romeo
Yeni Üyemiz
Cenâb-ı Hak Kitâb-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
AYET-İ KERiME
"Kuşkusuz Allah çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenenleri sever." (Bakara, 2/222)
Bu sevinç Rabb'in tevbe eden kulun tevbesi karşısında duyduğuna göre bu aynı zamanda O'nun sevgisidir.
Hal böyle iken onun sevgisine yeniden dönüş yoktur görüşü nasıl savunulabilir. Oysa o şöyle buyuruyor:
Hal böyle iken onun sevgisine yeniden dönüş yoktur görüşü nasıl savunulabilir. Oysa o şöyle buyuruyor:
AYET-İ KERiME
"O çok bağışlayan ve çok sevendir."
"Arş'ın sahibidir, yücedir."
"Dilediğini yapandır."(Burûc, 85/14-16)
"Dilediğini yapandır."(Burûc, 85/14-16)
Kulun tevbe etmesinin ardından "Hak"ın sevdiği eylemlerde bulunması, tevbe etmezden önce yaptıklarından daha faziletlidir; Allah'ın da tevbe ettikten sonra o kuluna duyduğu sevgi, tevbe etmeden önce duyduğu sevgiden daha büyüktür.
Eylem noksan olursa buna bağlı olarak meydana gelecek iş de noksan olur. Çünkü ceza (karşılık) eylemin cinsine göredir. Zira senin Rabb'in kullara zulmedici değildir.
Öte yandan Buhârî'nin Sahih'inde naklettiği bir hadiste Rasûlullah şöyle buyurmaktadır:
BİLGİ
Şanı yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Her kim benim dostum olan bir kuluma düşmanlık ederse ben de ona savaş ilân ederim. Kul kendisine farz kıldığım ibâdetleri yerine getirerek bana yaklaştığı gibi hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibâdetlerle bana öylesine yaklaşır ki neticede onu severim. Ben onu sevdiğim zaman artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık bundan böyle benimle duyar, benimle görür, benimle tutar ve benimle işitir. Eğer ki diliyle benden bir şey isterse kesinlikle onu kendisine veririm; benden bir şey hakkında sığınma dileğinde bulunursa, o sığındığı şeyden onu korurum; ben yapmayı dilediğim hiçbir şey hakkında, mü'minin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi tereddüt etmedim. Fakat bunda kulum ölümden hoşlanmıyordu, ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum." (Buhari, Kitabür-Rekâik, c. VII, s. 190)
"Her kim benim dostum olan bir kuluma düşmanlık ederse ben de ona savaş ilân ederim. Kul kendisine farz kıldığım ibâdetleri yerine getirerek bana yaklaştığı gibi hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibâdetlerle bana öylesine yaklaşır ki neticede onu severim. Ben onu sevdiğim zaman artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık bundan böyle benimle duyar, benimle görür, benimle tutar ve benimle işitir. Eğer ki diliyle benden bir şey isterse kesinlikle onu kendisine veririm; benden bir şey hakkında sığınma dileğinde bulunursa, o sığındığı şeyden onu korurum; ben yapmayı dilediğim hiçbir şey hakkında, mü'minin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi tereddüt etmedim. Fakat bunda kulum ölümden hoşlanmıyordu, ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum." (Buhari, Kitabür-Rekâik, c. VII, s. 190)
Peygamberlerden sonra en faziletli velilerin Muhacir ve Ensâr'dan ilk dönem müslümanlarının olduğunu biliyoruz. Zira Rabblerine küfür, fısk ve isyandan tevbe ettikten sonra onlara olan sevgisi ve dostluğu, sevgi ve dostluğun en yücesidir. Her ne zaman farz namazlardan sonra nafile ibâdetle O'na yaklaşmışlarsa sevgileri ve dostlukları o nisbetle artmıştır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
AYET-İ KERiME
"Belki de Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar. Allah kadirdir. Allah gafurdur, rahimdir." (Mümtahine, 60/7)
Bu kimseler Hendek ve diğer savaşlarda Allah'a ve Resûlü'ne karşı düşmanlık ilân etmiş müşriklerdi. Bu zevat Allah ve Resûlü'ne düşmanlıkta bulunduktan sonra Cenâb-ı Hak onlarla elçisi ve mü'minler arasına bir sevgi koydu. Onlardan herbirisi diğerinden daha faziletli idi bu hususta.
Sözgelimi İkrime, Süheyl ve Haris b. Hişâm, Ebû Süfyân b. Harb vb. den sevgi açısından daha üstün bir konumda idiler.
Bunun böyle olduğu Buhârî'nin kaydettiği şu hadis ile tesbit edilmiştir:
"Muâviye'nin annesi, Ebû Süfyân'ın karısı Hind Allah Resûlü'ne şöyle dedi:
"Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın Resulü zamanında yeryüzünde senin hâne halkın kadar hor ve hakir olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktu. Sonra durum değişip bugün oldu, yeryüzünde senin ev halkın kadar üstün ve saygın olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktur, dedi.
Rasûlullah, kendisinin de aynı durumda olduğunu Hind'e anlattı."
(Buhârl, Menâkîb'ül-Ensâr, c. IV, s. 232; Yeminler ve Adaklar, c. VII, s. 220; El-Ahkâm, c. VIII, s. 109; Müslim, Akdıye, c. II, s. 1339, H. No 8-9; Beyhâki Delâil-ün-Nübüvve, c. 5, s. 100)