MURATS44
Özel Üye
Yeniçeri, (Osmanlı Türkçesi: يڭيچرى, Yeni asker) Osmanlı Devleti’nde askerî bir sınıftı. Kuruluşunu Orhan Gazi veya I. Murad dönemlerine dayandıran farklı görüşler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesi ile, Hıristiyan çocukların 8-18 yaşlarında alınarak yetiştirilmesi (devşirme) ile oluşturulmaya başlanan Yeniçeri Ocağı, Padişah’a bağlı Kapıkulu Ocakları’nın piyade kısmının büyük kısmını oluşturmaktaydı. Kapıkulu ocaklarının en itibarlısı olan Yeniçeri Ocağı savaşlarda padişahın bulunduğu merkez kolunda bulunur, savaş esnasında padişah onların arkasında ve ortasında at üzerinde dururdu. Sefere gidişlerde ve konaklarda yeniçeriler padişahın etrafında bulunup onu muhafaza ederlerdi. Yeniçeriler barış zamanında İstanbul’u korurlardı. Ayrıca devletin farklı bölgelerinde konumlanmış yeniçeri birlikleri de vardı.
17. yy’dan itibaren Müslümanlardan da Acemi Ocağı’na alım yapılmaya başlandı. Devletin ilk yüzyıllarında çok yararlı olan ve Türklerin Rumeliye yerleşmesinde etkili olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi. Yeniçeri Ocağı II. Mahmud tarafından 1826’da kaldırıldı. Yeniçeri Ocağı, dünyadaki modern anlamdaki ilk Daimi ordudur.
Kuruluş
Rivayete göre Orhan Gazi devşirme çocuklardan kurulu bir ordu kurduğu zaman Hacı Bektaş dergahına gelip yeni kuracağı yeniçeri ocağı için dua istemiştir. Dergahı ziyaret eden Orhan Gazi, orada bulunan pire, "Pir hazretleri, yeni kurduğum ocak için sizden hayır duası almaya geldim" diyerek, duasını istemiş Hacı Bektaş'taki Pir'de, elini çocuklardan birinin başına koyarak: "Bunların adı yeniçeri (yeni asker) olsun diyerek Cenabı Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun diye dua eder. O yüzden yeniçeri ocaklarına Ocak-ı Bektaş-î-yân , kendilerine Taifei Bektaş-î-yân, Güruh Bektaşiye, Zümre-i Bektaşiye gibi isimler vermişlerdir. Ancak erken dönem Osmanlı tarihçileri Aşıkpaşazade, Neşri, Kemal, Oruç ve anonim tarihler yeniçeri teşkilatının, I. Murat tarafından 1361 yılında Edirne 'nin fethini takiben kurulmuş olduğu konusunda hemfikirdirler. Yeniçerilerin kanun ve kaidelerini içeren Kavanin-i Yeniçeriyan da bu görüşü benimser.
Edirne'nin 1361 yılında fethinden sonra Rumeli'nde gerçekleşen fetihler sonucu savaş esirleri büyük artış göstermişti. Gazilerden Sultan için esir başına beşte bir pencik (penc-i yek) alınmaya başlandı. Genelde her türlü ganimeti askerin elinde bırakmak cömertlik sayılırdı. I. Murat, Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın arzı üzerine Gelibolu geçidinde Kara Rüstem'e pencik toplama yetkisi verdi. Pencik, her beş esirden biri yahut esir beş değilse değerinin beşte biri olarak toplanmaya başladı. Bu yenilik askerin hiç hoşuna gitmemiş ve bu uygulamadan kaçmak için esirleriyle Anadolu'ya başka yollardan geçmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Evrenos Gazi'ye, pencik'in sınırda toplanması için emir gönderildi ve dini niteliği göstermek üzere tahsil işi için de bir kadı atandı. Çandarlı, devlet elinde toplanan çok sayıda pencik oğlanlarından sultan kapısında yeni bir asker, yeniçeri yapma fikrini buldu. Oğlanlar Bursa civarında Türk köylerine gönderildi ve Türkçeyi öğrenip İslamlaşmaları sağlandı. Sonra bunlar bir kışlada toplanıp sultanın emrinde bir yoldaş ordu, yeniçeri ordusunu oluşturdular. Kökenleri ne olursa olsun, Türk dilini ve İslam dinini öğrenmek üzere Anadolu köylerine gönderilen bu devşirme çocukların sünni-alevi İslam'dan ziyade halk inançlarına eğilim gösterdikleri kuşkusuzdur.
Şu gerçek bilinmelidir ki, Osmanlı kuruluş yıllarında koyu sunni düşünceye sahip bir yapıda değildi. Orhan Gazi'nin, dervişlerin konaklamaları, namaz, semah gibi ibadetlerini yerine getirmeleri için inşa ettirdiği imaret ve tabhaneli zaviyeler'in yanı sıra onun Babai dervişi Geyikli Baba ile ilişkileri bu izlenimi desteklemektedir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osman Bey veya onun neslinden herhangi biriyle karşılaşacak kadar uzun yaşamamış olsa da Orhan Gazi'nin anne tarafından dedesi Osman Gazi'nin kayın pederi olan Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile birlikte Amasya'da yaşamış bir Vefai dervişi olan Baba İlyas'ın müridi olduğunu ve Edebali'nin de diğer müritler gibi Baba İlyas'ın yokluğunda Hacı Bektaş'a uyduğu bilinmektedir. Şeyh Edebali'nin kızını bilindiği üzere Osman Gazi ile evlendirmesi, Osman ocağı ile Hacı Bektaş arasındaki ilişki daha anlaşılır bir hale gelmektedir. Buna Edebali'nin yolculuk yapanlara hizmet veren bir misafirhaneye sahip Ahi şeyhi olduğu da eklenince, Osman Gazi'nin damadı olarak desteğini sağladığı Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile ilişkisi daha da önem kazanmaktadır. Bektaşilik, Hacı Bektaş ile çağdaş olup Kırşehir'de yaşayan Anadolu Ahiliğinin kurucusu sayılan Ahi Evren'in yakın ilişkileri sayesinde Anadolu Ahileri için çekim merkezi haline gelmişti. Ahilik icazeti verme yetkisine sahip derecede bir Ahi olan I. Murat, Hacı Bektaş tekke külliyesinin ilk anıtsal binası olan Meydan Evi'ni yaptırdıktan sonra yerleştirilen kitabede Melik kimliğinin yanı sıra Ahi kimliğini de kullanmıştır. Abdal Musa, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal gibi, öğretilerini benimsemiş ozan ve düşünürler sayesinde Hacı Bektaş, uç beyleri ve onlara bağlı reaya arasında giderek artan bir saygınlığa sahipti. Hacı Bektaş'ın Makâlât'ında, öğretileri bir savaşçı sınıfın ihtiyaç duyduğu şekilde şehitlik kavramını yüceltiyor ve İslamı kolay anlaşılır hale getirerek Hıristiyan doğmuş çocukların Müslümanlaştırılması sorunu için mükemmel bir cevap teşkil ediyordu. Muharebe esnasında gelecek fiziksel ölüm, onları müşahade, yani dört kapı kırk makam'ı olan yolun son aşamasına ulaştırıyor, şehitleri peygamberlerden daha ileri bir mertebeye yerleştiren Hacı Bektaş'ın öğretileri yeniçerilerin sıradan varlıklarını benzersiz kılıyordu. Bektaşilik gayrimüslimlere olduğu gibi Türk ya da Türkmen olmayanlara da açıktı. Bu nedenle devşirmelerden oluşan Yeniçeri Ocağı'nın Müslüman olmasını sağlayacak sistem olarak Bektaşilik en iyi çözüm olarak görülmüştür ve devletin kuruluş dönemi boyunca Osmanlı padişahları Bektaşiliğn gelişmesini desteklemişlerdir. Bektaşilik yeniçeriler tarafından 15. yüzyıldan itibaren benimsenmeye başlamış 16. yüzyıl sonlarından itibaren ise Hacı Bektaş-ı Veli, resmen yeniçeri piri kabul edilmiş, bu tarihlerde bir Bektaşi babası daimi olarak ocakta kalmaya başlamıştır. Bektaşi tarikatıyla yeniçeri ocağı o denli bir birinden ayrılmaz hale gelmiştir ki, bir dede tarikat başkanı seçildiğinde İstanbul'daki yeniçeri kışlasına gelir, tacını kendisine Yeniçeri Ağası giydirirdi. Yeniçeri Ordusu seferlere giderken yanlarında daima Bektaşi dede ve babaları eşlik ederlerdi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti'nin birinci gücü olmuştur. 1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir müfreze Hacıbektaş'a geliyor, Dergah Avlusu'nda saf tutarak, Hacı Bektaş-ı Veli Evlâdı’ndan postnişi olan zatın da katılması ile: Mü’miniz Kalû-Beli’den beri... Hakkın Birliğine eyledik ikrar... Bu yolda vermişiz seri... Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar... La Yezal mestaneleriz... Nur-ı ilahide pervaneleriz... Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile... On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli... Üçler, beşler, yediler... Nur-ı Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli... Demine devranına Hü diyelim Hü! diye gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir'den himmet istiyorlardı. O tarihlerde yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler'in gür sesi Hacı Bektaş-ı Veli’ın her tarafından duyuluyordu. Bir yeniçeri gülbengi (duası) :
Allah Allah İllallah Baş uryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran.
Eyvallah! Eyvallah!
Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan.
Kulluğumuz padişaha ayan
Üçler, yediler, kırklar!
Gülbang-ı Muhammedî, nûr-ı Nebî, kerem-i Ali
Pirimiz, sultanımız Hünkarı Hacı Bektaş-ı Veli
Demine devranına hu diyelim huuuuuu!...