MURATS44
Özel Üye
Ziya Gökalp'e göre Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Yükseltmek ilimde, kültürde, dinde, teknolojide, sanat vs alanlardadır. Bir milletin yükselmesi başka bir milletin gözyaşlarıyla değil, milleti oluşturan fertlerin el ele, gönül gönüle vererek çalışmasıyla olur.
Ziya Gökalp Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak terkibini Türkçülüğün Esasları'nda şöyle açıklamaktadır:
"TÜRK MİLLETİNDENİZ dediğimiz için dilde estetik, ahlakta, hukukta, hatta dini hayatında ve felsefede Türk kültürüne (Türk zevkine, Türk vicdanına göre) bir orijinallik, bir şahsilik göstermeye çalışacağız. "İSLÂM ÜMMETİNDENİZ" dediğimiz için, bize göre en mukaddes kitap Kur'an- Kerim, en mukaddes insan Hazret-i Muhammed, en mukaddes mâbed Kâbe, en mukaddes din İslâmiyet olacaktır. "BATI MEDENİYETİNDENİZ" dediğimiz için de ilimde, felsefede, fenlerde vesair medeni sistemlerde tam bir Avrupalı gibi hareket edeceğiz."(Türkçülüğün Esasları 73,74)
MİLLET KAVRAMI ve TÜRK MİLLETİ
Millet; ortak değerler ve ülküler etrafında oluşmuş, mâzide birlikte yaşamış, halde yaşayan, gelecekte de birlikte yaşama arzusu içerisinde olan bilinçli bir topluluktur. Millet tanımımızda dikkat edilirse iki temel özelliğe vurgu yapılmaktadır. Bunlardan birisi ortak değerler, diğeri de ortak ülkülerdir. Kültürümüz, dinimiz İslamiyet, dilimiz Türkçe, tarihimiz, kader birliğimiz ortak değerlerimizdir. Bilimde, teknikte kalkınmış, sosyal refah seviyesine ulaşmış milletlerin seviyesine ulaşmak ve onları geçmek, büyük Milliyetçi Türkiye'yi kurmak, birlik ve beraberlik içerisinde, onurlu olarak yaşamak, Türkiye'yi bölgesinde lider ve dünyada sözü geçen bir devlet yapmak gibi idealler ortak ülkülerimizdir.
Anayasamıza göre:"Türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." Cumhuriyetimizin kurucusu merhum Atatürk te "Türkiye cumhuriyetini kuran halka Türk milleti denir", "Ne mutlu Türk'üm diyene!" demiştir. Türk milletini oluşturan fertlerin en az yüzde 93'ü etnik açıdan Türk olsa da Türk adı gerek günümüzde gerekse ortaya çıktığı tarihten itibaren etnik bir kimliğin adı değil bir milletin ortak adı ve üst kimliği olmuştur.
Türkçülüğün Esasları'nın yazarı Ziya GÖKALP milleti kültürel bir zümre olarak kabul eder :
"Millet, dilce müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan kültürel bir zümredir" der ve şöyle devam eder: "Bir adam kanca müşterek bulunduğu insanlardan ziyade, terbiyece ve ana dilce müşterek bulunduğu insanlarla beraber yaşamak ister. Çünkü insani şahsiyetimiz, bedenimizde değil, ruhumuzdadır. Maddi meziyetlerimiz ruhumuzdan geliyorsa, manevi meziyetlerimiz de terbiyesini aldığımız cemiyetten geliyor." (Z. GÖKALP. Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri s.227) (devamı yarın)
GÖKALP'E GÖRE MİLLET
Ziya Göalp'e göre millet, coğrafi, ırki ve kavmi bir zümre değildir. Yine millet bir imparatorluk içerisinde yaşayanların toplamı da değildir. GÖKALP'e göre millet, iradi bir kavramda olamaz. Çünkü her ferdin milliyeti, onun keyfine, iradesine tabi bir şey değildir. Görünüşte fert kendisini şu yahut bu millete mensup kabul etmekte hür zanneder. Hâlbuki fertte böyle bir hürriyet yoktur. Bir millete mensup olmak bir noktada kader işidir. Fert bir millet içerisinde hayata gelir ve o milletin terbiyesini alarak yetişir ve o kültürel zümreye dâhil olur. GÖKALP' in fikirlerinden öğrendiğimize göre millet, ırki ve kavmi bir zümre de değildir. Çünkü tarihten önceki devirlerde bile saf ve karışmamış bir ırk bulmak mümkün değildir. Millet kavmi bir zümre de olamaz, çünkü milletler akraba veya çeşitli kavimlerin tarih içerisinde karışıp kaynaşmasından ve kültürel bir zümreyi oluşturmasından meydana gelmiştir. Gökalp bu görüşlerini Türkçülüğün Esasları adlı eserinde şöyle dile getirir:
"Memleketimizde vaktiyle dedeleri Arnavutluk'tan yahut Arabistan'dan gelmiş milletdaşlarımız vardır. Bunlar Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek sair miletdaşlarımızdan hiç tefrik etmemeliyiz. Yalnız saadet zamanında değil, felâket zamanında da bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizden hariç telâkki edebiliriz. Hususiyle, bunlar arasında milletimize karşı büyük fedakârlıklar yapmış, Türklüğe büyük hizmetler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara 'SİZ TÜRK DEĞİLSİNİZ' diyebiliriz. Filhakika, atlarda şecere aramak lâzımdır, çünkü bütün meziyetleri sevk-i tabiîye müstenit ve irsî olan hayvanlarda da ırkın büyük bir ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ırkın içtimaî hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek ittihaz edersek, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin birçoğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu hal câiz olmadığından 'Türküm' diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğü hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare yoktur" (Gökalp, Türkçülüğün Esasları,18-19).
TÜRK'ÜN HAYAT FELSEFESİ
Mitolojik çağlardan beri Türklerde bir Dünya Devleti, hatta Kainat Devleti kurma fikrinin var olduğunu bilinmektedir. Tarihimiz, destanlarımız, kitabelerimiz bu duygu ve düşünce ile dolup taşmaktadır. Eski Türklere göre; Gökte nasıl tıkır tıkır işleyen bir nizam varsa, yeryüzünde de aynı şekilde bir düzen olmalıydı. İşte bu düzeni sağlamak üzere Türk hakanları Yüce Allah tarafından tahta oturtulmakta ve dünya nizamını kurmak ve Dünya barışını sağlamakla görevlendirilmekteydiler.
Tarihte on altısı büyük olmak üzere sayısız devletler kuran atalarımızın başarıları sadece kahramanlık ve teşkilatçılık özellikleriyle açıklanamaz. Atalarımız; kahramanlık, teşkilatçılık gibi özelliklerin yanında çok güçlü bir kanun-töre anlayışına ve bütün insanlığa hizmeti esas alan bir "Hayat Felsefesine-Dünya Görüşü" ne sahiptiler. "İyilik-faydalılık, Adalet-Könilik, Eşitlik- Tüzlük, İnsanilik-Kişilik" gibi dört değişmez temel esası olan Türk töresi'ne göre; "Bütün İnsanlık Türklere Yüce Tanrının bir emaneti"ydi. Yüce Allah, Türk Töresine göre hareket eden, halka ve insanlığa hizmeti ilke edinen kişilere kut (şans, talih, bağış) verir ve onu hakanlık görevine getirirdi. Bu görevlerini yerine getirmeyen veya getiremeyen idarecilerden Yüce Tanrı kutunu geri alır ve onları hakanlık makamından düşürürdü. Türklere göre devlet "Baba" idi. Devlet, halk içindi. Esas görevi, "Halka ve insanlığa hizmet" ti.
Türklerin İslâm'a girişleriyle birlikte, bu devlet anlayışı ve hayat felsefelerinde daha da olumlu gelişmeler yaşandı. Çünkü eski Türk töresi gibi, İslamiyet de "Halka hizmeti Hakk'a hizmet" olarak Kabul ediyor ve "İnsanların en hayırlısı, insaniyete hizmet edendir" diyordu.
YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
Osmanlı Devletinin yıkılışıyla birlikte Atatürk'ün öncülüğünde, Göktürklerden sonra Türk ve Türkiye adıyla yeni bir devlet tarih sahnesine çıkıyordu. Türk'ün devlet ve hayat felsefesini çok iyi bilen Atatürk, eski Türk hakanları ve sultanları gibi yeni Türkiye devletini de bir "DÜNYA DEVLETİ" haline getirmek istiyor, "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesiyle dünya barışını hedefliyordu. Atatürk bu amaçla "Biz hiç kimsenin düşmanı değiliz, sadece insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız" diyordu.
Atatürk'ün "Barışçılık" ilkesi milletlerarası ilişkilerde eşitliği, karşılıklı hak ve menfaatleri benimser, teslimiyetçiliği reddeder. Atatürk, "Alemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir" dedikten sonra hemen şunları ekliyordu: "Şu kadar ki, milletin haklarını anlayıp onları savunmak ve korumak uğruna her türlü fedakarlığa hazır olduğuna dair dünyaya bir kanaat vermesi lazımdır.", "Milli benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin avı olur. Milli varlığımıza düşmanlık güdenlerle dost olmayalım. Böylelerine karşı, bir Türk şairinin dediği gibi:"Düşmanım sana kalsam da bir kişi" diyelim."
Daha Milli Mücadele yıllarında, Atatürk, "İnsanlığı meydana getiren milletlerin her biriyle medeniyet gereklerinden olan dostluk ilişkilerini" kurmağa hazır olduğunu tekrarlıyor, fakat "Benim milletimi esir etmek isteyen her hangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım" diyordu.
İnsanın insanı ve bir milletin bir başka milleti sömürmesine karşı çıkan ve sömürgeciliğe karşı savaş açan ve bütün mazlum milletlerin önderi olan Atatürk, bu konuda da şöyle diyordu: "İnsanları mutlu etmenin tek yolu, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirine sevdirmektir.", "Şuna da inanıyorum ki, eğer devamlı barış isteniyorsa, kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek milletlerarası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın bütünün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir."
ALPARSLAN TÜRKEŞ VE DÜNYA BARIŞI
Kan ve gözyaşının akmadığı, insanın insanı ve bir milletin başka bir milleti sömürmediği, hak sahibinin hakkını aldığı, bir dünyanın kurulmasında millet olarak bizim de yapacağımız çok şey vardır. Tarih sahnesine çıktığı andan itibaren "Nizâmı Âlemi/Dünya nizamını ve Barışını" hedeflemiş bir millet olarak bu tarihi misyonumuza tekrar sahip çıkmak zorundayız.
Türk Dünyasının Bilge Lideri Alparslan TÜRKEŞ, Türk Milletinin barışa ve insanlığa yapmış olduğu hizmetler ve katkılar konusunda şöyle der:
"Türk Milleti'nin insanlık tarihinde ve medeniyet hayatında daima üstün bir yeri ve vazifesi olmuştur. Türk Milleti içine kapanık, cihan ve insanlık bütünlüğünden tecrit edilmiş bir hayata hiç bir zaman iltifat etmemiş, cihan şümul bir hayatı kıtalar üzerinde "Cihan Devletleri "kurarak yüz yıllar boyu sürdüre gelmiştir. Yoğun bir medeniyet kuruculuğu ve taşıyıcılığı yapılmış, hak, adalet ve nizam fikri teşkilatçılık üstünlüğü ile insanlığa, milletlerin ve insanlığının hayatına müspet yön verilmiş, mutluluklar sağlanmıştır. Milletimizin seciyesindeki saklı bulunan Yaratıcı Kudret'in lütfü olan meziyetler, Türk Milletini her engeli aşmaya, her zorluğu yenmeğe yeterli kılmaktadır. Türklük beşeriyet için müspet ve ilahi bir göreve sahiptir. Bu günkü gençliğin milli şuurla uyanarak titreyip kendine dönmesi Türk Milletini yeni bir geleceğe doğru uçuracaktır."
ATATÜRK VE MİLLİ UYGARLIK MODELİ
Atatürk, Türk milletine çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmayı, hatta bu seviyeyi aşmayı hedef olarak göstermişti. O, "Batının her türlü ilminden, keşfinden yararlanmak fakat asıl özü kendi içimizden ve milli kültürümüzden çıkarmak" şeklinde özetlenebilecek bir "Milli Uygarlık" modelinden yanaydı. Nitekim Atatürk, 10. Yıl Nutku'nda "Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük uygar vasfı ve büyük uygar kabiliyeti bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır" derken çağdaşlaşma hareketimizin milli yönünü bütün açıklığı ile ortaya çıkarıyordu.
Atatürk'ün uyguladığı Milli Uygarlık Modeli'nin temelinde, devlet olarak "Tam bağımsızlık", millet olarak "Egemenlik", fert olarak "İnsan hak ve hürriyetleri" söz konusudur. Ancak bu şekilde bir çağdaşlaşma bir anlam ifade eder. Yoksa tam bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun dışa bağımlı ve teslimiyetçi, mandater çağdaşlaşma, insan hak ve hürriyetlerinden ve demokrasiden yoksun totaliter çağdaşlaşma, gelir dağılımında adaletten yoksun kapitalist çağdaşlaşma gerçek bir ilerleme ve çağdaşlaşma sayılamaz.
Ziya Gökalp Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak terkibini Türkçülüğün Esasları'nda şöyle açıklamaktadır:
"TÜRK MİLLETİNDENİZ dediğimiz için dilde estetik, ahlakta, hukukta, hatta dini hayatında ve felsefede Türk kültürüne (Türk zevkine, Türk vicdanına göre) bir orijinallik, bir şahsilik göstermeye çalışacağız. "İSLÂM ÜMMETİNDENİZ" dediğimiz için, bize göre en mukaddes kitap Kur'an- Kerim, en mukaddes insan Hazret-i Muhammed, en mukaddes mâbed Kâbe, en mukaddes din İslâmiyet olacaktır. "BATI MEDENİYETİNDENİZ" dediğimiz için de ilimde, felsefede, fenlerde vesair medeni sistemlerde tam bir Avrupalı gibi hareket edeceğiz."(Türkçülüğün Esasları 73,74)
MİLLET KAVRAMI ve TÜRK MİLLETİ
Millet; ortak değerler ve ülküler etrafında oluşmuş, mâzide birlikte yaşamış, halde yaşayan, gelecekte de birlikte yaşama arzusu içerisinde olan bilinçli bir topluluktur. Millet tanımımızda dikkat edilirse iki temel özelliğe vurgu yapılmaktadır. Bunlardan birisi ortak değerler, diğeri de ortak ülkülerdir. Kültürümüz, dinimiz İslamiyet, dilimiz Türkçe, tarihimiz, kader birliğimiz ortak değerlerimizdir. Bilimde, teknikte kalkınmış, sosyal refah seviyesine ulaşmış milletlerin seviyesine ulaşmak ve onları geçmek, büyük Milliyetçi Türkiye'yi kurmak, birlik ve beraberlik içerisinde, onurlu olarak yaşamak, Türkiye'yi bölgesinde lider ve dünyada sözü geçen bir devlet yapmak gibi idealler ortak ülkülerimizdir.
Anayasamıza göre:"Türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." Cumhuriyetimizin kurucusu merhum Atatürk te "Türkiye cumhuriyetini kuran halka Türk milleti denir", "Ne mutlu Türk'üm diyene!" demiştir. Türk milletini oluşturan fertlerin en az yüzde 93'ü etnik açıdan Türk olsa da Türk adı gerek günümüzde gerekse ortaya çıktığı tarihten itibaren etnik bir kimliğin adı değil bir milletin ortak adı ve üst kimliği olmuştur.
Türkçülüğün Esasları'nın yazarı Ziya GÖKALP milleti kültürel bir zümre olarak kabul eder :
"Millet, dilce müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan kültürel bir zümredir" der ve şöyle devam eder: "Bir adam kanca müşterek bulunduğu insanlardan ziyade, terbiyece ve ana dilce müşterek bulunduğu insanlarla beraber yaşamak ister. Çünkü insani şahsiyetimiz, bedenimizde değil, ruhumuzdadır. Maddi meziyetlerimiz ruhumuzdan geliyorsa, manevi meziyetlerimiz de terbiyesini aldığımız cemiyetten geliyor." (Z. GÖKALP. Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri s.227) (devamı yarın)
GÖKALP'E GÖRE MİLLET
Ziya Göalp'e göre millet, coğrafi, ırki ve kavmi bir zümre değildir. Yine millet bir imparatorluk içerisinde yaşayanların toplamı da değildir. GÖKALP'e göre millet, iradi bir kavramda olamaz. Çünkü her ferdin milliyeti, onun keyfine, iradesine tabi bir şey değildir. Görünüşte fert kendisini şu yahut bu millete mensup kabul etmekte hür zanneder. Hâlbuki fertte böyle bir hürriyet yoktur. Bir millete mensup olmak bir noktada kader işidir. Fert bir millet içerisinde hayata gelir ve o milletin terbiyesini alarak yetişir ve o kültürel zümreye dâhil olur. GÖKALP' in fikirlerinden öğrendiğimize göre millet, ırki ve kavmi bir zümre de değildir. Çünkü tarihten önceki devirlerde bile saf ve karışmamış bir ırk bulmak mümkün değildir. Millet kavmi bir zümre de olamaz, çünkü milletler akraba veya çeşitli kavimlerin tarih içerisinde karışıp kaynaşmasından ve kültürel bir zümreyi oluşturmasından meydana gelmiştir. Gökalp bu görüşlerini Türkçülüğün Esasları adlı eserinde şöyle dile getirir:
"Memleketimizde vaktiyle dedeleri Arnavutluk'tan yahut Arabistan'dan gelmiş milletdaşlarımız vardır. Bunlar Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek sair miletdaşlarımızdan hiç tefrik etmemeliyiz. Yalnız saadet zamanında değil, felâket zamanında da bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizden hariç telâkki edebiliriz. Hususiyle, bunlar arasında milletimize karşı büyük fedakârlıklar yapmış, Türklüğe büyük hizmetler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara 'SİZ TÜRK DEĞİLSİNİZ' diyebiliriz. Filhakika, atlarda şecere aramak lâzımdır, çünkü bütün meziyetleri sevk-i tabiîye müstenit ve irsî olan hayvanlarda da ırkın büyük bir ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ırkın içtimaî hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek ittihaz edersek, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin birçoğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu hal câiz olmadığından 'Türküm' diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğü hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare yoktur" (Gökalp, Türkçülüğün Esasları,18-19).
TÜRK'ÜN HAYAT FELSEFESİ
Mitolojik çağlardan beri Türklerde bir Dünya Devleti, hatta Kainat Devleti kurma fikrinin var olduğunu bilinmektedir. Tarihimiz, destanlarımız, kitabelerimiz bu duygu ve düşünce ile dolup taşmaktadır. Eski Türklere göre; Gökte nasıl tıkır tıkır işleyen bir nizam varsa, yeryüzünde de aynı şekilde bir düzen olmalıydı. İşte bu düzeni sağlamak üzere Türk hakanları Yüce Allah tarafından tahta oturtulmakta ve dünya nizamını kurmak ve Dünya barışını sağlamakla görevlendirilmekteydiler.
Tarihte on altısı büyük olmak üzere sayısız devletler kuran atalarımızın başarıları sadece kahramanlık ve teşkilatçılık özellikleriyle açıklanamaz. Atalarımız; kahramanlık, teşkilatçılık gibi özelliklerin yanında çok güçlü bir kanun-töre anlayışına ve bütün insanlığa hizmeti esas alan bir "Hayat Felsefesine-Dünya Görüşü" ne sahiptiler. "İyilik-faydalılık, Adalet-Könilik, Eşitlik- Tüzlük, İnsanilik-Kişilik" gibi dört değişmez temel esası olan Türk töresi'ne göre; "Bütün İnsanlık Türklere Yüce Tanrının bir emaneti"ydi. Yüce Allah, Türk Töresine göre hareket eden, halka ve insanlığa hizmeti ilke edinen kişilere kut (şans, talih, bağış) verir ve onu hakanlık görevine getirirdi. Bu görevlerini yerine getirmeyen veya getiremeyen idarecilerden Yüce Tanrı kutunu geri alır ve onları hakanlık makamından düşürürdü. Türklere göre devlet "Baba" idi. Devlet, halk içindi. Esas görevi, "Halka ve insanlığa hizmet" ti.
Türklerin İslâm'a girişleriyle birlikte, bu devlet anlayışı ve hayat felsefelerinde daha da olumlu gelişmeler yaşandı. Çünkü eski Türk töresi gibi, İslamiyet de "Halka hizmeti Hakk'a hizmet" olarak Kabul ediyor ve "İnsanların en hayırlısı, insaniyete hizmet edendir" diyordu.
YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
Osmanlı Devletinin yıkılışıyla birlikte Atatürk'ün öncülüğünde, Göktürklerden sonra Türk ve Türkiye adıyla yeni bir devlet tarih sahnesine çıkıyordu. Türk'ün devlet ve hayat felsefesini çok iyi bilen Atatürk, eski Türk hakanları ve sultanları gibi yeni Türkiye devletini de bir "DÜNYA DEVLETİ" haline getirmek istiyor, "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesiyle dünya barışını hedefliyordu. Atatürk bu amaçla "Biz hiç kimsenin düşmanı değiliz, sadece insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız" diyordu.
Atatürk'ün "Barışçılık" ilkesi milletlerarası ilişkilerde eşitliği, karşılıklı hak ve menfaatleri benimser, teslimiyetçiliği reddeder. Atatürk, "Alemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir" dedikten sonra hemen şunları ekliyordu: "Şu kadar ki, milletin haklarını anlayıp onları savunmak ve korumak uğruna her türlü fedakarlığa hazır olduğuna dair dünyaya bir kanaat vermesi lazımdır.", "Milli benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin avı olur. Milli varlığımıza düşmanlık güdenlerle dost olmayalım. Böylelerine karşı, bir Türk şairinin dediği gibi:"Düşmanım sana kalsam da bir kişi" diyelim."
Daha Milli Mücadele yıllarında, Atatürk, "İnsanlığı meydana getiren milletlerin her biriyle medeniyet gereklerinden olan dostluk ilişkilerini" kurmağa hazır olduğunu tekrarlıyor, fakat "Benim milletimi esir etmek isteyen her hangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım" diyordu.
İnsanın insanı ve bir milletin bir başka milleti sömürmesine karşı çıkan ve sömürgeciliğe karşı savaş açan ve bütün mazlum milletlerin önderi olan Atatürk, bu konuda da şöyle diyordu: "İnsanları mutlu etmenin tek yolu, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirine sevdirmektir.", "Şuna da inanıyorum ki, eğer devamlı barış isteniyorsa, kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek milletlerarası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın bütünün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir."
ALPARSLAN TÜRKEŞ VE DÜNYA BARIŞI
Kan ve gözyaşının akmadığı, insanın insanı ve bir milletin başka bir milleti sömürmediği, hak sahibinin hakkını aldığı, bir dünyanın kurulmasında millet olarak bizim de yapacağımız çok şey vardır. Tarih sahnesine çıktığı andan itibaren "Nizâmı Âlemi/Dünya nizamını ve Barışını" hedeflemiş bir millet olarak bu tarihi misyonumuza tekrar sahip çıkmak zorundayız.
Türk Dünyasının Bilge Lideri Alparslan TÜRKEŞ, Türk Milletinin barışa ve insanlığa yapmış olduğu hizmetler ve katkılar konusunda şöyle der:
"Türk Milleti'nin insanlık tarihinde ve medeniyet hayatında daima üstün bir yeri ve vazifesi olmuştur. Türk Milleti içine kapanık, cihan ve insanlık bütünlüğünden tecrit edilmiş bir hayata hiç bir zaman iltifat etmemiş, cihan şümul bir hayatı kıtalar üzerinde "Cihan Devletleri "kurarak yüz yıllar boyu sürdüre gelmiştir. Yoğun bir medeniyet kuruculuğu ve taşıyıcılığı yapılmış, hak, adalet ve nizam fikri teşkilatçılık üstünlüğü ile insanlığa, milletlerin ve insanlığının hayatına müspet yön verilmiş, mutluluklar sağlanmıştır. Milletimizin seciyesindeki saklı bulunan Yaratıcı Kudret'in lütfü olan meziyetler, Türk Milletini her engeli aşmaya, her zorluğu yenmeğe yeterli kılmaktadır. Türklük beşeriyet için müspet ve ilahi bir göreve sahiptir. Bu günkü gençliğin milli şuurla uyanarak titreyip kendine dönmesi Türk Milletini yeni bir geleceğe doğru uçuracaktır."
ATATÜRK VE MİLLİ UYGARLIK MODELİ
Atatürk, Türk milletine çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmayı, hatta bu seviyeyi aşmayı hedef olarak göstermişti. O, "Batının her türlü ilminden, keşfinden yararlanmak fakat asıl özü kendi içimizden ve milli kültürümüzden çıkarmak" şeklinde özetlenebilecek bir "Milli Uygarlık" modelinden yanaydı. Nitekim Atatürk, 10. Yıl Nutku'nda "Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük uygar vasfı ve büyük uygar kabiliyeti bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır" derken çağdaşlaşma hareketimizin milli yönünü bütün açıklığı ile ortaya çıkarıyordu.
Atatürk'ün uyguladığı Milli Uygarlık Modeli'nin temelinde, devlet olarak "Tam bağımsızlık", millet olarak "Egemenlik", fert olarak "İnsan hak ve hürriyetleri" söz konusudur. Ancak bu şekilde bir çağdaşlaşma bir anlam ifade eder. Yoksa tam bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun dışa bağımlı ve teslimiyetçi, mandater çağdaşlaşma, insan hak ve hürriyetlerinden ve demokrasiden yoksun totaliter çağdaşlaşma, gelir dağılımında adaletten yoksun kapitalist çağdaşlaşma gerçek bir ilerleme ve çağdaşlaşma sayılamaz.