nefsimutmainne
Aktif Üyemiz
Yedi Harf
Çeşitli yollardan rivayet edilen sahih hadislerde Rasûlüllah (s.a.v.) in, Kur'an'in yedi harf üzere indiğini belirten ifadelerine şahit oluyoruz. Bu ha*dislerin en açık olanı, Buharı ve Müslim tarafından rivayet edilen ve lafzı Buhârî'ye ait olan şu hadistir: Ömer b. Hattab (r.a) dedi ki: «Rasölüllaft {s.a.v.) henüz hayatta iken Hîşam b. Hakim'in el- Furkan sûresini okudu*ğunu duydum. Kıraetine kulak verdim, baktım ki, Rasûlüllah (s.a.v.) in bana okutmadığı bir çok harf üzere onu okuyor. Namazdayken neredeyse yaka*sına yapışacaktım. Ama seiâm verinceye kadar onu bekledim. Sonra yaka*sına yapıştım ve: Bu sûreyi sana kim okuttu? dedim. Rasûlüllah okuttu, deyince, yalan söylüyorsun. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlüllah (s.a.v.) okuduğun sûreyi bana okuttu» dedim ve onu sürükleyip Rasülüilah {s.a.v.) e götürdüm, Ya Rasûi
, dedim. Ben bunun beni okutmadığın harfler üzere el-Furkan sûresini okuduğuna şahit oldum. Oysa siz bana el-Furkân sûresini okutmuştunuz. Rasûlüllah (s.a.v.) yakasını bırak ya Ömer dedikten sonra ona: Oku ya Hişam dedi. Hişam, daha önce kendisinden duyduğum şekiide okudu. Rasûlülİah (s.a.v.) «Böyle indirilmiştir» buyurduk*tan sonra şöyle buyurdu: Mu*hakkak ki bu Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir, kolayınıza gidenini oku*yunuz, buyurdu.» [140]
Görünüyor ki Kur'an'in yedi harf üzere nuzûlü hadisi, sahabeden sayı*lamayacak kadar büyük bir topluluk tarafından rivayet edilmiştir. Hafız Ebu Ya'lâ'nın müsnedinde [141] Hz. Osman (r.a.) in bir gün minberden şöyle de*diği rivayet edilir: Allah hakkı için, sizden kim Rasûlüllah (s.a.v.) in: «Muhak*kak ki Kur'an-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir ve her biri şöfi ve kâfi*dir.» dediğini hatırlıyor? Hz. Osman kalktığında, bu hadisi hatırladıklarını söyleyenler de ayağa kalktı. Sayılamıyacak kadar çoktular. [142]
Sayılmayacak kadar çok olan bu topluluğun bu konuda aynı şeyi söylemeleri, bazı âlimlerin bu hadisin mütevatir olduğunu söylemelerine sebep olmuştur, Bunu ileri sürenlerin başında Ebu Ubeyd el-Kasm b. Sel-lâm gelmektedir. Rivayet, sonraki nesillerde tevatür derecesine yükseleme-misse de, Rasûlüllah (s.a.v.) in ifade buyurduğu bu dinî hakikati pekişti*ren zikrettiğimiz hadislerin sıhhati bizim için yeterlidir. [143]
Âlimlerin cumhuru, Osmanî mushafların, mevcut hattının muhtemel okunuşlanyla yedi harfi ihtiva ettiklerine meyletmektedir. [144] Kadı Ebu-Bekr b. et-Tayyib el-BakıIlânî bu görüşü benimsemiş ve şöyle demiştir: «Sahih o ki, bu yedi harf Rasûlüllah (s.a.v.) den zuhur edip yayıimiş âlim*ler onu zapteîmiş ve Hz. Osman ile sahabe de onu mushafta tesbiî ederek sıhhatini haber vermişler ve ondan mütevatir olarak sabit olmayanı da atmışlardır.»[145]
Hadiste geçen «harf» kelimesi birkaç manaya gelmektedir: Kıraat ma*nasında kullnılabilir. İbnu'l-Cezerînin şu sözünde olduğu gibi: Şam, İbnu Âmir'in kıraati üzere okuyordu.» Mana ve cihet ifade edebilir. Nitekim Ebu Cafer Muhammed b. Sa'dân en-Nahvi [146] böyle de*mektedir. Lâkin «harfler»den maksadın kiraetier olduğu, -Halil b. Ahmed'-Ğen de rivayet edildiği gibi- kavillerin en zayıfıdır. [147] Özellikle kişi, bu*nun yedi kiraet (kıraet-i sab'a) olduğunu sanıyorsa. [148] Hadiste geçen (harfler) kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda âlimlerin İhti*lafa düşmeleri, indirilenin hakikati hakkında değişik bir çok kavillerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bazıları bu kavillerin otuzbeş vecih [149] oldu*ğunu söylerken bazıları da bu sayıyı kırka ulaştırmıştır. [150] Ancak bun*ların çoğunu destekleyen ne sahih bir nakil ve ne de sağlıklı bir mantık vardır. Burada hatanın kaynağı, bundan maksadın ne olduğunun kesin ola*rak tesbit edilmesi gayretidir. Oysa -İbnu'l-Arabî'nin de belirtiği gibi- bunun ne manaya geldiği hususunda ne nass ve ne de eser vardır ve insanlar onu tayinde ihtilâfa düşmüşlerdir. [151]
Âlimlerin şu soruyu sormaları-kaçınılmazdı: Sayı, şu yedi harfe mün*hasır mıdır, yoksa bundan maksat okuyucu için bir kolaylık ve genişlik mi*dir? Burdda hasrı uzak görenler, -daha önce de belirttiğimiz gibi- tevatür derecesine ulaşan nasslardan kaçınmada aşın gitmekteler. Kaldı ki nass-ların «yedi» sayısını çokça zikretmeleri, «yedi» sayısının kastedilmediğini akıl dışı bırakmaktadır. Özellikle hadis, direkt olarak vahyi ve nüzulünü ko*nu ediniyorsa. Bu gibi durumlarda Rasûlüllah (s.a.v.) haberi kapalı oiarak anlatmaz ve mefhumu olmayan bir sayı zikretmez. Sahabe âlimleri, İtikat-ia ilgili olan bir hususta böyle bir şey nakletmemişlerdir.
Ama hadislere aldırış etmeyen ve onları terketmede yahut onları za*hirlerinden başka manada kullanmakta işi aceleye getirenler şu görüşü ile*ri sürdüler: «yediden maksat, sayının kendisi değildir. Ondan maksat, ko-taylık ve genişliktir. Yedi lafzı, onluk sayılarda yetmiş, yüzlük sayılarda ye-diyüz olup çokluk ifade ettiği gibi kusurlu sayılarda da yedi lafzı çokluk ifade eder. Bu gibi sayılarda sayının kendisi kastedilmez.» [152] Böyle bir görüşün Kadı lyâz'a [153] nisbeî edilmesi gariptir. O Kadı lyâz kî, hiçbir şeyi sahih rivayette tercih etmez. Lakin es-Suyûtî bu görüşü nassiara da*yanarak güçlü bir şekilde reddetmektedir. [154]
O halde burada «yedi» lafzından maksat, çokluk değildir. Aksine, âlim*lerin çoğunun anladığı şekliyle hasr ifade etmektedir. Bu sebepledir ki, bu belli sayıyı araştırıp bulmaya büyük önem vermişlerdir. -İbnu Hibban'ın [155] dediği gibi- «Çoğunluk bunun yedide münhasır olduğu görüşünde*dir.» [156] Ancak bu gayretlerin pek çoğu, yedi harften maksadın kıraetler olduğu görüşünü ileri sürenlerin bu iddialarında olduğu gibi isabetsizdir. Bu harfleri bazı lehçe ve lugatlara hamledenlerin görüşü de iki mefhum ara*sında hassas bir farklılığa rağmen zayıflıkta bu görüşe yakın sayıhr. Leh*çelere âlimlerden [157] bazısına göre lafız ve manada farklılık arzeden ihtilaflardan değildir. Çünkü izhar ve İdgam, revm ve işmam, tahfif ve tes-hîl, nakl ve ibda! tek lafzın söylenişinde değişiklik arzeden sıfatlardandır. Bunların farklı oluşu, lafzı, tek lafız olmaktan çıkarmaz. Lâkin -bununla bir*likte- bundan dolayı bu görüşü zayıf görmüyoruz. Çünkü tek lafzın söylen*mesinde sıfatların değişik olması onu birden fazla lafiz kılabilir. Onu, me-seleyi sırf buna hasretmesinden dolayı zayıf karşılıyoruz. Çünkü ileride de göreceğimiz gibi başka öyle ihtilaf vecihleri tesbit edilmiştir ki lehçelerle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Lehçe farklıklarında, tek lafızın ifadesinde sıfat farklılıklarından baş*ka bir şey bulmuyorsak lügatlerin farklılığında, bir konuda,bir lafızla diğeri arasında bazen ayrılıklar görüyoruz. Şayet bu çeşit farklılıktan muhtelif Arab lügatlerini ne fazla ve ne eksik yedi sayısına hasredebilseydik ve zor*lanmadan; tereddüdsüz bu husus kabul görseydi, bu sonuçsuz tartışma*ya ihtiyaç kalmadan bu yedi lügatin yedi harf olduğunu hemen söylerdik. Lâkin ister Arab lügatlerini Kureyş'in Huzeyl, Temîm, Ezd, Rabia, Hevazîn ve Sa'd b. Bekr [158] lugatları olduğunu, ister özellikle Mudar kabilelerinin lugatlan olan Hüzeyl, Kinane, Kays, Dabbe, Teymu'r Rabab, Esd b. Huzay-me ve Kureyş [159] lugatları olduğunu söyleyelim. Bunun da bir zorlama olduğu basiret sahipleri nezdinde gizlenemeyecek kadar açıktır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de her iki görüşün dışında kalan başka kabilelerin lugatları da mevcut oiup bunlar Kureyş lugatıyla temsil edilmektedir. Ebu Bekr ei-Vâsıtî[160] «ei-İrşad fi'!-Kıraeti'l Aşr» isimli kitabında kullanılan lügatlerin sayısını ksrka ulaştırır. kelimesi Azire iugatında rnana-sındadır. kelimesi Gassan lugatindan olup manasm-dadır. keiimesi iehm lugatından olup manasınadır. kelimesi Yemame lugatından olup manasınadır. kelimesi Has'am lugatsndan olup manasınadır. kelimesiCürhüm lehçesinde manasınadır. [161] İbnu Abdi'l Berr, [162] yedi harfin yedi lehçe manasında kullanılmış olmasını uzak görür. «Çünkü böy*le olmuş olsaydı henüz başlangıçta müslümanlann bir kısmı diğerlerinin lehçesine karşı çıkmazdı. Çünkü o lehçe, üzerinde yaratıldığı bir lehçedir. Yine Ömer b. el-Hattab ve Hişâm b. Hakîm'in her ikisi Kureyşlidir. Ama ki-raetleri biribirinden farklıdır. Ömer'in, Hişamın lehçesini reddetmesi mu*haldir.» [163] İbnu Abdi'l-Bsrr, yedi sayısıyla çokluk kastedildiğini de,savu*nur. Ancak böyle bir makamda sayının mutlaka bir mefhumunun olması gerektiğini ifade ederek bu görüşün za'fiyetini açıklamıştık.
Yukarıda naklettiğimiz bu görüşler zayıf olmalarına rağmen âlim*lerin, yedi harfi açıklama sadedinde onları zikretmelerini garipsemiyoruz. Ama bazı âlimlerin hiç bir delile dayanmaksızın kimsenin ileri sürmediği ve kendilerince yedi harf hadisini derin ve bâtını bir tefsirle tefsir et*tiklerini sandıklan asılsız mefhumlara meyletmelerini yalnız garipsemekle kalmıyor, aksine onları şiddetle reddediyoruz. Bu iddialardan biri, bununla yedi ilmin kastedildiğidir: «İnşâ ve Icad ilmi, tevhid ve tenzih ilmi, zat sıfat*lan ilmi ile fiilî sıfatlar ilmi, affetme ve azablandırrna sıfatları ilmi, haşir ve hesap ilmi, ve gaybi haberler ilmi» [164] Bu neviden diğer bir iddia yedi harfle şu yedi şeyin kastedildiğidir. «Mutlak vs Mukayyed, âmrn ve hâss nass ve müevvel, nâsih ve mehsuh, müsmel ve müfesser, istisna ve kasem*ler» [165]
Bazıları cüretkârlığında o kadar İleri gittiler ki, yedi harf meselesinde bâ*tıl görüşlerine zayıf bir hadisi delil getirdi. İbnu Mesud'un rivayetiyle Pey*gambere ulaştırılan bu hadiste şöyle denilmektedir: «İlk kitab bir kapıdan ve bir vecih üzere inmiştir. Kur'an-ı Kerim ise yedi kapıdan ve yedi harf üzere inmiştir. Bu yedi harf şunlardır: Yasaklayan, emreden, helâf, haram, muhkem, müteşabih ve darb-i mesel. Helâlini helal ve haramını haram ka*bul edin. Darb-ı Mesellerinden ibret alın. Müteşabihlerine inanın ve deyin ki: «Ona inandık hepsi Rabbımızsn katındandir.» [166] îbnu Abdi'l-Berr bu hadisle ilgili olarak şöyle demektedir: «Bu hadis, ilim ehlinin yanında sabit değildir ve zayıf olduğuna ilim ehli icma etmiştir. [167]
Bütün bunlar, bazı müfesslr imamların iyi niyyetle ortaya attıkları gö*rüşlerdir. Fakat böylece müsteşriklerin ve müminlerden İmanı zayıf oianla-nn şüphelerine kapıyı ardına kadar açmışlardır. İşte asıl problem ve tehli*ke buradadır. Bu problem, bu âlimlerin yedi harfi şu manaya hasretmeleri problemidir..«Yedi harften maksat çeşitli lafızlarla aynı mananın yedi vecîh-le ifade edilmesidir: vebenzeri kelimelerde olduğu gibi.» [168] et-Taberî'nin tefsirindeki sözlerinin zahiri bunu ifade etmektedir. O, aieyhksselatu vesselamın Hattab oğluna söylediği şu sözleri delil getirir: «Ya Ömer, rahmeti azab ve azabı rahmet yapmadıkça Kur'anın .hepsi doğrudur.[169] Elbette müsteşrikler bunu kendilerine dayanak yapacak ve «manasıyla okuma» nazariyesini ileri sü*receklerdir. Hiç şüphesiz bu, İslâmi hayatta en tehlikeli nazariyedir. Çünkü.bu nazariye Kur'an nassını, her şahsın hevasına teslim etmiş, herkes dile*diği şekilde nassı tesbit etmiştir.[170]
Böyiece hakîki nasslar manalarından başka manalara hamledilmiştir. Burada nazariye hadisin mana ile rivayetinde olduğu gibi hakiki manasıyla «mana ile kıraat» [171] olarak isimlendiriiemez. Çünkü «Kur'an ve ksraetier bıribirinden farklı iki hakikattir. Kur'an, beyan ve i'caz için Muhammed (s.a.v.) e indirilen vahiydir. Kıraetler ise, harflerin yazılışında yahut şeddeli, şeddesiz ve başka hususlarda harflerin keyfiyetîyİe ilgili farklı lafızlardır.» [172] Şayet aleyhisselatu vesselam başlangıçta m üs I umanlara meydanı ge*niş tutarak ihtiyar ve yaşlılara kolaylık göstermiş [173] ve lehçeleri dışında bir lehçeyle Kur'an okumaları onlara ağır geleceğinden kendi lehçeteriyle okumalarına izin vermişse, bu-, kıraetleri devamlı sabit kılmalarına, ve Kur'a-nın üzerinde indiği lehçeler olarak yazılmalarına izin verdiği anlamına gel*mez.
O halde Rasülülîah (s.a.v.} in bu nevi kiraetlerde çerçeveyi genişletme*si, özel bazı durumlarda bazı fertler için kolaylık göstermekten başka bir şey değildir. Rasûlüllahın isbatı ve vahiy kâtiplerinin tesbiti ile bu gibi du*rumlarda izin verilen hususlar sayılı kelimelerde olup tevatür yoluyla bize gelmiştir. Tevatür yoluyla gelmeyenler sahih âhâd rivayetlerle gelse bile reddedilir. Çünkü bir şeyin Kur'an olduğunu isbatlamak için tevatür kaçı*nılmaz bir şarttır. [174] Bu ferdî durumları yedi harf üzere genelleştirmek ve manayla okumanın yedi harfe girdiğini söylemek, hadisi yanlış anlamak olur.
Yukarıdaki görüşlerin hiçbiriyle yetinmek doğru olmayacağına göre, onlardan mümkün olanları almanın doğru olacağı kanaatına vardık. Nakil ve akla ters düşmeyen de budur. Belki.de görüşlerin en doğrusu ve ifrat ile tefritten uzak olanı budur. Bu yedi harften maksat -Allahu a'lem- bu ümmet için kolaylık gösterilen yedi vecihtir. Okuyucu bu yedi vecihîen hangisiyle okursa isabet etmiş olur. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyururken
neredeyse bunu açıkça ifade etmiştir
Cebrail bir harf üzere bana okuttu: Ona mü*racaat ettim ve tekrar tekrar müracaatımı yeniledim. Nihayet yedi harfe ulaştı.» [175]
Bir Kur'an lafzı ne kadar değişik şekillerde edâ edilir ve okunursa, bu değişik şekiller aşağıdaki şu yedi vechin dışına çıkmaz:
Birincisi: İster mana değişsin, ister değişmesin irab vecihlerindeki fark*lılıklardır. Mananın değişmesine misal, Allah Teâlânın şu sözüdür[176] bu sözler şu şekilde de okunmuştur:[177]«ri"rs (kelimesinin nasbi) Mananın değişmediğine misal [178] (kelimesinin reî'i şeklinde de okunmuştur.
İkincisi: Harflerde otan farklılıktır. Bunda ya mana değişir ama suret değişmez. Ki bazen bu, nokta farklılığıyla ifade edilir [179] misallerinde olduğu gibi. Ya da suret değişir ama mana değişmez. ve[180]misallerinde olduğu gibi.
Mushafiarda, kelimenin kök harflerinden olan yerine harfi yazılmıştır. Böylece sâd ile okuma mushaf yazısının hakikatına uygun düşmüş ve sîn kıraeti de mushafın takdiri yazısına uygun düşmüştür.
Üçüncüsü: İsimlerin ifrad, tesniye ve cem'i ile müzekkerlik ve müen-nesliğindeki farklılıktır.[181] Meselâ:[182] âyetinde geçen kelimesi mufred oiarak şeklinde de okun*muştur. Malumdur ki bu kelime sâkîn elifi ihtiva etmediği için Hz. Osman mushaflarında şeklinde yazılmıştır. Her iki vecih de (cem' olarakokunması veya «ınüfred» olarak okunması) aynı manayı vermektedir. Çün*kü kelimeyi müfred okuduğumuz zaman cins kasdedilmiş olur ki, cins isimde çokluk manasi mevcutur. Cem'de de fertleri ihtiva etme sözkonusu-dur ki, fertlerin, kapsamın içine alınmasında cinsiyet manası mevcuttur. (emanet) in gözetilmesi (emanetler) in gözetilmesi gibidir. Her İki durumda da kül ve cüzler kelimelerin kapsamına girmekte*dir. Bir sebepten doiayı da aynı âyette keilimesi her iki kıraet ve ve cihte müfred olarak gelmiştir. Ne: şeklin*de ve ne de şeklinde okunmuştur.
Yine kelimesi Allah Teâlânm: sözünde cins ifade etmesi için bir harfte (vecihte) kasden müzekker olarak okunmuş, fiilî maziye bina edilerek müzekker kılınmış ve şeklinde okun*muştur.
Bir vecihte de cem' manasını ifade etsin diye kasden müennes kılın*mış ve muzarî sığasına sokularak tahfif için «tâ» harflerinden biri atıldık*tan sonra şeklinde okunmuştur. Çünkü aslı: dir.[183]
Dördüncüsü: Bir kelimenin yerine başka bir kelimenin kullanılmasıdır. Bu kelimeler genellikle eş anlamlı olup değişik kabilelerde farklı şekiller*de kullanılmaktadır. Nitekim[184] şeklinde de okunmuştur. Yahut mahreçleri biribirine çok yakın kelimelerin biri-bir!erinin yerine okunması şeklindeki ihtilaftır. Lafız yönüyle biribirleriyle çok yakın olmaları mana yönüyle de yakınlıklarını iş'ar etmektedir. Misâl: şeklinde de okunmuştur.
Gerçekten harfi ile harfinin, mahrecinin bir olduğuna djkkat edilmelidir. Bu harfler kardeştir ve boğazın belli bir yerinden yan yana çıkmaktadır. İbnu yerine şeklindeki kıraati ise şâzzdır. Çünkü öhâd rivayetlerdendir. Bu sahabînin bu şekildeki kıraetinin tefsir kabilinden bir idrâc olduğu kesindir.
Beşincisi: Genel olarak Arap dilinde yahut ezel ifade şekli içerisinde takdimi ve te'hiri bilinen takdim ve te'hir ihtilafıdır. Allah'ın, kendisi yolun*da savaşarak cennet karşılığında Allah'ın kendilerinden can ve mallarını satın aldığt mü'minlerle ilgili sözünde geçen ke-iimeîeri şeklinde de okunmuştur. Birinci vecih kı-raette müminlerin düşmanları öldürmek için vakit geçirmeksizin hemen har rekete geçtiği ifade edilmekte, ikinci vecih kıraette İse, belki Allah onları şehid düşürür diye büyük bir umutla savaş alanına atıldıkları ifade edil*mektedir: Onun için takdim ve te'hir ile ifade kalıbı değişmiş olsa büe her iki vechîn neticesi birdir ve herhanai bir değişikliğe uğramamaktadır.
Ebu Bekir'in[185] yerine şeklindeki kıraatine gelince, bu, tevatür derecesine ulaşama*mış âhâd bir rivayettir. Sahabe icmaina ters düştüğü için şâzzdır [186] İn*san bazen yanılır yahut dili sürçer. Farkına varmadan bir kelimeyi diğeri*nin yerine kullanır. Şayet Ebu Bekir'den yapılan bu rivayet doğru ise, o da bu duruma düşmüştür.
Altıncısı: Arapların âdeti olduğu üzere cer ve atıf harflerinin bazen hazfi ve bazen de isbatı gibi cüz'i ilâve ve eksiklikler şeklindeki farklılık*tır.
Onun için bu nevi fazlalık ve eksiklikler ancak belli ve sayılı birkaç harfte olur. Yalnız sika imamların tesbitlerinin dışında kalan şâzz rivayetle*re aldırış edilmez ve onlara karşı uyanık olmak gerekir. Fazlalığa misal: et-Tevbe sûresinde geçen âyeti şeklinde de okunmuştur ve her iki kıraat mutevatirdir. Her ikisi de resmî müshafın yazılışına muvafıktır [187] harfinin fazlalığı, mekkî mushafa, hazfi de diğerlerine muvafıktır.[188]
Eksiğe misal: el-Bakara sûresinde: âyeti sız olarak şeklinde de okunmuştur ki bu kıraat Şam mushafına muvafıktır [189]Arna yerine kelimelerinin eksiğiyle kıraati ile İbnu Abbas'ın kelimesinin fazlalığı ve kelimesinin yerine kelimesinin kullanılması şeklinde olan kıraati, âhâd rivayetlerden olup bu tür âhâd rivayetler Kur'andan sayıla*maz[190].Allah Teâlânın:[191] sözünde eklenen[192] sözünde eklenen [193] sözün*de eklenen âhâd olmada yukarıdaki iki kıraatlere benzeyip bunların hepsi tefsir ve açıklama kabilinden ilâve edilmişlerdir. İbnu Me-sud özel mushafında onları yazmış olsa bile onları yedi harf arasında say*manın yolu yoktur.[194]
Yedincisi: Meftuh okuma ve imâle, terkîk ve tafhîm, hemz ve teshil, muzaraat harfinin meksûr okunması, bazı harflerin kalbi, müzekker mim*lerinin işbaı, bazı harekelerde işmam gibi lehçe ihtilaflarıdır. Misâller:[195][196]sözlerin*de geçen kelimeleri kesreye imâle edile*rek okunmuştur. Yine kelimelerinde «re» harfinin ince okunması ve kelimelerinde «iâm» harfinin ka*lın sesle kıraati mevcuttur.
[197] sözünde hemzenin terki ve harekesjnin, ikinci keli*mesinin başından.birinci kelimenin başına nakiedilmesi ki bu, hemzenin teshili olarak isimlendirilir.
B âyetinde geçen bütün fiil*lerde muzaraat harfinin meksur okunması.
Huzeyl kabilesinin kelimelerindeki harfinin harfine kalbederek şeklinde okumaları ve sözlerinin ve Şeklinde çern'i müzeker mimlerinin işba' iie-okünmasi.
Allah Teâlanın sözünde esre ile birlikte harfi*nin ötresinin işmamı ile okunması.
Gerçekten bu son vecih yedi vechin en önemlilerindendir. Çünkü Kur'-an'm yedi harf üzere indirilişinin en büyük hikmetini bu vecih ibraz etmek*tedir. Çeşitli kabilelerden meydana gelen ve böylece çeşitli lehçelere sa*hip oian, bazı lafızları çeşitli şekillerde telaffuz eden bu ümmete kolaylık sağlanmıştır. İsîâmı kabul eden kabilelerin çeşitli lehçeleri ve fonetikleri gözetllmeliydi. Ama lugatlarının gözetilmesi gerekmezdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bütün Arap İugaîlarını temsil eden Kureyş lugatına sokulabilenler-den dilediğini almıştır. [198] Bazı âlimler bazı kabilelerin lugatlarının Kur1-anda kullanıldığını İsrar ederek ileri sürüyorlarsa da onları destekleyen ne nakil ve ne de aklî bir delil vardır.Araplar, Kureyş lehçesini seçip onu müşterek edebi dil olarak kullan*maya başlayınca, ondan etkilendikleri gibi onu da etkilediler. Bütün diller için sözkonusu olan etkilenme ve etkileme kanunu Kureyş İehçesi için de elbette geçerli olacaktır.Dili, insanlığın bir vakıası olarak ele alınca bu kanun hemen hemen bütün diller için geçerlidir.[199]Lâkin Kureyş lehçesi bütün kabilelerin itiraf ve kabulü ile bütün leh*çeler içerisinde en genişi, uslüp yönüyle en ilerisi, zengini ve çeşitli söz sa*natlarında en ilerisi, en güzeli ve en güçlüsüdür. [200] Yazı, telif, şiir ve hi*tabette sadece bu lehçe kullanılmıştır. Öyle ki Kureyşli olmayan şair, kendi lehçesinin özelliklerinden sakınıyor ve kelime yapısı ve cümlenin kuruluşu hususunda kendi lehçesinin özel nitelikleri varsa ondan uzak kalmaya gayret ediyor, halkın kendisine ısındığı ve çevresinde toplandığı lehçeyi tercih ediyordu[201]O halde İslâm -doğduğu sıralarda- ideal ve Arabların üst tabakasında seçilip kullanılmaya layık bir dil ile karşılaştı. Kur'anını o ideal ve seçilmiş apaçık Arab diliyle indirerek bu birliğin şumûiunu genişletti ve ona güç kattı. Ancak İsîâmın doğuşu anında karşılaşmış olduğu ve Kur'anin inişin*den sonra ona güç verdiği bu dil birliği, isiâmdan önceki lehçelerin mevcu*diyetini ve ondan sonraki devamları vakıasını ortadan kaldırmadı. Elbette, ki Arapların hepsi kendi bölgelerine dönerken bu ideal ve birleştirici leh*çeyi kullanmıyor ve kendi özel lehçelerini kullanıyorlardı. İfadelerine lehçe*lerinin özellikleri hakimdi. Kendi fonetikleriyle konuşuyorlardı. [202] İbnu Hişam şöyle demektedir: «Arablar birbirlerine birbirlerinin şiirlerini oku*yorlardı. Her biri üzerinde yaratıldığı seciyesi üzere söz söylerdi. Bazı be*yitler hakkında rivayetlerin çokluğu bundandır.[203]
İnkâr edilmesi imkânsız bu vakıanın yanında Kur'an-ı Kerim, yedi harfi iie avam tabakasına kolaylık göstererek onları, dillerinin kolaylıkla dön*mediği [204] bir lehçe ile konuşmaya zoılamayıp kıraatlerde çerçeveyi ge*niş tuttuğu halde dil birliğini yerleştirmek için Arap seçkin ve edebiyatçı*larına meydan okuyarak benzerini yahut bir âyetine benzer getirmelerini is*tiyordu. İbn'ul-Cezerî buna dikkat çekerek şöyle demektedir. «Kur'an'ın yedi harf üzere indiriimes'i bu ümmete verilen değerden dolayı'ona kolay*lık sağlamak içindir. Ona şefkat ve merhametten dolayıdır. Yaratıkların en fazüetlisi ve Hakk'ın sevgilisi Peygamberinin dileğini yerine getirmek içindir» Bu anlattıklarsın da şu sözleriyle açıklar: «Çünkü Peygamberler öze! ka*vimlere gönderiliyorlardı. Peygamber (s.a.v.) ise bütün insanlığa: Kızılına, Siyahına, Arabına, Acemine gönderilmiştir. Kur'on'ın dilleriyle İndiği Arab-
ların şive ve lehçeleri değişikti. Birinin, diğerinin şivesiyle konuşması ve onun lehçesini kullanması, bir harften başka harfe geçiş yapması güçtü. Hatta eğitimle bile bunu beceremiyecekier vardt.[205]
Bu son vechin -lehçe farklılıklarının- öneminin büyüklüğü, bazı âlimle*rin yedi harfi lehçe farklılıklarına hasretmelerine sebep olurken bazıları da buna rağmen ona hiç yer vermemişlerdir. Çünkü -İbnu Kuteybe'nin izahına göre- bu ihtilaf lafız ve manada çeşitlilik arzeden ihtilaftan değildir. Çün*kü sözün söylenmesiyle ilgili bu farklı nitelikler, onu aynı söz olma vasfın*dan çıkarmaz.»[206]
Her iki görüşte de aşırılık vardır. Yukarıdaki altı vechin' önemini de inkâr edemeyiz ve yedinci vecihle yetinip onları bir tarafa atamayız. Ayrıca bazı seslerin söylenmesinde lehçeler arasında farklılığın sahabe arasın*da bulunduğu ve bunun, dillerde dolaşan en çetin farklılıklardan biri oldu*ğu bir vakıadır. Onun için bunu görmemezlikten gelip diğer vecjhlerle de yetinemeyiz. Öyle bir görüş olmalı ki, farklılıkların hepsini içine alsın. Geç*mişlerin saydıkları görüşler tek tek bu farklılıkların hepsini içine almadık-ian için yedi harfi sayarken onlardan hiçbirini almadik. Ne ez-Zerkönî:nin «Menchilü'l-lrfan'da İbnu Kuteybe, Ebu'l-Hayr b. ei-Cezerî, el-Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakıllânî'nin [207] görüşlerine tercih ettiği Ebu'l FazI er-Râz'înin [208] görüşünü aldık ve ne de ismi geçenlerden herhangi biri*nin görüşünü benimsedik. Çünkü er-Râzî kitabında misalinde gördüğümüz harflerin değişmesi vechine hiç dokun-mamıştır. Oysa bu vechi, diğer vecihlerin hiçbirinin kapsamında mütalaa edemeyiz. Ayrıca fiillerin mazi, muzarî ve emir çekimlerini başlı başına özel bir vecih olarak İleri sürmüştür. HalbuKi bu, İrab farklılıklarını temsil eden vechin kapsamına girmektedir. Geri kalan üç kişiye gelinee, içlerinde na*zari olarak müdafaa eden bulunsa bile pratik olarak lehçe farklılıkları ve-cihini hesaba katmamış olmaları, görüşlerini benimsemememiz için yeter*lidir. .
Saydığımız yedi vecih, Kur'anın edasında bütün farklılıkları içine aldık*larını söylerken bu yedi veohin tek kelimede bulunması gerektiğini kasdet-miyoruz. Her kelimede iki veya daha fazla vecih bulunabileceği gibi sade-ce tek vecih de bulunabilir. Bizim söylemek istediğimiz, bu yedi vechin, sözkonusu olabilecek farklılıkların hepsini İçine aldıklarıdır.[209]
Farklı yönleri yedi vecihte hasredebilmişsek, önceki âlimlerin görüş*lerini bir araya getirip bir değerlendirmeye tabi tuttuktan sonra kendiliğin*den böyle bir sonuçla karşılaşmışız. Yaşadıkları bir dönemde Kur'an-ı Ke-rim'in yedi harf üzere aralarına indiği Sahabe-i Kirama gelince o zaman onların çoğu okuma-yazma bilmezdi. Yedi harften maksadın sınırlarını çiz*me imkânları yoktu. Onlar biliyorlardı ki, Kur'anın tüm kelimelerinde farklı vecihler yediden fazla değildir. Pratikte ise, Rasulüllah'ın kendilerinden kabul ettiği farklı kıraatlerinde de bu yedi vecih mevcuttur. Biz ise, ancak inceleme ve araştırma: farkiilıkları ard arda sıralama neticesinde Kur'an'-:r. yedi harfinin ne olduğu sonucuna varıyoruz. [210]
Çeşitli yollardan rivayet edilen sahih hadislerde Rasûlüllah (s.a.v.) in, Kur'an'in yedi harf üzere indiğini belirten ifadelerine şahit oluyoruz. Bu ha*dislerin en açık olanı, Buharı ve Müslim tarafından rivayet edilen ve lafzı Buhârî'ye ait olan şu hadistir: Ömer b. Hattab (r.a) dedi ki: «Rasölüllaft {s.a.v.) henüz hayatta iken Hîşam b. Hakim'in el- Furkan sûresini okudu*ğunu duydum. Kıraetine kulak verdim, baktım ki, Rasûlüllah (s.a.v.) in bana okutmadığı bir çok harf üzere onu okuyor. Namazdayken neredeyse yaka*sına yapışacaktım. Ama seiâm verinceye kadar onu bekledim. Sonra yaka*sına yapıştım ve: Bu sûreyi sana kim okuttu? dedim. Rasûlüllah okuttu, deyince, yalan söylüyorsun. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlüllah (s.a.v.) okuduğun sûreyi bana okuttu» dedim ve onu sürükleyip Rasülüilah {s.a.v.) e götürdüm, Ya Rasûi
Görünüyor ki Kur'an'in yedi harf üzere nuzûlü hadisi, sahabeden sayı*lamayacak kadar büyük bir topluluk tarafından rivayet edilmiştir. Hafız Ebu Ya'lâ'nın müsnedinde [141] Hz. Osman (r.a.) in bir gün minberden şöyle de*diği rivayet edilir: Allah hakkı için, sizden kim Rasûlüllah (s.a.v.) in: «Muhak*kak ki Kur'an-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir ve her biri şöfi ve kâfi*dir.» dediğini hatırlıyor? Hz. Osman kalktığında, bu hadisi hatırladıklarını söyleyenler de ayağa kalktı. Sayılamıyacak kadar çoktular. [142]
Sayılmayacak kadar çok olan bu topluluğun bu konuda aynı şeyi söylemeleri, bazı âlimlerin bu hadisin mütevatir olduğunu söylemelerine sebep olmuştur, Bunu ileri sürenlerin başında Ebu Ubeyd el-Kasm b. Sel-lâm gelmektedir. Rivayet, sonraki nesillerde tevatür derecesine yükseleme-misse de, Rasûlüllah (s.a.v.) in ifade buyurduğu bu dinî hakikati pekişti*ren zikrettiğimiz hadislerin sıhhati bizim için yeterlidir. [143]
Âlimlerin cumhuru, Osmanî mushafların, mevcut hattının muhtemel okunuşlanyla yedi harfi ihtiva ettiklerine meyletmektedir. [144] Kadı Ebu-Bekr b. et-Tayyib el-BakıIlânî bu görüşü benimsemiş ve şöyle demiştir: «Sahih o ki, bu yedi harf Rasûlüllah (s.a.v.) den zuhur edip yayıimiş âlim*ler onu zapteîmiş ve Hz. Osman ile sahabe de onu mushafta tesbiî ederek sıhhatini haber vermişler ve ondan mütevatir olarak sabit olmayanı da atmışlardır.»[145]
Hadiste geçen «harf» kelimesi birkaç manaya gelmektedir: Kıraat ma*nasında kullnılabilir. İbnu'l-Cezerînin şu sözünde olduğu gibi: Şam, İbnu Âmir'in kıraati üzere okuyordu.» Mana ve cihet ifade edebilir. Nitekim Ebu Cafer Muhammed b. Sa'dân en-Nahvi [146] böyle de*mektedir. Lâkin «harfler»den maksadın kiraetier olduğu, -Halil b. Ahmed'-Ğen de rivayet edildiği gibi- kavillerin en zayıfıdır. [147] Özellikle kişi, bu*nun yedi kiraet (kıraet-i sab'a) olduğunu sanıyorsa. [148] Hadiste geçen (harfler) kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda âlimlerin İhti*lafa düşmeleri, indirilenin hakikati hakkında değişik bir çok kavillerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bazıları bu kavillerin otuzbeş vecih [149] oldu*ğunu söylerken bazıları da bu sayıyı kırka ulaştırmıştır. [150] Ancak bun*ların çoğunu destekleyen ne sahih bir nakil ve ne de sağlıklı bir mantık vardır. Burada hatanın kaynağı, bundan maksadın ne olduğunun kesin ola*rak tesbit edilmesi gayretidir. Oysa -İbnu'l-Arabî'nin de belirtiği gibi- bunun ne manaya geldiği hususunda ne nass ve ne de eser vardır ve insanlar onu tayinde ihtilâfa düşmüşlerdir. [151]
Âlimlerin şu soruyu sormaları-kaçınılmazdı: Sayı, şu yedi harfe mün*hasır mıdır, yoksa bundan maksat okuyucu için bir kolaylık ve genişlik mi*dir? Burdda hasrı uzak görenler, -daha önce de belirttiğimiz gibi- tevatür derecesine ulaşan nasslardan kaçınmada aşın gitmekteler. Kaldı ki nass-ların «yedi» sayısını çokça zikretmeleri, «yedi» sayısının kastedilmediğini akıl dışı bırakmaktadır. Özellikle hadis, direkt olarak vahyi ve nüzulünü ko*nu ediniyorsa. Bu gibi durumlarda Rasûlüllah (s.a.v.) haberi kapalı oiarak anlatmaz ve mefhumu olmayan bir sayı zikretmez. Sahabe âlimleri, İtikat-ia ilgili olan bir hususta böyle bir şey nakletmemişlerdir.
Ama hadislere aldırış etmeyen ve onları terketmede yahut onları za*hirlerinden başka manada kullanmakta işi aceleye getirenler şu görüşü ile*ri sürdüler: «yediden maksat, sayının kendisi değildir. Ondan maksat, ko-taylık ve genişliktir. Yedi lafzı, onluk sayılarda yetmiş, yüzlük sayılarda ye-diyüz olup çokluk ifade ettiği gibi kusurlu sayılarda da yedi lafzı çokluk ifade eder. Bu gibi sayılarda sayının kendisi kastedilmez.» [152] Böyle bir görüşün Kadı lyâz'a [153] nisbeî edilmesi gariptir. O Kadı lyâz kî, hiçbir şeyi sahih rivayette tercih etmez. Lakin es-Suyûtî bu görüşü nassiara da*yanarak güçlü bir şekilde reddetmektedir. [154]
O halde burada «yedi» lafzından maksat, çokluk değildir. Aksine, âlim*lerin çoğunun anladığı şekliyle hasr ifade etmektedir. Bu sebepledir ki, bu belli sayıyı araştırıp bulmaya büyük önem vermişlerdir. -İbnu Hibban'ın [155] dediği gibi- «Çoğunluk bunun yedide münhasır olduğu görüşünde*dir.» [156] Ancak bu gayretlerin pek çoğu, yedi harften maksadın kıraetler olduğu görüşünü ileri sürenlerin bu iddialarında olduğu gibi isabetsizdir. Bu harfleri bazı lehçe ve lugatlara hamledenlerin görüşü de iki mefhum ara*sında hassas bir farklılığa rağmen zayıflıkta bu görüşe yakın sayıhr. Leh*çelere âlimlerden [157] bazısına göre lafız ve manada farklılık arzeden ihtilaflardan değildir. Çünkü izhar ve İdgam, revm ve işmam, tahfif ve tes-hîl, nakl ve ibda! tek lafzın söylenişinde değişiklik arzeden sıfatlardandır. Bunların farklı oluşu, lafzı, tek lafız olmaktan çıkarmaz. Lâkin -bununla bir*likte- bundan dolayı bu görüşü zayıf görmüyoruz. Çünkü tek lafzın söylen*mesinde sıfatların değişik olması onu birden fazla lafiz kılabilir. Onu, me-seleyi sırf buna hasretmesinden dolayı zayıf karşılıyoruz. Çünkü ileride de göreceğimiz gibi başka öyle ihtilaf vecihleri tesbit edilmiştir ki lehçelerle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Lehçe farklıklarında, tek lafızın ifadesinde sıfat farklılıklarından baş*ka bir şey bulmuyorsak lügatlerin farklılığında, bir konuda,bir lafızla diğeri arasında bazen ayrılıklar görüyoruz. Şayet bu çeşit farklılıktan muhtelif Arab lügatlerini ne fazla ve ne eksik yedi sayısına hasredebilseydik ve zor*lanmadan; tereddüdsüz bu husus kabul görseydi, bu sonuçsuz tartışma*ya ihtiyaç kalmadan bu yedi lügatin yedi harf olduğunu hemen söylerdik. Lâkin ister Arab lügatlerini Kureyş'in Huzeyl, Temîm, Ezd, Rabia, Hevazîn ve Sa'd b. Bekr [158] lugatları olduğunu, ister özellikle Mudar kabilelerinin lugatlan olan Hüzeyl, Kinane, Kays, Dabbe, Teymu'r Rabab, Esd b. Huzay-me ve Kureyş [159] lugatları olduğunu söyleyelim. Bunun da bir zorlama olduğu basiret sahipleri nezdinde gizlenemeyecek kadar açıktır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de her iki görüşün dışında kalan başka kabilelerin lugatları da mevcut oiup bunlar Kureyş lugatıyla temsil edilmektedir. Ebu Bekr ei-Vâsıtî[160] «ei-İrşad fi'!-Kıraeti'l Aşr» isimli kitabında kullanılan lügatlerin sayısını ksrka ulaştırır. kelimesi Azire iugatında rnana-sındadır. kelimesi Gassan lugatindan olup manasm-dadır. keiimesi iehm lugatından olup manasınadır. kelimesi Yemame lugatından olup manasınadır. kelimesi Has'am lugatsndan olup manasınadır. kelimesiCürhüm lehçesinde manasınadır. [161] İbnu Abdi'l Berr, [162] yedi harfin yedi lehçe manasında kullanılmış olmasını uzak görür. «Çünkü böy*le olmuş olsaydı henüz başlangıçta müslümanlann bir kısmı diğerlerinin lehçesine karşı çıkmazdı. Çünkü o lehçe, üzerinde yaratıldığı bir lehçedir. Yine Ömer b. el-Hattab ve Hişâm b. Hakîm'in her ikisi Kureyşlidir. Ama ki-raetleri biribirinden farklıdır. Ömer'in, Hişamın lehçesini reddetmesi mu*haldir.» [163] İbnu Abdi'l-Bsrr, yedi sayısıyla çokluk kastedildiğini de,savu*nur. Ancak böyle bir makamda sayının mutlaka bir mefhumunun olması gerektiğini ifade ederek bu görüşün za'fiyetini açıklamıştık.
Yukarıda naklettiğimiz bu görüşler zayıf olmalarına rağmen âlim*lerin, yedi harfi açıklama sadedinde onları zikretmelerini garipsemiyoruz. Ama bazı âlimlerin hiç bir delile dayanmaksızın kimsenin ileri sürmediği ve kendilerince yedi harf hadisini derin ve bâtını bir tefsirle tefsir et*tiklerini sandıklan asılsız mefhumlara meyletmelerini yalnız garipsemekle kalmıyor, aksine onları şiddetle reddediyoruz. Bu iddialardan biri, bununla yedi ilmin kastedildiğidir: «İnşâ ve Icad ilmi, tevhid ve tenzih ilmi, zat sıfat*lan ilmi ile fiilî sıfatlar ilmi, affetme ve azablandırrna sıfatları ilmi, haşir ve hesap ilmi, ve gaybi haberler ilmi» [164] Bu neviden diğer bir iddia yedi harfle şu yedi şeyin kastedildiğidir. «Mutlak vs Mukayyed, âmrn ve hâss nass ve müevvel, nâsih ve mehsuh, müsmel ve müfesser, istisna ve kasem*ler» [165]
Bazıları cüretkârlığında o kadar İleri gittiler ki, yedi harf meselesinde bâ*tıl görüşlerine zayıf bir hadisi delil getirdi. İbnu Mesud'un rivayetiyle Pey*gambere ulaştırılan bu hadiste şöyle denilmektedir: «İlk kitab bir kapıdan ve bir vecih üzere inmiştir. Kur'an-ı Kerim ise yedi kapıdan ve yedi harf üzere inmiştir. Bu yedi harf şunlardır: Yasaklayan, emreden, helâf, haram, muhkem, müteşabih ve darb-i mesel. Helâlini helal ve haramını haram ka*bul edin. Darb-ı Mesellerinden ibret alın. Müteşabihlerine inanın ve deyin ki: «Ona inandık hepsi Rabbımızsn katındandir.» [166] îbnu Abdi'l-Berr bu hadisle ilgili olarak şöyle demektedir: «Bu hadis, ilim ehlinin yanında sabit değildir ve zayıf olduğuna ilim ehli icma etmiştir. [167]
Bütün bunlar, bazı müfesslr imamların iyi niyyetle ortaya attıkları gö*rüşlerdir. Fakat böylece müsteşriklerin ve müminlerden İmanı zayıf oianla-nn şüphelerine kapıyı ardına kadar açmışlardır. İşte asıl problem ve tehli*ke buradadır. Bu problem, bu âlimlerin yedi harfi şu manaya hasretmeleri problemidir..«Yedi harften maksat çeşitli lafızlarla aynı mananın yedi vecîh-le ifade edilmesidir: vebenzeri kelimelerde olduğu gibi.» [168] et-Taberî'nin tefsirindeki sözlerinin zahiri bunu ifade etmektedir. O, aieyhksselatu vesselamın Hattab oğluna söylediği şu sözleri delil getirir: «Ya Ömer, rahmeti azab ve azabı rahmet yapmadıkça Kur'anın .hepsi doğrudur.[169] Elbette müsteşrikler bunu kendilerine dayanak yapacak ve «manasıyla okuma» nazariyesini ileri sü*receklerdir. Hiç şüphesiz bu, İslâmi hayatta en tehlikeli nazariyedir. Çünkü.bu nazariye Kur'an nassını, her şahsın hevasına teslim etmiş, herkes dile*diği şekilde nassı tesbit etmiştir.[170]
Böyiece hakîki nasslar manalarından başka manalara hamledilmiştir. Burada nazariye hadisin mana ile rivayetinde olduğu gibi hakiki manasıyla «mana ile kıraat» [171] olarak isimlendiriiemez. Çünkü «Kur'an ve ksraetier bıribirinden farklı iki hakikattir. Kur'an, beyan ve i'caz için Muhammed (s.a.v.) e indirilen vahiydir. Kıraetler ise, harflerin yazılışında yahut şeddeli, şeddesiz ve başka hususlarda harflerin keyfiyetîyİe ilgili farklı lafızlardır.» [172] Şayet aleyhisselatu vesselam başlangıçta m üs I umanlara meydanı ge*niş tutarak ihtiyar ve yaşlılara kolaylık göstermiş [173] ve lehçeleri dışında bir lehçeyle Kur'an okumaları onlara ağır geleceğinden kendi lehçeteriyle okumalarına izin vermişse, bu-, kıraetleri devamlı sabit kılmalarına, ve Kur'a-nın üzerinde indiği lehçeler olarak yazılmalarına izin verdiği anlamına gel*mez.
O halde Rasülülîah (s.a.v.} in bu nevi kiraetlerde çerçeveyi genişletme*si, özel bazı durumlarda bazı fertler için kolaylık göstermekten başka bir şey değildir. Rasûlüllahın isbatı ve vahiy kâtiplerinin tesbiti ile bu gibi du*rumlarda izin verilen hususlar sayılı kelimelerde olup tevatür yoluyla bize gelmiştir. Tevatür yoluyla gelmeyenler sahih âhâd rivayetlerle gelse bile reddedilir. Çünkü bir şeyin Kur'an olduğunu isbatlamak için tevatür kaçı*nılmaz bir şarttır. [174] Bu ferdî durumları yedi harf üzere genelleştirmek ve manayla okumanın yedi harfe girdiğini söylemek, hadisi yanlış anlamak olur.
Yukarıdaki görüşlerin hiçbiriyle yetinmek doğru olmayacağına göre, onlardan mümkün olanları almanın doğru olacağı kanaatına vardık. Nakil ve akla ters düşmeyen de budur. Belki.de görüşlerin en doğrusu ve ifrat ile tefritten uzak olanı budur. Bu yedi harften maksat -Allahu a'lem- bu ümmet için kolaylık gösterilen yedi vecihtir. Okuyucu bu yedi vecihîen hangisiyle okursa isabet etmiş olur. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyururken
neredeyse bunu açıkça ifade etmiştir
Cebrail bir harf üzere bana okuttu: Ona mü*racaat ettim ve tekrar tekrar müracaatımı yeniledim. Nihayet yedi harfe ulaştı.» [175]
Bir Kur'an lafzı ne kadar değişik şekillerde edâ edilir ve okunursa, bu değişik şekiller aşağıdaki şu yedi vechin dışına çıkmaz:
Birincisi: İster mana değişsin, ister değişmesin irab vecihlerindeki fark*lılıklardır. Mananın değişmesine misal, Allah Teâlânın şu sözüdür[176] bu sözler şu şekilde de okunmuştur:[177]«ri"rs (kelimesinin nasbi) Mananın değişmediğine misal [178] (kelimesinin reî'i şeklinde de okunmuştur.
İkincisi: Harflerde otan farklılıktır. Bunda ya mana değişir ama suret değişmez. Ki bazen bu, nokta farklılığıyla ifade edilir [179] misallerinde olduğu gibi. Ya da suret değişir ama mana değişmez. ve[180]misallerinde olduğu gibi.
Mushafiarda, kelimenin kök harflerinden olan yerine harfi yazılmıştır. Böylece sâd ile okuma mushaf yazısının hakikatına uygun düşmüş ve sîn kıraeti de mushafın takdiri yazısına uygun düşmüştür.
Üçüncüsü: İsimlerin ifrad, tesniye ve cem'i ile müzekkerlik ve müen-nesliğindeki farklılıktır.[181] Meselâ:[182] âyetinde geçen kelimesi mufred oiarak şeklinde de okun*muştur. Malumdur ki bu kelime sâkîn elifi ihtiva etmediği için Hz. Osman mushaflarında şeklinde yazılmıştır. Her iki vecih de (cem' olarakokunması veya «ınüfred» olarak okunması) aynı manayı vermektedir. Çün*kü kelimeyi müfred okuduğumuz zaman cins kasdedilmiş olur ki, cins isimde çokluk manasi mevcutur. Cem'de de fertleri ihtiva etme sözkonusu-dur ki, fertlerin, kapsamın içine alınmasında cinsiyet manası mevcuttur. (emanet) in gözetilmesi (emanetler) in gözetilmesi gibidir. Her İki durumda da kül ve cüzler kelimelerin kapsamına girmekte*dir. Bir sebepten doiayı da aynı âyette keilimesi her iki kıraet ve ve cihte müfred olarak gelmiştir. Ne: şeklin*de ve ne de şeklinde okunmuştur.
Yine kelimesi Allah Teâlânm: sözünde cins ifade etmesi için bir harfte (vecihte) kasden müzekker olarak okunmuş, fiilî maziye bina edilerek müzekker kılınmış ve şeklinde okun*muştur.
Bir vecihte de cem' manasını ifade etsin diye kasden müennes kılın*mış ve muzarî sığasına sokularak tahfif için «tâ» harflerinden biri atıldık*tan sonra şeklinde okunmuştur. Çünkü aslı: dir.[183]
Dördüncüsü: Bir kelimenin yerine başka bir kelimenin kullanılmasıdır. Bu kelimeler genellikle eş anlamlı olup değişik kabilelerde farklı şekiller*de kullanılmaktadır. Nitekim[184] şeklinde de okunmuştur. Yahut mahreçleri biribirine çok yakın kelimelerin biri-bir!erinin yerine okunması şeklindeki ihtilaftır. Lafız yönüyle biribirleriyle çok yakın olmaları mana yönüyle de yakınlıklarını iş'ar etmektedir. Misâl: şeklinde de okunmuştur.
Gerçekten harfi ile harfinin, mahrecinin bir olduğuna djkkat edilmelidir. Bu harfler kardeştir ve boğazın belli bir yerinden yan yana çıkmaktadır. İbnu yerine şeklindeki kıraati ise şâzzdır. Çünkü öhâd rivayetlerdendir. Bu sahabînin bu şekildeki kıraetinin tefsir kabilinden bir idrâc olduğu kesindir.
Beşincisi: Genel olarak Arap dilinde yahut ezel ifade şekli içerisinde takdimi ve te'hiri bilinen takdim ve te'hir ihtilafıdır. Allah'ın, kendisi yolun*da savaşarak cennet karşılığında Allah'ın kendilerinden can ve mallarını satın aldığt mü'minlerle ilgili sözünde geçen ke-iimeîeri şeklinde de okunmuştur. Birinci vecih kı-raette müminlerin düşmanları öldürmek için vakit geçirmeksizin hemen har rekete geçtiği ifade edilmekte, ikinci vecih kıraette İse, belki Allah onları şehid düşürür diye büyük bir umutla savaş alanına atıldıkları ifade edil*mektedir: Onun için takdim ve te'hir ile ifade kalıbı değişmiş olsa büe her iki vechîn neticesi birdir ve herhanai bir değişikliğe uğramamaktadır.
Ebu Bekir'in[185] yerine şeklindeki kıraatine gelince, bu, tevatür derecesine ulaşama*mış âhâd bir rivayettir. Sahabe icmaina ters düştüğü için şâzzdır [186] İn*san bazen yanılır yahut dili sürçer. Farkına varmadan bir kelimeyi diğeri*nin yerine kullanır. Şayet Ebu Bekir'den yapılan bu rivayet doğru ise, o da bu duruma düşmüştür.
Altıncısı: Arapların âdeti olduğu üzere cer ve atıf harflerinin bazen hazfi ve bazen de isbatı gibi cüz'i ilâve ve eksiklikler şeklindeki farklılık*tır.
Onun için bu nevi fazlalık ve eksiklikler ancak belli ve sayılı birkaç harfte olur. Yalnız sika imamların tesbitlerinin dışında kalan şâzz rivayetle*re aldırış edilmez ve onlara karşı uyanık olmak gerekir. Fazlalığa misal: et-Tevbe sûresinde geçen âyeti şeklinde de okunmuştur ve her iki kıraat mutevatirdir. Her ikisi de resmî müshafın yazılışına muvafıktır [187] harfinin fazlalığı, mekkî mushafa, hazfi de diğerlerine muvafıktır.[188]
Eksiğe misal: el-Bakara sûresinde: âyeti sız olarak şeklinde de okunmuştur ki bu kıraat Şam mushafına muvafıktır [189]Arna yerine kelimelerinin eksiğiyle kıraati ile İbnu Abbas'ın kelimesinin fazlalığı ve kelimesinin yerine kelimesinin kullanılması şeklinde olan kıraati, âhâd rivayetlerden olup bu tür âhâd rivayetler Kur'andan sayıla*maz[190].Allah Teâlânın:[191] sözünde eklenen[192] sözünde eklenen [193] sözün*de eklenen âhâd olmada yukarıdaki iki kıraatlere benzeyip bunların hepsi tefsir ve açıklama kabilinden ilâve edilmişlerdir. İbnu Me-sud özel mushafında onları yazmış olsa bile onları yedi harf arasında say*manın yolu yoktur.[194]
Yedincisi: Meftuh okuma ve imâle, terkîk ve tafhîm, hemz ve teshil, muzaraat harfinin meksûr okunması, bazı harflerin kalbi, müzekker mim*lerinin işbaı, bazı harekelerde işmam gibi lehçe ihtilaflarıdır. Misâller:[195][196]sözlerin*de geçen kelimeleri kesreye imâle edile*rek okunmuştur. Yine kelimelerinde «re» harfinin ince okunması ve kelimelerinde «iâm» harfinin ka*lın sesle kıraati mevcuttur.
[197] sözünde hemzenin terki ve harekesjnin, ikinci keli*mesinin başından.birinci kelimenin başına nakiedilmesi ki bu, hemzenin teshili olarak isimlendirilir.
B âyetinde geçen bütün fiil*lerde muzaraat harfinin meksur okunması.
Huzeyl kabilesinin kelimelerindeki harfinin harfine kalbederek şeklinde okumaları ve sözlerinin ve Şeklinde çern'i müzeker mimlerinin işba' iie-okünmasi.
Allah Teâlanın sözünde esre ile birlikte harfi*nin ötresinin işmamı ile okunması.
Gerçekten bu son vecih yedi vechin en önemlilerindendir. Çünkü Kur'-an'm yedi harf üzere indirilişinin en büyük hikmetini bu vecih ibraz etmek*tedir. Çeşitli kabilelerden meydana gelen ve böylece çeşitli lehçelere sa*hip oian, bazı lafızları çeşitli şekillerde telaffuz eden bu ümmete kolaylık sağlanmıştır. İsîâmı kabul eden kabilelerin çeşitli lehçeleri ve fonetikleri gözetllmeliydi. Ama lugatlarının gözetilmesi gerekmezdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bütün Arap İugaîlarını temsil eden Kureyş lugatına sokulabilenler-den dilediğini almıştır. [198] Bazı âlimler bazı kabilelerin lugatlarının Kur1-anda kullanıldığını İsrar ederek ileri sürüyorlarsa da onları destekleyen ne nakil ve ne de aklî bir delil vardır.Araplar, Kureyş lehçesini seçip onu müşterek edebi dil olarak kullan*maya başlayınca, ondan etkilendikleri gibi onu da etkilediler. Bütün diller için sözkonusu olan etkilenme ve etkileme kanunu Kureyş İehçesi için de elbette geçerli olacaktır.Dili, insanlığın bir vakıası olarak ele alınca bu kanun hemen hemen bütün diller için geçerlidir.[199]Lâkin Kureyş lehçesi bütün kabilelerin itiraf ve kabulü ile bütün leh*çeler içerisinde en genişi, uslüp yönüyle en ilerisi, zengini ve çeşitli söz sa*natlarında en ilerisi, en güzeli ve en güçlüsüdür. [200] Yazı, telif, şiir ve hi*tabette sadece bu lehçe kullanılmıştır. Öyle ki Kureyşli olmayan şair, kendi lehçesinin özelliklerinden sakınıyor ve kelime yapısı ve cümlenin kuruluşu hususunda kendi lehçesinin özel nitelikleri varsa ondan uzak kalmaya gayret ediyor, halkın kendisine ısındığı ve çevresinde toplandığı lehçeyi tercih ediyordu[201]O halde İslâm -doğduğu sıralarda- ideal ve Arabların üst tabakasında seçilip kullanılmaya layık bir dil ile karşılaştı. Kur'anını o ideal ve seçilmiş apaçık Arab diliyle indirerek bu birliğin şumûiunu genişletti ve ona güç kattı. Ancak İsîâmın doğuşu anında karşılaşmış olduğu ve Kur'anin inişin*den sonra ona güç verdiği bu dil birliği, isiâmdan önceki lehçelerin mevcu*diyetini ve ondan sonraki devamları vakıasını ortadan kaldırmadı. Elbette, ki Arapların hepsi kendi bölgelerine dönerken bu ideal ve birleştirici leh*çeyi kullanmıyor ve kendi özel lehçelerini kullanıyorlardı. İfadelerine lehçe*lerinin özellikleri hakimdi. Kendi fonetikleriyle konuşuyorlardı. [202] İbnu Hişam şöyle demektedir: «Arablar birbirlerine birbirlerinin şiirlerini oku*yorlardı. Her biri üzerinde yaratıldığı seciyesi üzere söz söylerdi. Bazı be*yitler hakkında rivayetlerin çokluğu bundandır.[203]
İnkâr edilmesi imkânsız bu vakıanın yanında Kur'an-ı Kerim, yedi harfi iie avam tabakasına kolaylık göstererek onları, dillerinin kolaylıkla dön*mediği [204] bir lehçe ile konuşmaya zoılamayıp kıraatlerde çerçeveyi ge*niş tuttuğu halde dil birliğini yerleştirmek için Arap seçkin ve edebiyatçı*larına meydan okuyarak benzerini yahut bir âyetine benzer getirmelerini is*tiyordu. İbn'ul-Cezerî buna dikkat çekerek şöyle demektedir. «Kur'an'ın yedi harf üzere indiriimes'i bu ümmete verilen değerden dolayı'ona kolay*lık sağlamak içindir. Ona şefkat ve merhametten dolayıdır. Yaratıkların en fazüetlisi ve Hakk'ın sevgilisi Peygamberinin dileğini yerine getirmek içindir» Bu anlattıklarsın da şu sözleriyle açıklar: «Çünkü Peygamberler öze! ka*vimlere gönderiliyorlardı. Peygamber (s.a.v.) ise bütün insanlığa: Kızılına, Siyahına, Arabına, Acemine gönderilmiştir. Kur'on'ın dilleriyle İndiği Arab-
ların şive ve lehçeleri değişikti. Birinin, diğerinin şivesiyle konuşması ve onun lehçesini kullanması, bir harften başka harfe geçiş yapması güçtü. Hatta eğitimle bile bunu beceremiyecekier vardt.[205]
Bu son vechin -lehçe farklılıklarının- öneminin büyüklüğü, bazı âlimle*rin yedi harfi lehçe farklılıklarına hasretmelerine sebep olurken bazıları da buna rağmen ona hiç yer vermemişlerdir. Çünkü -İbnu Kuteybe'nin izahına göre- bu ihtilaf lafız ve manada çeşitlilik arzeden ihtilaftan değildir. Çün*kü sözün söylenmesiyle ilgili bu farklı nitelikler, onu aynı söz olma vasfın*dan çıkarmaz.»[206]
Her iki görüşte de aşırılık vardır. Yukarıdaki altı vechin' önemini de inkâr edemeyiz ve yedinci vecihle yetinip onları bir tarafa atamayız. Ayrıca bazı seslerin söylenmesinde lehçeler arasında farklılığın sahabe arasın*da bulunduğu ve bunun, dillerde dolaşan en çetin farklılıklardan biri oldu*ğu bir vakıadır. Onun için bunu görmemezlikten gelip diğer vecjhlerle de yetinemeyiz. Öyle bir görüş olmalı ki, farklılıkların hepsini içine alsın. Geç*mişlerin saydıkları görüşler tek tek bu farklılıkların hepsini içine almadık-ian için yedi harfi sayarken onlardan hiçbirini almadik. Ne ez-Zerkönî:nin «Menchilü'l-lrfan'da İbnu Kuteybe, Ebu'l-Hayr b. ei-Cezerî, el-Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakıllânî'nin [207] görüşlerine tercih ettiği Ebu'l FazI er-Râz'înin [208] görüşünü aldık ve ne de ismi geçenlerden herhangi biri*nin görüşünü benimsedik. Çünkü er-Râzî kitabında misalinde gördüğümüz harflerin değişmesi vechine hiç dokun-mamıştır. Oysa bu vechi, diğer vecihlerin hiçbirinin kapsamında mütalaa edemeyiz. Ayrıca fiillerin mazi, muzarî ve emir çekimlerini başlı başına özel bir vecih olarak İleri sürmüştür. HalbuKi bu, İrab farklılıklarını temsil eden vechin kapsamına girmektedir. Geri kalan üç kişiye gelinee, içlerinde na*zari olarak müdafaa eden bulunsa bile pratik olarak lehçe farklılıkları ve-cihini hesaba katmamış olmaları, görüşlerini benimsemememiz için yeter*lidir. .
Saydığımız yedi vecih, Kur'anın edasında bütün farklılıkları içine aldık*larını söylerken bu yedi veohin tek kelimede bulunması gerektiğini kasdet-miyoruz. Her kelimede iki veya daha fazla vecih bulunabileceği gibi sade-ce tek vecih de bulunabilir. Bizim söylemek istediğimiz, bu yedi vechin, sözkonusu olabilecek farklılıkların hepsini İçine aldıklarıdır.[209]
Farklı yönleri yedi vecihte hasredebilmişsek, önceki âlimlerin görüş*lerini bir araya getirip bir değerlendirmeye tabi tuttuktan sonra kendiliğin*den böyle bir sonuçla karşılaşmışız. Yaşadıkları bir dönemde Kur'an-ı Ke-rim'in yedi harf üzere aralarına indiği Sahabe-i Kirama gelince o zaman onların çoğu okuma-yazma bilmezdi. Yedi harften maksadın sınırlarını çiz*me imkânları yoktu. Onlar biliyorlardı ki, Kur'anın tüm kelimelerinde farklı vecihler yediden fazla değildir. Pratikte ise, Rasulüllah'ın kendilerinden kabul ettiği farklı kıraatlerinde de bu yedi vecih mevcuttur. Biz ise, ancak inceleme ve araştırma: farkiilıkları ard arda sıralama neticesinde Kur'an'-:r. yedi harfinin ne olduğu sonucuna varıyoruz. [210]