TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Türk lehçeleri ve kültürü geniş bir coğrafyaya yayılmış, pek çok komşu dil ve uygarlıklarla ilişki kurmuştur ve bugün de bu temaslarını devam ettirmektedir. Hint dillerinin mevcut ve eski diğer dillerle bağlantılı olması bu dilin canlı bir tarihi gelişim süreci yaşadığının bir delilidir ve onu ilmi açıdan incelemenin, yalnızca Hint dillerinin tarihi değil, aynı zamanda diğer komşu dillerin tarihi için de ilmi önemi büyüktür. Hindistan topraklarına Müslümanların ilk defa girişi VII. yüzyıl gibi erken bir dönemin olayıdır. Fakat o dönemdeki seferlerin Hindistanın diğer bölgelerine yaptığı etki zayıftı.
XI. yüzyılın ilk yarısında ise Hindistan adeta Müslüman Türklerin hücumlarının merkezine dönüşmüştür. Hindistan’da ilk Türk İslam seferi 1001’de gerçekleşmiştir. O dönemde dere beylik düzenin dağınıklığını yaşayan Hint racalıkları (prenslikleri) bu saldırılara karşılık veremeden geriye çekilmek zorunda kalmışlardır.
Süreç içerisinde Kuzey Hindistan’da Müslümanlar hakimiyeti altında büyük bir devlet olan Türk Sultanlığı kurulmuştur. Taarruzunu güneye doğru devam ettiren bu devletin teşekkülü, Hindistan tarihi ve kültürüne büyük bir etkide bulunmuştur. Bu dönemden itibaren mimarlıktan, edebiyata, sanattan, yazıya ve mutfak kültürüne, bütün kültürel sahalarda İslamiyet’in etkisi görülmeye başlanmıştır.
Tarihi ve Kültürel Etkenler Tarihi ve Kültürel Etkenler
Çeşitli Türk kavimlerinin Hindistan ile olan ilişkileri çok erken tarihlerde başlamıştır.
M.Ö. III. yüzyılda Mauriya Hanedanı çökünce Hindistan’da Şak ve batıda İskit (adını taşıyan Orta Asyalı Türk boyu Hindistan topraklarına geçerek yerleşmişler ve “Hint-Saka” adlı devletin esasını oluşturmuşlardır. Hint-Saka devletinin ünlü hükümdarı olan Maues ile oğlu Az’ın iktidarı esnasında devlet sınırı Keşmir’in güneyine doğru uzanmıştır (1).
Hindistan’da özel bir sosyal tabaka oluşturan Racputların teşekkülünde Orta Asyalı Saka, Kuşan ve Hun Türklerinin etkisi büyüktür. Racput topluluğunun oluşumuna yaptıkları bu etki doğrudan değilse bile, söz konusu süreçte özel bir yeri olduğu yadsınamaz.
Babur Şah’ın seferleri gibi Sakaların da Hindistan topraklarında hakimiyetlerini kurmaları, eskiden Doğu Türkistan’da yaşayan Yüe-Çi aşiretinin baskısından kaynaklanmış olabilir. Orta Asya’nın yerlisi sayılan Sakaların bir parçası işgalci kabilelere tabi kalmışlar, diğer bir bölümü ise güneye doğru göç etmişlerdir (2).
X. yüzyılın sonlarından itibaren Türk İslam kuvvetleri Hindistana ekonomik ve dini sebeplerle akınlar başlatmıştır. Racalıkların zayıfladığı bir döneme denk gelen Hint Hanedanları bu taarruzları savuşturamamış, darmadağınık bir hale düşmüş ve bunun sonucu Hindistanın kuzeyinde Müslüman iktidarında 206 yılında büyük Dehli Türk Sultanlığı adında bir devlet kurulmuştur.
Bu devletin kurulması Hindistanın tarihinde köklü değişikliklere yol açmıştır. Hindistan Müslüman dünyasıyla karşı karşıya gelmiş ve her iki medeniyet birbirlerini yakından tanıma şansını bulmuşlardır. Dolayısıyla Hindistan’da Türk Sultanlığının kurulmasıyla, bölgede Müslüman dünyasına açılan bir kapı oluşmuştur. İslam mefkuresi Sind topraklarına VII. yüzyılda sirayet etmekle birlikte Hindistanın diğer bölgelerinde IX. yüzyıldan itibaren yerleşmeye başlamıştır. Dehli Sultanlığında İslam, devlet dinidir.
Hindistana ilk Türk İslam askeri seferleri ise yukarıda da belirttiğimiz üzere 1001’de başlamıştır. Daha sonra başkenti Gazne olacak olan bu devletin hükümdarı Mahmut (998-1030)’un ordusu Pencap’ı ele geçirmiştir.
Sultan Mahmut’un ordusuna mukavemet gösteremeyen Peşaver Tacası Jaipal mağlup olmuş, bu dönemden başlayıp 1026’ya kadar Sultan Mahmut Hindistan’da ilerleyişini devam ettirmiştir. Sultan Mahmut, Hindistanın tapınaklarını imha ederek bol servet elde etmiş, böylelikle seferlerinden büyük bir ganimetle geri dönmüştür. Bunun yanında medreseler açılmış ve İslamiyet yayılmıştır.
Sultan Mahmut, Kuzey Hindistanın engin topraklarına, yani Somnathtan (Kathiyavar) Kanovca’ya (Gang) kadar genişleyerek büyük savaşlar yapmış, fakat kendi iktidarını ancak Pencap’ta tesis edebilmiştir. Sultan Mahmut’un halefleri Selçuklular tarafından maruz bırakıldıkları tehditlerden dolayı başkenti Gazneden Lahor’a taşımışlardır.
Gazneli Sultan Mahmut’un vefatından sonra halefi olan Kutbettin Aybek (1206-1211) kendini Kuzey Hindistanın hükümdarı ilan etmiş, böylece Dehli Türk Sultanlığı ortaya çıkmıştır. Aybek öldükten sonra Gulyam Hanedanı, İltutmuş, Balaban, Kalaç Hanedanı, Tuğluklar, Seyyidiler (Bu sonuncu Türk hanedanlığı değildir) Hanedanı sırayla iktidara gelerek kendi hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir.
Hindistan topraklarında Türk hakimiyetinin kurulmasıyla burada yeni bir dilin meydana gelmesi söz konusu değildir. Fakat yine de bu olay Hindistan’da ki bütün dillerin gelişmesinde belli bir etki yapmıştır.
İlkin, Hintlilerin yabancı dilli hakimlerle bağlantı kurması dilin kelime hazinesine yeni sözcüklerin geçmesine neden olmuştur. İkinci olarak, Kuzey
Hindistan’ın engin topraklarını birleştirmede bir dili bölge diline kadar yükseltmiştir, çünkü merkezi hakimiyetin genişlemesi sonucu merkezde kullanılan dilin de uygulanma alanı genişlemiştir. Bu, Khari-Boli lehçesinden kaynaklanan Hindustani lehçesidir.
Hindistan’da Müslüman sarayında uzun bir süre kullanılan dil Farsça olmuştur. Büyük Moğol İmparatorluğu devrinde bu dil resmi bir dil derecesine yükselerek XIX. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Bu koşullar altında Farsçanın Hint lehçelerine etki yapmaması mümkün değildir.
Hindistan’da hakimiyet tesis eden Gazneli Mahmut dahil, Babür’ün ordusuna kadar, bölgenin Müslüman idarecileri bu coğrafyaya İran’dan değil, Kuzeybatıdan, yani Orta Asya topraklarından gelmişlerdir. Bu hakimlerin Türk olduklarına dair belgeler mevcuttur.
Hindistan’da kullanılan lehçelere etki yapan dillerin asker arasında, orduda kullanılan bir dil olması kaçınılmazdır. B.Gafurov “Taciklerin Tarihi” başlıklı eserinde şöyle bir açıklamada bulunur:
“M.Ö. 2. yüzyılın başlarında Orta Asya’nın esas etnik öğesi yalnız Türkler değildi, aynı zamanda Tacikler de vardı ve onlar Gaznelilerin büyük bir kısmını oluşturuyordu. Yani Gazneli Mahmut’un ordusunda Tacikler bulunuyordu. Dehli’nin ünlü şairi Amir Hüsrev Dehlevi’nin kendi eserinde çağdaşı ve Bengal hükümdarı olan Buğra Han’ın ordu kadrosu üzerine dururken onların büyük bir kısmının Türkler ve Taciklerden oluştuğunu belirtmesi, bu görüşümüzü desteklemektedir. Bu bakımdan Hindistan’da
Gazneliler ordusunda kullanılan dillerden birinin de Tacikçe olması mümkündür.”
Hintçede Türkçe unsurlar azdır. Yine de Türkçenin Hindistan’a bu dili konuşanlarla girdiği de reddedilmez bir gerçektir.
Büyük Moğol İmparatorluğunun kurucusu Babür Han’ın, yazılarında öz dili olan Çağatayca kullandığı bilinmektedir.
“Türkler, kendilerine dâhil olanları bütün iyiliklerine katarlar, zulümlerin zorbalığından kurtarırlardı. Onların hiddetinden korunmak için Türklerin gelenek ve göreneğine uymak ve yollarını takip etmek, devrin ileri gelenleri için adet haline gelmişti. Hasret ve tasasını anlatmak ve yakınmak için Türklerle onların dilinde konuşmaktan başka çare yoktu. O yüzden Türkçeyi öğrenme mecburiyeti, zamanın bir ihtiyacı haline gelmişti” (3).
Babür Han 18 Şubat 1483’te babasınn iktidarda bulunduğu Andican (başkenti Fergana)’da dünyaya gelmiştir. Bu Orta Asya da siyasi buhranın yaşandığı bir dönemdi. Yurtta iktidarı ele geçirmek için taht kavgalarının, iktidar mücadelelerinin yaşandığı bir dönemdi. Bu duruma şahit olan Babür, babasının vefatından sonra beyler arasında devam eden çatışmalara katıldı. Beyleri bir araya getirerek Maveraünnehr’de merkezî bir devlet kurmak istedi. Fakat bu fikir gerçekleşmedi, çünkü iktidarı ele geçiren Şaybani Han 1504’te Endican’a taarruz ederek bölgeyi kendine bağladı.
O zaman Babür vatanını bırakarak Afganistan’a gitmeye mecbur kaldı. 1505-1515 yılları arasında Babür birkaç defa Orta Asya’ya dönmek istediyse de bu yoldaki girişimleri başarısız sonuçlandı. Bunun üzerine Babür, Hindistan’ı ele geçirmek düşüncesiyle büyük bir hazırlık yaptı. Babür’ün bu kararı pek çok Afganistanlı mirzalar ve Orta Asya’dan beraberinde gelen yüksek rütbeli askeri komutanlar tarafından kabul gördü. Babür Afganistan ve Hindistan beyliklerini bir araya getirerek merkezi büyük bir devlet kurmayı amaçlıyordu. Onun bu fikri içinde bulundukları tehlikeli durumda siyasi açıdan yerinde bir karardı.
1519-1525 yılları arasında Babür Han Hindistan’a birkaç defa başarılı seferler gerçekleştirmiştir. Onun ordusunun ağırlığını Barlas, Celayir boyları ve Afganistan kavimleri oluşturmaktaydı.
İlginç bir bilgi de, pek çok Hint derevbeyinin Babür Han’la ittifak kurarak Hindistan seferinde ona askeri yardımda bunmuş olmalarıdır. Babür’ün bizzat kendisinin bahsettiğine göre o Kabil’deyken ünlü Hintli Raca Rano Sango, kendi temsilcisi aracılığıyla Babür’e Dehli Sultanlığının son hükümdarı Lodi Sultan aleyhinde ortaklaşa bir savaş başlatma teklifinde bulunmuştur (4).
Tarihi vakayinamelere göre Babür’ü Delhi Sultanlığının güttüğü siyasetten hoşlanmayan Pencap hükümdarları da desteklemişlerdir. Bu sayede Aralık 1525’te Babür, Pencap’ı hiç güçlük çekmeden ve direnişle karşılaşmadan hakimiyeti altına almıştır. Pencap’a hakim olmak Babür’ün ve askerinin moralini yükseltmiş, bundan sonra Babür, İbrahim Lodi ile savaşmak için harekete geçmiştir. Durum böyleyken İbrahim Sultan da boş durmamış, Delhi’den büyük bir orduyla hareket etmiştir.
Babür Han ile İbrahim Lodi arasındaki büyük bir çarpışma Panipat şehri dolaylarında gerçekleşmiştir. Babür’ün askeri İbrahim Sultan’a kıyasla sayıca az olduğu halde, Babür tecrübesi ve askeri taktiği sayesinde galip çıkan taraf olmuştur. 21 Nisan 1526 tarihinde İbrahim Sultan çatışma esnasında vefat etmiştir.
Panipat’ta gerçekleşen Babür’ün başarısı Lodi İmparatorluğunun kaderini değiştirmiş, Delhi Sultanlığına ait büyük şehirler Delhi ve Agra, Babür’ün eline geçmiştir. Hindistan tarihçilerinden biri bu olayı şöyle anlatır:
“Panipat önlerinde kazanılan zafer Büyük Moğol İmparatorluğunun temelini oluşturdu. Bu devlet kendi kültürü ve kuvvetiyle Müslüman dünyasındaki en büyük İmparatorluk olarak kaldı. Öyle ki, Roma İmparatorluğu ile bile kıyaslanabilir”. (5)
Hindistan’ın pek çok dere beyleriyle gerçekleşen savaşlarda hep üstün gelen Babür, Hindistan’ı büsbütün hakimiyeti altına almıştır diyebiliriz. Mart 1527’de uzun bir süre devam eden bir çarpışmada Babür yine zaferi kazanmıştır. Üstün yöneticiliği, dayanıklılığı ve silahlarının hazır bulunması Babür’ü hep zafere ulaştırmıştır. Ancak Babür Han’ın hakimiyeti Hindistan’da uzun sürmemiştir.
Aralık 1530’da Babür, Agra’da vefat etmiştir. Hakimiyet dönemi kısa sürmesine rağmen Babür Hindistan’ın ekonomik, siyasi ve kültür açısından gelişmesine büyük emek harcamıştır.
Hindistan’a Orta Doğu ülkeleri tarafından yapılan askeri seferler Müslümanlar hakimiyetindeki bir devletin teşekkül etmesine ve İslâm’ın geniş bir çapta yayılmasına sebep olmuş, dolayısıyla Hindistan’ın kültürü ve edebiyatına büyük bir etki yapmıştır. O dönem tarihçilerinden Ziyaeddin Barani’nin yazdıklarına göre Delhi, Bağdat, Mısır ve yeni İstanbul’la rekabete geçebilen büyük şehirlerden birine dönüşmüştür.(6)
Kelime Hazinesi Kelime Hazinesi
Hintçedeki Türkçe öğeler, Türk ve Hint kültür ve dil ilişkilerinin sonucudur. Yabancı kelimeler ise yüzyıllık tarihi içeren tarihi ve kültürel bağlantıların yeni bir görünüşüdür.
Yapı bakımından çok değişik olan Türk lehçeleriyle Hintçe kelime unsurlarının birbirleriyle alış verişi olayına coğrafik, kültürel, tarihi ve sosyal etkenlerin neden olduğu söylenebilir.
Eğer diğer bir dilin sosyal önemi güçlenirse o zaman insan o dilden yeni kelimeler alarak onun uygulanmasını kuvvetlendirir, o dili öğrenmesiyle kendisinin belli bir sosyal duruma sahip olduğunu ispata çalışır. Örneğin, Hint topraklarında İslam’ın yayılması Arapçaya olan ihtiyacı arttırmıştır, çünkü Arapçayı öğrenme dürüstlüğün ve barışın sembolünü teşkil ederdi.
Farsça ise orta dönem Hindistan kültürü ve edebiyatının parlak bir belirtisidir. Bununla birlikte Farsçanın resmi dil olması için bu dile olan ilgiyi de doğal kılmaktadır. Hindistan topraklarında Türkçeye ihtiyaç duyulduğu dönem ise Babür hakimiyetine denk gelir.
Türk Lehçelerini (Eski Özbekçe, Türkçe, Çağatayca) bilmek o dönem için yüksek kültüre sahip olmanın, bilgili ve görgülü olmanın nişanesiydi.
Kelime alış verişi çoğunlukla çok ihtiyaç duyulduğunda veya kabul edici millet tarafından diğer dile ilgi duyulduğunda gerçekleşir. Ancak yeni nesneleri adlandırma sürecinde sözcüğün ayrı bir manayı karşılamaması söz dağarcığı inovasyonunun tek kaynağı değildir.
Bu sürece aynı zamanda dilin birkaç iç etkeni de etki yapar. Onların biri de kelimenin günlük konuşmada çok kullanılmayışıdır. Çok kullanılan sözcük hemen hatırlanır ve günlük konuşmada canlı olarak varlığını sürdürür. Çok nadir kullanılan sözcükse kaybolmaya yüz tutar, onun yerini diğer bir dilden geçen ve telaffuza uygun olan kelimeler alır.
क़वुरमा (qavurmā) kuırma, kuırdak (böbrek kızartması) sözcüğü Hintçeye geniş toprağa sahip, hayvanları çok anlamında Türk yurdundan yeni yemeğin adı olarak geçer.
कु रता (kurta) gömlek, mont, palto kelimesi Hint erkeklerinin milli giysisi olan dhoti (sari gibi belden aşağıya doğru sarılan erkek elbisesi)’nin rahatsız bir elbise olduğundan, hem bedeni büsbütün kaplayan bir elbiseye ihtiyaç duyulduğundan erkek giysisi olarak Müslümanlarla birlikte “kurta-pacama” girmiştir, çünkü bu hava sıcakken giyinir ve çok hafif, ince ve rahat bir elbisedir.
Hintçede yer alan Türkçe kelimeler yaşamın çeşitli alanlarını kapsar. Bunlar günlük tüketim eşyaları, yemekler, akraba ve giysilerin adlarını karşılayan kelimeler ve askeri terminolojidir.
Tüketim Eşyaları: Hintçede aile ve yaşama ait terimler aslında kendi öz kelimeleri ve Arapça, Farsça asıllıdırlar. Buna rağmen günlük yaşamda, ev işlerinde kullanılan ufak tefek eşya isimleri arasında Türkçeden geçmiş sözcükler de mevcuttur.
Örneğin, क़ ची ((qayıncı) – makas, चाक़ू (çaku) – çakı, mutfak bıçağı, िचलमची (cılamca) – yıkanmak için kullanılan tas, leğen, बरमा (barma) – burgu, delgi, बुक चा (bukca) – bohça, चक़मक़ (cakmak) – çakmak, क़नात (kanat) – perde, yatağın görünmemesi için önüne çekilen perde, सनदकु (sanduk) – sanduka, sandık, छऽी (catra) – çadır, dam, तंदरु (tandur) – tandır, सुरमा (surma) – sürme, kirpik diplerine sürülen siyah boya, गलीचा (galıca) – halı.
Yemek İsimleri:
क़वुरमा (kavurma) – kavurdak, kızartılan böbrek ve et, समोस (samosa) – üçgen şeklinde ve katmerli börek, samsa, बुज़ा (buza) – boza, bira. Bizde Rusça asıllı olarak bilinen “kefir” kelimesinin aslı Türkçedir, के िफ़र (kefir) – ayran, पुलाव (pulau) – pilav, शोरबा(sorba) – çorba, sebzeler katarak koyun etinden pişirilen yemek, क बाब (kabab) – kebap, et kızartması.
Akrabalık İsimleri:
आग़ा (aga) – ağabey, दादा (dada) – dede, baba, आपा (apa) – abla, बीबी (bibi) – hanım, eş, आबा (aba) – baba, babalık, ख़ातुन (hatun) – kadın, hanım.
Elbise İsimleri:
कु रता (kurta) – gömlek, yelek, कु रती (kurti) – yelek, bluz (kadınlar için), चोग़ा (coga) – bornoz, entari, ropdöşambr, deve yününden yapılan uzun yenli elbise, बुरक़ा (burka) – uzun yağmurluk, muşamba, ज ुर#ब (jurrab) – çorap.
Hintçeye geçen Türkçe kelimelerin en büyük kısmını askeri terminoloji oluşturmaktadır. Doğuda dere bey toplumunun sosyal ve siyasi yapısında ordunun her zaman ayrı bir yeri vardır, çünkü teşekkül açısından dere beylik sistemi esasta askeri bir kurumdur. İdare ve askeri isimlerin (askeri bölükler, rütbe ve silah isimleri) ekseriyetle Türkçe olması Türklerin siyasi ve idari açıdan egemen olduğunun bir delilidir.
XI. yüzyılın ilk yarısında ise Hindistan adeta Müslüman Türklerin hücumlarının merkezine dönüşmüştür. Hindistan’da ilk Türk İslam seferi 1001’de gerçekleşmiştir. O dönemde dere beylik düzenin dağınıklığını yaşayan Hint racalıkları (prenslikleri) bu saldırılara karşılık veremeden geriye çekilmek zorunda kalmışlardır.
Süreç içerisinde Kuzey Hindistan’da Müslümanlar hakimiyeti altında büyük bir devlet olan Türk Sultanlığı kurulmuştur. Taarruzunu güneye doğru devam ettiren bu devletin teşekkülü, Hindistan tarihi ve kültürüne büyük bir etkide bulunmuştur. Bu dönemden itibaren mimarlıktan, edebiyata, sanattan, yazıya ve mutfak kültürüne, bütün kültürel sahalarda İslamiyet’in etkisi görülmeye başlanmıştır.
Tarihi ve Kültürel Etkenler Tarihi ve Kültürel Etkenler
Çeşitli Türk kavimlerinin Hindistan ile olan ilişkileri çok erken tarihlerde başlamıştır.
M.Ö. III. yüzyılda Mauriya Hanedanı çökünce Hindistan’da Şak ve batıda İskit (adını taşıyan Orta Asyalı Türk boyu Hindistan topraklarına geçerek yerleşmişler ve “Hint-Saka” adlı devletin esasını oluşturmuşlardır. Hint-Saka devletinin ünlü hükümdarı olan Maues ile oğlu Az’ın iktidarı esnasında devlet sınırı Keşmir’in güneyine doğru uzanmıştır (1).
Hindistan’da özel bir sosyal tabaka oluşturan Racputların teşekkülünde Orta Asyalı Saka, Kuşan ve Hun Türklerinin etkisi büyüktür. Racput topluluğunun oluşumuna yaptıkları bu etki doğrudan değilse bile, söz konusu süreçte özel bir yeri olduğu yadsınamaz.
Babur Şah’ın seferleri gibi Sakaların da Hindistan topraklarında hakimiyetlerini kurmaları, eskiden Doğu Türkistan’da yaşayan Yüe-Çi aşiretinin baskısından kaynaklanmış olabilir. Orta Asya’nın yerlisi sayılan Sakaların bir parçası işgalci kabilelere tabi kalmışlar, diğer bir bölümü ise güneye doğru göç etmişlerdir (2).
X. yüzyılın sonlarından itibaren Türk İslam kuvvetleri Hindistana ekonomik ve dini sebeplerle akınlar başlatmıştır. Racalıkların zayıfladığı bir döneme denk gelen Hint Hanedanları bu taarruzları savuşturamamış, darmadağınık bir hale düşmüş ve bunun sonucu Hindistanın kuzeyinde Müslüman iktidarında 206 yılında büyük Dehli Türk Sultanlığı adında bir devlet kurulmuştur.
Bu devletin kurulması Hindistanın tarihinde köklü değişikliklere yol açmıştır. Hindistan Müslüman dünyasıyla karşı karşıya gelmiş ve her iki medeniyet birbirlerini yakından tanıma şansını bulmuşlardır. Dolayısıyla Hindistan’da Türk Sultanlığının kurulmasıyla, bölgede Müslüman dünyasına açılan bir kapı oluşmuştur. İslam mefkuresi Sind topraklarına VII. yüzyılda sirayet etmekle birlikte Hindistanın diğer bölgelerinde IX. yüzyıldan itibaren yerleşmeye başlamıştır. Dehli Sultanlığında İslam, devlet dinidir.
Hindistana ilk Türk İslam askeri seferleri ise yukarıda da belirttiğimiz üzere 1001’de başlamıştır. Daha sonra başkenti Gazne olacak olan bu devletin hükümdarı Mahmut (998-1030)’un ordusu Pencap’ı ele geçirmiştir.
Sultan Mahmut’un ordusuna mukavemet gösteremeyen Peşaver Tacası Jaipal mağlup olmuş, bu dönemden başlayıp 1026’ya kadar Sultan Mahmut Hindistan’da ilerleyişini devam ettirmiştir. Sultan Mahmut, Hindistanın tapınaklarını imha ederek bol servet elde etmiş, böylelikle seferlerinden büyük bir ganimetle geri dönmüştür. Bunun yanında medreseler açılmış ve İslamiyet yayılmıştır.
Sultan Mahmut, Kuzey Hindistanın engin topraklarına, yani Somnathtan (Kathiyavar) Kanovca’ya (Gang) kadar genişleyerek büyük savaşlar yapmış, fakat kendi iktidarını ancak Pencap’ta tesis edebilmiştir. Sultan Mahmut’un halefleri Selçuklular tarafından maruz bırakıldıkları tehditlerden dolayı başkenti Gazneden Lahor’a taşımışlardır.
Gazneli Sultan Mahmut’un vefatından sonra halefi olan Kutbettin Aybek (1206-1211) kendini Kuzey Hindistanın hükümdarı ilan etmiş, böylece Dehli Türk Sultanlığı ortaya çıkmıştır. Aybek öldükten sonra Gulyam Hanedanı, İltutmuş, Balaban, Kalaç Hanedanı, Tuğluklar, Seyyidiler (Bu sonuncu Türk hanedanlığı değildir) Hanedanı sırayla iktidara gelerek kendi hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir.
Hindistan topraklarında Türk hakimiyetinin kurulmasıyla burada yeni bir dilin meydana gelmesi söz konusu değildir. Fakat yine de bu olay Hindistan’da ki bütün dillerin gelişmesinde belli bir etki yapmıştır.
İlkin, Hintlilerin yabancı dilli hakimlerle bağlantı kurması dilin kelime hazinesine yeni sözcüklerin geçmesine neden olmuştur. İkinci olarak, Kuzey
Hindistan’ın engin topraklarını birleştirmede bir dili bölge diline kadar yükseltmiştir, çünkü merkezi hakimiyetin genişlemesi sonucu merkezde kullanılan dilin de uygulanma alanı genişlemiştir. Bu, Khari-Boli lehçesinden kaynaklanan Hindustani lehçesidir.
Hindistan’da Müslüman sarayında uzun bir süre kullanılan dil Farsça olmuştur. Büyük Moğol İmparatorluğu devrinde bu dil resmi bir dil derecesine yükselerek XIX. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Bu koşullar altında Farsçanın Hint lehçelerine etki yapmaması mümkün değildir.
Hindistan’da hakimiyet tesis eden Gazneli Mahmut dahil, Babür’ün ordusuna kadar, bölgenin Müslüman idarecileri bu coğrafyaya İran’dan değil, Kuzeybatıdan, yani Orta Asya topraklarından gelmişlerdir. Bu hakimlerin Türk olduklarına dair belgeler mevcuttur.
Hindistan’da kullanılan lehçelere etki yapan dillerin asker arasında, orduda kullanılan bir dil olması kaçınılmazdır. B.Gafurov “Taciklerin Tarihi” başlıklı eserinde şöyle bir açıklamada bulunur:
“M.Ö. 2. yüzyılın başlarında Orta Asya’nın esas etnik öğesi yalnız Türkler değildi, aynı zamanda Tacikler de vardı ve onlar Gaznelilerin büyük bir kısmını oluşturuyordu. Yani Gazneli Mahmut’un ordusunda Tacikler bulunuyordu. Dehli’nin ünlü şairi Amir Hüsrev Dehlevi’nin kendi eserinde çağdaşı ve Bengal hükümdarı olan Buğra Han’ın ordu kadrosu üzerine dururken onların büyük bir kısmının Türkler ve Taciklerden oluştuğunu belirtmesi, bu görüşümüzü desteklemektedir. Bu bakımdan Hindistan’da
Gazneliler ordusunda kullanılan dillerden birinin de Tacikçe olması mümkündür.”
Hintçede Türkçe unsurlar azdır. Yine de Türkçenin Hindistan’a bu dili konuşanlarla girdiği de reddedilmez bir gerçektir.
Büyük Moğol İmparatorluğunun kurucusu Babür Han’ın, yazılarında öz dili olan Çağatayca kullandığı bilinmektedir.
“Türkler, kendilerine dâhil olanları bütün iyiliklerine katarlar, zulümlerin zorbalığından kurtarırlardı. Onların hiddetinden korunmak için Türklerin gelenek ve göreneğine uymak ve yollarını takip etmek, devrin ileri gelenleri için adet haline gelmişti. Hasret ve tasasını anlatmak ve yakınmak için Türklerle onların dilinde konuşmaktan başka çare yoktu. O yüzden Türkçeyi öğrenme mecburiyeti, zamanın bir ihtiyacı haline gelmişti” (3).
Babür Han 18 Şubat 1483’te babasınn iktidarda bulunduğu Andican (başkenti Fergana)’da dünyaya gelmiştir. Bu Orta Asya da siyasi buhranın yaşandığı bir dönemdi. Yurtta iktidarı ele geçirmek için taht kavgalarının, iktidar mücadelelerinin yaşandığı bir dönemdi. Bu duruma şahit olan Babür, babasının vefatından sonra beyler arasında devam eden çatışmalara katıldı. Beyleri bir araya getirerek Maveraünnehr’de merkezî bir devlet kurmak istedi. Fakat bu fikir gerçekleşmedi, çünkü iktidarı ele geçiren Şaybani Han 1504’te Endican’a taarruz ederek bölgeyi kendine bağladı.
O zaman Babür vatanını bırakarak Afganistan’a gitmeye mecbur kaldı. 1505-1515 yılları arasında Babür birkaç defa Orta Asya’ya dönmek istediyse de bu yoldaki girişimleri başarısız sonuçlandı. Bunun üzerine Babür, Hindistan’ı ele geçirmek düşüncesiyle büyük bir hazırlık yaptı. Babür’ün bu kararı pek çok Afganistanlı mirzalar ve Orta Asya’dan beraberinde gelen yüksek rütbeli askeri komutanlar tarafından kabul gördü. Babür Afganistan ve Hindistan beyliklerini bir araya getirerek merkezi büyük bir devlet kurmayı amaçlıyordu. Onun bu fikri içinde bulundukları tehlikeli durumda siyasi açıdan yerinde bir karardı.
1519-1525 yılları arasında Babür Han Hindistan’a birkaç defa başarılı seferler gerçekleştirmiştir. Onun ordusunun ağırlığını Barlas, Celayir boyları ve Afganistan kavimleri oluşturmaktaydı.
İlginç bir bilgi de, pek çok Hint derevbeyinin Babür Han’la ittifak kurarak Hindistan seferinde ona askeri yardımda bunmuş olmalarıdır. Babür’ün bizzat kendisinin bahsettiğine göre o Kabil’deyken ünlü Hintli Raca Rano Sango, kendi temsilcisi aracılığıyla Babür’e Dehli Sultanlığının son hükümdarı Lodi Sultan aleyhinde ortaklaşa bir savaş başlatma teklifinde bulunmuştur (4).
Tarihi vakayinamelere göre Babür’ü Delhi Sultanlığının güttüğü siyasetten hoşlanmayan Pencap hükümdarları da desteklemişlerdir. Bu sayede Aralık 1525’te Babür, Pencap’ı hiç güçlük çekmeden ve direnişle karşılaşmadan hakimiyeti altına almıştır. Pencap’a hakim olmak Babür’ün ve askerinin moralini yükseltmiş, bundan sonra Babür, İbrahim Lodi ile savaşmak için harekete geçmiştir. Durum böyleyken İbrahim Sultan da boş durmamış, Delhi’den büyük bir orduyla hareket etmiştir.
Babür Han ile İbrahim Lodi arasındaki büyük bir çarpışma Panipat şehri dolaylarında gerçekleşmiştir. Babür’ün askeri İbrahim Sultan’a kıyasla sayıca az olduğu halde, Babür tecrübesi ve askeri taktiği sayesinde galip çıkan taraf olmuştur. 21 Nisan 1526 tarihinde İbrahim Sultan çatışma esnasında vefat etmiştir.
Panipat’ta gerçekleşen Babür’ün başarısı Lodi İmparatorluğunun kaderini değiştirmiş, Delhi Sultanlığına ait büyük şehirler Delhi ve Agra, Babür’ün eline geçmiştir. Hindistan tarihçilerinden biri bu olayı şöyle anlatır:
“Panipat önlerinde kazanılan zafer Büyük Moğol İmparatorluğunun temelini oluşturdu. Bu devlet kendi kültürü ve kuvvetiyle Müslüman dünyasındaki en büyük İmparatorluk olarak kaldı. Öyle ki, Roma İmparatorluğu ile bile kıyaslanabilir”. (5)
Hindistan’ın pek çok dere beyleriyle gerçekleşen savaşlarda hep üstün gelen Babür, Hindistan’ı büsbütün hakimiyeti altına almıştır diyebiliriz. Mart 1527’de uzun bir süre devam eden bir çarpışmada Babür yine zaferi kazanmıştır. Üstün yöneticiliği, dayanıklılığı ve silahlarının hazır bulunması Babür’ü hep zafere ulaştırmıştır. Ancak Babür Han’ın hakimiyeti Hindistan’da uzun sürmemiştir.
Aralık 1530’da Babür, Agra’da vefat etmiştir. Hakimiyet dönemi kısa sürmesine rağmen Babür Hindistan’ın ekonomik, siyasi ve kültür açısından gelişmesine büyük emek harcamıştır.
Hindistan’a Orta Doğu ülkeleri tarafından yapılan askeri seferler Müslümanlar hakimiyetindeki bir devletin teşekkül etmesine ve İslâm’ın geniş bir çapta yayılmasına sebep olmuş, dolayısıyla Hindistan’ın kültürü ve edebiyatına büyük bir etki yapmıştır. O dönem tarihçilerinden Ziyaeddin Barani’nin yazdıklarına göre Delhi, Bağdat, Mısır ve yeni İstanbul’la rekabete geçebilen büyük şehirlerden birine dönüşmüştür.(6)
Kelime Hazinesi Kelime Hazinesi
Hintçedeki Türkçe öğeler, Türk ve Hint kültür ve dil ilişkilerinin sonucudur. Yabancı kelimeler ise yüzyıllık tarihi içeren tarihi ve kültürel bağlantıların yeni bir görünüşüdür.
Yapı bakımından çok değişik olan Türk lehçeleriyle Hintçe kelime unsurlarının birbirleriyle alış verişi olayına coğrafik, kültürel, tarihi ve sosyal etkenlerin neden olduğu söylenebilir.
Eğer diğer bir dilin sosyal önemi güçlenirse o zaman insan o dilden yeni kelimeler alarak onun uygulanmasını kuvvetlendirir, o dili öğrenmesiyle kendisinin belli bir sosyal duruma sahip olduğunu ispata çalışır. Örneğin, Hint topraklarında İslam’ın yayılması Arapçaya olan ihtiyacı arttırmıştır, çünkü Arapçayı öğrenme dürüstlüğün ve barışın sembolünü teşkil ederdi.
Farsça ise orta dönem Hindistan kültürü ve edebiyatının parlak bir belirtisidir. Bununla birlikte Farsçanın resmi dil olması için bu dile olan ilgiyi de doğal kılmaktadır. Hindistan topraklarında Türkçeye ihtiyaç duyulduğu dönem ise Babür hakimiyetine denk gelir.
Türk Lehçelerini (Eski Özbekçe, Türkçe, Çağatayca) bilmek o dönem için yüksek kültüre sahip olmanın, bilgili ve görgülü olmanın nişanesiydi.
Kelime alış verişi çoğunlukla çok ihtiyaç duyulduğunda veya kabul edici millet tarafından diğer dile ilgi duyulduğunda gerçekleşir. Ancak yeni nesneleri adlandırma sürecinde sözcüğün ayrı bir manayı karşılamaması söz dağarcığı inovasyonunun tek kaynağı değildir.
Bu sürece aynı zamanda dilin birkaç iç etkeni de etki yapar. Onların biri de kelimenin günlük konuşmada çok kullanılmayışıdır. Çok kullanılan sözcük hemen hatırlanır ve günlük konuşmada canlı olarak varlığını sürdürür. Çok nadir kullanılan sözcükse kaybolmaya yüz tutar, onun yerini diğer bir dilden geçen ve telaffuza uygun olan kelimeler alır.
क़वुरमा (qavurmā) kuırma, kuırdak (böbrek kızartması) sözcüğü Hintçeye geniş toprağa sahip, hayvanları çok anlamında Türk yurdundan yeni yemeğin adı olarak geçer.
कु रता (kurta) gömlek, mont, palto kelimesi Hint erkeklerinin milli giysisi olan dhoti (sari gibi belden aşağıya doğru sarılan erkek elbisesi)’nin rahatsız bir elbise olduğundan, hem bedeni büsbütün kaplayan bir elbiseye ihtiyaç duyulduğundan erkek giysisi olarak Müslümanlarla birlikte “kurta-pacama” girmiştir, çünkü bu hava sıcakken giyinir ve çok hafif, ince ve rahat bir elbisedir.
Hintçede yer alan Türkçe kelimeler yaşamın çeşitli alanlarını kapsar. Bunlar günlük tüketim eşyaları, yemekler, akraba ve giysilerin adlarını karşılayan kelimeler ve askeri terminolojidir.
Tüketim Eşyaları: Hintçede aile ve yaşama ait terimler aslında kendi öz kelimeleri ve Arapça, Farsça asıllıdırlar. Buna rağmen günlük yaşamda, ev işlerinde kullanılan ufak tefek eşya isimleri arasında Türkçeden geçmiş sözcükler de mevcuttur.
Örneğin, क़ ची ((qayıncı) – makas, चाक़ू (çaku) – çakı, mutfak bıçağı, िचलमची (cılamca) – yıkanmak için kullanılan tas, leğen, बरमा (barma) – burgu, delgi, बुक चा (bukca) – bohça, चक़मक़ (cakmak) – çakmak, क़नात (kanat) – perde, yatağın görünmemesi için önüne çekilen perde, सनदकु (sanduk) – sanduka, sandık, छऽी (catra) – çadır, dam, तंदरु (tandur) – tandır, सुरमा (surma) – sürme, kirpik diplerine sürülen siyah boya, गलीचा (galıca) – halı.
Yemek İsimleri:
क़वुरमा (kavurma) – kavurdak, kızartılan böbrek ve et, समोस (samosa) – üçgen şeklinde ve katmerli börek, samsa, बुज़ा (buza) – boza, bira. Bizde Rusça asıllı olarak bilinen “kefir” kelimesinin aslı Türkçedir, के िफ़र (kefir) – ayran, पुलाव (pulau) – pilav, शोरबा(sorba) – çorba, sebzeler katarak koyun etinden pişirilen yemek, क बाब (kabab) – kebap, et kızartması.
Akrabalık İsimleri:
आग़ा (aga) – ağabey, दादा (dada) – dede, baba, आपा (apa) – abla, बीबी (bibi) – hanım, eş, आबा (aba) – baba, babalık, ख़ातुन (hatun) – kadın, hanım.
Elbise İsimleri:
कु रता (kurta) – gömlek, yelek, कु रती (kurti) – yelek, bluz (kadınlar için), चोग़ा (coga) – bornoz, entari, ropdöşambr, deve yününden yapılan uzun yenli elbise, बुरक़ा (burka) – uzun yağmurluk, muşamba, ज ुर#ब (jurrab) – çorap.
Hintçeye geçen Türkçe kelimelerin en büyük kısmını askeri terminoloji oluşturmaktadır. Doğuda dere bey toplumunun sosyal ve siyasi yapısında ordunun her zaman ayrı bir yeri vardır, çünkü teşekkül açısından dere beylik sistemi esasta askeri bir kurumdur. İdare ve askeri isimlerin (askeri bölükler, rütbe ve silah isimleri) ekseriyetle Türkçe olması Türklerin siyasi ve idari açıdan egemen olduğunun bir delilidir.