NuSReT
Aktif Üyemiz
yakar ateş-i aşk
kavurur da bilmezsin"
Sen, rüzgar peşinde bir parça köz misali... İçin için yanıp, yerinde duramazsın. Serseri rüzgarların ardına takılıp gitmelisin. Ki kalırsan yerinde pür ateş olur etrafın. Bilmezsin ki bir gülüşün ne kıvılcımlar bırakır gönüllere. Bilmezsin ki yakar ateş-i aşk, kavurur da bilmezsin. Sen ki bir uğrayıp geçmelisin gönüllere. "Ateş almaya geldim" deyip gitmelisin. Yangın yerine çevirip geçtiğin yerleri, ardına bakmadan.
"ah ederse bir mazlum
yıkılır cihan bilmezsin"
Ne zaman ki yangın sardı meydanı, bir ah yükseldi mazlumun taa bağrından. Bir ah. O ah ki, kör bir bıçak gibi yırtar gökyüzünü, gözyaşlarını akıtır toprağa. O ah ki, ah dedirtir taşa bile. O ah ki siler imkansızı, mucizeler koyar yerine...
Bilmezsin, ah ederse bir mazlum yıkılır cihan...
"ateş nesline öğretilen yakıp geçmekti
yıkıp geçmek
başka bir şey değil."
Ateş ağaçsız olamazdı. Ağaç da ateşe hayır diyemezdi. Bu mutlu sondu galiba. Ama bir şey vardı ki, ateş parlattıkça alevlerini ağaç eriyordu. Hücre hücre, damar damar yanıyordu ağaç, her bir hücresi aşk oluyordu. Ateşle bir oluyordu ama, aynı anda yok oluyordu. Bir varlık yokluk oyunuydu sanki. Ateş nesline öğretilen buydu. Yakıp geçmek, yıkıp geçmek. Başka bir şey değil... Ağaç nesline öğretilen buydu. Aşk ve feda etmek. Başka bir şey değil. Ne ağaç ateşe hayır diyebilirdi, ne ateş kendini feda edebilirdi. Hepsi bu. Başka bir şey değil.
"ve..."
Sesine ses verdi cihan. "Buyur" dedi, "Ey yıldızsız şehirlerin çocuğu. Dile, ne istersen." İçinden bin türlü şey geçiyordu. "Fırtına desem, yıksa her tarafı, sel desem, kasırga desem..." derken pes etti. Şunlar döküldü ağzından; "Yandım, biraz su..."
kavurur da bilmezsin"
Sen, rüzgar peşinde bir parça köz misali... İçin için yanıp, yerinde duramazsın. Serseri rüzgarların ardına takılıp gitmelisin. Ki kalırsan yerinde pür ateş olur etrafın. Bilmezsin ki bir gülüşün ne kıvılcımlar bırakır gönüllere. Bilmezsin ki yakar ateş-i aşk, kavurur da bilmezsin. Sen ki bir uğrayıp geçmelisin gönüllere. "Ateş almaya geldim" deyip gitmelisin. Yangın yerine çevirip geçtiğin yerleri, ardına bakmadan.
"ah ederse bir mazlum
yıkılır cihan bilmezsin"
Ne zaman ki yangın sardı meydanı, bir ah yükseldi mazlumun taa bağrından. Bir ah. O ah ki, kör bir bıçak gibi yırtar gökyüzünü, gözyaşlarını akıtır toprağa. O ah ki, ah dedirtir taşa bile. O ah ki siler imkansızı, mucizeler koyar yerine...
Bilmezsin, ah ederse bir mazlum yıkılır cihan...
"ateş nesline öğretilen yakıp geçmekti
yıkıp geçmek
başka bir şey değil."
Ateş ağaçsız olamazdı. Ağaç da ateşe hayır diyemezdi. Bu mutlu sondu galiba. Ama bir şey vardı ki, ateş parlattıkça alevlerini ağaç eriyordu. Hücre hücre, damar damar yanıyordu ağaç, her bir hücresi aşk oluyordu. Ateşle bir oluyordu ama, aynı anda yok oluyordu. Bir varlık yokluk oyunuydu sanki. Ateş nesline öğretilen buydu. Yakıp geçmek, yıkıp geçmek. Başka bir şey değil... Ağaç nesline öğretilen buydu. Aşk ve feda etmek. Başka bir şey değil. Ne ağaç ateşe hayır diyebilirdi, ne ateş kendini feda edebilirdi. Hepsi bu. Başka bir şey değil.
"ve..."
Sesine ses verdi cihan. "Buyur" dedi, "Ey yıldızsız şehirlerin çocuğu. Dile, ne istersen." İçinden bin türlü şey geçiyordu. "Fırtına desem, yıksa her tarafı, sel desem, kasırga desem..." derken pes etti. Şunlar döküldü ağzından; "Yandım, biraz su..."