Türkçe Kurultayı; Türkçem, Dilim Dilim
Bu kurultayın temel amacının bilim ve sanat dili olarak Türkçenin sorunlarını masa üstünde bırakmayarak dile karşı takınılan yanlış tutumları tekrar konuşmak; bu sorunları ortadan kaldıracak çözümler geliştirmek olduğunu söyledi. Özel, 18. yılına giren Dil Derneğinin yabancı kelimelerle dolu sokaklarımızı, caddelerimizi, mağaza ve dükkânlarımızı yabancı dil kuşatmasından kurtarmak amacıyla yola çıktıklarını, bu doğrultuda ülkemizin iki büyük üniversitesi ile el ele vererek düzenledikleri bu tür faaliyetlere devam edeceklerini belirtti. AÜ Rektör Yardımcısı Erkan İbiş, yaptığı konuşmada Türkçenin konuşulduğu geniş coğrafyadan bahsederek dilin bir toplumu ulus hâline getiren en önemli unsurların başında geldiğini ifade etti. Fransa'da yürürlüğe konulan Dil Yasası'na değinen İbiş, yasaklamalarla değil dil çalışmalarına daha fazla önem vermekle dil sorunlarının aşılabileceğini söyledi.
GÜ Rektörü Kadri Yamaç, dünyadaki küresel politikaların ulus devletlerin temel unsurlarını hedef aldığına işaret ederek meselenin tabela kirliliğini çok gerilerde bıraktığını, bunun en açık örneğinin de yabancı dille öğretim olduğunu söyledi.
Kurultayın Onur Konuğu Bedia Akarsu, anaokulundan üniversiteye kadar her kademede dil meselesinin ta baştan ele alınması ve eğitim-öğretim açısından dil meselesinin daha lise kademesinde çözülmüş olması gereğine değindi.
Kurultay altı oturum şeklinde gerçekleştirildi. Oturumların konu başlıkları şöyleydi: Türkçenin Gücü, Hukuk Dilinde Türkçe, İletişim Araçlarında Türkçe, Hekimlik Dilinde Türkçe, Yazın Dilinde Türkçe ve Türkçenin Öğretimi.
Türkçenin Gücü adlı ilk oturumda Prof. Dr. Şerafettin Turan, Emin Özdemir, Ataol Behramoğlu ve Prof. Dr. Şeyda Ozil konuştular. Türk aydınının dil konusundaki vurdumduymaz, umursamaz tavrına değinen Turan, yakın tarihten örnekler verdi. Türkçe üzerine yazılmış birbirinden farklı imlâ ve dil bilgisi kitaplarını açıklamanın zorluğuna değinen Ozil, modern anlamda dil bilgisi çalışmalarının yapıldığı bugünkü dünyada Türkçeyi 50 yıl önce yazılmış dil bilgisi kitapları ile öğretmenin imkânsız olduğunu söyledi. Ortak çalışmaların yaygınlaştırılamaması, kurumların siyasallaşması ve birbirlerinden bağımsız hareket etmeleri ve üniversitelerin konuya duyarlı yaklaşmaması gibi sorunların da ayrıca çözümlenmek üzere beklediğini ifade etti. Emin Özdemir, Türkçenin Gücünü sahip olduğu şu üç niteliğe bağlayarak açıkladı: sesçil ve doğurgan bir dil olması ile ayrıntılama gücü. Üçüncü özelliği üzerinde daha fazla duran Özdemir, soyut kavramların, duygu ve düşüncelerin Türkçe ifade yollarıyla nasıl görselleştirildiğine ve betimlendiğine Türk şiirinden, Türkçe isim, deyim ve atasözlerinden örnekler verdi.
Hukuk Dilinde Türkçe başlıklı oturumda Türk hukukçularının hukuk dilinin Türkçeleştirilmesi yolundaki gayretlerinden bahsedildi. Türkçenin, dilde sadeleşmeye kapalı kalan hukuk ve tıp alanlarına mutlaka girmesi gereği üzerinde duruldu. Bu oturumda, Dil Yasası çıkarmanın da dili korumada etkisiz ve gereksiz bir yöntem' olacağı belirtildi.
İletişim Araçlarında Türkçe oturumunun başkanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar Türkçe açısından 1990'lı yıllardan sonra iletişim alanında tespit ettiği iki önemli sorun ve olgu üzerinde konuştu. Alemdar, 1990'lı yıllarda çok sayıda artan televizyon, radyo gibi iletişim araçlarının getirdiği eğitimsiz ve kontrol dışı personel istihdamı kanalıyla bir dil sorununun hızla ortaya çıktığını belirtti. Böylece gündemimize oturan bu sorun, sadece sunanların değil TV ya da radyo progr***** katılan izleyicilerin ve konukların kullandıkları dil yüzünden de giderek artmaya başladı. İkinci olgu olarak da gelişen dünyanın, teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının hangi dili kullanacağız sorusunu gündeme getirmesinden bahseden Alemdar, iletişim alanındaki Türkçeyi anlayabilmek için toplumsal değişmeleri gözden kaçırmamalıyız dedi.
Bu oturumda TRT'den Serpil Kıllıoğlu, 1960'lardan beri tanıklığını ettiği yayın politikalarının bir anlamda öz eleştirisini yaptığı konuşmasında çok seslilik, etik değerlere saygı, dile gösterilen özen, reyting ve ticarî amaç gütmeden izleyiciyi esas alan programların bugüne kadar TRT'nin yayın politikası olduğunu ifade etti. Diğer taraftan 1990'lı yıllardan sonra medyaya yatırım yapanların, iletişim ile ilgisi olmayan çevrelerin, ticarî amaçlarla faaliyet sürdürdüklerine değinen Kıllıoğlu TRT'nin tüm bu süreçte izleyici merkezli bir politika sürdürmüş olduğunu söyledi.
Bu oturumun bir diğer konuşmacısı Doğan Hızlan toplumun, dili iletişim araçlarından öğrendiğine dikkat çekerek bunun da iletişimcilere büyük bir sorumluluk yüklediğine işaret etti. Türkiye'nin bu kadar çok sayıda TV ve radyoyu hele bu kadrosuzlukla taşıyamayacağını söyleyen Hızlan, dilin ancak edebiyat eserlerini okumakla gelişebileceği kanaatini ifade etti. Edebiyat eğitiminin lise ile sınırlı kalmasını da büyük bir olumsuzluk olarak gören Hızlan, bu durumun aynı zamanda dil sorunlarının en önemli nedenlerinden biri olduğunu söyledi.
Oturumun son konuşmacısı Mustafa Balbay Türkiye'de yerel 400 televizyon ve 1300 radyo; ulusal 35 televizyon ve 40 radyo ile 15 internet gazetesi bulunduğunu ve her gün 700 kadar da günlük köşe yazısı yazıldığını belirtti.
Kurultayın ikinci gününün ilk oturumu Hekimlik Dilinde Türkçe oturumunda bilimsel terimlere Türkçe karşılık bulmanın sanıldığının aksine oldukça mümkün ve esasen gerekli olduğu düşüncesi üzerinde duruldu. Hasta-doktor iletişimsizliklerine de yaşanmış olaylar penceresinden değinilen bu oturumda Osmanlı Dönemi Türkçesinde tıp terimlerine özgün karşılıklar geliştirildiği gibi bugün de yaşayan Türkçe ile tıp terimlerinin Türkçelerini bulmak zorunluluğu ifade edildi.
Yazın Dilinde Türkçe ile Türkçenin Öğretimi kurultayın son oturumlarıydı. Feyza Hepçilingirler dilsel çürümeye ve yozlaşmaya değindi, toplum olarak dildeki bu kitlesel bozulmanın pek de farkında olmadığımızı ifade etti. Dili, vücudu ayakta tutan kana benzeten Hepçilingirler, AB'ye girmenin Türkçeden vazgeçerek mümkün olacağı kanaatinin kimi yazarlarca ileri sürüldüğünü belirtti. Edebiyat diline giren kimi yabancı sözcüklerin, hekimler gibi kendine özgü, büyülü bir dil kurmak amacıyla yapıldığı tespitinde bulunan Hepçilingirler, dile özen göstermeyenlerin ünlendiği bir ortamın oluşumuna işaret etti. Edebiyatçıların kimi dilsel yanlışlarına hoşgörülü yaklaştığını ve edebiyatın dili bilmekten öte dili etkili bir şekilde kullanmak olduğunu ifade etti. Dilde zedelenmesinden en çok çekindiği iki alanın deyimler ve çeviri dili olduğunu belirten yazar, yazılı ve görsel basından Türkçenin mantığına uymayan çeviri ve yanlış kullanılan deyimlerle ilgili örnekler vererek sözlerini bitirdi.
Prof. Dr. Sedat Sever, Türkçe öğretiminde amacın duyan ve düşünen insan yetiştirmek' olduğunu, öğretimin daha doğuştan başlatılması gerektiğini belirterek bunun da çocuğun çevresine sanatçı duyarlığı ile hazırlanmış, nitelikli uyaranlar' konularak yapılabileceğini ifade etti. Öğrenimin öykünme ile başladığını belirten Sever, görsel ve dilsel uyaranların özellikle okul öncesi dönemde çocuğun dilsel ve zihinsel gelişimini çok etkilediğinden bahsetti. Türkçe öğretimi bir duyarlık eğitimidir, bir insanlaşma sürecidir ve anlama-anlatma esasına dayanır, diyen Sever dil öğretiminin dil dersliklerinde verilmesi, geleneksel sınıf ortamlarından uzaklaşılması, kitaplıkların kurulması, okuma dosyalarının hazırlanması, güzel sanatların her çeşit ürünlerinin uyaran olarak sınıf ortamlarına konulması gereği üzerinde durdu.
Prof. Dr. Ömer Demircan, Yusuf Çotuksöken ve Prof. Dr. Ahmet Kocaman da Türkçenin öğretimi, yeni yaklaşımlar ve uygulama örnekleri üzerinde konuştular.
Kurultay sonunda Türkçe Kurultayı Sonuç Bildirgesi yayımlandı. Bildirgenin başında şu ifade var: Kurultayda sunulan bildirilerle izlencede belirtilen konular/sorunlar tartışılmış ve aşağıda özetlenen ortak görüş oluşturulmuştur. Sonuç Bildirgesi'nin altında Dil Derneği Genel Yazmanı Zekeriya Kaya, AÜ DTCF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kubilay Aysevener ve Gazi Üniversitesi Basın Danışmanı Doç. Dr. Nazife Güngör'ün imzaları bulunuyor. Bildirge'den farklı alanlarda yaşanan dil sorunlarına değinilen ve bunlara çözüm aranan bazı kısımlar şöyle:
Dilimize gereken özeni göstermiyoruz. Dil duyarlığına ve dil bilincine sahip bireyler yetiştiremiyoruz. Bu nedenle dilimiz ve buna bağlı olarak kültürümüz bozuluyor.
Dil kirlenmesi kan kirlenmesi gibidir; ulusun kültüründe, kan kirlenmesinin gövdede yaptığını yapar. Bu gerçeğe dayanarak denilebilir ki bir kültürel topluluğu yok etmenin en etkili yolu onun dilini bozmaktır. Bozulan bir dil evreni içinde nitelikli, özgün ve yaratıcı tasarılar oluşturmak olanaksızlaşır. Dahası, dilin kendi doğal mantığının bozulması, onu kullanan toplumların bireylerinin kendi aralarında bir anlaşma zemini bulmakta zorlanmalarına neden olur; giderek birbirilerinden kopup ayrıştıkları için sonunda kendi kendilerini ortadan kaldırırlar ya da ortadan kaldırılırlar.
Nitelikli bir kültür, diğer bir deyişle, uluslararası bilim, felsefe ve yazın alanına katkıda bulunan bir kültür, ancak ve ancak kendi dilinin kavramlarını varsıllaştırmış ve onun kullanım olanaklarının sınırlarını genişletmiş olmaya karşılık gelir. Bu ise yazın alanında, bilim alanında ve özellikle de felsefe alanında bir birikim kazanmakla sağlanabilir. Türkçe düşünmek ve Türkçe kavram içerikleriyle özgün yeni anlatım olanakları yaratmak, sağlıklı bir kültürel öz oluşturmak demektir ve bu, aynı zamanda evrensel kültüre katılmak, onun içinde yer almak anl***** gelir. Eğer bunu başaramazsak, sorunları kendi anlam dünyamızda tartışamaz, terimler, kavramlar türeterek çözemezsek başka bir kültürün çözümlerini kendimize yamamaya çalışırız ve ister istemez anlam dünyamızı kısırlaştırırız.
Temel işlevleri halkı eğiterek toplumsal ve kültürel gelişmeye katkı sağlamak olan kitle iletişim araçlarının bu anlamda önemli bir sorumlulukları da anadili eğitimine destek vermektir. Oysa günümüzde bunun tam tersi bir durum söz konusudur.
Ülkemizde özellikle son yıllarda kitle iletişim ortamında önemli ölçüde bir dil kirlenmesiyle karşı karşıya kalındığı gözlenmektedir. Dildeki kirlenme, özel radyo ve televizyon kanallarının yayın yaş***** girmesiyle birlikte alabildiğine hız kazanmıştır.
Türkçemizin kirletilmesi ve yozlaştırılması sürecinde, bilgisayarın, dolayısıyla da internetin yaygın kullanımının etkisinin ne denli büyük olduğu açıktır.
Bütün bunlar göz önüne alınarak kitle iletişim araçlarının Türkçemizin doğru ve güzel kullanımında daha duyarlı ve bilinçli olmaları gerekmektedir.
Bunun için kitle iletişim kurumları, üretimlerini izlenme oranları amacına dönük değil nitelik temeline dayalı olarak ortaya koymak durumundadırlar.
Anadili eğitimi, kitle iletişim kurumlarında çalışacak elemanların mesleki eğitimlerinin önemli bir değişkeni durumuna getirilmelidir. Burada iletişim fakültelerine de büyük görev düşüyor. İletişim fakülteleri, ders programlarında anadil eğitimine ağırlıklı yer vererek Türkçeyi doğru, etkin kullanan meslek insanları yetiştirmede daha duyarlı ve özenli olmalıdır.
Ülkemizde yabancı dilde eğitim özentisi yaygınlaşarak sürdürülmektedir. Bu olumsuz gidişin çarpıcı örneklerinden biri de tıp alanında görülmektedir. Yabancı dille eğitim görerek yetişen hekim, meslek ilişkilerinde Türkçe konuşmaktan kaçındığı için hastasıyla da gereği gibi iletişim kuramamaktadır.
Öte yandan, ilköğretimden yükseköğretime değin -hatta yükseköğretimde de -azımsanmayacak bir zaman ayrılmasına karşın, insanlarımızın çoğunun bu süreçte kazanılması gereken temel dil becerilerini beklenen düzeyde edinemediği bir gerçektir.
Bu olumsuz durumun düzeltilmesinde Türkçe öğretimine büyük sorumluluk düşmektedir. Türkçe öğretimindeki verimsizliğin ortadan kaldırılabilmesi için yapılması gerekenlerden bazıları şöyle sıralanabilir:
Öğrencilerin düşüncelerini özgürce açıklayabilecekleri çok uyaranlı öğretim ortamları oluşturulmalıdır.
Türkçe dersi yalnız ders kitabına bağlı olarak işlenmemeli, ders kitabı, öğrencileri başka yazınsal yapıtlara yönlendiren bir kaynak olarak görülmelidir. Öğrencilerin düzeylerine uygun, nitelikli yazınsal ve öğretici metinler bu öğretimin evrenini oluşturmalıdır.
Anlama ve anlatma becerileri geliştirilirken öğrencilerin, Türkçenin inceliklerinin, kurallarının ayırdına varmaları, dil bilinci ve duyarlığı kazanmaları sağlanmalıdır.
Türkçe ve yazın dersleri, öğrencilerin okuma beğenisi (zevki) ve alışkanlığı kazanmaları için bütünleştirilmiş öğretim anlayışıyla işlenmelidir. Türkçe öğretiminin temel amacı, eleştirel düşünebilen, duyarlı okur yetiştirmek olmalıdır. Okur yetiştirmede çocuk yazınının önemli bir işlevi vardır.
Dil kirliliği, düşünce kirliliğine, düşünce kirliliği de kimlik kirliliğine yol açar. Son yıllarda ulusal bağlamda yaşadıklarımızın dilimizin örselenmesiyle yakın ilişkisi vardır.
Ulusal kimliğimizi yaşatabilmek için; yazından tıbba, hukuktan mühendisliğe değin yaşamın her alanında Türkçe doğru kullanılmalı. Bilim Türkçe yapılmalı, akademik yükseltmelerde Türkçe yayınlar yabancı dille yapılan yayınlardan daha az değerli sayılmamalıdır. Üniversiteler, Türkçenin bilim ve sanat dili olarak gelişmesinde ana sorumluluğun kendilerine düştüğünün bilincinde olmalıdır.
Türkçenin, dolayısıyla ulusumuzun sonsuza dek yaşayabilmesi için temel koşul, ilköğretimden üniversiteye eğitimin Türkçe yapılmasıdır. Yabancı dil öğrenmekle yabancı dille öğrenim birbirine karıştırılmamalı. Yabancı dille öğrenimin insanımızın kendi kültüründen uzaklaşmasına, kendi değerlerini küçümsemesine yol açtığı bilinmeli. Kimi aydınlarda, bilim insanlarında ve devlet adamlarında görülen yabancı sözcük kullanma düşkünlüğünün tabanında bu duyguya dayalı kimlik bozulmasının yattığı gerçeği görülmelidir.
Kurultayın her oturumundaki konuşmacıların eksiksiz bulunmaları bir günü aşan bu tür faaliyetlerde her zaman mümkün olmuyor. Ancak Türkçe Kurultayı'na hem konuşmacılar tarafından hem de öğrenci ve akademisyen çevresinden gösterilen ilgi, salonu hep dolu tuttu. Bilindiği gibi Türkçe birçok sorunla karşı karşıya ve bu sorunlar acilen çözüm bekliyor. Ülkemizde dilimizle ilgili çalışmalar yürüten kuruluşlardan Dil Derneği'nin bu alanda gösterdiği gayretler, bu konuda umut vaat ediyor.
Özellikle dil çalışmalarında gündeme getirilen sorunlar ancak daha geniş tarafları da dikkate alarak, dinleyerek ve de söz hakkı tanıyarak çözülebilir gözüküyor. Bu bağlamda Prof. Dr. Şeyda Ozil'in ortak çalışmaların yapılması, kurumların birbirlerinden bağımsız hareket etmemeleri ve üniversitelerin de konuya daha fazla duyarlı olması gerektiği hususunda söyledikleri son derece önem taşıyor. Ancak Ozil'in Türkçeyi dilbilim ışığında değerlendirdiği konuşmasında dilimizin tarihsel gelişiminden bahsederken Osmanlı dönemini Türkçe açısından yaşanmamış' olarak kabul etmesi de büyük bir hatayı bünyesinde barındırıyor. Esasen bu tür toplantılarda seslendirilen düsüncelerin kamuoyunun her kesimiyle paylaşılabilmesi belki de daha kuşatıcı/kucaklayıcı, kabul edilebilir görüşler olmasıyla mümkündür. Çünkü bir tarihî sürecin tamamen yok sayılarak Türkçenin geçirdiği evreleri ortaya koyabilmek, değişim-dönüşüm ve gelişmelerini açıklayabilmek, sonrasında yapılacak tanımlamalarda sağlıklı verilere ulaşabilmek ya da varılacak sonuçlarda bilimselliğe varabilmek imkânsızlaşmaktadır. Bu yüzden özellikle en netameli' meselelerimizden olan dil konusunda zaten var olan ve bir türlü aşılamayan bu tür bakış açısı veya yaklaşımlardan kaçınmamız hatta kurtulmamız gerekir inancındayım. Ayrıca yaşanmış bir tarihi reddedici böylesi hükümler dil alanındaki bilimsel birikimimizi de göz ardı edecektir ki bu durum dil çalışmalarında bizi daha da çıkmaza götürecektir.
Bu kurultayın temel amacının bilim ve sanat dili olarak Türkçenin sorunlarını masa üstünde bırakmayarak dile karşı takınılan yanlış tutumları tekrar konuşmak; bu sorunları ortadan kaldıracak çözümler geliştirmek olduğunu söyledi. Özel, 18. yılına giren Dil Derneğinin yabancı kelimelerle dolu sokaklarımızı, caddelerimizi, mağaza ve dükkânlarımızı yabancı dil kuşatmasından kurtarmak amacıyla yola çıktıklarını, bu doğrultuda ülkemizin iki büyük üniversitesi ile el ele vererek düzenledikleri bu tür faaliyetlere devam edeceklerini belirtti. AÜ Rektör Yardımcısı Erkan İbiş, yaptığı konuşmada Türkçenin konuşulduğu geniş coğrafyadan bahsederek dilin bir toplumu ulus hâline getiren en önemli unsurların başında geldiğini ifade etti. Fransa'da yürürlüğe konulan Dil Yasası'na değinen İbiş, yasaklamalarla değil dil çalışmalarına daha fazla önem vermekle dil sorunlarının aşılabileceğini söyledi.
GÜ Rektörü Kadri Yamaç, dünyadaki küresel politikaların ulus devletlerin temel unsurlarını hedef aldığına işaret ederek meselenin tabela kirliliğini çok gerilerde bıraktığını, bunun en açık örneğinin de yabancı dille öğretim olduğunu söyledi.
Kurultayın Onur Konuğu Bedia Akarsu, anaokulundan üniversiteye kadar her kademede dil meselesinin ta baştan ele alınması ve eğitim-öğretim açısından dil meselesinin daha lise kademesinde çözülmüş olması gereğine değindi.
Kurultay altı oturum şeklinde gerçekleştirildi. Oturumların konu başlıkları şöyleydi: Türkçenin Gücü, Hukuk Dilinde Türkçe, İletişim Araçlarında Türkçe, Hekimlik Dilinde Türkçe, Yazın Dilinde Türkçe ve Türkçenin Öğretimi.
Türkçenin Gücü adlı ilk oturumda Prof. Dr. Şerafettin Turan, Emin Özdemir, Ataol Behramoğlu ve Prof. Dr. Şeyda Ozil konuştular. Türk aydınının dil konusundaki vurdumduymaz, umursamaz tavrına değinen Turan, yakın tarihten örnekler verdi. Türkçe üzerine yazılmış birbirinden farklı imlâ ve dil bilgisi kitaplarını açıklamanın zorluğuna değinen Ozil, modern anlamda dil bilgisi çalışmalarının yapıldığı bugünkü dünyada Türkçeyi 50 yıl önce yazılmış dil bilgisi kitapları ile öğretmenin imkânsız olduğunu söyledi. Ortak çalışmaların yaygınlaştırılamaması, kurumların siyasallaşması ve birbirlerinden bağımsız hareket etmeleri ve üniversitelerin konuya duyarlı yaklaşmaması gibi sorunların da ayrıca çözümlenmek üzere beklediğini ifade etti. Emin Özdemir, Türkçenin Gücünü sahip olduğu şu üç niteliğe bağlayarak açıkladı: sesçil ve doğurgan bir dil olması ile ayrıntılama gücü. Üçüncü özelliği üzerinde daha fazla duran Özdemir, soyut kavramların, duygu ve düşüncelerin Türkçe ifade yollarıyla nasıl görselleştirildiğine ve betimlendiğine Türk şiirinden, Türkçe isim, deyim ve atasözlerinden örnekler verdi.
Hukuk Dilinde Türkçe başlıklı oturumda Türk hukukçularının hukuk dilinin Türkçeleştirilmesi yolundaki gayretlerinden bahsedildi. Türkçenin, dilde sadeleşmeye kapalı kalan hukuk ve tıp alanlarına mutlaka girmesi gereği üzerinde duruldu. Bu oturumda, Dil Yasası çıkarmanın da dili korumada etkisiz ve gereksiz bir yöntem' olacağı belirtildi.
İletişim Araçlarında Türkçe oturumunun başkanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar Türkçe açısından 1990'lı yıllardan sonra iletişim alanında tespit ettiği iki önemli sorun ve olgu üzerinde konuştu. Alemdar, 1990'lı yıllarda çok sayıda artan televizyon, radyo gibi iletişim araçlarının getirdiği eğitimsiz ve kontrol dışı personel istihdamı kanalıyla bir dil sorununun hızla ortaya çıktığını belirtti. Böylece gündemimize oturan bu sorun, sadece sunanların değil TV ya da radyo progr***** katılan izleyicilerin ve konukların kullandıkları dil yüzünden de giderek artmaya başladı. İkinci olgu olarak da gelişen dünyanın, teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının hangi dili kullanacağız sorusunu gündeme getirmesinden bahseden Alemdar, iletişim alanındaki Türkçeyi anlayabilmek için toplumsal değişmeleri gözden kaçırmamalıyız dedi.
Bu oturumda TRT'den Serpil Kıllıoğlu, 1960'lardan beri tanıklığını ettiği yayın politikalarının bir anlamda öz eleştirisini yaptığı konuşmasında çok seslilik, etik değerlere saygı, dile gösterilen özen, reyting ve ticarî amaç gütmeden izleyiciyi esas alan programların bugüne kadar TRT'nin yayın politikası olduğunu ifade etti. Diğer taraftan 1990'lı yıllardan sonra medyaya yatırım yapanların, iletişim ile ilgisi olmayan çevrelerin, ticarî amaçlarla faaliyet sürdürdüklerine değinen Kıllıoğlu TRT'nin tüm bu süreçte izleyici merkezli bir politika sürdürmüş olduğunu söyledi.
Bu oturumun bir diğer konuşmacısı Doğan Hızlan toplumun, dili iletişim araçlarından öğrendiğine dikkat çekerek bunun da iletişimcilere büyük bir sorumluluk yüklediğine işaret etti. Türkiye'nin bu kadar çok sayıda TV ve radyoyu hele bu kadrosuzlukla taşıyamayacağını söyleyen Hızlan, dilin ancak edebiyat eserlerini okumakla gelişebileceği kanaatini ifade etti. Edebiyat eğitiminin lise ile sınırlı kalmasını da büyük bir olumsuzluk olarak gören Hızlan, bu durumun aynı zamanda dil sorunlarının en önemli nedenlerinden biri olduğunu söyledi.
Oturumun son konuşmacısı Mustafa Balbay Türkiye'de yerel 400 televizyon ve 1300 radyo; ulusal 35 televizyon ve 40 radyo ile 15 internet gazetesi bulunduğunu ve her gün 700 kadar da günlük köşe yazısı yazıldığını belirtti.
Kurultayın ikinci gününün ilk oturumu Hekimlik Dilinde Türkçe oturumunda bilimsel terimlere Türkçe karşılık bulmanın sanıldığının aksine oldukça mümkün ve esasen gerekli olduğu düşüncesi üzerinde duruldu. Hasta-doktor iletişimsizliklerine de yaşanmış olaylar penceresinden değinilen bu oturumda Osmanlı Dönemi Türkçesinde tıp terimlerine özgün karşılıklar geliştirildiği gibi bugün de yaşayan Türkçe ile tıp terimlerinin Türkçelerini bulmak zorunluluğu ifade edildi.
Yazın Dilinde Türkçe ile Türkçenin Öğretimi kurultayın son oturumlarıydı. Feyza Hepçilingirler dilsel çürümeye ve yozlaşmaya değindi, toplum olarak dildeki bu kitlesel bozulmanın pek de farkında olmadığımızı ifade etti. Dili, vücudu ayakta tutan kana benzeten Hepçilingirler, AB'ye girmenin Türkçeden vazgeçerek mümkün olacağı kanaatinin kimi yazarlarca ileri sürüldüğünü belirtti. Edebiyat diline giren kimi yabancı sözcüklerin, hekimler gibi kendine özgü, büyülü bir dil kurmak amacıyla yapıldığı tespitinde bulunan Hepçilingirler, dile özen göstermeyenlerin ünlendiği bir ortamın oluşumuna işaret etti. Edebiyatçıların kimi dilsel yanlışlarına hoşgörülü yaklaştığını ve edebiyatın dili bilmekten öte dili etkili bir şekilde kullanmak olduğunu ifade etti. Dilde zedelenmesinden en çok çekindiği iki alanın deyimler ve çeviri dili olduğunu belirten yazar, yazılı ve görsel basından Türkçenin mantığına uymayan çeviri ve yanlış kullanılan deyimlerle ilgili örnekler vererek sözlerini bitirdi.
Prof. Dr. Sedat Sever, Türkçe öğretiminde amacın duyan ve düşünen insan yetiştirmek' olduğunu, öğretimin daha doğuştan başlatılması gerektiğini belirterek bunun da çocuğun çevresine sanatçı duyarlığı ile hazırlanmış, nitelikli uyaranlar' konularak yapılabileceğini ifade etti. Öğrenimin öykünme ile başladığını belirten Sever, görsel ve dilsel uyaranların özellikle okul öncesi dönemde çocuğun dilsel ve zihinsel gelişimini çok etkilediğinden bahsetti. Türkçe öğretimi bir duyarlık eğitimidir, bir insanlaşma sürecidir ve anlama-anlatma esasına dayanır, diyen Sever dil öğretiminin dil dersliklerinde verilmesi, geleneksel sınıf ortamlarından uzaklaşılması, kitaplıkların kurulması, okuma dosyalarının hazırlanması, güzel sanatların her çeşit ürünlerinin uyaran olarak sınıf ortamlarına konulması gereği üzerinde durdu.
Prof. Dr. Ömer Demircan, Yusuf Çotuksöken ve Prof. Dr. Ahmet Kocaman da Türkçenin öğretimi, yeni yaklaşımlar ve uygulama örnekleri üzerinde konuştular.
Kurultay sonunda Türkçe Kurultayı Sonuç Bildirgesi yayımlandı. Bildirgenin başında şu ifade var: Kurultayda sunulan bildirilerle izlencede belirtilen konular/sorunlar tartışılmış ve aşağıda özetlenen ortak görüş oluşturulmuştur. Sonuç Bildirgesi'nin altında Dil Derneği Genel Yazmanı Zekeriya Kaya, AÜ DTCF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kubilay Aysevener ve Gazi Üniversitesi Basın Danışmanı Doç. Dr. Nazife Güngör'ün imzaları bulunuyor. Bildirge'den farklı alanlarda yaşanan dil sorunlarına değinilen ve bunlara çözüm aranan bazı kısımlar şöyle:
Dilimize gereken özeni göstermiyoruz. Dil duyarlığına ve dil bilincine sahip bireyler yetiştiremiyoruz. Bu nedenle dilimiz ve buna bağlı olarak kültürümüz bozuluyor.
Dil kirlenmesi kan kirlenmesi gibidir; ulusun kültüründe, kan kirlenmesinin gövdede yaptığını yapar. Bu gerçeğe dayanarak denilebilir ki bir kültürel topluluğu yok etmenin en etkili yolu onun dilini bozmaktır. Bozulan bir dil evreni içinde nitelikli, özgün ve yaratıcı tasarılar oluşturmak olanaksızlaşır. Dahası, dilin kendi doğal mantığının bozulması, onu kullanan toplumların bireylerinin kendi aralarında bir anlaşma zemini bulmakta zorlanmalarına neden olur; giderek birbirilerinden kopup ayrıştıkları için sonunda kendi kendilerini ortadan kaldırırlar ya da ortadan kaldırılırlar.
Nitelikli bir kültür, diğer bir deyişle, uluslararası bilim, felsefe ve yazın alanına katkıda bulunan bir kültür, ancak ve ancak kendi dilinin kavramlarını varsıllaştırmış ve onun kullanım olanaklarının sınırlarını genişletmiş olmaya karşılık gelir. Bu ise yazın alanında, bilim alanında ve özellikle de felsefe alanında bir birikim kazanmakla sağlanabilir. Türkçe düşünmek ve Türkçe kavram içerikleriyle özgün yeni anlatım olanakları yaratmak, sağlıklı bir kültürel öz oluşturmak demektir ve bu, aynı zamanda evrensel kültüre katılmak, onun içinde yer almak anl***** gelir. Eğer bunu başaramazsak, sorunları kendi anlam dünyamızda tartışamaz, terimler, kavramlar türeterek çözemezsek başka bir kültürün çözümlerini kendimize yamamaya çalışırız ve ister istemez anlam dünyamızı kısırlaştırırız.
Temel işlevleri halkı eğiterek toplumsal ve kültürel gelişmeye katkı sağlamak olan kitle iletişim araçlarının bu anlamda önemli bir sorumlulukları da anadili eğitimine destek vermektir. Oysa günümüzde bunun tam tersi bir durum söz konusudur.
Ülkemizde özellikle son yıllarda kitle iletişim ortamında önemli ölçüde bir dil kirlenmesiyle karşı karşıya kalındığı gözlenmektedir. Dildeki kirlenme, özel radyo ve televizyon kanallarının yayın yaş***** girmesiyle birlikte alabildiğine hız kazanmıştır.
Türkçemizin kirletilmesi ve yozlaştırılması sürecinde, bilgisayarın, dolayısıyla da internetin yaygın kullanımının etkisinin ne denli büyük olduğu açıktır.
Bütün bunlar göz önüne alınarak kitle iletişim araçlarının Türkçemizin doğru ve güzel kullanımında daha duyarlı ve bilinçli olmaları gerekmektedir.
Bunun için kitle iletişim kurumları, üretimlerini izlenme oranları amacına dönük değil nitelik temeline dayalı olarak ortaya koymak durumundadırlar.
Anadili eğitimi, kitle iletişim kurumlarında çalışacak elemanların mesleki eğitimlerinin önemli bir değişkeni durumuna getirilmelidir. Burada iletişim fakültelerine de büyük görev düşüyor. İletişim fakülteleri, ders programlarında anadil eğitimine ağırlıklı yer vererek Türkçeyi doğru, etkin kullanan meslek insanları yetiştirmede daha duyarlı ve özenli olmalıdır.
Ülkemizde yabancı dilde eğitim özentisi yaygınlaşarak sürdürülmektedir. Bu olumsuz gidişin çarpıcı örneklerinden biri de tıp alanında görülmektedir. Yabancı dille eğitim görerek yetişen hekim, meslek ilişkilerinde Türkçe konuşmaktan kaçındığı için hastasıyla da gereği gibi iletişim kuramamaktadır.
Öte yandan, ilköğretimden yükseköğretime değin -hatta yükseköğretimde de -azımsanmayacak bir zaman ayrılmasına karşın, insanlarımızın çoğunun bu süreçte kazanılması gereken temel dil becerilerini beklenen düzeyde edinemediği bir gerçektir.
Bu olumsuz durumun düzeltilmesinde Türkçe öğretimine büyük sorumluluk düşmektedir. Türkçe öğretimindeki verimsizliğin ortadan kaldırılabilmesi için yapılması gerekenlerden bazıları şöyle sıralanabilir:
Öğrencilerin düşüncelerini özgürce açıklayabilecekleri çok uyaranlı öğretim ortamları oluşturulmalıdır.
Türkçe dersi yalnız ders kitabına bağlı olarak işlenmemeli, ders kitabı, öğrencileri başka yazınsal yapıtlara yönlendiren bir kaynak olarak görülmelidir. Öğrencilerin düzeylerine uygun, nitelikli yazınsal ve öğretici metinler bu öğretimin evrenini oluşturmalıdır.
Anlama ve anlatma becerileri geliştirilirken öğrencilerin, Türkçenin inceliklerinin, kurallarının ayırdına varmaları, dil bilinci ve duyarlığı kazanmaları sağlanmalıdır.
Türkçe ve yazın dersleri, öğrencilerin okuma beğenisi (zevki) ve alışkanlığı kazanmaları için bütünleştirilmiş öğretim anlayışıyla işlenmelidir. Türkçe öğretiminin temel amacı, eleştirel düşünebilen, duyarlı okur yetiştirmek olmalıdır. Okur yetiştirmede çocuk yazınının önemli bir işlevi vardır.
Dil kirliliği, düşünce kirliliğine, düşünce kirliliği de kimlik kirliliğine yol açar. Son yıllarda ulusal bağlamda yaşadıklarımızın dilimizin örselenmesiyle yakın ilişkisi vardır.
Ulusal kimliğimizi yaşatabilmek için; yazından tıbba, hukuktan mühendisliğe değin yaşamın her alanında Türkçe doğru kullanılmalı. Bilim Türkçe yapılmalı, akademik yükseltmelerde Türkçe yayınlar yabancı dille yapılan yayınlardan daha az değerli sayılmamalıdır. Üniversiteler, Türkçenin bilim ve sanat dili olarak gelişmesinde ana sorumluluğun kendilerine düştüğünün bilincinde olmalıdır.
Türkçenin, dolayısıyla ulusumuzun sonsuza dek yaşayabilmesi için temel koşul, ilköğretimden üniversiteye eğitimin Türkçe yapılmasıdır. Yabancı dil öğrenmekle yabancı dille öğrenim birbirine karıştırılmamalı. Yabancı dille öğrenimin insanımızın kendi kültüründen uzaklaşmasına, kendi değerlerini küçümsemesine yol açtığı bilinmeli. Kimi aydınlarda, bilim insanlarında ve devlet adamlarında görülen yabancı sözcük kullanma düşkünlüğünün tabanında bu duyguya dayalı kimlik bozulmasının yattığı gerçeği görülmelidir.
Kurultayın her oturumundaki konuşmacıların eksiksiz bulunmaları bir günü aşan bu tür faaliyetlerde her zaman mümkün olmuyor. Ancak Türkçe Kurultayı'na hem konuşmacılar tarafından hem de öğrenci ve akademisyen çevresinden gösterilen ilgi, salonu hep dolu tuttu. Bilindiği gibi Türkçe birçok sorunla karşı karşıya ve bu sorunlar acilen çözüm bekliyor. Ülkemizde dilimizle ilgili çalışmalar yürüten kuruluşlardan Dil Derneği'nin bu alanda gösterdiği gayretler, bu konuda umut vaat ediyor.
Özellikle dil çalışmalarında gündeme getirilen sorunlar ancak daha geniş tarafları da dikkate alarak, dinleyerek ve de söz hakkı tanıyarak çözülebilir gözüküyor. Bu bağlamda Prof. Dr. Şeyda Ozil'in ortak çalışmaların yapılması, kurumların birbirlerinden bağımsız hareket etmemeleri ve üniversitelerin de konuya daha fazla duyarlı olması gerektiği hususunda söyledikleri son derece önem taşıyor. Ancak Ozil'in Türkçeyi dilbilim ışığında değerlendirdiği konuşmasında dilimizin tarihsel gelişiminden bahsederken Osmanlı dönemini Türkçe açısından yaşanmamış' olarak kabul etmesi de büyük bir hatayı bünyesinde barındırıyor. Esasen bu tür toplantılarda seslendirilen düsüncelerin kamuoyunun her kesimiyle paylaşılabilmesi belki de daha kuşatıcı/kucaklayıcı, kabul edilebilir görüşler olmasıyla mümkündür. Çünkü bir tarihî sürecin tamamen yok sayılarak Türkçenin geçirdiği evreleri ortaya koyabilmek, değişim-dönüşüm ve gelişmelerini açıklayabilmek, sonrasında yapılacak tanımlamalarda sağlıklı verilere ulaşabilmek ya da varılacak sonuçlarda bilimselliğe varabilmek imkânsızlaşmaktadır. Bu yüzden özellikle en netameli' meselelerimizden olan dil konusunda zaten var olan ve bir türlü aşılamayan bu tür bakış açısı veya yaklaşımlardan kaçınmamız hatta kurtulmamız gerekir inancındayım. Ayrıca yaşanmış bir tarihi reddedici böylesi hükümler dil alanındaki bilimsel birikimimizi de göz ardı edecektir ki bu durum dil çalışmalarında bizi daha da çıkmaza götürecektir.