çoğalacaklar. Ensar ise azaldı. Git gide daha da azalacaklar. Gün gelecek yemeğin içindeki tuz gibi olacaklar. Onlar üzerlerine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdiler. Kendilerine ancak mükafatlarının verilmesi kalmıştır, içinizden birisi işin başına geçer de istediği bir kişiye fayda veya zarar verebilecek güce erişirse, Ensar’a iyilik etsin. Ensar’dan iyilik edenlerin iyiliğini kabul etsin, kötülük edenlerin kötülüğünü affetsin’ dedi. Sonra konuyu değiştirip ‘Allah bir kulunu dünya nimetleriyle kendi katındaki nimetler arasında tercihte bıraktı. O kul da ahireti, Allah katında olanları tercih etti [63] dedi.
Bu sırada Ebû Bekir ağlamaya başladı. Resulüllah’ın son sözleriyle ne demek istediğini anlamıştı. ‘Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda oldun. Senin için canlarımızı, mallarımızı, evlatlarımızı feda ederiz’ diyor ve ağlıyordu. Resulüllah, yakın dostu Ebû Bekir’e bakarak ‘Ey Ebû Bekir, Ağlama!’ dedikten sonra, mescitte toplananlara dönüp ‘Ey insanlar.’ insanlardan canında, malında, arkadaşlığında bana karşı Ebü Bekir’den daha fedakâr ve cömert davranan hiç kimse yoktur. Eğer insanlardan bir dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki o Ebü Bekir olurdu. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür [64] dedikten sonra nasihat ve uyarılarına devam etti: ‘Ben de bir insanım. Aranızdan bazılarının hakkı bana geçmiş olabilir. Her kimin tenine dokunmuş isem, işte tenim! Gelsin ödeşelim. Her kime vurmuşsam, işte sırtım; gelsin vursun.’ Öcünü alsın. Her kimin malını almışsam işte malım, Gelsin alsın.’ Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp ‘Ey Allah’ın Resulü! Sende üç dirhemim var’ dedi. Resulüllah bunun nasıl olduğunu sormadan amca oğlu Fadl’a dönerek ‘Buna üç dirhem ver’ dedi. Daha sonra dua etmeye başladı: ‘Allahım! Ben ancak bir insanım. Müslümanlardan her kime ağır bir söz söyiemişsem veya kamçı vurmuşsam veya lanet etmişsem sen bunu onun hakkında bir hayır ve rahmet kıl. [65]
Hastalığının yedinci günüydü. Hastalığı hiç hafiflememiş, hatta her geçen gün biraz daha ağırlaşmıştı. O güne kadar sırasıyla farklı eşlerinin odasında kalmıştı. Eşlerinin hepsini çok sevmesine rağmen, Aişe’ye karşı özel bir sevgisi vardı. Onun odasında olmayı istedi. Ancak diğer eşlerine haksızlık etmemek, Aişe’yi üstün tutarak diğerlerini üzmek istemediği için izinlerini istedi: ‘Aişe’nin odasında kalmamı bana helâl ediyor musunuz?’ dedi. Hepsi de hiç tereddüt etmeden ‘Evet’ dediler. Bunun üzerine Abbas’ın ve Ali’nin yardımıyla, ‘ayaklarını sürükleyerek’ Aişe’nin odasına geçti. Aişe’nin özenle hazırladığı içi ot dolu yatağa uzandı. Ateşi yükselmişti. Hemen üzerine su dökülerek ateşi düşürülmeye çalışıldı. Konuşmakta zorlanıyordu. Bu nedenle işaretle, yapılanların yeterli olduğunu, artık kendi haline bırakmalarını bildirdi.
Müslümanlar bir yandan Resulüllah’ın hastalığı nedeniyle üzülürlerken, bir yandan da Cüruf te toplanıyor, sefere çıkacakları günü bekliyorlardı. Toplananlar arasında Ebû Bekir, Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Sâ’d b. Ebî Vakkas gibi sahabenin büyükleri de vardı. Bazıları, yaşlılar ve tecrübeliler dururken Usâme b. Zeyd gibi henüz on sekiz veya on dokuz yaşında köle kökenli bir gencin kumandan tayin edilmesini doğru bulmadıklarını konuşuyorlardı. Konuşmalar gittikçe yaygınlaştı; toplananlar arasında bir huzursuzluğa, tartışmalara neden olmaya başladı. Bu tartışmalara sahabenin büyüklerinin hiçbirisi dahil olmadı. Hiç birisinin, Resulüllah’ın komutanla ilgili tercihine en küçük itirazı yoktu. Kendisi de orduda olmasına ve kendisinden onlarca yaş daha küçük olan Usâme’ye hiç itirazsız ve sıkıntısız itaat etmeye hazır olan Ömer, çıkarılan dedikodulardan fazlasıyla rahatsız oldu. Giderek konuşulanları Resulûllah’a anlattı. Resulüllah işittikleri nedeniyle üzüldü ve kızdı. Vefatından iki gün önceydi. Mescide çıkıp minbere oturdu. Her konuşmasında yaptığı üzere Allah’a hamd ettikten sonra ‘Ey insanlar! Bazınızın Usâme hakkında konuştuğundan haberdar oldum. Siz şimdi Usâme’nin kumandanlığına nasıl itiraz ediyorsanız, daha önce de babası Zeyd’in kumandanlığına öyle itiraz etmiştiniz. Vallahi, Zeyd kumandanlığa nasıl layık ve benim katımda insanların en sevgilisi ise, oğlu da öyledir [66] dedi ve odasına döndü. Bir daha hiç kimse Usâme hakkında konuşmadı.
Ordu yola çıkmak üzereydi. Birçok Müslüman gelip Resulüllah ile vedalaştı. Fakat hiç kimse Resulüllah’ı bu hâl üzere bırakıp gitmek istemiyordu. Bunu bilen Ûmm-ü Eymen ordunun bir süre daha kalması için izin istedi. O, bu teklifiyle Müslümanların bir dileğini dile getiriyordu. Ancak Resulüllah izin vermedi. Usâme ordusunun yola çıkmasını istedi. Günlerden Cumartesiydi. Ordu akşama kadar toplandı. Gece Cürûfte kalındı. Sabah hareket edilecekti. Usâme sabah olunca Resulüllah’la vedalaşmak için mescide geldi. O sırada Resulüllah’ın rahatsızlığı iyice şiddetlenmişti. Yarı baygın haldeydi. Usâme bunu öğrenince ağlamaya başladı. Odaya girdi. Kadınlardan bazıları ve Abbas, Resulüllah’m ağzına ilaç vermeye çalışıyorlar, dudaklarının arasından ağzına ilaç döküyorlardı. Usâme, Resulüllah’a yaklaştı. Eğilip öptü. Yarı baygın bir halde bulunan Resulüllah, Usâme’yi tanıdı. Ama konuşamıyordu. Dua eder gibi ellerini kaldırdı ve Usâme’nin üzerine indirdi. Orada bulunanlar Usâme için dua ettiğini, rahmet dilediğini anladılar. Usâme üzgün bir halde dışarı çıkıp, karargâha döndü.
Ordu hareket etmek üzereydi. Tam o sırada Resulüllah’m çok ağırlaştığı haberi geldi. Yola çıkmaktan vazgeçildi. O gün öyle geçti. Ertesi gün, 8 Haziran Pazartesi gününün sabahı, Resulüllah kendine geldi. Ağrısı azalmış, ateşi düşmüştü. İmamın sesini duydu. Müslümanlar Ebû Bekir’in imamlığında namaz kılıyorlardı. Yerinden kalktı, kapıya doğru gitti. Kapıyı Örten perdeyi aralayarak namaz kılan cemaate baktı. Gülümsedi. Ihlaslı bir şekilde namaz kılan Müslümanlara sevgi ve rahmetle baktı. O sırada namaz kılan Müslümanlar, Resulüllah’m ayakta kendilerini izlediğini görünce, iyileştiğini düşünüp sevindiler. Sevinçten ve bakışmaktan neredeyse namazlarını bozacaklardı. Ebû Bekir de, Resulüllah’m ayakta durduğunu fark etmişti. İyileştiğini düşündü. Namazı O’nun kıldırması için biraz geri çekildi. O’nun öne geçip, imam olmasını istiyordu. Resulüllah, eliyle namaza devam etmelerini işaret etti. Daha sonra odaya girdi ve perdeyi indirdi. Bilmiyorlardı ama bu, Müslümanların Resulüllah’ı mescitte son görüşleriydi.
Usâme, Resulüllah’m durumunu öğrenmek için mescide geldi. Resulüllah’m durumunun iyi olduğu söylendi. Usâme çok sevindi, izin isteyip hemen odaya girdi. Resulüllah ordunun vakit kaybetmeden yola çıkmasını söyledi. Usâme vedalaşarak sevinçli bir şekilde karargaha döndü.
Resulüllah’ın geçen on güne göre daha iyi oluşu herkesi sevindirmişti. Herkes hastalığı atlattığım, iyileştiğini düşünüyordu. On gündür Resulüllah’ın başında bekleyen ve bu arada kendilerine hiç bakamayan eşleri de sevinç içerisinde odalarına gidip temizlenmeye ve saçlarım taramaya başladılar. Ebû Bekir de sevinç içerisinde ‘Ey Allah’ın Resulü/ Allah’a hamd olsun ki iyileştin. İznin olursa evime gitmek istiyorum’ dedi. Resulüllah da izin verdi.
Veda
Resulüllah, bir ara ev halkını yanında topladı. ‘Ortalık kızıştı. Karanlık gece fırtınaları gibi fitneler geliyor. Vallahi bana karşı ileri süreceğiniz hiçbir dayanağınız bulunmuyor. Ben Allah’ın kitabı Kufan’ın helâl kıldığım helâl, haram kıldığını haram kıldım. Ey hızım Fâtımal Ey halam Safiye! Allah katında değeri olan işler yapın. Bana güvenmeyin. Çünkü ben sizi Allah’ın gazabından kurtaramam [67] dedi. Herkes dağıldıktan sonra kızı Fâtıma’yı çağırmalarını istedi. Kızı odaya girince ‘Hoş geldin kizıml’ dedi. Yanma oturmasını söyledi. Eğilip kulağına bir şey fısıldadı. Farıma ‘Vah babam!’ diyerek ağlamaya başladı. Fâtıma’nın kulağına tekrar bir şey söyledi. Bu sefer Fatma’nın sevindiği görüldü. Herkesi bir merak sardı; acaba ne demişti? Fakat Fâtıma bunu hiç kimseye söylemedi. Ancak Resulüllah’m vefatından sonra tekrar sorulduğunda ‘ilk sözünde bu hastalığı nedeniyle öleceğini, ölümünün çok yakın olduğunu söyledi. Bunun üzerine ağladım. Fakat ikinci sözünde ailesinden kendisine ilk kavuşanın ben olacağımı söyledi; bunun üzerine sevindim’ dedi. Öyle de oldu. Fâtıma, sevgili babasından altı ay sonra vefat etti.
Resulüllah’ın durumu kısa süre sonra birden değişti. Birkaç defa üst üste bayıldı. Artık soğuk su pansumanları fayda vermiyordu. Başı sevgili eşi Aişe’nin döşünde, acı çektiği yüzünden belli olacak bir halde, son nasihatlarmı ve uyarılarını yapmaya çalışıyordu. Bu son dakikalarında birkaç kez’Kölelerinize iyi davranın. Onlar hakkında Allah’tan korkun. Onları giydirin, doyurun. Sözlerinizi yumuşak söyleyin [68] ‘Namazlarınızda dikkatli olun; namaza devam edin [69] veya Kadınlarınıza iyi davranın. Onların hakkında Allah’tan korkun [70] dedi. Bir ara Aişe’nin dua ettiğini duydu. Aişe ‘Ey Rabbiml Gerçek tabip sensin. Gerçek şija verici sensin. Bu hastalığı gider’ diyordu. Başını kaldırıp, eşinin yüzüne bakarak “Hayır! Ben Allah’tan, Refik-i ala zümresine katılmayı diliyorum. Allahım! Beni bağışla. Beni Refik-i alâ Zümresine kavuştur! [71] dedi. O, bu duasıyla peygamberler, sarihler, sıddıklar, şehitler topluluğuna kavuşmak istediğini bildiriyor ve bunun gerçekleşmesi için dua ediyordu. Tercihi yapmıştı. Artık burası ile ilgisini kesmek arzusundaydı.
Başını Aişe’nin döşüne dayamış babasının çok ıstıraplı çektiğini gören Fâtıma ‘Vah benim, güzel babam!’ diyerek ağlamaya başladı. Kızma dönerek ‘Ağlama kızım! Babanın bundan sonra hiç ıstırap ve sıkıntısı olmayacak. Ben ölünce sadece innâ lillahi ve innâ ileyhi râciün de [72] dedi. Bu sırada dadısı Ümm-ü Eymen ağlamaya başladı. Yanındaki birisi “Ağlama o seçimini yaptı’ dedi. Yaşlı gözlerle Resulüllah’a bakan ve Fâtıma’yı tesellisini dinleyen Ümm-ü Eymen ‘Biliyorum o seçimini yaptı. Ama niye ağlamayacakmışım! Artık vahiy kesilecek, ona ağlıyorum’ dedi. Resulüllah, bir kez daha uyarısını yapıp, kendisinin bir insan olduğunu ve her insan gibi vakti gelince ölümünün kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Bu konuda önceki elçilerden hiç farkı yoktu. O halde Müslümanlar kendi durumlarına bakmalı ve doğru olan gidişatlarının eğriltmemeliydiler. Sözlerini bir ayetle tamamladı: ‘Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldûrülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.[73]
Vakit öğleye yaklaştı. Resulüllah son birkaç saattir çok ıstırap çekiyordu. Hastalığı dayanılmaz bir hâl almıştı. Aişe bir kez daha su ile, başı döşüne dayalı sevgili kocasının ateşini düşürmeye çalıştı. Su kabı hemen yanında duruyor, elini ıslatıp, kocası Resulüllah’ın yüzüne, boynuna sürüyordu. Fakat hiç faydası yoktu; ateş düşmüyordu. Resulüllah bir ara kaptaki suya uzanıp elini ıslattı. Islak elini yüzüne sürdü. Herhalde suyun serinliği az da olsa rahatlık veriyordu. Istıraplı bir sesle ‘Lâ ilahe illallah.’ Ölümün de akılları baştan gideren bir ıstırap ve şiddeti var’ dedi ve dua etmek ister gibi elini kaldırdı. Gözleri tavana bakıyordu. Zorlukla ‘Ey Allahım.’ Refik-ı ala! [74] dedi ve eli yana, yanındaki su kabının içine düştü. Vefat etmişti. Artık refik~ı alâ ile birlikteydi. Ebedî dostlarına kavuşmuştu; artık peygamberlerle, sarihlerle, sıddıklarla, şehitlerle birlikteydi. Kızına dediği gibi artık ıstırap ve sıkıntıları bitmişti. Artık dünyanın telaş ve sıkıntılarından kurtulmuştu.
Odada bulunan herkes bir anda bağrışmaya, ağlamaya başladılar. Bağırış ve ağıt seslerinden, görgü tanıklarının ifadesiyle oda yıkılacak gibiydi. Herkes ne yapacağını bilemeden sadece ağlıyordu. Fâtıma, babasının üzerine eğilmiş ‘Ey benim güzel babam! Ey Rabbine kendisinden daha yakın bulunmayan babam! Ey Rdbinin davetine icabet eden babam! Ey makamı Firdevs olan babam!’ diye ağıt yakıyor ve ağlıyordu.
Resulüllah’ın vefat ettiği bir anda tüm Medine’de duyuldu. Herkes mescide koştu. Cürüfe toplanan Müslümanlar da yerlerinden ayrılıp Medine’ye koştular. Koşanlar arasında Ömer de vardı. Mescidin içi ve dışı ağlayanlarla, şok olup ne yapacağını bilemeyenlerle doldu. Herkesi dayanılmaz bir ıstırap, tarifi mümkün olmayan bir üzüntü sarmıştı; hiç kimse, ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. O anı, o anın tanıklarından Enes b. Malik şöyle anlatıyor: ‘Resulüllah ile Ebû Bekir’in Medine’ye geldiği günden daha güzel, daha ışıl ışıl bir gün asla görmedim. Resulüllah’ın vafat günü ise gördüğüm tüm günlerin en karanlığı, en kötüsü, en sevimsiziydi.[75]
Mescidin içi ve dışı Müslümanlarla doldu. Hiç kimse odaya girip ne olduğunu göremiyor ve soramıyor, sadece içeriden gelen ağıt sesleri eşliğinde duyduklar: haberin değerlendirmesini yapıyorlardı. Bazıları “Hayır! O ölmezi O bizim üzerimize şahit olacak’ derken, diğer bazıları ‘Bayılmıştır. Öldü sanıyorlar. O ölecek biris değil’ diyordu. Diğer bazıları ise istemedikleri ölümü kabul etmiş gibiydiler. Bun lar ‘O herhangi birisi gibi ölmez. Olsa olsa ha gibi göğe kaldırılmıştır. Çok geçmeâeı geri gelecektir’ diyordu. Çoğunluğu böyle düşünen kalabalık, aynı zamanda o an da kendileri için dünyanın en ağır sözcüğünü söyleyip ‘ölmüş’ diyenleri tehdit ede rek susturuyor ‘O ölmedi, ölmez’ diyorlardı. Esasen aynı karışıklık içeride, odad; da vardı. Kadınlardan birkaçının “Ölmemiştir. Bayılmıştır’ demeleri üzerine Esm bin-i Umeys eğilip elini Resulüllah’ın iki kürek kemiği arasında tuttuktan sonr ‘Allah’ın Resulü vejat etti” dedi. Zira vücudu soğumuştu; herhangi bir canlılık işa reti yoktu. Dışarıda kendisini kaybetmiş, ölüm haberine en şiddetli şekilde kar çıkan Ömer’di. Bir süre sonra Resulüllah’ın öldüğünü söyleyenlerin çoğalmay başladığını görünce itiraz etti. ‘Hayır O ölmedi. Münafıkların kökünü kazımadıkç o ölmez. Hiç kimseden ‘Muhammeâ öldü’ sözünü duymayayım. Muhammed öldü âiyt nin boynunu keserim’ diyerek tehdit ediyor, insanları susturmaya çalışıyordu.
Ebû Bekir, Resulüllah’ın vefat ettiği günün sabahı izin isteyerek Medine’nin dışında bulunan evine gitmişti. Son gördüğünde Resulüllah gayet iyi idi. Bu neder le içi rahattı. Resulüllah’ın iyileşmeye başladığını düşünüyor ve seviniyordu. Ancak bir ara Resulüllah’m vefat ettiğini bildiren seslerini duydu. İnanamadı. Hemen atma binip mescide geldi. O mescide geldiği zaman Ömer insanlara sesleniyor, onları tehdit ederek Resulüllah’ın ölmediğini, ölmeyeceğini söylüyordu. Ebû Bekir hiç kimseye bir şey sormadı ve demedi. Doğruca Resulüllah’ın bulunduğu odanın kapısına gitti. İçeri girmek için izin istedi, içeriden birisinin ‘Bundan böyle Resulüllah’ın yanına girmek için izin istemeye gerek yok’ dediğini duydu. İçeri girdi. Resulüllah yatağa yatırılmış ve üzeri bir örtü ile örtülmüştü. Herkes ağlıyordu.
Ebû Bekir ilerledi, Resulüllah’a yaklaşıp örtüyü kaldırdı. Sevgili peygamberinin yüzüne baktı. Eğilip alnından öptü. ‘Ey Allah’ın Resulü.’ Anam, babanı sanajeda olsun! Sen dirinde de güreldin, ölümünde de güzelsin’ dedi. Ağlamaya başladı. ‘Vah benim peygamberim.’ Vah benim dostum!’ diyerek ağlıyordu. Yaşlı gözlerle çevresindeki ağlaşanlara bakıp ‘Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz- Resulüllah vefat etmiş bulunuyor. Anam babam O’na feda olsun’ dedi. Sonra tekrar Resulüllah’a dönüp ‘Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sana bir daha ölüm yoktur. Sen ölüm geçidinden geçmiş bulunuyorsun’ dedi. Yerinden kalktı, ağlayanların arasından yaşlı gözlerle geçip, mescide çıktı. Ömer hâlâ bağırıyor, ‘öldü’ diyenleri kılıcıyla tehdit ediyordu. Ebû Bekir ‘Ömer Sus artık!’ dedi. Ömer sustu. İstemediği haberi duymaktan korkar bir halde Ebû Bekir’e baktı. Ebû Bekir kendi aralarında konuşanlara da ‘susun ve dinleyin’ dedikten sonra, titreyen bir sesle ve yaşlı gözlerle konuşmaya başladı: ‘Resulüllah vefat etti. Biliyorsunuz o daha önce birçok kez öleceğinden bahsetti. Hatırlayın Allah da O’nun öleceğini çok önceleri bildirmiş ve bizleri uyarmıştı. Bir ayette şöyle buyurmuştu: ‘Muhammed, ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürüîürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükreden!eri mükâfatlandıracaktır.[76] Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki O artık öldü. Her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölmez, O her zaman diridir. [77]
Herkes donmuş haldeydi. Kimseden en ufak bile olsa ses çıkmıyordu. Ömer şok olmuş ne konuşabiliyor ve ne de kıpırdayabiliyordu. O anı daha sonraları şöyle anlatmıştır: ‘Ebû Bekir konuşmasını yapıp, ayeti okuyunca ne diyeceğimi bilemedim. O ayeti biliyordum ama hiç düşünmemiştim. Orada ilk kez işitir gibiydim. Resulüllah’m vefat ettiğini Ebû Bekir’den duyunca bir şey diyemedim. Dizlerimin bağı çözüldü. Yere çöküp, öylece kalakaldım. [78] Artık Resulüllah yoktu. O, insanlık katından, Veda haccı sırasında yüz bini aşkın müminin şahitlik ettiği üzere, görevini tamamlayarak ayrılmıştı. Dünya nimetleri ile ahiret nimetlerinden birisini tercihle baş başa bırakılıp, ahireti tercih ederken içi rahattı. Eşinin sağlık ve uzun ömür dualarını duyduğu zaman itiraz edip ‘Hayır! Ben Allah’tan, Refik-i ala zümresine katılmayı diliyorum. Allahım! Beni bağışla. Beni Refik-i alâ zümresine kavuştur dediği zaman görevini yapmış olmanın rahatlığına ve huzuruna sahipti.
Arafattaki Müslümanları görevini yerine getirdiğine şahit tutarken, Allah’ı da Müslümanların şahitliğine şahit tutarken vahyolunan ayet görevini tamamladığının ilâhî katta tasdiki anlamına geliyordu. Ayette ‘Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim [79] denilmişti. Resulüllah artık yoktu, ama O’nu resul yapan, O’nun insanlar arasından seçilip yüce ve ilâhî bir görevle görevlendirilmesine neden olan Kur’an insanlık katındaydı; Müslümanların zihinlerinde ve ellerindeydi. Kur’an’m hayata aktarılmış biçimi olan Resulüllah’ın sünneti ise Müslümanların zihinlerinde, sözlerinde, davranışlarında, hâl ve hareketlerindeydi. Ölçü vahiydi; Kur’an’dı. Allah insanlığa sonsuz lütfü ile Kur’an’ı takdim etmiş, Kur’an’m en doğru anlaşılma ve uygulama biçimini de Resulünün sözlerinde ve şahsında ortaya koymuştu. Bundan böyle Müslümanlara düşen, zihinlerindeki ve ellerindeki ebedî hidayet rehberiyle düşüncelerini aydınlatmak, inançlarını doğru kılmak ve hayat tarzlarını en güzel ve doğru biçimine kavuşturmaktı.
Salât ve selâm O’nun üzerine olsun. Ne mutlu O’nun davetine uyanlara!
[49] Al-i İmran sûresi, 3:144
[50] Kasas, 28:83
[51] Zümer, 39:60
[52] İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/256; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülûk, III/192; tbnü’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/319.
[53] Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/205; Ahmed, Müsned, VI/149.
[54] ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/203; Ahmed, Müsned, VI/71.
[55] Ahmed, Müsned, VI/488.
[56] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/292; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/204; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/544; Ahmed, Müsned, III/489.
[57] Maide, 5:3
[58] Vakıdî, Megazi, III/1117, 1118
[59] Buharı, Salât 55, Cenaiz 61, 96, Meğazi 83, Libâs 19; Müslim, Mesarid 22.
[60] Ahmed, Müsned, VV369; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/208.
[61] Buharı, Kitabu’l Marda 3; Müslim, Birr ve’s Sıla ve’l Adab 14; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/208;
[62] Ebû Davud, Sunne 5; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/302, 303; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/541.
[63] Buharı, Menakıbu’l Ensar 11; Müslim, Eezailu’s Sahabe 43; İbn Hişam, es-Sİretü’n-Nebe-viyye, IV/300; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübm, 11/251; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, î/547, 548; Ahmed, Müsned, 111/91, 272.
[64] Buharı, Menakibu’l Ensar 3; Müslim, Fezaüu’s Sahabe 1; Ahmed, Müsned, 1/270, 377; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/228;
[65] Ahmed, Müsned, III/400.
[66] Vakıdî, Meğazi, III/1119; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/190; Ahmed, Müsned, It/20.
[67] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/304; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/216, 256; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/559; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülük, III/196.
[68] Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/253, 254; Ahmed, Müsned, III/117.
[69] Ibn Mace, Cenaiz 64; Ahmed, Müsned, 1/78, IV/311.
[70] Abdürrezzak, e! -Musannef V/486
[71] Ahmed, Müsned, Vl/108, 120, 126, 274; Ibn Hişam, es-Sireta’n-Nebeviyye, IV/301; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/212, 230
[72] İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/312; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf 1/553
[73] Al-i îmran, 3:144
[74] Buharı, Meğazi 83; Malik, Cenaiz 4; Ahmed, Müsned, VI/89; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-. Kübra, 11/229.
[75] İbn Sâ’d, Tabakat, V 233, 234; Hakim, Müstedrefc, 111/12
[76] Al-i îmran, 3:144
[77] Buharı, Cenaiz 3; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/268; Belâzürî, Ensâbü’İ Eşraf 1/566.
[78] İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/268; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/566.
[79] Maide, 5:3
Muhammed, ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandiracaktir. [49] Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki O artık öldü. Her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölmez, O, her zaman diridir. (Hz. Ebû Bekir) Ayrılış Hazırlığı Resulüllah 15 Mart günü Medine’ye döndü. Takip eden günler sakin günlerdi. Ancak önemli bir durum yaşanıyor ve Veda haccmdan beri vahiy gelmiyordu. Fakat Resulüllah’ta vahyin gelmemesinden kaynaklanan herhangi bir telaş veya sıkıntı gözlenmiyordu. Bu şekilde yaklaşık iki ay geçti. Mayıs ayının başlarıydı. Eşi Aişe’nin odasında bir grup Müslümanla oturup, konuştu. Konuştuğu grupta yer alanlardan birisi Abdullah b. Mesud idi. O, toplantıda konuşulanları şöyle anlatmıştır: ‘Resulümün, Sevgilimin, vefatında bir ay önce bizi annemiz Aişe’nin odasında topladı. ‘Hoş geldiniz’ dedi. Bir süre dikkatli bir şekilde bizleri süzdü. Bu sırada gözlerinin yaşardığını fark ettik. Bizler için dua etti. ‘Allah size ömür ve selâmet versin. Allah sizi rahmeüyle esirgesin. Allah sini horusun. Allah sizlere iyilik versin. Allah sizi yükseltsin’ dedi. Sonra bazı tavsiyelerde bulundu. Tavsiye olarak “Sizlere Allah’ı sakınmanızı ve Allah’tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Ben sizlere Allah tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcı ve sakındırıcıyım. Dikkat edin! Allah’a başkaldıran kimseler olmayın. Hatırlayın ki, Allah, kitabında ‘îşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.[50] ‘Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir? [51] buyurdu’ dedi. [52] Konuşma sırasında söz ölümden açıldı. Orada bulunanlar kendisine ölümle ve ölümüyle ilgili bir şeyler sordular. O da anlattı. Bir ara duygulandı ve ağladı. Orada bulunanlar da ağladılar. Abdullah b. Mesud, Resulüllah’ın bu toplantı sırasında esasen kendi ölümünün yaklaştığını bildirdiğini, ancak bunu o zaman anlayamadıklarını sözlerine eklemiştir.
Yine aynı günlerde Uhud’a gitti. Şehitler için dua etti. Uhud’dan dönünce mescitte oturmakta olan bir grup Müslümana ‘Ben sizlerin benden sonra şirke döneceğinizden korkmuyorum. Fakat size dünyanın kapıları açılır ve dünyanın aldatıcılığına kapılıp birbirinizi kıskanırsınız. O kıskançlıkla birbirinizi öldürmeye kalkarsınız diye korkuyorum [53] dedi. Korktuğunun gerçekleşmemesi için nasihat etti, dikkatli olmalarını, birer Müslüman olarak akıllı ve sorumluluğunu bilen kimseler olmalarını istedi.
Mayıs’ın sonlarıydı. Üç gece Medine’nin kabristanı olan Bakî’ül Garkad’e gidip, dua etti. Kabristana ilk gidişine eşi Aişe şahit oldu. O, Resulüllah’ın bir gece sessizce yatağından kalkıp dışarı çıktığını, merak ederek kendisini İzlediği zaman, kabristana gittiğini, orada bir süre durup dua ettiğini ve ‘Sizlere selâm olsun! Sizler bizden önce gitmiş bulunuyorsunuz. İnşaattan biz de sizlere katılacağız. Ey Allahım! Onların mükafatlarından bizi mahrum etme! Onlardan sonra bizleri fitneye uğratma [54] dediğini bildirmiştir. Kabristana ziyaretinin diğer ikisini ise hizmetiyle ilgilenen azatlı kölelerden Müveyhibe şahit oldu. Müveyhibe, bir gece Resulüllah’ın kendisini çağırttığını ve kabristana giderken kendisine eşlik etmesini istediğini söylemiştir. Müveyhibe’nin anlattığına göre; Resulûllah kabristana gidince ‘Ey kabir halkı! Allah’ın selâm; üzerinize olsun. Sizin içinde sabahladığınız şey, insanların içinde sabahladığı şeylerden daha hayırlı olduğunu bir bilseniz. Birbiri ardınca karanlık geceler geliyor. Allah sizi onlardan kurtardı [55] diyerek dua etti. Sonra Müveyhibe’ye dönüp ‘Bir kula dünya ile cennet verilip bunlardan birisinin seçmesi istendi. O kul cenneti seçti dedi. Müveyhibe ‘o kul’ ile kimi kastettiğini anladığı için ‘Anam babam sana kurban olsun. Hem dünyayı hem de ahireti isteseydin’ deyince ‘Hayır! Vallahi ben Rabbime ve cennete kavuşmayı her şeye tercih ediyorum [56] dedi.
Bütün bunlar Müslümanlar için şaşırtıcıydı. Konuştuğu konularla ve kabristan ziyaretleriyle Resulüllah’da anlam veremedikleri bazı değişikliklerin gerçekleştiğini fark ediyorlardı. Özellikle her zamankinden daha sık ölümünden bahsetmeye başlamış olması dikkatlerini çekiyordu. Esasen bu durum hac sırasında başlamıştı. Hacdaki bütün konuşmalarında konuyu kendi ölümüne getirip, her fırsatta yüz bini aşkın Müslümanla vedalaşmıştı. Yine hac sırasında vahyohman bir ayet ise birçok kişiye o sırada hiç akıllarında olmayan ve hiçbir şekilde istemedikleri bir konuyu düşündürmüştü. Söz konusu ayet Arafat’ta hacılara yaptığı konuşmadan hemen sonra vahyolmuştu. Ayette ‘Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dîninizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim [57] deniliyordu. Resulûllah ayeti okuduğu zaman Ebû Bekir ağlamaya başlamış, niçin ağladığı sorulunca da ‘Bu ayet Resulüllah’ın ecelinin geldiğinden bahsediyor gibi’ demişti. Hac dönüşünde, Gadir-i Hum’daki konuşmasında da ‘Ey insanlar.’ Haberiniz olsun ki ben ancak bir insanım. Çok geçmez, Rabbimin elçisi gelecek ve ben onun davetine uyacağım’ demişti. Bütün bunlar, Müslümanların hiç düşünmek istemedikleri bir şeye işaret ediyordu; Resulüllah’ın vefatının yaklaştığına. Fakat bu can yakan, yüreklere dayanılmaz acılar veren bir düşünceydi. Hiç kimse böylesi bir düşünceyi değil seslendirmek, zihninde yer bulmasına bile dayanamıyordu. Bu nedenle de hiç kimse Resulüllah’ın bu sözleriyle ve yaptıklarıyla ilgili şeyleri gündeme getirip, bir anlam vermeye çalışmıyordu. Üstelik düşüncelerinin yanlış olduğuna emindiler. Resulûllah gözlerinin önündeydi; sağlıklıydı. Görünür bir hastalığı yoktu. Henüz ihtiyar da sayılmazdı; 63 yaşındaydı.
Sefer Hazırlığı
Müslümanlardan bir çoğunun zihninde Resulüllah’ın durumuyla ilgili acı veren düşüncelerin yer edindiği günlerin birisinde, Mayıs ayının son günlerinde, Resulüllah’ın bir çağrısı ile sevindiler. Resulûllah, bir sefer için hazırlanılmasını istiyordu. Tebük seferinde olduğu gibi bu defa da nereye gidileceğini önceden açıkladı. Hedefte Suriye bölgesi vardı. Herkes çok sevindi. Resulûllah ile birlikte sefere çıkmak onlar için paha biçilmez bir zenginlikti, mutluluktu, şerefti. Ancak ertesi gün hiç beklemedikleri bir şey oldu. Resulûllah, Usâme b. Zeyd’i yanma çağırıp, kendisini kumandan tayin ettiğini bildirdi. Filistin’deki Belkâ ve Dârûm bölgelerine kadar gitmesini söyleyip, sefer ile ilgili bazı tavsiyelerde bulundu. Anlaşıldı ki, kendisi sefere katılmayacaktı.
Resulûllah, Usâme’ye komutan olduğunu bildirdiği gece bir kez daha Bakî kabristanına gitti. Kabristanda uzun süre kalıp, dua etti. Evine döndüğü zaman başının ağrıdığını söyledi. Eşi ilgilendi. Ateşi vardı. Geceyi rahatsız bir şekilde geçirdi. Sabah olunca tekrar Usâme’yi çağırttı. Eliyle bağladığı sancağı Usâme’ye verdi ve ‘Allah yolunda, Allah’ın adı ile savaşmaya gidin. O kâfirlerle savaşın. Savaşın fakat söz verdiğiniz zaman sözünüzü tutun. Çocukları ve kadınları öldürmeyin. Eğer düşmanla karşılaşmazsanız, karşılaşmayı temenni etmeyin. Bilemezsiniz, belki de bu haynnızadır. Onlarla karşılaşmak belki ‘de sizin için bir musibettir. Allah’a dua edip ‘Allahım bize yardım et. Düşmanlarımızın hakkından gel. Onların bize zarar vermelerini önle’ deyin. Düşmanlarınız gürültü yapacak, bağırıp çağıracaklardır. Sakın sükunet ve vakarınızı bozmayın. Sizler de onlar gibi bağırıp, çağırmayın [58] dedi. Sonra mücahitler için dua etti ve Usâme’ye, mücahitlerin sefere çıkmadan önce toplanmaları için karargâhı Medine’nin beş kilometre dışındaki Cüruf bölgesinde kurmasını söyledi.
Usâme, Resulüllah’ın verdiği sancağı götürüp Cüruf e dikti. Müslümanlar bunun anlamını bilirlerdi. Bu ‘hazırlanın ve buraya toplanın’ demekti. Herkesin toplanması birkaç gün alırdı. Daha ilk anda birçok Müslüman Cürüfte toplandı. Gündüzleri Cürüfde bekleşiyor, akşam olunca evlerine dönüyorlardı. Resulüllah’ın isteği olduğu için hiç kimse seferden geride kalmak istemiyordu. Herkeste tatlı bir telaş vardı. Hiç kimse Tebük seferinden geride kalan münafıkların veya mazeretsiz şekilde geride kalıpta affedildiklerini bildiren ayetler vahyolununcaya kadar büyük sıkıntılar çeken Kâ’b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî ve Hilâl b. Umeyye’nin durumuna düşmek istemiyordu.
Hastalık
Müslümanların sefer hazırhklarıyla uğraştığı günler içinde Resulûllah’ın rahatsızlığı arttı; şiddetli baş ağrısı ve yüksek ateşi vardı. Hastalanmasının üzerinden birkaç gün geçti. Durumu gittikçe ağırlaşıyordu. Eşleri her an yanında bulunuyor, her türlü ihtiyacıyla ilgileniyorlardı. Ûmm-ü Habibe, o günlerin birisinde Habeşistan hatıralarından bahsetmeye başladı. Amacı zihinleri dağıtıp, üzüntüleri biraz olsun gidermekti. Zira Resulûllah’ın hastalığı nedeniyle hepsi pek üzgündü. Ümm-ü Habibe, Habeşistan hatıralarından bahsederken bir tespitini aktardı. Halkın, ölmüş büyüklerinin kabri üzerine bina inşa ettiklerini ve o binayı ibadethane edindiklerini söyledi. Konuşmaları dinleyen Resulüllah, Ümm-ü Habibe’nin anlattıklarını duyunca, konuşmaya katıldı: ‘Doğru! Onlar sevdikleri birisi ölünce onun üzerine bir mabet inşa ederler. Onlar bu yaptıkları nedeniyle yaratıkların en kötüsü olan kimselerdir’ dedi. Sonra, önemli bir uyarı da bulundu: ‘Sizden önceki bazı kimseler peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini ibadethane edindiler. Sizler sakın kabirleri ibadethane haline getirmeyin. Sizi böyle bir şey yapmaktan men ediyorum.[59] Bu sözleriyle, hastalığının büyük ıstırap verdiği anda bile, Müslümanları her türlü yanlıştan, şirkten sakmdırmayı ne kadar önemsediğini bir kez daha gösterdi. O zor anında bile aklında insanlar vardı; insanlığın esenliği vardı. Bu esenliği engelleyen şirke, zulme, kötülüğe, ahlâksızlığa karşı dikkatli ve hassastı.
Günlerden birisinde baş ağrısından ve yüksek ateşten çok muzdarip oldu. O sırada ziyaretine Ebû Said el-Hudri geldi. Resulüllah yatıyordu ve üzerinde ince bir şilte örtülüydü. Ebû Said, yatağın hemen yanma oturup, şilteyi düzeltmek istediğinde Resulûllah’ın ateşinin şilte üzerinden hissedilecek kadar yüksek olduğunu fark etti. ‘Ateşin ne kadar da yüksek!’ dedi. Sesinde, bir peygamberin, seçkin bir insanın böyle şiddetli bir şekilde hastalanmasına şaşırmış olmanın izi vardı. Resulüllah bu değerli sahabesinin şaşırma nedenim anladı. ‘Bana sıkıntı ağırlaştırıldı. Ama mükafatım da fazla olacak’ dedi. Ebû Said ‘Ey Allah’ın Resulü! En şiddetli sıkıntıya uğrayanlar kimlerdir?’ diye sorunca ‘Peygamberlerdir’ dedi. Ebû Said tekrar sordu ‘Peygamberlerden sonra kimler? Bu sefer cevabı ‘Salihler [60] oldu. Benzer konuşma bir başka sahabeyle de tekrarlandı. Bu sefer ziyaretine gelen Abdullah b. Mesud’du. Ona ‘Müslümanlar için hastalıklar, günahları için kefarettir; günahları yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi dökülüp, azalır [61] dedi ve hastalığı nedeniyle üzülmemesini istedi.
Hastalığının seyri çok değişkendi; bazen oldukça rahatlıyor, bazen ise ateşler içerisinde yanıyor, hastalığının ağırlığından baygınlık geçiriyordu. Hastalığının ağvrlaştığı günlerden birisiydi. Yatsı namazı için ezan okundu ve Müslümanlar kendisini beklemeye başladılar. Durumu namaz kıldıramayacak kadar ağırdı. Öte yandan, o varken hiç kimse imam olmak istemiyordu. Bir ara ‘Müslümanlar namazlarını kıldılar mı?’ diye sordu. ‘Ey Allah’ın Resulü! Hayır! Seni bekliyorlar’ denildi. Su getirilmesini, vücuduna su dökülmesini istedi. Dediğini yaptılar. Yerinden kalkmaya çalıştı, ama kalkamadı. Bitkindi, bayıldı. Kısa bir süre sonra kendine gelince, namazın kılınıp kılınmadığını tekrar sordu. Kılınmadığı söylendi. Vücuduna tekrar su dökülmesini istedi. Su döktüler. Kalkmaya çalıştı ama yine bayıldı. Bu durum üç kez tekrar etti. Yerinden kalkamayacağım ve namaz kıldırama yacağmı anlayınca ‘Ebû Bekir’e söyleyin, insanlara namazlarını kıldırsın’ dedi. Aişe, ‘Ey Allah’ın Resulü! O çok yufka yüreklidir. Ağlamaktan namaz kıldıramaz. Senin makamında durup namaz kıldırmak ona çok ağır gelir. İzin ver Ömer kıldırsın’ dedi. Bu sırada Hafsa’ya bakmış ve onun da kendisine taraf olmasını isteyen bir bakış atmıştı. Hafsa söze karışıp, Aişe’ye destek verdi; namazı Ömer’in kıldırmasının daha doğru olacağını söyledi. Resulüllah, görüşünü değiştirmedi. Ebû Bekir’e söylenmesini ve namazı onun kıldırmasını bildirdi. Ama iki eşi Ömer’de ısrar ediyorlardı. Resulüllah kızdı, ‘Susun! Sizler Yusufun yanındaki kadınlar gibisiniz’ dedi. Odada bulunanlardan bir başka kişiyle Ebû Bekir’e haber göndererek namazı kıldırmasını bildirdi. Ebû Bekir üzgündü, ama yapacağı bir şey yoktu. Öne geçip, namaza durdu. Daha ilk rekatta ağlamaya başladı. Ağlamaktan Kur’an okuyamıyor, namaz kıldıramıyordu. Namaza devam edemeyeceğini anlayınca geri çekildi. Namazı kıldırmayı Ömer’e teklif etti. Fakat Ömer bu teklifi kabul etmedi. Resulûllah’ın isteğine aykırı davranmaktan çekiniyordu. Cemaatten birisi olan Abdullah b. Zem’a, durumu bildirmek için Resulûllah’ın bulunduğu odaya gitti. O sırada Resulüllah bayılmış, kendisinde değildi. Abdullah, mescitteki durumu Hafsa’ya söyledi. Hafsa, Aişe’nin de desteğiyle ‘Ömer’e söyleyin, o kıldırsın’ dedi. Abdullah geri dönerek ‘Ömer! Namazı sen kıldıracaksın’ dedi. Ömer bu isteğin Resulüllah’a ait olduğunu zannedip öne geçti ve namaza durdu. Ömer namaz kıldırırken Resulüllah kendisine geldi. Ömer’in sesini işitip, onun namaz kıldırdığım anlayınca ‘Bu Ömer değil mi?’ diye sordu. Eşlerinden birisi Ebû Bekir’in namazı kıldiramadığmı, bu nedenle Hafsa’nm isteği üzerine Ömer’in imam olduğunu söyledi. Resulüllah ‘Hayır! Olmaz! Ebû Bekir nerede? Ebû Bekir’e söyleyin namazı o kıldırsın. îşin böyle olmasına ne Allah ne de Müslümanlar razı olurlar [62] dedi. Durum hemen mescide bildirildi. Fakat namaz bitmişti. Ömer durumdan haberdar olunca çok üzüldü; ‘Keşke bu namazı kıldırmamış olsaydım’ deyip, kendisini yanılttığım düşündüğü Abdullah b. Zem’a’ya çıkıştı. Ona, neden böyle yaptığını sordu. O, Hafsa’nın böyle söylediğini, Hafsa’nın Resulüllah’m iznini bildirdiğini sandığını söyledi. Artık yapılacak bir şey yoktu. Ömer üzüldü ve kızma kızmış bir halde susup, sesini çıkarmadı. O sırada içeride Hafsa, Aişe’nin oyununa geldiğini düşünüyor ve ‘Zaten bana ondan hayır gelecek değil ya!’ diyerek yaptığı hatadan dolayı üzüntüsünü arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Aişe ise daha sonraki yıllarda, o sıralar babasının imamlığım istememe nedeni olarak, henüz sağ iken Resulüllah’ın yerine geçerek namaz kıldıracak kimseye Müslümanların iyi gözle bakmayacaklarını düşündüğünü, babasını bu konuma düşmekten korktuğu için imam olarak başkasını teklif ettiğini anlatmıştır. Fakat Resulüllah’ın isteği üzerine o günden itibaren Ebû Bekir imam olup, namazları kıldırmaya başladı.
Ebû Bekir’in öğle namazını kıldırdığı bir gündü. Resulüllah kendisini biraz iyi hissetti. Abbas ve Ali’nin yardımıyla mescide geldi. Müslümanlar Resulüllah’m mescide geldiğim fark edince sevindiler, Ebû Bekir geri çekilmeye niyetlendi. Resulüllah eliyle namaza devam etmesini işaret etti. Sonra gidip Ebû Bekir’in hemen yanına oturdu. Oturduğu yerden, cemaatten birisi olarak Ebû Bekir’e uyarak namazını kıldı. Aynı durum bir başka gün bir sabah namazı sırasında da yaşandı.
Hastalığının altıncı günüydü. Aralarında Ömer’in de bulunduğu birkaç kişi ziyaretine geldiler. Resulüllah yatıyordu. Hastalığın şiddetinden sıkıntı içerisindeydi. Bir ara ‘Sisin için bir şeyler yazdırayım da benden sonra yolunuzu şaşırmayın’ dedi. Herkes şaşırdı. Ümmeti için vasiyette bulunacağı anlaşılıyordu. Ama bu uygun bir zaman mıydı? Resulüllah ağır hasta bir halde, yarı baygın bir durumda yatıyor ve kendisinden sonra nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili bir şeyler yazdırmak istediğini söylüyordu. Bazıları buna gerek olmadığını söylediler. Diğer bazıları, isteğinin yerine getirilmesi gerektiğini savundu. Fikir birliği yoktu. Taraflar aralarında tartışmaya başladılar. Ömer söze karışıp ‘Elimizde Allah’ın kitabı var. Bu bize yeter’ dedi. O sırada Resulüllah’m sesi duyuldu: ‘Yanımdan kalkıp gidin, Beni kendi halime bırakın. Benim yanımda böyle tartışmanız doğru değil’. Fakat Ömer’in görüşüne de itiraz etmemesi dikkat çekiciydi. Bir ara Ebû Bekir ile Abbas mescitten çıkarak Medine sokaklarında gezinmeye başladılar. Üzgündüler, çaresizdiler. Medine sokaklarından gezinirlerken evlerden birisinden gelen ağıtları duydular. Evin yanma gidince bir grup Mûslümanın ağlaştıklarını gördüler. Bunun sebebini sorduklarında “Resulüllah için ağlıyoruz. Onunla birlikte olduğumuz günleri hatırladık’ dediler. Ebû Bekir gidip, Müslümanların bu durumunu Resulüllah’a bildirdi: Tnsardan bazı kadınlar ve erkekler toplanmışlar ağlaşıyorlar’ dedi. Resulüllah ‘Neden ağlıyorlar?’ diye sorunca ‘Senin öleceğini düşünüp onun için ağlıyorlar’ dedi. Resulüllah ile Ebû Bekir arasında bu konuşma gerçekleşirken içeri Fadl b. Abbas girdi. O sırada Resulüllah’ın ağnları azalmış, ateşi biraz olsun düşmüştü. Fadl’a seslenerek ‘Elimden tuf deyip, yatağından kalkmasına yardım edilmesini istedi. Fadl’ın yardımıyla mescide girdi. Minberin basamağına oturdu. Fadl’a ‘halka seslen, gelsinler’ dedi. Biraz sonra mescit Müslümanlarla doldu. Resulüllah, kelime-i tevhidi söyledikten, Allah’a hamd ettikten sonra ‘Ey insanlar.’ Bana söylendiğine göre sizler peygamberinizin öleceğinden korkuyörmüşsünüz. Benden önce gönderilip de toplumu içinde temelli kalmış bir peygamber var mı ki ben temelli kalayım. İyi bilin ki ben de Rabbime kavuşacağım; sizler de kavuşacaksınız. Sizlere ilk muhacirlere karşı hayırlı olmanızı, onlardan da birbirlerine karşı hayırlı olmalarını istiyorum. Sizlere Ensar’ı emanet ediyorum. Allah’tan sakınmanızı ve onlara karşı iyi davranmanızı isfiyorum. Biliyorsunuz ki onlar malları bizimle paylaştılar. Siklere darlıkta da bollukta da yardım ettiler. Onlar bana sırdaş ve sığmak oldular. Ey Muhacirler.’ Sizler çoğaldığınız, başka insanlar da çoğalacaklar. Ensar ise azaldı. Git gide daha da azalacaklar. Gün gelecek yemeğin içindeki tuz gibi olacaklar. Onlar üzerlerine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdiler. Kendilerine ancak mükafatlarının verilmesi kalmıştır, içinizden birisi işin başına geçer de istediği bir kişiye fayda veya zarar verebilecek güce erişirse, Ensar’a iyilik etsin. Ensar’dan iyilik edenlerin iyiliğini kabul etsin, kötülük edenlerin kötülüğünü affetsin’ dedi. Sonra konuyu değiştirip ‘Allah bir kulunu dünya nimetleriyle kendi katındaki nimetler arasında tercihte bıraktı. O kul da ahireti, Allah katında olanları tercih etti [63] dedi.
Bu sırada Ebû Bekir ağlamaya başladı. Resulüllah’ın son sözleriyle ne demek istediğini anlamıştı. ‘Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda oldun. Senin için canlarımızı, mallarımızı, evlatlarımızı feda ederiz’ diyor ve ağlıyordu. Resulüllah, yakın dostu Ebû Bekir’e bakarak ‘Ey Ebû Bekir, Ağlama!’ dedikten sonra, mescitte toplananlara dönüp ‘Ey insanlar.’ insanlardan canında, malında, arkadaşlığında bana karşı Ebü Bekir’den daha fedakâr ve cömert davranan hiç kimse yoktur. Eğer insanlardan bir dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki o Ebü Bekir olurdu. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür [64] dedikten sonra nasihat ve uyarılarına devam etti: ‘Ben de bir insanım. Aranızdan bazılarının hakkı bana geçmiş olabilir. Her kimin tenine dokunmuş isem, işte tenim! Gelsin ödeşelim. Her kime vurmuşsam, işte sırtım; gelsin vursun.’ Öcünü alsın. Her kimin malını almışsam işte malım, Gelsin alsın.’ Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp ‘Ey Allah’ın Resulü! Sende üç dirhemim var’ dedi. Resulüllah bunun nasıl olduğunu sormadan amca oğlu Fadl’a dönerek ‘Buna üç dirhem ver’ dedi. Daha sonra dua etmeye başladı: ‘Allahım! Ben ancak bir insanım. Müslümanlardan her kime ağır bir söz söyiemişsem veya kamçı vurmuşsam veya lanet etmişsem sen bunu onun hakkında bir hayır ve rahmet kıl. [65]
Hastalığının yedinci günüydü. Hastalığı hiç hafiflememiş, hatta her geçen gün biraz daha ağırlaşmıştı. O güne kadar sırasıyla farklı eşlerinin odasında kalmıştı. Eşlerinin hepsini çok sevmesine rağmen, Aişe’ye karşı özel bir sevgisi vardı. Onun odasında olmayı istedi. Ancak diğer eşlerine haksızlık etmemek, Aişe’yi üstün tutarak diğerlerini üzmek istemediği için izinlerini istedi: ‘Aişe’nin odasında kalmamı bana helâl ediyor musunuz?’ dedi. Hepsi de hiç tereddüt etmeden ‘Evet’ dediler. Bunun üzerine Abbas’ın ve Ali’nin yardımıyla, ‘ayaklarını sürükleyerek’ Aişe’nin odasına geçti. Aişe’nin özenle hazırladığı içi ot dolu yatağa uzandı. Ateşi yükselmişti. Hemen üzerine su dökülerek ateşi düşürülmeye çalışıldı. Konuşmakta zorlanıyordu. Bu nedenle işaretle, yapılanların yeterli olduğunu, artık kendi haline bırakmalarını bildirdi.
Müslümanlar bir yandan Resulüllah’ın hastalığı nedeniyle üzülürlerken, bir yandan da Cüruf te toplanıyor, sefere çıkacakları günü bekliyorlardı. Toplananlar arasında Ebû Bekir, Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Sâ’d b. Ebî Vakkas gibi sahabenin büyükleri de vardı. Bazıları, yaşlılar ve tecrübeliler dururken Usâme b. Zeyd gibi henüz on sekiz veya on dokuz yaşında köle kökenli bir gencin kumandan tayin edilmesini doğru bulmadıklarını konuşuyorlardı. Konuşmalar gittikçe yaygınlaştı; toplananlar arasında bir huzursuzluğa, tartışmalara neden olmaya başladı. Bu tartışmalara sahabenin büyüklerinin hiçbirisi dahil olmadı. Hiç birisinin, Resulüllah’ın komutanla ilgili tercihine en küçük itirazı yoktu. Kendisi de orduda olmasına ve kendisinden onlarca yaş daha küçük olan Usâme’ye hiç itirazsız ve sıkıntısız itaat etmeye hazır olan Ömer, çıkarılan dedikodulardan fazlasıyla rahatsız oldu. Giderek konuşulanları Resulûllah’a anlattı. Resulüllah işittikleri nedeniyle üzüldü ve kızdı. Vefatından iki gün önceydi. Mescide çıkıp minbere oturdu. Her konuşmasında yaptığı üzere Allah’a hamd ettikten sonra ‘Ey insanlar! Bazınızın Usâme hakkında konuştuğundan haberdar oldum. Siz şimdi Usâme’nin kumandanlığına nasıl itiraz ediyorsanız, daha önce de babası Zeyd’in kumandanlığına öyle itiraz etmiştiniz. Vallahi, Zeyd kumandanlığa nasıl layık ve benim katımda insanların en sevgilisi ise, oğlu da öyledir [66] dedi ve odasına döndü. Bir daha hiç kimse Usâme hakkında konuşmadı.
Ordu yola çıkmak üzereydi. Birçok Müslüman gelip Resulüllah ile vedalaştı. Fakat hiç kimse Resulüllah’ı bu hâl üzere bırakıp gitmek istemiyordu. Bunu bilen Ûmm-ü Eymen ordunun bir süre daha kalması için izin istedi. O, bu teklifiyle Müslümanların bir dileğini dile getiriyordu. Ancak Resulüllah izin vermedi. Usâme ordusunun yola çıkmasını istedi. Günlerden Cumartesiydi. Ordu akşama kadar toplandı. Gece Cürûfte kalındı. Sabah hareket edilecekti. Usâme sabah olunca Resulüllah’la vedalaşmak için mescide geldi. O sırada Resulüllah’ın rahatsızlığı iyice şiddetlenmişti. Yarı baygın haldeydi. Usâme bunu öğrenince ağlamaya başladı. Odaya girdi. Kadınlardan bazıları ve Abbas, Resulüllah’m ağzına ilaç vermeye çalışıyorlar, dudaklarının arasından ağzına ilaç döküyorlardı. Usâme, Resulüllah’a yaklaştı. Eğilip öptü. Yarı baygın bir halde bulunan Resulüllah, Usâme’yi tanıdı. Ama konuşamıyordu. Dua eder gibi ellerini kaldırdı ve Usâme’nin üzerine indirdi. Orada bulunanlar Usâme için dua ettiğini, rahmet dilediğini anladılar. Usâme üzgün bir halde dışarı çıkıp, karargâha döndü.
Ordu hareket etmek üzereydi. Tam o sırada Resulüllah’m çok ağırlaştığı haberi geldi. Yola çıkmaktan vazgeçildi. O gün öyle geçti. Ertesi gün, 8 Haziran Pazartesi gününün sabahı, Resulüllah kendine geldi. Ağrısı azalmış, ateşi düşmüştü. İmamın sesini duydu. Müslümanlar Ebû Bekir’in imamlığında namaz kılıyorlardı. Yerinden kalktı, kapıya doğru gitti. Kapıyı Örten perdeyi aralayarak namaz kılan cemaate baktı. Gülümsedi. Ihlaslı bir şekilde namaz kılan Müslümanlara sevgi ve rahmetle baktı. O sırada namaz kılan Müslümanlar, Resulüllah’m ayakta kendilerini izlediğini görünce, iyileştiğini düşünüp sevindiler. Sevinçten ve bakışmaktan neredeyse namazlarını bozacaklardı. Ebû Bekir de, Resulüllah’m ayakta durduğunu fark etmişti. İyileştiğini düşündü. Namazı O’nun kıldırması için biraz geri çekildi. O’nun öne geçip, imam olmasını istiyordu. Resulüllah, eliyle namaza devam etmelerini işaret etti. Daha sonra odaya girdi ve perdeyi indirdi. Bilmiyorlardı ama bu, Müslümanların Resulüllah’ı mescitte son görüşleriydi.
Usâme, Resulüllah’m durumunu öğrenmek için mescide geldi. Resulüllah’m durumunun iyi olduğu söylendi. Usâme çok sevindi, izin isteyip hemen odaya girdi. Resulüllah ordunun vakit kaybetmeden yola çıkmasını söyledi. Usâme vedalaşarak sevinçli bir şekilde karargaha döndü.
Resulüllah’ın geçen on güne göre daha iyi oluşu herkesi sevindirmişti. Herkes hastalığı atlattığım, iyileştiğini düşünüyordu. On gündür Resulüllah’ın başında bekleyen ve bu arada kendilerine hiç bakamayan eşleri de sevinç içerisinde odalarına gidip temizlenmeye ve saçlarım taramaya başladılar. Ebû Bekir de sevinç içerisinde ‘Ey Allah’ın Resulü/ Allah’a hamd olsun ki iyileştin. İznin olursa evime gitmek istiyorum’ dedi. Resulüllah da izin verdi.
Veda
Resulüllah, bir ara ev halkını yanında topladı. ‘Ortalık kızıştı. Karanlık gece fırtınaları gibi fitneler geliyor. Vallahi bana karşı ileri süreceğiniz hiçbir dayanağınız bulunmuyor. Ben Allah’ın kitabı Kufan’ın helâl kıldığım helâl, haram kıldığını haram kıldım. Ey hızım Fâtımal Ey halam Safiye! Allah katında değeri olan işler yapın. Bana güvenmeyin. Çünkü ben sizi Allah’ın gazabından kurtaramam [67] dedi. Herkes dağıldıktan sonra kızı Fâtıma’yı çağırmalarını istedi. Kızı odaya girince ‘Hoş geldin kizıml’ dedi. Yanma oturmasını söyledi. Eğilip kulağına bir şey fısıldadı. Farıma ‘Vah babam!’ diyerek ağlamaya başladı. Fâtıma’nın kulağına tekrar bir şey söyledi. Bu sefer Fatma’nın sevindiği görüldü. Herkesi bir merak sardı; acaba ne demişti? Fakat Fâtıma bunu hiç kimseye söylemedi. Ancak Resulüllah’m vefatından sonra tekrar sorulduğunda ‘ilk sözünde bu hastalığı nedeniyle öleceğini, ölümünün çok yakın olduğunu söyledi. Bunun üzerine ağladım. Fakat ikinci sözünde ailesinden kendisine ilk kavuşanın ben olacağımı söyledi; bunun üzerine sevindim’ dedi. Öyle de oldu. Fâtıma, sevgili babasından altı ay sonra vefat etti.
Resulüllah’ın durumu kısa süre sonra birden değişti. Birkaç defa üst üste bayıldı. Artık soğuk su pansumanları fayda vermiyordu. Başı sevgili eşi Aişe’nin döşünde, acı çektiği yüzünden belli olacak bir halde, son nasihatlarmı ve uyarılarını yapmaya çalışıyordu. Bu son dakikalarında birkaç kez’Kölelerinize iyi davranın. Onlar hakkında Allah’tan korkun. Onları giydirin, doyurun. Sözlerinizi yumuşak söyleyin [68] ‘Namazlarınızda dikkatli olun; namaza devam edin [69] veya Kadınlarınıza iyi davranın. Onların hakkında Allah’tan korkun [70] dedi. Bir ara Aişe’nin dua ettiğini duydu. Aişe ‘Ey Rabbiml Gerçek tabip sensin. Gerçek şija verici sensin. Bu hastalığı gider’ diyordu. Başını kaldırıp, eşinin yüzüne bakarak “Hayır! Ben Allah’tan, Refik-i ala zümresine katılmayı diliyorum. Allahım! Beni bağışla. Beni Refik-i alâ Zümresine kavuştur! [71] dedi. O, bu duasıyla peygamberler, sarihler, sıddıklar, şehitler topluluğuna kavuşmak istediğini bildiriyor ve bunun gerçekleşmesi için dua ediyordu. Tercihi yapmıştı. Artık burası ile ilgisini kesmek arzusundaydı.
Başını Aişe’nin döşüne dayamış babasının çok ıstıraplı çektiğini gören Fâtıma ‘Vah benim, güzel babam!’ diyerek ağlamaya başladı. Kızma dönerek ‘Ağlama kızım! Babanın bundan sonra hiç ıstırap ve sıkıntısı olmayacak. Ben ölünce sadece innâ lillahi ve innâ ileyhi râciün de [72] dedi. Bu sırada dadısı Ümm-ü Eymen ağlamaya başladı. Yanındaki birisi “Ağlama o seçimini yaptı’ dedi. Yaşlı gözlerle Resulüllah’a bakan ve Fâtıma’yı tesellisini dinleyen Ümm-ü Eymen ‘Biliyorum o seçimini yaptı. Ama niye ağlamayacakmışım! Artık vahiy kesilecek, ona ağlıyorum’ dedi. Resulüllah, bir kez daha uyarısını yapıp, kendisinin bir insan olduğunu ve her insan gibi vakti gelince ölümünün kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Bu konuda önceki elçilerden hiç farkı yoktu. O halde Müslümanlar kendi durumlarına bakmalı ve doğru olan gidişatlarının eğriltmemeliydiler. Sözlerini bir ayetle tamamladı: ‘Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldûrülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.[73]
Vakit öğleye yaklaştı. Resulüllah son birkaç saattir çok ıstırap çekiyordu. Hastalığı dayanılmaz bir hâl almıştı. Aişe bir kez daha su ile, başı döşüne dayalı sevgili kocasının ateşini düşürmeye çalıştı. Su kabı hemen yanında duruyor, elini ıslatıp, kocası Resulüllah’ın yüzüne, boynuna sürüyordu. Fakat hiç faydası yoktu; ateş düşmüyordu. Resulüllah bir ara kaptaki suya uzanıp elini ıslattı. Islak elini yüzüne sürdü. Herhalde suyun serinliği az da olsa rahatlık veriyordu. Istıraplı bir sesle ‘Lâ ilahe illallah.’ Ölümün de akılları baştan gideren bir ıstırap ve şiddeti var’ dedi ve dua etmek ister gibi elini kaldırdı. Gözleri tavana bakıyordu. Zorlukla ‘Ey Allahım.’ Refik-ı ala! [74] dedi ve eli yana, yanındaki su kabının içine düştü. Vefat etmişti. Artık refik~ı alâ ile birlikteydi. Ebedî dostlarına kavuşmuştu; artık peygamberlerle, sarihlerle, sıddıklarla, şehitlerle birlikteydi. Kızına dediği gibi artık ıstırap ve sıkıntıları bitmişti. Artık dünyanın telaş ve sıkıntılarından kurtulmuştu.
Odada bulunan herkes bir anda bağrışmaya, ağlamaya başladılar. Bağırış ve ağıt seslerinden, görgü tanıklarının ifadesiyle oda yıkılacak gibiydi. Herkes ne yapacağını bilemeden sadece ağlıyordu. Fâtıma, babasının üzerine eğilmiş ‘Ey benim güzel babam! Ey Rabbine kendisinden daha yakın bulunmayan babam! Ey Rdbinin davetine icabet eden babam! Ey makamı Firdevs olan babam!’ diye ağıt yakıyor ve ağlıyordu.
Resulüllah’ın vefat ettiği bir anda tüm Medine’de duyuldu. Herkes mescide koştu. Cürüfe toplanan Müslümanlar da yerlerinden ayrılıp Medine’ye koştular. Koşanlar arasında Ömer de vardı. Mescidin içi ve dışı ağlayanlarla, şok olup ne yapacağını bilemeyenlerle doldu. Herkesi dayanılmaz bir ıstırap, tarifi mümkün olmayan bir üzüntü sarmıştı; hiç kimse, ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. O anı, o anın tanıklarından Enes b. Malik şöyle anlatıyor: ‘Resulüllah ile Ebû Bekir’in Medine’ye geldiği günden daha güzel, daha ışıl ışıl bir gün asla görmedim. Resulüllah’ın vafat günü ise gördüğüm tüm günlerin en karanlığı, en kötüsü, en sevimsiziydi.[75]
Mescidin içi ve dışı Müslümanlarla doldu. Hiç kimse odaya girip ne olduğunu göremiyor ve soramıyor, sadece içeriden gelen ağıt sesleri eşliğinde duyduklar: haberin değerlendirmesini yapıyorlardı. Bazıları “Hayır! O ölmezi O bizim üzerimize şahit olacak’ derken, diğer bazıları ‘Bayılmıştır. Öldü sanıyorlar. O ölecek biris değil’ diyordu. Diğer bazıları ise istemedikleri ölümü kabul etmiş gibiydiler. Bun lar ‘O herhangi birisi gibi ölmez. Olsa olsa ha gibi göğe kaldırılmıştır. Çok geçmeâeı geri gelecektir’ diyordu. Çoğunluğu böyle düşünen kalabalık, aynı zamanda o an da kendileri için dünyanın en ağır sözcüğünü söyleyip ‘ölmüş’ diyenleri tehdit ede rek susturuyor ‘O ölmedi, ölmez’ diyorlardı. Esasen aynı karışıklık içeride, odad; da vardı. Kadınlardan birkaçının “Ölmemiştir. Bayılmıştır’ demeleri üzerine Esm bin-i Umeys eğilip elini Resulüllah’ın iki kürek kemiği arasında tuttuktan sonr ‘Allah’ın Resulü vejat etti” dedi. Zira vücudu soğumuştu; herhangi bir canlılık işa reti yoktu. Dışarıda kendisini kaybetmiş, ölüm haberine en şiddetli şekilde kar çıkan Ömer’di. Bir süre sonra Resulüllah’ın öldüğünü söyleyenlerin çoğalmay başladığını görünce itiraz etti. ‘Hayır O ölmedi. Münafıkların kökünü kazımadıkç o ölmez. Hiç kimseden ‘Muhammeâ öldü’ sözünü duymayayım. Muhammed öldü âiyt nin boynunu keserim’ diyerek tehdit ediyor, insanları susturmaya çalışıyordu.
Ebû Bekir, Resulüllah’ın vefat ettiği günün sabahı izin isteyerek Medine’nin dışında bulunan evine gitmişti. Son gördüğünde Resulüllah gayet iyi idi. Bu neder le içi rahattı. Resulüllah’ın iyileşmeye başladığını düşünüyor ve seviniyordu. Ancak bir ara Resulüllah’m vefat ettiğini bildiren seslerini duydu. İnanamadı. Hemen atma binip mescide geldi. O mescide geldiği zaman Ömer insanlara sesleniyor, onları tehdit ederek Resulüllah’ın ölmediğini, ölmeyeceğini söylüyordu. Ebû Bekir hiç kimseye bir şey sormadı ve demedi. Doğruca Resulüllah’ın bulunduğu odanın kapısına gitti. İçeri girmek için izin istedi, içeriden birisinin ‘Bundan böyle Resulüllah’ın yanına girmek için izin istemeye gerek yok’ dediğini duydu. İçeri girdi. Resulüllah yatağa yatırılmış ve üzeri bir örtü ile örtülmüştü. Herkes ağlıyordu.
Ebû Bekir ilerledi, Resulüllah’a yaklaşıp örtüyü kaldırdı. Sevgili peygamberinin yüzüne baktı. Eğilip alnından öptü. ‘Ey Allah’ın Resulü.’ Anam, babanı sanajeda olsun! Sen dirinde de güreldin, ölümünde de güzelsin’ dedi. Ağlamaya başladı. ‘Vah benim peygamberim.’ Vah benim dostum!’ diyerek ağlıyordu. Yaşlı gözlerle çevresindeki ağlaşanlara bakıp ‘Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz- Resulüllah vefat etmiş bulunuyor. Anam babam O’na feda olsun’ dedi. Sonra tekrar Resulüllah’a dönüp ‘Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sana bir daha ölüm yoktur. Sen ölüm geçidinden geçmiş bulunuyorsun’ dedi. Yerinden kalktı, ağlayanların arasından yaşlı gözlerle geçip, mescide çıktı. Ömer hâlâ bağırıyor, ‘öldü’ diyenleri kılıcıyla tehdit ediyordu. Ebû Bekir ‘Ömer Sus artık!’ dedi. Ömer sustu. İstemediği haberi duymaktan korkar bir halde Ebû Bekir’e baktı. Ebû Bekir kendi aralarında konuşanlara da ‘susun ve dinleyin’ dedikten sonra, titreyen bir sesle ve yaşlı gözlerle konuşmaya başladı: ‘Resulüllah vefat etti. Biliyorsunuz o daha önce birçok kez öleceğinden bahsetti. Hatırlayın Allah da O’nun öleceğini çok önceleri bildirmiş ve bizleri uyarmıştı. Bir ayette şöyle buyurmuştu: ‘Muhammed, ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürüîürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükreden!eri mükâfatlandıracaktır.[76] Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki O artık öldü. Her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölmez, O her zaman diridir. [77]
Herkes donmuş haldeydi. Kimseden en ufak bile olsa ses çıkmıyordu. Ömer şok olmuş ne konuşabiliyor ve ne de kıpırdayabiliyordu. O anı daha sonraları şöyle anlatmıştır: ‘Ebû Bekir konuşmasını yapıp, ayeti okuyunca ne diyeceğimi bilemedim. O ayeti biliyordum ama hiç düşünmemiştim. Orada ilk kez işitir gibiydim. Resulüllah’m vefat ettiğini Ebû Bekir’den duyunca bir şey diyemedim. Dizlerimin bağı çözüldü. Yere çöküp, öylece kalakaldım. [78] Artık Resulüllah yoktu. O, insanlık katından, Veda haccı sırasında yüz bini aşkın müminin şahitlik ettiği üzere, görevini tamamlayarak ayrılmıştı. Dünya nimetleri ile ahiret nimetlerinden birisini tercihle baş başa bırakılıp, ahireti tercih ederken içi rahattı. Eşinin sağlık ve uzun ömür dualarını duyduğu zaman itiraz edip ‘Hayır! Ben Allah’tan, Refik-i ala zümresine katılmayı diliyorum. Allahım! Beni bağışla. Beni Refik-i alâ zümresine kavuştur dediği zaman görevini yapmış olmanın rahatlığına ve huzuruna sahipti.
Arafattaki Müslümanları görevini yerine getirdiğine şahit tutarken, Allah’ı da Müslümanların şahitliğine şahit tutarken vahyolunan ayet görevini tamamladığının ilâhî katta tasdiki anlamına geliyordu. Ayette ‘Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim [79] denilmişti. Resulüllah artık yoktu, ama O’nu resul yapan, O’nun insanlar arasından seçilip yüce ve ilâhî bir görevle görevlendirilmesine neden olan Kur’an insanlık katındaydı; Müslümanların zihinlerinde ve ellerindeydi. Kur’an’m hayata aktarılmış biçimi olan Resulüllah’ın sünneti ise Müslümanların zihinlerinde, sözlerinde, davranışlarında, hâl ve hareketlerindeydi. Ölçü vahiydi; Kur’an’dı. Allah insanlığa sonsuz lütfü ile Kur’an’ı takdim etmiş, Kur’an’m en doğru anlaşılma ve uygulama biçimini de Resulünün sözlerinde ve şahsında ortaya koymuştu. Bundan böyle Müslümanlara düşen, zihinlerindeki ve ellerindeki ebedî hidayet rehberiyle düşüncelerini aydınlatmak, inançlarını doğru kılmak ve hayat tarzlarını en güzel ve doğru biçimine kavuşturmaktı.
Salât ve selâm O’nun üzerine olsun. Ne mutlu O’nun davetine uyanlara!
[49] Al-i İmran sûresi, 3:144
[50] Kasas, 28:83
[51] Zümer, 39:60
[52] İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/256; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülûk, III/192; tbnü’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/319.
[53] Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/205; Ahmed, Müsned, VI/149.
[54] ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/203; Ahmed, Müsned, VI/71.
[55] Ahmed, Müsned, VI/488.
[56] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/292; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/204; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/544; Ahmed, Müsned, III/489.
[57] Maide, 5:3
[58] Vakıdî, Megazi, III/1117, 1118
[59] Buharı, Salât 55, Cenaiz 61, 96, Meğazi 83, Libâs 19; Müslim, Mesarid 22.
[60] Ahmed, Müsned, VV369; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/208.
[61] Buharı, Kitabu’l Marda 3; Müslim, Birr ve’s Sıla ve’l Adab 14; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/208;
[62] Ebû Davud, Sunne 5; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/302, 303; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/541.
[63] Buharı, Menakıbu’l Ensar 11; Müslim, Eezailu’s Sahabe 43; İbn Hişam, es-Sİretü’n-Nebe-viyye, IV/300; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübm, 11/251; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, î/547, 548; Ahmed, Müsned, 111/91, 272.
[64] Buharı, Menakibu’l Ensar 3; Müslim, Fezaüu’s Sahabe 1; Ahmed, Müsned, 1/270, 377; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/228;
[65] Ahmed, Müsned, III/400.
[66] Vakıdî, Meğazi, III/1119; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/190; Ahmed, Müsned, It/20.
[67] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/304; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/216, 256; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/559; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülük, III/196.
[68] Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/253, 254; Ahmed, Müsned, III/117.
[69] Ibn Mace, Cenaiz 64; Ahmed, Müsned, 1/78, IV/311.
[70] Abdürrezzak, e! -Musannef V/486
[71] Ahmed, Müsned, Vl/108, 120, 126, 274; Ibn Hişam, es-Sireta’n-Nebeviyye, IV/301; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/212, 230
[72] İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/312; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf 1/553
[73] Al-i îmran, 3:144
[74] Buharı, Meğazi 83; Malik, Cenaiz 4; Ahmed, Müsned, VI/89; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-. Kübra, 11/229.
[75] İbn Sâ’d, Tabakat, V 233, 234; Hakim, Müstedrefc, 111/12
[76] Al-i îmran, 3:144
[77] Buharı, Cenaiz 3; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/268; Belâzürî, Ensâbü’İ Eşraf 1/566.
[78] İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/268; Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/566.
[79] Maide, 5:3