Kalsiyum (Ca), kemik yapımında ve kalb kası başta olmak üzere, kasların düzenli çalışmasında gerekli bir elementtir. Kalsiyumun bağırsaklarda emiliminde ve kemiklerde toplanmasında vazifeli molekül ise D vitaminidir. Bilhassa çocukluktan itibaren süt ve/veya süt ürünlerini yeterli alamayan kişilerde, kalsiyumun vücuda alınmasında yetersizlikler oluşur. Neticede vücut için hayatî önem taşıyan kalsiyumun, kanda bulunması gereken seviyede düşüş (hipokalsemi) gözlenir. Bu durumda, boyunda bulunan mercimek büyüklüğündeki "paratiroid bezleri"nden parathormon (PTH) denen bir hormon salınır. Bu hormon, kemikteki kalsiyumun çözünerek kana geçmesini uyarır. Böylece kandaki kalsiyum seviyesi korunur. Kandaki kalsiyum düşüklüğü, bu şekilde dengelenmeye devam ederse, kemiklerde zayıflama, kemik erimesi belirtileri başlar.
Zaman zaman kemik erimesi teşhisi konulan bazı hanım hastalar, doktorların kendilerine; "Eğer vücuduna yeterince güneş ışını almış olsaydın, örtülü olmasaydın, kemik erimesi olmazdın." dediklerini ve bunun ne derece doğru olduğunu soruyor. Bunun bir hakikati var mıdır? Yoksa bu, ideolojik tabanlı bir teşhis midir? Konuyu ilmî veriler ışığında incelersek, kemikleri zayıf olan veya kemik erimesi görülen kadınların çoğunda, D vitamini eksikliğinden ziyade, parathormonun fazla sentezi ve salınması söz konusudur. Ayrıca pek çok hanım, egzersizden uzak yaşamaktadır. Egzersiz ve hareketlerle kemiklere ağırlık binmesi, kemiklerin sıkışmasına ve güçlenmesine vesile olur. Egzersiz ve hareket yeterli olmazsa, kemiklerde zayıflama olur. Bundan dolayı, şişman kişilerin kemik yoğunluğu (dansitesi) zayıflara göre daha fazla olduğundan, kemikleri de daha güçlüdür.
İkinci olarak vücudumuzun ihtiyaç duyduğu D vitamini seviyesinde güneş ışınlarına ne kadar rol verilmiştir? D vitamini sentezinin ana maddesi, 7 dehidrokolesterol (provitamin D3) gıdalarla alınır. Ancak güneşten gelen ultraviyole B ışınları, ciltte toplanan bu maddeye tesir ederek onun Vitamin D3 hâline dönüşmesine vesile olur. Vitamin D3 ciltten kana geçer. Karaciğerde 25(OH)D3'e dönüştürülür. Böbrekte 1 hidroksilaz enzimi tarafından, biyolojik olarak aktif olan 1,25(OH)2D3 formuna dönüşür. İhtiyaç duyulan günlük D vitamini, bebekler, çocuklar ve 50 yaşın altındaki erişkinler için 200 ünite, 50– 70 yaş arasındakiler için 400 ünite, 70 yaşın üzerindekiler içinse 600 ünitedir.1
D vitaminine en çok ihtiyaç duyan yaşlılarda bile, sadece el, yüz ve önkolların (dirsekten ele kadar olan kısmın), haftada iki-üç defa, pembeleşmeyecek kadar güneş ışığı alması yeterlidir. Pek çok kaynakta yeterli D vitamini sentezi için güneşe maruz kalma süresi, haftada yaklaşık 10–15 dakika olarak belirtilmiştir.4 D vitamini sentezini uyarıcı güneş ışınlarına maruz kalmak için çıplak hâlde güneşlenmeye de ihtiyaç yoktur. Yapılan birçok araştırmada, kişilerin sadece el, yüz ve önkollarının, haftada 10–15 dakika kadar güneşe maruz kalması, kanda yeterli miktarda aktif D vitamini oluşması için yeterlidir. Aktif D vitamininin yeterli miktarda varlığı, başka hiçbir tartışmaya imkân vermemektedir. Bu da, "örtünmenin, D vitamini sentezini engelleyerek, kemik zafiyetine ve kemik erimesine yol açtığı" tezini tamamen çürütmektedir. Sağlıklı bir kemik yapısı için örtünmenin herhangi bir engel oluşturmadığını açıkça ortaya koyan bu veriler, subjektif bir yorum değil, son derece açık bir lâboratuvar bulgusudur.
350 milyon civarında nüfusu olan Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl 3,5 milyon kişi cilt kanseri ile tanışmaktadır. Bu rakamlarla ABD'de en sık rastlanan kanser, cilt kanseridir. Güneş ışınlarına bağlı oluşan cilt kanserinin % 80'i, baş, boyun ve bacaklarda görülmektedir. Cilt kanserlerinin ABD'de vücudun sol yanında, İngiltere'de ise vücudun sağ yanında daha sık görülmesi, son derece ilgi çekmiş ve uzun süre sebebi anlaşılamamıştır. Daha sonra bunun trafik kurallarının her iki ülkede farklı olmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Amerika'da arabaların direksiyonu solda olduğundan, Amerikalıların sadece sol kolları daha fazla güneşe maruz kalmaktadır. İngiltere'de direksiyon sağda olduğundan İngilizlerin sağ kolları daha yoğun ve fazla güneşe maruz kalmaktadır. Güneşe fazla maruz kalma, cilt kanserinde önemli bir risk faktörüdür.5 Yazın güneşin zararını azaltmak ve deriyi bronzlaştırmak için kullanılan güneş yağlarının, D vitamini sentezini azalttığı ve üstelik cilt kanserinden korunmada da önemli bir fayda sağlamadığı anlaşılmıştır.6 Bütün bunların ötesinde, güneş ışınına yeterli seviyede maruz kalamamaya bağlı olarak yeterince D vitamini sentezlenememesiyle alâkalı sağlık problemi, Müslümanların yaşadığı coğrafyaların dışında daha çok görülmektedir.
Amerika'nın Boston eyaleti gibi, 42°'den daha kuzeyde bulunan yerlerde, güneş ışınları o kadar eğik gelmektedir ki; UV ışınları atmosferden yansımakta ve çıplak gezinilse bile, kasım–şubat arasında vitamin D3 sentezi imkânsız hâle gelmektedir.
Tesettürün kemik yoğunluğunda azalmaya sebep olabileceğini îma eden ilmî çalışmaların bazıları Türkiye'deki Türk doktorları tarafından yapılmıştır. Yerli ve yabancı pek çok çalışmada, metot hataları dikkat çekmektedir. Meselâ Batı'da yapılan bir çalışmada, Avrupalı kadınlarla, Avrupa'da göçmen olarak yaşayan Müslüman Arap kadınlar karşılaştırılmaktadır.
Müslüman kadınların kemik yoğunluğu, Batılılardan düşük bulunmuştur. Bu neticelerin yorumunda Müslüman hanımların, Avrupalı kadınların yarısı kadar kalsiyum alabildiği ve buna bağlı olarak parathormonun çok yüksek olduğu bildirilmektedir. Bunun sebepleri arasında genetik, kilo, beslenme şekli ve kalitesi, yetersiz egzersiz yapma belirtilmektedir. Bir başka çalışmada, rahim ağzı ve meme kanserinin, göçmen Müslüman kadınlarda, yerli Batılı kadınlara nispetle daha az görüldüğü belirtilmektedir.
Bu durumda, Batılı araştırmacıların, makalelerinde "örtünmemenin (açıklığın), bu kanserlere sebep olduğu" şeklinde bir yorum ve çıkarımda bulunmamaları, aklıselimin ve sağduyunun bir göstergesidir. Diğer yandan, yapılan bazı araştırmalarda, beslenme şekli, alınan kalsiyum miktarı, genetik yapı ve egzersiz vs. gibi önemli etkenler atlanıp, hastalığın tesettüre bağlanması, objektiflikten ve sağduyudan uzak ideolojik bir tutumdur.
İşin ilmî araştırmalara konu yapılan kısmını yukarıdaki tespitlere bırakalım. Örtünme, insanı atomlarından hücrelerine, kemik dokusundan organlarına, vücut anatomisine kadar her şeyi ince bir hesap ve ölçü üzerinde yaratan Rabb'imizin bir emridir. Tesettürü emreden, yarattığı kulunu da, kemiklerini de en iyi bilendir. Yüce Beyan'da "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Ziynetlerini/ziynet sayılan yerlerini meydana çıkarmasınlar/göstermesinler. Ancak (kendiliğinden) görünen (el, yüz) bu emrin dışındadır. Başörtülerini, yakalarının üstüne kadar (boyunlarını örtecek şekilde) koysunlar... Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tövbe edin (ve emirlerini yerine getirin) ki kurtuluşa eresiniz." buyrulmaktadır. (Nur, 24 /31) O, yarattığı sistemin en sağlıklı şekilde nasıl işletilip korunabileceğini de en iyi bilendir. Yarattığı ve emrettiği her şeyde (tesettür dâhil) bildiğimiz ve bilemediğimiz hikmetler vardır. Her şeyden önemlisi, tesettürün sağlığa zararlı olduğunu ifade etmek, kadını da, kemiklerini de yaratan, tesettürü emreden Allah'a karşı büyük bir saygısızlıktır.
Dr. Ömer YILMAZ
Zaman zaman kemik erimesi teşhisi konulan bazı hanım hastalar, doktorların kendilerine; "Eğer vücuduna yeterince güneş ışını almış olsaydın, örtülü olmasaydın, kemik erimesi olmazdın." dediklerini ve bunun ne derece doğru olduğunu soruyor. Bunun bir hakikati var mıdır? Yoksa bu, ideolojik tabanlı bir teşhis midir? Konuyu ilmî veriler ışığında incelersek, kemikleri zayıf olan veya kemik erimesi görülen kadınların çoğunda, D vitamini eksikliğinden ziyade, parathormonun fazla sentezi ve salınması söz konusudur. Ayrıca pek çok hanım, egzersizden uzak yaşamaktadır. Egzersiz ve hareketlerle kemiklere ağırlık binmesi, kemiklerin sıkışmasına ve güçlenmesine vesile olur. Egzersiz ve hareket yeterli olmazsa, kemiklerde zayıflama olur. Bundan dolayı, şişman kişilerin kemik yoğunluğu (dansitesi) zayıflara göre daha fazla olduğundan, kemikleri de daha güçlüdür.
İkinci olarak vücudumuzun ihtiyaç duyduğu D vitamini seviyesinde güneş ışınlarına ne kadar rol verilmiştir? D vitamini sentezinin ana maddesi, 7 dehidrokolesterol (provitamin D3) gıdalarla alınır. Ancak güneşten gelen ultraviyole B ışınları, ciltte toplanan bu maddeye tesir ederek onun Vitamin D3 hâline dönüşmesine vesile olur. Vitamin D3 ciltten kana geçer. Karaciğerde 25(OH)D3'e dönüştürülür. Böbrekte 1 hidroksilaz enzimi tarafından, biyolojik olarak aktif olan 1,25(OH)2D3 formuna dönüşür. İhtiyaç duyulan günlük D vitamini, bebekler, çocuklar ve 50 yaşın altındaki erişkinler için 200 ünite, 50– 70 yaş arasındakiler için 400 ünite, 70 yaşın üzerindekiler içinse 600 ünitedir.1
D vitamini ihtiyacı ve güneşlenme
Bütün vücudun çıplak olarak (yazın güneşlenenlerde olduğu gibi) hafif pembeleşecek kadar güneşe maruz kalması, 10.000–25.000 ünite arası D vitamininin alınmasına eşdeğer tesir sağlar. Bu rakam, D vitaminine en fazla ihtiyaç duyan yaşlıların günlük ihtiyacının yaklaşık 20–40 kat fazlasıdır.2 Üstelik D vitamini, yıkıma uğrayan bir moleküldür ve 21 günlük yarı ömre sahiptir.3 Bunun mânâsı, yazın güneşlenerek vücutta D vitamini sentezini uyarmak ve kışın kullanmak üzere depolamak mümkün değildir. Çünkü D vitamini kısa ömürlü bir vitamindir. Bundan dolayı yıkımı ve yapımı dinamik olduğundan, sürekli alınması gereken bir moleküldür. Yılda üç-dört ay güneşlenerek bir yıllık D vitamini ihtiyacımızı stoklama imkânına sahip değiliz. Bu yüzden D vitamini ilâçlarının prospektüsleri okunursa, hemen hepsinin günlük alınması gereken ilâçlar kategorisinde olduğu görülür.D vitaminine en çok ihtiyaç duyan yaşlılarda bile, sadece el, yüz ve önkolların (dirsekten ele kadar olan kısmın), haftada iki-üç defa, pembeleşmeyecek kadar güneş ışığı alması yeterlidir. Pek çok kaynakta yeterli D vitamini sentezi için güneşe maruz kalma süresi, haftada yaklaşık 10–15 dakika olarak belirtilmiştir.4 D vitamini sentezini uyarıcı güneş ışınlarına maruz kalmak için çıplak hâlde güneşlenmeye de ihtiyaç yoktur. Yapılan birçok araştırmada, kişilerin sadece el, yüz ve önkollarının, haftada 10–15 dakika kadar güneşe maruz kalması, kanda yeterli miktarda aktif D vitamini oluşması için yeterlidir. Aktif D vitamininin yeterli miktarda varlığı, başka hiçbir tartışmaya imkân vermemektedir. Bu da, "örtünmenin, D vitamini sentezini engelleyerek, kemik zafiyetine ve kemik erimesine yol açtığı" tezini tamamen çürütmektedir. Sağlıklı bir kemik yapısı için örtünmenin herhangi bir engel oluşturmadığını açıkça ortaya koyan bu veriler, subjektif bir yorum değil, son derece açık bir lâboratuvar bulgusudur.
350 milyon civarında nüfusu olan Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl 3,5 milyon kişi cilt kanseri ile tanışmaktadır. Bu rakamlarla ABD'de en sık rastlanan kanser, cilt kanseridir. Güneş ışınlarına bağlı oluşan cilt kanserinin % 80'i, baş, boyun ve bacaklarda görülmektedir. Cilt kanserlerinin ABD'de vücudun sol yanında, İngiltere'de ise vücudun sağ yanında daha sık görülmesi, son derece ilgi çekmiş ve uzun süre sebebi anlaşılamamıştır. Daha sonra bunun trafik kurallarının her iki ülkede farklı olmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Amerika'da arabaların direksiyonu solda olduğundan, Amerikalıların sadece sol kolları daha fazla güneşe maruz kalmaktadır. İngiltere'de direksiyon sağda olduğundan İngilizlerin sağ kolları daha yoğun ve fazla güneşe maruz kalmaktadır. Güneşe fazla maruz kalma, cilt kanserinde önemli bir risk faktörüdür.5 Yazın güneşin zararını azaltmak ve deriyi bronzlaştırmak için kullanılan güneş yağlarının, D vitamini sentezini azalttığı ve üstelik cilt kanserinden korunmada da önemli bir fayda sağlamadığı anlaşılmıştır.6 Bütün bunların ötesinde, güneş ışınına yeterli seviyede maruz kalamamaya bağlı olarak yeterince D vitamini sentezlenememesiyle alâkalı sağlık problemi, Müslümanların yaşadığı coğrafyaların dışında daha çok görülmektedir.
Amerika'nın Boston eyaleti gibi, 42°'den daha kuzeyde bulunan yerlerde, güneş ışınları o kadar eğik gelmektedir ki; UV ışınları atmosferden yansımakta ve çıplak gezinilse bile, kasım–şubat arasında vitamin D3 sentezi imkânsız hâle gelmektedir.
Tesettürün kemik yoğunluğunda azalmaya sebep olabileceğini îma eden ilmî çalışmaların bazıları Türkiye'deki Türk doktorları tarafından yapılmıştır. Yerli ve yabancı pek çok çalışmada, metot hataları dikkat çekmektedir. Meselâ Batı'da yapılan bir çalışmada, Avrupalı kadınlarla, Avrupa'da göçmen olarak yaşayan Müslüman Arap kadınlar karşılaştırılmaktadır.
Müslüman kadınların kemik yoğunluğu, Batılılardan düşük bulunmuştur. Bu neticelerin yorumunda Müslüman hanımların, Avrupalı kadınların yarısı kadar kalsiyum alabildiği ve buna bağlı olarak parathormonun çok yüksek olduğu bildirilmektedir. Bunun sebepleri arasında genetik, kilo, beslenme şekli ve kalitesi, yetersiz egzersiz yapma belirtilmektedir. Bir başka çalışmada, rahim ağzı ve meme kanserinin, göçmen Müslüman kadınlarda, yerli Batılı kadınlara nispetle daha az görüldüğü belirtilmektedir.
Bu durumda, Batılı araştırmacıların, makalelerinde "örtünmemenin (açıklığın), bu kanserlere sebep olduğu" şeklinde bir yorum ve çıkarımda bulunmamaları, aklıselimin ve sağduyunun bir göstergesidir. Diğer yandan, yapılan bazı araştırmalarda, beslenme şekli, alınan kalsiyum miktarı, genetik yapı ve egzersiz vs. gibi önemli etkenler atlanıp, hastalığın tesettüre bağlanması, objektiflikten ve sağduyudan uzak ideolojik bir tutumdur.
İşin ilmî araştırmalara konu yapılan kısmını yukarıdaki tespitlere bırakalım. Örtünme, insanı atomlarından hücrelerine, kemik dokusundan organlarına, vücut anatomisine kadar her şeyi ince bir hesap ve ölçü üzerinde yaratan Rabb'imizin bir emridir. Tesettürü emreden, yarattığı kulunu da, kemiklerini de en iyi bilendir. Yüce Beyan'da "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Ziynetlerini/ziynet sayılan yerlerini meydana çıkarmasınlar/göstermesinler. Ancak (kendiliğinden) görünen (el, yüz) bu emrin dışındadır. Başörtülerini, yakalarının üstüne kadar (boyunlarını örtecek şekilde) koysunlar... Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tövbe edin (ve emirlerini yerine getirin) ki kurtuluşa eresiniz." buyrulmaktadır. (Nur, 24 /31) O, yarattığı sistemin en sağlıklı şekilde nasıl işletilip korunabileceğini de en iyi bilendir. Yarattığı ve emrettiği her şeyde (tesettür dâhil) bildiğimiz ve bilemediğimiz hikmetler vardır. Her şeyden önemlisi, tesettürün sağlığa zararlı olduğunu ifade etmek, kadını da, kemiklerini de yaratan, tesettürü emreden Allah'a karşı büyük bir saygısızlıktır.
Dr. Ömer YILMAZ
Moderatör tarafında düzenlendi: