Üçüncü Mukaddeme

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:

O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvî muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur’an idi. Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamı bel'ettiği gibi, milel-i sairenin malumatları dahi müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat* ise Vehb*, Kâ'b* gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arabların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitabdan İslâmiyete gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, malumat-ı müzahrefe-i sabıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünkü İslâmiyetin usûlüne
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
müsadim olmadığından, hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.
Hem de vaktaki şu İsrailiyat, Kitab ve Sünnet'in bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle mehaz olabilirler idi. Fakat âyat ve hadisin manaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; sû-i ihtiyarlarıyla başka bir mehazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zâhirperestler, bazı âyat ve ehadisi o hikâyat-ı İsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur’an’ı tefsir edecek, yine Kur’an ve hadis-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi, kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet mâsadak ile mana ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.
Hem de vakta hikmet-i yunaniyeyi müslüman etmek için Me'mun*un asrında tercüme olundu. Fakat pekçok esatir ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan efkâr-ı arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı.
Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kabiliyeti.')"; onMouseout="hideddrivetip()">kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasıl ki ihtilât-ı a'cam ile kelâm-ı Mudarî*nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ulema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete duhulleriyle beraber, bazı nakkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat hayfâ!. tamamıyla muvaffak olamadılar. İş bu kadar da kalmadı. Çünkü tefsir-i Kur’an’a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zâhir Kur’an’ın nakliyatını bazı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünkü gördüler ki, Kur’an
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
makul ve menkule müştemildir. Hadis de öyle... Sonra kitab ve sünnetin bazı nakliyat-ı sadıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler.
Hem de hakiki olan akliyatlarıyla mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitab ve sünnetin manalarına tefsir ve maksadlarına beyan zannedip hükmeylediler.
Kellâ.. sümme kellâ!.. Zira Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyan'ın misdakı i'cazıdır. Müfessiri eczasıdır. Manası içindedir. sadefinde dürrdür, meder değildir. Faraza bu mutabakatı izhar etmekten maksad, o şahid-i sadıkın tezkiyesi için olsa da yine abestir. Zira Kur’an-ı Mübin, ona mekalid-i inkıyadı teslim eden öyle akıl ve naklin tezkiyelerinden pek yüksek ve ganidir. Çünkü o, onları tezkiye etmezse; şehadetleri mesmu olamaz. Evet süreyya'yı serada değil, semada aramak gerektir. Kur’an’ın maanisini de esdafında ara. Yoksa karmakarışık olan senin cebinden arama; zira bulamıyorsun. Bulsan da sikke-i belâgat olmadığından Kur’an kabul etmez.
Zira mukarrerdir: Asıl mana odur ki; elfaz onu sımahta boşalttığı gibi zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezahir-i efkârı feyizyab eden şeydir. Yoksa başka şeyin kesret-i tevaggulünden senin hayaline tedahül eden bazı ihtimalât.. veyahut hikmetin ebatılından ve hikâyatın esatirinden sirkat edip cepte doldurarak sonra âyat ve ehadisin telâfifinde gizletmek, çıkartmak, elde tutmak, çağırmak ki: "Budur mana, geliniz, alınız" dediğin vakit alacağın cevab şudur: "Yahu!. İşte senin manan siliktir. Sikkesi takliddir, nakkad-ı hakikat reddeder. Sultan-ı i'caz dahi onu darb edeni tardeder. Sen ayet ve hadisin nizamlarına taarruz ettiğinden ayet şikâyet edip hâkim-i belâgat senin hülyanı, senin hayalinde hapsedecektir. Ve müşteri-i hakikat dahi senin bu metaını almayacaktır. Zira diyecek: Ayetin manası dürrdür. Bu ise mederdir. Hadisin mefhumu mühec, bu hemecdir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Tenvir için bir darb-ı mesel:
Kürdlerin emsal-i edebiyesindendir: Bir adamın ismi Alo imiş. Bal hırsızlıyordu. Ona denildi; hırsızlığın tebeyyün edecektir. O da aldatmak için bir boş petekte yabancı arıları doldurup balı başka yerden hırsızlar, küvarda saklıyor idi. Biri sual etse idi, derdi: "Bu, bal mühendisi olan arılarımın sanatıdır." Sonra da arıları ile konuştuğu vakit müşterek bir lisan ile 1
muhakemat_22_1.gif
derdi. Yani: "Tanin sizden, bal benden..."
Ey teşehhi ve heves ile tevil edici efendi! Bu teşbih ile teselli etme. Zira bu teşbih temsildir. Senin manan bal değil, zehirdir. O elfaz arılar değil, belki kalb ve vicdana ervah-ı hakaiki vahyeden o kitab-ı kâmilin kelimatı melaike gibidirler. Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.
Elhasıl: İfrat gibi tefrit de muzırdır, belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebeb olduğundan daha kabahatlidir. Evet ifrat ile müsamahanın kapısı açıldı. Çürük şeyler o hakaik-i âliyeye karıştığından; ehl-i tefrit ile insafsız olan ehl-i tenkid, gayet haksızlık olarak şu çürük şeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâşâ.. lekedar ve kıymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiş bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda başka yerden düşmüş olan çürük ve acı bir elma görünse, hak ve insaf mıdır ki; umum defineyi kalp ve umum elmaları acı zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin...
Hatime:Bu mukaddimeden maksadım, efkâr-ı umumiye bir tefsir-i Kur’an istiyor. Evet her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir. ahval ve vukuat ise, bir keşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir. Bu sırra binaen ve istinaden isterim ki: müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, her biri bir fende mütehassıs muhakkikîn-ı ulemadan müntehab bir meclis-i mebusan-ı ilmiye teşkili ile meşveret ile bir tefsiri telif etmekle, sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemalâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem' etmelidirler. Evet Meşrutiyet*tir,


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt